“Yalan satıcısı” olarak çıktığım yolun yıllar sonra ulaştığım bu durağında “yalnız bir deli” diye anılmak incitmez beni. Fikrim sorulsa; deli yerine çılgını tercih ederim elbette. Neyse, önemli değil. Sıfatların üzerinde durmaya değmez. Deliliği de, çılgınlığı da severim. Gereğinden fazla ciddiyet insan bünyesine zararlıdır. Başa ağrı, mideye gaz, kalbe spazm yapar. Bu yüzden, ölümlü dünyada aklın ipini biraz salmakta yarar var bence.
Yarattığı karakterlerle hayatı paylaşan bir yazar.
Namı diğer Yalan Satıcısı… Ankara’nın müşfik mekânı Kıtır’ın masalarında yazılmaya başlanıp biber gazına bulanmış meydanlarına taşan bir hikâye.
Attilâ Şenkon, romanın kâğıtta durduğu gibi durmadığını hatırlatıyor.
Edebiyata tutkun bir oyunbaz.
Yalan Satıcısı, Nilüfer’in güzel sesinden dinlemeye doyamadığımız şarkılar gibi…
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
Kıtır’da boş masa yoktu………………………………………………………………….11
Çılgın mıknatısı………………………………………………………………………………………….19
GELİŞME
Unutmanın dayanılmaz hafifliği…………………………………………..29
Hassas konular, ince işler……………………………………………………………41
Kalbin yeni adresi………………………………………………………………………………….57
Sahte acun………………………………………………………………………………………………………..69
Hayatın geçtiği dalgalar…………………………………………………………………85
ÇIKIŞ
Cepteki sürpriz…………………………………………………………………………………………113
Bir taş daha yerine oturur………………………………………………………..117
GİRİŞ
Kıtır’da boş masa yoktu
“Eskimişsin sen.”
Kuğulu Park’ta karşılaşıyoruz. Beni tepeden tırnağa
süzüyor ve ilk sözü bu oluyor.
Böyle zamanlarda kimi densizlerce kurulan “kilo almışsın”, “saçların beyazlamış” benzeri cümleler
bile yeterince itici, inciticiyken gözümün içine baka
baka “eskimişsin sen” demek de neyin nesi? İntikam
soğuk yenen bir yemekse eğer; dört yıl beş ay beklettiği yemeği, köprünün üstünde bir lokmada, afiyetle
yiyor Berna.
Dört yıl beş ay… Nasıl bir rastlantı bu? Yine önceden kurguladığı bir oyunla karşıma çıkmış olmasın sakın?
Omuzlarım çöküyor. Tükenmiş hissediyorum kendimi.
Ağzımı açacak fırsat bırakmadan teşhisi koyup tedaviyi de öneriyor ayaküstü.
“Durum gerçekten ciddi,” diyor. “Şu haline bak.
Ülkenin sorunlarına kafa yormanın sonucu işte. Hayatı fazla ciddiye alma. Dalga geç biraz.”
Başparmağıyla burnumun ucuna dokunarak konuyu noktalıyor. Uzaklaşıp gidiyor hızla.
“Senin de patavatın bitmiş!” diye seslenmek istiyorum ardından.
Bu kadarına param yeter.
Geçeceğim bu dalgayla iki kişinin emrini aynı anda yerine getirebilecek fırsatı yakalamışken, susmayı tercih ediyorum yine. İlişkimiz boyunca, esprilerime gülebilmesi için açıklama yapmam gerekmişti
hep. Bunu da tek başına anlayamayacak nasıl olsa.
Köprünün ahşap korkuluğuna dayanıp belediyenin
dün gece yarısı hoyratça budadığı kavakları seyrediyorum. Berna’nın az önce söyledikleri; özellikle “Durum gerçekten ciddi” sözüne yaptığı imalı vurgu, Gezi Direnişi sırasında bu parkta el ele haykırdığımız
sloganlarla birleşerek kulaklarımda çınlıyor. Sakinleşmek umuduyla, fıskiyeden dökülen suyun şırıltısını dinliyorum bir süre. Kafamdaki sesleri bastırmaya yetmiyor.
Havuza atılan simitleri kapışmaktan başka kaygıları olmayan kuğular sinirimi büsbütün bozunca,
aradığım sorunun yanıtını sanki birada bulacakmışım gibi ani bir kararla Kıtır’a doğru yürüyorum.
Hayatla dalga geçmeye başlarsam yenilenir miyim acaba?
* * *
Buraya sürekli takılanlar yalnız olduğumu düşünüyor, hatta acıyorlardır bana. Haksız sayılmazlar. Öyle ya, haftanın en az üç günü tek başına gelip tuvalet kapısının girişindeki masaya oturan; o masayı bira, patates kızartması, kitap, defter, kâğıt ve kalemleriyle paylaşan biri için başka ne düşünülebilir ki?
Kendi kendime güldüğümü, durup dururken gözlerimin dolduğunu fark eden çapraz masadaki derin gamzeli kadın gibi biraz daha dikkatliler ise yalnızın yanına deliyi de ekliyorlardır mutlaka. Olsun. Bozulmam. “Yalan satıcısı” olarak çıktığım yolun yıllar sonra ulaştığım bu durağında “yalnız bir deli” diye anılmak incitmez beni. Fikrim sorulsa; deli yerine çılgını tercih ederim elbette. Neyse, önemli değil. Sıfatların üstünde durmaya değmez. Deliliği de, çılgınlığı da severim. Gereğinden fazla ciddiyet insan bünyesine zararlıdır. Başa ağrı, mideye gaz, kalbe spazm yapar. Bu yüzden, ölümlü dünyada aklın ipini biraz salmakta yarar var bence. Dışarıdan bakıldığında yanım ve karşım boş görünse de, benim masam her zaman doludur aslında. Mesela tam şu anda, yazdıklarıma ara verdim, Pepuk ve Zinar ile birlikte oturuyorum. Dosyayı yayınevine teslim etmeden önce kendilerini bir önceki romanımdan neden çıkardığımı açıklıyorum onlara. Yıllardır görüşmediğimiz Sağkız da yoldaymış, neredeyse gelmek üzeredir. Telefonda sesi titriyordu. Çocukluk arkadaşımız Orhan’ın izini bulmuş büyük bir rastlantıyla. Belki sürpriz yapıp birlikte girerler kapıdan kimbilir? İşte o zaman seyreyleyin siz masadaki şenliği, şamatayı.
* * *
Foldur foş yolda bu trafik de neyin nesi şimdi? Dakikalardır kımıldamıyoruz. Çakılıp kaldık olduğumuz yere. Gecikeceğim. Ayıp olacak. Dokunulmazlardan biri tabakhaneye bok yetiştirecektir, bizi onun için bekletiyorlardır ellamki. Tepki gösteren de yok. Koyun gibi itaat ediyor herkes. Şeytan diyor, git şoförün yanına; elini kaldırmadan bas kornaya, yık ortalığı… Ah deli Sağkız, gücün kaldı mı sanki yeni gözaltılara, sorgulara? Şu tısga bedenin, cimbite dönmüş kollarınla daha kaç işkenceye dayanabileceksin? Yüreğin yeryüzündeki bütün haksızlıklara isyan etmekten yorulmadı mı hâlâ? Sakinleş, içinin azgın sularını durult artık. Yarım asırlık ömrümde ne çok ölüm gördüm. Göçüp gidenlerin, götürülüp dönemeyenlerin haberlerini alıp verdikçe katılaştım, kanıksadım bunu. Yine de taşınması güç, ağır bir yükle gidiyorum buluşmaya. Işık bana benzemiyor çünkü. Hassastır o, kırılgan. Sahi, Orhan hakkında öğrendiklerimi, çok düşkün olduğu kızı Tuğçe’nin yaşadıklarını nasıl söyleyeceğim ona? İyisi mi biraz daha açılmasın tükürdüğümün trafiği.
* * *
Her ay muntazaman aldığım mecmuanın Aralık 2017 sayısı.
Vakıa bugün ayın daha ikisi, ama çıkmıştır.
İyi de ismi neydi?
Hay Allah!
Parayı da uzatmış bulundum.
Büfedeki gençle bakışıyoruz.
Müstehzi bir ifadeyle gülüyor.
Dalga geçiyor aklı sıra.
Geçmeyip de ne yapsın?
Unutkanlık, onun yaşında biri için anca eğlence mevzu.
Boşuna dememişler, kurt kocayınca köpeklere maskara
olur diye.
Senelerce emek verdikten sonra tekaüt edildiğim mesleğimi söylesem, yaptığından utanır.
“Senin durumundakilere bunu öneriyorlar bey amca,” diyor. “Çözdükçe dua edersin bana.”
Uzattığı mecmuayı alıyorum.
Kapağında, bir aktrisin siyah beyaz bulmaca karelerinin
üzerine basılmış renkli fotoğrafı var.
Televizyonda dizisi gösteriliyor.
Reklamlarda da çıkıyor bazı.
Eskilerden olsa hatırlardım hemen.
Yeniyetmelerin adını tutamıyorum aklımda.
Sahi kimdi bu kız?
* * *
Önümde durup camı indirmiş, “Şehir tarafına gidiyorsanız bırakayım hocam,” diye seslenmişti. Tanımıyordum onu. Öğrencim olmadığından emindim.
Bizim bölümde görmüşlüğüm de yoktu. Kulaklığımı çıkardım, atıştırmaya başlayan kardan korunmak ve bu yakınlığın kaynağını öğrenmek için arabaya bindim.
Öyle küçük görünüyordu ki, “Ehliyetsiz araba kullanmanın suç olduğunu biliyorsun değil mi?” diye takılmadan edemedim. Şaşkın şaşkın yüzüme baktı.
Bu bakışta biraz korku da sezince açıklamak zorunda kaldım.
“Yaşın ehliyet almaya yetecek gibi durmuyor.”
Gülümsedi. Daha sonra her belirişlerinde içlerinde kaybolmak isteyeceğim derin gamzelerini ilk kez
o zaman gördüm.
On sekiz yaşı dolar dolmaz ehliyetini; babası da,
üniversite sınavını kazanma armağanı olarak arabasını almış. Beyaz be-me-ve’sinde küçük, mutlu bir
prenses…
Nizamiyeye ulaştığımızda kar yağışı hızlandı. Tipiye döndü birden. Telaşlanmıştı. Eskişehir Yolu’na
çıkmadan sağa çekip arabayı durdurdu.
“Ehliyetim var ama fazla deneyimim yok,” dedi.
“Rica etsem siz kullanır mısınız hocam?”
“Neden bana hocam diyorsun?”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıYalan Satıcısı
- Sayfa Sayısı119
- YazarAttilâ Şenkon
- ISBN9789750525889
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Savaşın Çocukları ~ Ahmet Yorulmaz
Savaşın Çocukları
Ahmet Yorulmaz
“Mübadelenin 100. Yılında 9. Basım.” Girit’i Venediklilerden, 1645’te başlayan ve tam 24 yıl süren savaşlarla almıştı Osmanlılar… İki buçuk yüzyıl kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinde...
- Kehribar Zamanında Aşk ~ Bige Güven Kızılay
Kehribar Zamanında Aşk
Bige Güven Kızılay
Yüzyılın aşkı! Üstelik gerçek… “Münevver titreyen elini yavaşça o’nun eline bırakıverdi. Elini sımsıkı kavradı eli. Sıkı ama nazikçe… Öyle nazik bir tutuş ki, sanki...
- Devridaim ~ Ezgi Tanergeç
Devridaim
Ezgi Tanergeç
“Keşke sözcükler insanlara zekâları, vicdanları, eğitimleri, asalet ve zarafet seviyelerine göre paylaştırılsa. Dil herkese eşit verilmese, sözcükler dervişi cahil karşısında, mazlumu zalim karşısında âciz...