Bu kitap, tarihteki klasik İslâm devletlerinde idareyle ilgili olarak dikkate alınması gerektiğine inanılan pratik öğütleri sunuyor bize. Bir yanda adaletin tam olarak sağlanması, servetin doğru bölüşümü, vergi memurlarının yüksek niteliklere sahip olması, yöneticiyle yönetilen arasında daha dolaysız ve sıcak bir ilişkinin kurulması gibi ideal durumlar dile getirilirken; diğer yandan, eserin o dönem idarecileri ve memurları için bir tür “kişisel gelişim rehberi” niteliği taşıdığını görürsünüz. Okuyucu sadece hükümdar değil, idare işinin nasıl rahat ve sorunsuz yürüyeceğini merak eden herkestir. Yer yer idealizm yüklü satırlara rağmen ana çerçevesiyle dönemin pratik bir idare sanatı kılavuzudur.
Hükümdar ve Siyaset Kitabı: 10. yy.’da yazılmış klasik bir idare rehberi; belki hâlâ eskimeyen kurallarıyla sizi de şaşırtacak.
***
HÜKÜMDAR VE SİYASET KİTABI
Hükümdar, işlerin yuları gibidir. O, hak ve hukukun terazisidir, kanun adına konulan sınırların payandasıdır; inancın ve dünyanın etrafında döndüğü eksendir. Hükümdar, bulunduğu yerin koruyucusudur. O, Allah’ın, kulları üzerine uzanan gölgesidir. Mazlum ve mahrum kimseler onunla güç bulur. Mağluplar onun sayesinde zafer elde eder. Onun sayesinde zorbalar zapt edilir. Endişeli ve zayıf kimseler onun sayesinde emniyette olur.
Bilgeler şöyle derler:
“Adalet ve güç sahibi bir lider sağanak gibi yağan bir yağmurdan daha hayırlıdır. Baştaki adam, katı yürekli ve despot da olsa sonsuz bir karmaşa ve bir fitneden daha hayırlıdır. Tanrı, Kur’an’la önlediği kötülüklerden çok daha fazlasını iyi bir hükümdarla önlemiştir.”
Vehb bin Münebbih şöyle demiştir:
Allah, Dâvûd’a şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ben padişahlar padişahı Allah’ım. Hükümdarların kalpleri benim elimdedir. Her kim bana itaat ederse hükümdarları onlara rahmet kılarım. Ancak her kim bana isyan ederse hükümdarları onlara belâ kılarım.”
Allah’ın yönetim yularını eline verdiği, insanların işlerinin yöneticiliğine getirdiği, özel bir lütuf ihsan ettiği ve sultanlık yapabilme yetkisi nasip ettiği kimsenin, tebaasının çıkarını gözetmesi, emri altında olan kimselere karşı merhametli davranması gerekir. Çünkü Allah, o kimseye özel bir şans tanımışve böylece o kimse de mutluluk sebeplerini yakalamıştır.
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “O gerçek inançlılar ki, kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirdiğimizde namaz kılarlar, yoksula zekât verirler, iyiliği emreder kötülük ve sömürüyü yasaklarlar. Bütün işlerin sonu sadece Allah’a aittir.”¹
Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
“Yöneticilikte bir saat adaletli davranmak, altmış sene yapılan ibadetten daha hayırlıdır.”
Ayrıca şöyle buyurmaktadır: “Hepiniz gözetici çobansınız ve her gözetici, sürüsünden sorumludur.”
Bu mânada şair şöyle demiştir:
Sizler birer çobansınız, biz ise sürü
Bir gün buluşacağız rabbimizle
Hem siz hem de biz, inanın,
O zaman vereceğiz hesabımızı.
Yöneticilerinden memnun olmamak tebaanın huylarındandır. Halk, liderlerinin mazur görülecek bir yanı varsa bile mazur görmeyip onları zaman zaman sıkar ve daima kınarlar. Kınananların hiçbir suçu ve günahı olmayabilir. Halkın dilinden kurtuluş yolu yoktur. Bu hep böyledir. Çünkü birini memnun etseniz diğeri memnun olmayacaktır. Onların hepsini birden memnun etmek ise, mucize olmalıdır. Zira böyle bir şey görülmemiştir.
Her lider adaletten kendine düşen payı almıştır. Liderlerin görevi, tebaasına taraf tutmadan, eşit bir şekilde muamele etmektir. Lider herkesi eşit görmelidir. Tebaaya düşen ise liderlerine itaatte kusur etmemektir.
Ziyâd, Irak’a vali olarak geldiğinde şöyle demiştir:
“Ey insanlar! Sizinle benim aramda kin ve nefret dolu günler geçti. Ancak ben bunları kulak arkası yapıp ayağımın altına aldım. Her kim iyi biriyse iyiliğini daha da artırsın! Her kim kötü biriyse kötülüğünü bıraksın!”
Abdullah bin Ömer ise şöyle düşünmektedir:
“Lider adaletli olursa o zaman sevap kazanır ve sana şükretmek düşer. Yok, lider zalim olursa bu sefer, o günah kazanır, sana sabretmek düşer.”
Ka‘b el-Ahbâr şöyle demektedir:
“İslâmiyet, sultan ve insanların durumu çadır, direk ve kazık istiâresiyle açıklanabilir. Çadır İslâm, direk sultan, kazıklar ise insanlardır. Hiçbiri, bir diğeri olmadan tamamlanamaz.”
el-Efveh el-Ûdî şu dizeleri söyler:
“Huzura kavuşamaz insanlar, sonu gelmez
karmaşadayken
Rahata kavuşamaz insanlar, başlarında yüceler yokken
Tahta oturmuşsa kara cahiller
O zaman içlerinde yüceler yok demektir.
Nasıl inşa edilir bir ev, direği yoksa
Nasıl dikilir bir direk, kazıklar çakılmamışsa
Bir gün bir araya toplanırsa kazıklar ve direkler
İşte o zaman ulaşır toplum en yüksek amaçlara.
HÜKÜMDARI UYARMA VE ONA BOYUN EĞMENİN GEREKLİLİĞİNE DAİR
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan yetkililere de.”²
Ebû Hüreyre şöyle demektedir:
“Bu âyet nazil olduğunda liderlere itaat etmemiz emredildi. Onlara itaat etmek Allah’a itaat etmek, onlara karşı gelmek ise Allah’a karşı gelmekti.”
Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
“Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir.”
Oradakiler:
“Kime, ey Allah’ın resulü?” diye sorarlar.
Hz. Peygamber cevap verir:
“Allah’a, resulüne ve sizden olan yöneticilere.”
Yöneticileri uyarmak, ama bununla birlikte onlara itaati sürdürmek yerine getirilmesi gereken bir iştir. İnanç ancak bununla zirveye erişir. İslâmiyet ancak bu yolla güçlü ve egemen olur.
Dört Nasihat
Şa‘bî, İbn Abbâs’tan nakille şöyle demektedir;
Babam bana şöyle dedi:
“Bu adam –yani Ömer bin el-Hattâb– seni soruyor. Onun, seni Hz. Muhammed’in önde gelen arkadaşlarına tercih ettiğini görüyorum. Ben sana dört özellik öneriyorum, iyi dinle: Aslâ onun sırrını ifşa etme! Kesinlikle sende yalan görmesin! Ondan gerçeği gizleme ve onu daima uyar! Onun yanında hiç kimse hakkında ispiyonda bulunma; birileri hakkında ileri geri konuşma zaafına düşme!”
Şa‘bî devam ediyor: İbn Abbâs’a şöyle dedim:
“Bunların her biri bin nasihatten daha hayırlıdır.”
İbn Abbâs cevap verdi:
“Eyvallah! Hatta on bin nasihatten daha hayırlıdır.”
Acizâne, Yöneticimize Nasihatimdir!
Kelîle ve Dimne’de³ şöyle yazılıdır: Adamın biri, yöneticilerinden birinin huzuruna girip şöyle der:
“Ey yönetici, küçük ve önemsiz görünen bir işte de, büyük ve önemli görünen bir işte de sana nasihat etmek görevimdir. Sağlıklı ve mutlu bir şekilde hayatta olmamızın senin hayatta olmana bağlı olduğu gerçeğini göz önüne alırsak sana karşı olan görevimizi yerine getirmekten başka alternatifimizin olmadığını düşünürüz. Şöyle denir: Her kim sultanı uyarmaz, doktordan hastalığını gizler ve kardeşleriyle irtibatını koparırsa o kimse kendi benliğine kötülük etmiştir. Ben şunu biliyorum ki; dinleyenini rahatsız eden hiçbir söz, söyleyene cesaret ve heves vermez. Ancak dinleyenin kendi aklına güveni varsa o zaman başka. Çünkü dinleyen akıllıysa buna tahammül edecektir. Çünkü boş ve anlamsız bir konuşma dinleyeni sıkar. Sen, ey hükümdarımız; görüş bakımından üstünsün ve ilim sahibisin. Dolayısıyla bu, sizin hoşunuza gitmeyecek konuları da size haber vermem konusunda bana cesaret vermektedir. Çünkü ben şuna güveniyorum; size verdiğim nasihati dikkate alıp bundan dolayı kızacağınız bir kimse olacaksa; benden önce kendinize kızacaksınız.”
İtaat Edip Susayım mı?
İnsanlar, Halife Velid’e karşı tavır değiştirdiklerinde Amr bin Utbe ona şöyle demiştir:
“Efendimiz, seninle yakınlığımız beni konuşturur, senden çekinmem de beni susturur. Ben görüyorum ki sen benim endişe duyduğum hususlarda güven içindesin. İtaat edip susayım mı yoksa sana şefkat gösterip konuşayım mı? Senden olan her şey kabuldür. Gaybı ancak Allah bilir. Biz ona döneceğiz.”
Birkaç gün sonra öldürüldü.
Sultanların Asıl Düşmanı
Hâlid bin Safvân şöyle demiştir:
“Kim ki hükümdara öğüt verdiği halde yaptığı her işte ona eşlik ederse ona ihanet edenlerden daha çok düşmanlık etmiştir. Çünkü sultana kin güden yakın arkadaşları da sultana nasihat edenle birlikte gezerler. Böylece sultanın hain arkadaşı, onunla makamı konusunda yarışa girer. Düşmanı ise ona nasihat edildiğinden dolayı sadece uzaktan kin besler.”
HÜKÜMDARA YAKIN OLANLARA DAİR
Sultana Hizmet Eden Kimseye Uyarılar
İbnü’l-Mukaffa şöyle demektedir:
“Sultana hizmet eden kimsenin, sultan kendisinden memnun olduğunda buna güvenmemesi, sultan kendisine kızdığında ise tavrını değiştirmemesi gerekir. Sultanın, kendisine yüklediği işler ona ağır gelmesin. Sultana arz ettiği bir ihtiyacından dolayı da fazla ısrarcı olmasın.”
İbnü’l-Mukaffa ayrıca şöyle demektedir:
“Sultanla kuracağın münasebet ona itaat etme konusunda kendini terbiye etmenden sonra gerçekleşsin! Sultan seni bir yere vali olarak tayin ettiğinde sen koruyucusun. Ancak seni, kendine yaklaştırdığında dikkatli ol! Sana bir şey emanet ettiğinde sen emanetçisin. Ancak seni uzaklaştırdığında bunu kabul et! Hükümdarı öyle uyarmalısın ki sanki sen ondan ders alıyormuşsun gibi görünmelisin! Öyle terbiye etmelisin ki sanki sen ondan terbiye almaktasın; öyle teşekkür etmelisin ki sanki ondan teşekkür almaktasın. Eğer bunun aksi olursa ondan büsbütün uzak kalırsın!”
Abbasi Halifesi Me’mûn şöyle diyor:
“Hükümdarlar her şeye tahammül edebilirler, ancak şu üç konu hariç; hükümdarın itibarını zedelemek, sırrını ifşa etmek ve mahremiyetine tecavüz etmek.”
İbnü’l-Mukaffa şöyle demektedir:
“Eğer sultanın güvenini kazanırsan her konuştuğunda ona dua etme! Çünkü bu yanlış anlaşılır, ayrılık ve sıkıntı getirebilir.”
Asmaî şöyle der:
“Ben sultanlara tatlı sözle yakın oldum; dilimde kullandığım garip kelimelerle onların gözünde yüceldim.”
Ebû Hâzim el-A‘rec, Süleyman bin Abdülmelik’e şöyle demektedir:
“Şüphesiz sultan yalnızca bir pazardır. Onda bitmiş ve kalmamış bir şey varsa derhal bir yerlerden bulup ona götürülmesi gerekir.”
Anne ve Babasından Muâviye’ye Öğütler
Hz. Ömer’in vali olarak tayin ettiği Muâviye, Şâm’dan geldiğinde annesi Hind’in yanına girer. Annesi ona şöyle der:
“Oğulcuğum, anneler senin gibi akıllı ve serbest birini az doğurmuşlardır. Bu adam seni vali olarak atadı. Senin hoşuna gitse de gitmese de onun rıza göstereceği şeyi yap!”
Ardından Muâviye, babası Ebû Süfyân’ın yanına girer. Babası ona şöyle der:
“Oğulcuğum, Mekkeli ilk muhacirlerden olan bu insanlar bizden önce İslâmiyete girmişler ve biz de geç kalmışızdır. Onların önceliği onları yüceltmekte, bizim sonraya kalmamız ise bizi düşürmektedir. Bu yüzden biz tâbi olmuşuz, onlar ise yönetici olmuşlardır. O, seni önemli işlerinden birine getirdi.”
Muâviye ise şöyle demektedir:
“Annem ve babamın sözleri birbirine benzemese bile aynı üslûbu kullanmalarına çok şaşırdım.”
Bakana Öğütler
Eski İran hükümdarlarından Şah Perviz, dönemin maliyeden sorumlu bakanına şöyle demiştir:
“Ben senin bir dirhem bile olsa yapacağın ihaneti mazur göremem. Aynı şekilde milyon dirhemi koruduğun için de övemem. Çünkü sen, ancak böyle âdil davranarak canını koruyabilir ve emaneti yerine getirebilirsin. Şu iki şeye dikkat et! Aldığından doğacak noksan ve verdiğinden doğacak fazlalık. Şunu bil ki ben seni hazinelerimin başına yalnızca sana güvendiğim için getiriyorum. Benim seni seçmemdeki iyi zannımı boşa çıkarma, nasıl ki ben senin bana olan güvenini sarsmıyorsam işte öyle! Hayrı şer ile değiştirme! Yüce bir şeyi alçak bir şeyle değiştirme! Selâmeti pişmanlıkla değiştirme! Emaneti ihanetle değiştirme!”
Benim Seni Azarlamamı Bekleme!
Yezîd bin Muâviye, Selem bin Ziyâd’ı Horâsân’a vali olarak atadığında ona şöyle demiştir:
“Senin baban kardeş olarak mükemmeldi, yeterliydi; ben ise küçük olmana rağmen seninle yetindim, fazla bir şey aramadım sende! Ben senin yeterli olmana güvenmiş olsam bile yine de sen bana çok güvenme! Benim seni azarlamamı beklemeden sen kendini düzelt ve azarla! Eğer benim hakkımda körü körüne herhangi bir zanna kapılırsan, ben de senin hakkında kapılmışımdır. En düşük durumdayken bile en uzak amacı hedefle! Baban seni çok yormuş, doğru; ancak sen şimdi rehavete kapılma, asla dinlenme!”
Bu Görkemli Kortejin Sahibi Sen misin?
Yezîd anlatıyor:
Babam bana bahsetmişti: Bir keresinde adaleti ve herkese eşitdavranmasıyla ünlü Ömer bin el-Hattâb, Abdurrahman bin Avf ile birlikte Şâm’a gelmiştir. Her biri birer eşeğe binmişlerdir. Muâviye kendilerini görkemli bir kortejle karşılamıştır. Ömer bin el-Hattâb, Muâviye’nin önünden geçmiş, ama onunla hiç konuşmamıştır. Kendisine, Muâviye’yi görmeden geçtiği haber verilir. Bunun üzerine geri döner. Muâviye’ye
————
1 Kur’an, Hac Sûresi, âyet 41.
2 Kur’an, Nisâ Sûresi, âyet 59.
3 Kelîle ve Dimne: İbnü’l-Mukaffa (ö. 143 h.) tarafından Pehlevi dilinden Arapçaya tercüme edilmiş ve genişletilmiş alegorik siyasetname.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme Derleme Dünya Klasikleri Siyasal Düşünce
- Kitap AdıHükümdar ve Siyaset Kitabı
- Sayfa Sayısı160
- Yazarİbn Abdirabbih
- ÇevirmenErkan Avşar
- ISBN9786053541448
- Boyutlar, Kapak12x21, Karton Kapak
- YayıneviBORDO SİYAH / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kovulmuşların Evi ~ Ali Ayçil
Kovulmuşların Evi
Ali Ayçil
“Koltuğuma yaslanırken, ‘şimdi ben bu otobüste, yirmi bir numaralı kendimin kâşifiyim,’ diye geçirdim içimden. ‘Bilet kesen kadın, on iki saat boyunca uzaktaki bir şehre...
- Ateş Anıları III – Rüzgârın Yüzyılı ~ Eduardo Galeano
Ateş Anıları III – Rüzgârın Yüzyılı
Eduardo Galeano
Eduardo Galeano, Ateş Anıları Üçlemesi’nin son cildi Rüzgârın Yüzyılı’nda bu kez, insanın doğaya savaş açtığı, baş döndürücü bir hızın hükmettiği, Camus’nün deyimiyle “bilinçli öldürmeler”...
- Amerigo: Tarihsel Bir Yanılgının Hikâyesi ~ Stefan Zweig
Amerigo: Tarihsel Bir Yanılgının Hikâyesi
Stefan Zweig
Stefan Zweig sezgisel bir yaklaşım ve usta işi bir anlatıyla, Vespucci’nin yaşamının etrafında üç yüz yıl boyunca gelişen ve adını ölümsüzleştiren tesadüfler, yanılgılar ve...