Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İns-ü Cin Krallığı – Kehanet Bekçileri
İns-ü Cin Krallığı – Kehanet Bekçileri

İns-ü Cin Krallığı – Kehanet Bekçileri

Murat Aydın

Aslında her şey bir soruyla başlamıştı. “Tekrar Süleyman gibi birisi gelecek miydi dünyaya? Cinler, Zülkarneyn ve Süleyman’dan sonra yeniden insanın emrinde olacaklar mıydı?” Merak…

Aslında her şey bir soruyla başlamıştı. “Tekrar Süleyman gibi birisi gelecek miydi dünyaya? Cinler, Zülkarneyn ve Süleyman’dan sonra yeniden insanın emrinde olacaklar mıydı?” Merak ediyorlardı, çünkü insan topraktan geliyordu, cinlerse ateşten.

Daha ilk insan yaratılmadan yeryüzünün halifesiydi onlar. Ama isyan etmişlerdi bir kere Yaratan’a. İsyanlarının bedelini topraktan gelenlere yeryüzü hâkimiyetini kaptırarak ödemişlerdi. Görmediklerine inanmayı reddecek kadar kibirliydi yeryüzünün yeni hâkimi insanlar. Ateşin çocukları cinler bu yüzden tekrar topraktan gelen insanın hükmü altına girmek istemiyordu. “Ben hâlis ateşten yaratıldım. Ademse topraktan; benden aşağı olan bu varlığa secde etmem.” diyordu Şeytan.

İnsanlarla cinlerin yeryüzüne hakim olmak için verdiği gizli mücadele, İblis’in insanlara karşı nefretinin sırrı, insanların ve cinlerin yeniden beraber yaşayabilecekleri bir dünya hayalini kuran kehanet bekçileri… Ve bütün bunların yanısıra olayların gitgide daha karmaşık bir hale gelmesine neden olacak bir aşk hikâyesi… Okuyucunun bugüne kadar bildiklerini yeniden sorgulayacağı bir roman…

***

İÇİNDEKİLER

Asırlarca Sorulan Soru     7
1. Bölüm: Tarih Yokken     11
2. Bölüm: Mayeşum’un Kehaneti     25
3. Bölüm: Anahtar     61
4. Bölüm: Kâhinlik Kuralları     133
5. Bolüm: Kanaat Önderleri     147
6. Bölüm: Kilit     173
7. Bölüm: Fasual’ın Kehaneti Ve Keşup     185
8. Bölüm: Erkan     193
9. Bölüm: Toplantı     203
10. Bölüm: Kibir     229
11. Bölüm: Ve Muhafızlar Kendilerini Gösteriyor     247

ASIRLARCA SORULAN SORU

DÜNYA, ÜZERİNDE GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK hükümranlığı görmüş ve kendisinden sonra hiç kimseye verilmeyecek olan bir mülk emanetçisini ağırlamıştı. O mülk ve hükümranlığın emanetçisi Allah’ın peygamberi Hazreti Süleyman’dı.

Devrinde O, insan ve cinlere hükmetti. Hatta bir kısım şeytanlar dahi onun hükümranlığına boyun eğdi. Zamanının en güzel saraylarını yaptırdı; cinlere derin denizlerin en gizli hâzinelerini çıkarttırdı. Allah, peygamberi Süleyman’a, cinleri koşulsuz itaate kodlayacak şifreyi verdi. Hz. Süleyman cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular meydana getirdi. Kenan diyarını, Sebe kavmini kendi krallığına boyun eğdirdi. Onlara hak dini tebliğ etti. Bu ona verilen mucizelerden sadece biriydi.

Fakat peygamber de olsa onunda her fani gibi vücudu toprakla vuslata ermişti. Geriye büyük bir krallık bırakmıştı. Ama kendisine kalmayan dünya, kendisinden sonrakilere de kalmayacaktı. Onun hayatının son bulmasıyla hükmü de son bulmuştu. Asıl hüküm sahibi, elçisi olduğu yüce Allah’tı.

Cinlere hükmedecek bir insan artık yeryüzünde yoktu. Hz. Süleyman’ın cinlerden oluşan ordusu dağılmış, farklı isimlerle anılır olmuştu.

İblis’in yolundan giden, çirkinleşip şirret haline gelenler yeniden şeytan olmuş, insanların arasına yerleşen ve onların yaşadıkları mekânları mesken edinenler ammar, yaramaz ve güçlü cinler ise yeniden ifrit adını almışlardı.

Aslında cinler Hz. Süleyman’ın hükmü altındayken hiçbir şekilde eziyet görmemiş, insle barış ve beraberlik içinde yaşamışlardı. Ama ne de olsa bir insanın hükmü altındaydılar. O insan, Allah’ın gönderdiği bir peygamber de olsa, cinlerin bir kısmı memnun değildi hallerinden. Hz. Süleyman yaşarken taşkınlık çıkarmamışlardı. Fakat O’da ölmüştü.

Şimdi merak ettikleri tek bir soru vardı: “Tekrar Hz. Süleyman gibi birisi gelecek miydi dünyaya? Cinler, Zülkarneyn ve Süleyman’dan sonra yeniden kayıtsız şartsız insanın emrinde olacaklar mıydı?”

TARİH YOKKEN

ADEM BALÇIK HALDEYKEN ONLAR VARDI. Bir kısım rivayetlerde O’ndan 2000 yıl öncesinde de… Zaman, âlem onlarda farklıydı; boyutları farklıydı. Allah’a karşı sorumluydular ve vazifeleri vardı. Allah’ın isimlerine ayna olma görevi bir zamanlar sadece onlarındı. Âleme halife de onlardı. Doğru yolda olmaları için onlara bir elçi göndermişti Allah. Elçinin adı aynı zamanda ataları Can’dı.¹

Canın görevi onlara nasihat etmek, kul olduklarını unutturmamaktı. Ama bir zaman sonra nebilerini dinlemez oldular, dalalete, sapkınlığa düştüler ve yeryüzünde bozgunculuğa başladılar.

Anarşinin ilk tohumları yeryüzüne serpilmeye başlamıştı, o kadar ki en sonunda ataları Can’ı da öldürdüler. Allah’ın kendilerine nebi olarak gönderdiğini öldürüp ona isyanlarını daha da arttırdılar. Daha sonra içlerinden Yusuf² geldi nebi olarak, doğru yolu tavsiye etti, asıl vazifelerini hatırlattı. Ama yoldan çıkmışlardı bir kere, onu da dinlemediler ve ataları Can’a yaptıklarını Yusuf nebiye de yaptılar.

Gök ehli yeryüzüne halife tayin ettikleri bu bozgunculara kızmıştı. Sonunda Allah cinlerin bu isyanına gazabıyla cevap verdi.

Allah (c.c) yeryüzünün zimamını önceleri cin taifesine vermiştir. (İlk önceleri Cenab-1 Hakk’ın isimlerine ayna olma ve ilâhi icraatı alkışlama işini onlar yapıyordu) Daha sonra tuğyan (azgınlık sapkınlık) ettiler. Peygamberlerini öldürdüler. Gökten melekler geldi, aralarında cinlerin kendi cinsinden olan İblis de vardı, bu isyankârları yeryüzünden sürdüler. Hepsi denizlere kaçtı ve oralara taht kurdular…” (İbni Kesir, el-Bidaye 1/150)

Yeni meskenleri artık denizlerdi bu isyankârların. Ama yeryüzünün halifeliğini üstlenecek yeni kullara, Allah’ın isimlerinin belirtilerine ayna olma vazifesi yapacak kâinatın küçültülmüş bir misaline ihtiyacı vardı. Dağa, taşa, ormana, denize kime teklif edildiyse bu vazife; sorumluluğun büyüklüğü karşısında ezildi. Bunun üzerine Allah yeni bir halife getirmeye karar verdi. Ve ilk insan yaratıldı. Adı Adem’di. Melekler bunu duyunca:

“Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi halife kılacaksın.” (Bakara 2/30) demişlerdi.

Geçmiş, insanın selefi olan cinlerin kötü davranışlarıyla doluydu ve insanda aynı tabiatı paylaşıyordu. İnsanların selefleri cinlerdi. Onlar yeryüzünde bozgunculuk yapmış, kan dökmüşlerdi. Melekler doğru söylüyordu, ama Allah onlara, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” (Bakara 2/30) ikazında bulundu. Çünkü her ne kadar insanlar, cinlerle aynı tabiatı paylaşsa da içlerinden öyleleri çıkacaktı ki, Rabbini bilecek, fıtratını elçiler aracılığıyla gelen vahiyle şekillendirecek ve tam anlamıyla halifeliğinin hakkını verecekti.

Allah Meleklere eşyanın isimlerini ve hikmetlerini sordu. Onlar bilemeyince Cenab-ı Hak, bu defa Hz. Ademe de aynısını sordu. Hz. Adem soruların cevabını bildi.

Melekler söylediklerinde bir bakıma haklı olsalar da perde arkasında göremedikleri bu husus karşısında aldıkları ikazla hemen kendilerine geldiler ve “Sen yücesin. Bizim, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen Alimsin, Hâkimsin.” (Bakara 2/32) demişlerdi ki, bu onlar için bir yenilenme ve tövbe oldu.

Allah’ta onlara yeni halifesinin önünde secde etmeleri emrini verdi. Melekler bu emir karşısmda Hz. Adem’in önünde secde ettiler. Biri hariç. Adem’in selefiyle aynı mayadan gelen büyük melek İblis bu emre itaat etmedi. İblis aslında melek değildi. O Allah’a olan çokça ibadetiyle meleklerin katına yükselmiş hatta onlara baş olma payesine erişmişti. O, kendi cinsleri gibi olmamıştı ta ki Adem yaratılana ve ona secde etmesi emredilene kadar.

“Ben hâlis ateşten yaratıldım. Ademse topraktan; benden aşağı olan bu varlığa secde etmem.” dedi. İblis bu itaatsizliği yüzünden Allah’ın gazabına uğradı ve akıbeti diğer cinslerininkinden de beter oldu. Sonsuza dek Allah’ın lanetiyle lanetlendi.

Onun akıbetinin diğerlerinden daha ağır olmasının bir nedeni de aracısız gelen emre karşı itaatsizlik etmiş olmasıydı. Bunun üzerine İblis, Allah’tan kıyamete kadar yaşamak için süre istedi. Allah, ona kıyamet’e kadar süre verdi. Gideceği yer sonunda cehennem olsa da yeryüzünün yeni mirasçılarını Allah’a karşı itaatten saptıracaktı. Böylece İblis, Allah’ın huzurundan kovuldu.

Onu kibri ve aşkı bu hale sokmuştu. Allah’a ibadetindeki aşkı başka bir kula karşı kıskançlık duymasına neden olmuştu. O kadar ki, Allah’ın kendisi yerine topraktan yaratılan bu kulu daha çok sevmesi onun yaratıcısına isyan etmesine neden olmuştu.

İblis artık şeytana dönüşmüştü. Tekrar kendi cinslerinin yanına gitti ve inse karşı cinleri kışkırtmaya başladı. Bir kısım cin taifesi ona katıldı ve onlarda İblis gibi şeytanlaştı. Ama ne olursa olsun cin taifesi artık yeryüzünün yeni halifesine tâbi olmak zorundaydı. Yeryüzünde farklı boyutta dolaşabilme, zamandan ve mekândan insana göre daha çok yararlanabilme, insanın göremediklerini görebilme imkânları olsa bile, yine de cinler insana tabii olmak zorundaydılar. Allah’a itaat etmeyen yoldan sapanları ise öldükten sonra itaatsizliklerinin karşılığı olarak şiddetli bir azap bekliyordu.

Adem’e ruh üflendikten sonra Allah, onun için eş olarak Havva anamızı yarattı ve ikisini cennetine koydu. Orada istedikleri kadar kalabileceklerini yalnız cennetteki bir ağacın meyvesinin kendilerine yasaklandığını buyurdu.

Adem ve Havva anamız orada yaşarken şeytan çok defa kendilerini kandırmaya çalıştı. Adem, şeytan ne kadar çalışırsa çalışsın, onun tuzaklarına düşmüyordu. En sonunda şeytan Havva anamıza “yasak meyveyi yemeleri halinde cennette sonsuza kadar kalma imkânı vereceğini Allah’ın bu yüzden kendilerine o meyveyi yemeyi yasakladığını” söyledi. Havva anamız, Hz. Adem’i ikna etti. Kendilerine yasak edilen meyveden yiyerek Şeytan’ın yalanına inandılar ve Allah’a itaatte kusur ettiler. Allah bunun üzerine Adem’i ve zevcesini cennetten çıkardı.

“Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.” Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: “Rabbinizin sizi bu ağaçtan men etmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir. “Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim.” diye ikisine yemin etti. Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarından oralarına örtmeğe koyuldular. Rableri on-lara, “Ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?” diye seslendi. Her ikisi, “Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz.” dediler. “Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz. Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız.”dedi. (Araf, 7/19-25)

Ve yeni halife Adem, Şeytanın aldatmasıyla cennetten çıkarılarak dünyaya gönderildi. Neslinin devamı için Havva anadan çocukları oldu, onlara her daim vazifelerini hatırlattı. O da nebiydi sonuçta. Ama yeryüzüne anarşinin tohumları çok önceden atılmıştı. Dün anarşinin tohumlarını ekenler insanların arasına da bu tohumları salmak istiyordu. İlk olarak Hz. Adem’in oğlu Kabil’i, kardeşi Habil’e karşı kışkırttılar. Kıskançlık damarını körüklediler ve insanlar arasında ilk kan döküldü. Kabil, kardeşi Habil’i öldürmüştü. O günden sonra derler ki, her cinayet işleyen insin günahından bir kısmı Kabil’in defterine yazılır.

Artık zaman ins adına işlemeye başlamıştı. Onlarda nesillerini devam ettirebilmek için çoğaldılar. Kavimler, ırklar oluştu. Zaman içinde bazıları tıpkı kendilerinden öncekiler gibi isyana yöneldi. Her kavme mahiyetini, yaratılışlarındaki gayelerini hatırlatan uyarıcı nebiler geldi. Kimisi yanlışından döndü, kimisi isyanında ısrar etti, kimisi de selefleri gibi kendilerine doğru yolu gösterenleri öldürdü. Bu davranışlarından ötürü sonrakilere ibret için Allah kendisine itaat etmeyen bazı kavimleri helak etti.

Gelen her nebi insandı. Cinlere ise onlara tâbi olmak, Rab tarafından kendilerine gelen mesajlara itaat etmek düşüyordu. Bazı nebiler kavimlerinin dışında cinlere de gelen mesajı anlatıyor, onları irşad ediyordu. Cinlerden bazıları mesajı kabul ediyor nebinin getirdiği dine tâbi oluyor; bazıları ise gizliden şeytanın emrinde kavimleri isyana sürüklüyordu.

İnsanlık tarihi Zülkarneyn’i gördü. Zülkarneyn, cinlere hükmetti. İns tarihinde doğuyla batının hâkimiyeti sadece ona verildi. Ama cinlere tek başına hükmetme yetkisi sadece ona bahşedilen bir yetki değildi. Kendisiyle birçok ortak noktası olan bir nebi vardı. İşte o nebi Davut’un oğlu Süleyman peygamberdi.

Birgün geldi onun sesi soluğu da dünya üzerinde duyuldu.

Allah ona kendisinden öncekilere verilmeyen ve kendisinden sonrakilere de verilmeyecek bir mülk verdi. Ayrıca insanlara, cinlere ve kuşlara hükmetme yetkisi verdi.

Süleyman babası Davut’dan saltanatı devraldı ve onu genişletti. Cinler onun devrinde Zülkarneyn’den sonra bir kez daha kayıtsız şartsız mutlak itaat altına girdiler. Hatta içlerinde itaat eden bazı şeytanlar da vardı. Onun hükmü altında yaşamak istemeyen diğerleri Süleyman ölene kadar kendi boyutlarından dışarıya çıkmadılar. Allah, Süleyman’a cinleri koşulsuz itaate kodlayacak şifreyi verdi. Devrinde Süleyman cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular meydana getirdi. Kenan diyarını, Sebe kavmini kendi krallığına boyun eğdirdi. Onlara hak dini tebliğ etti. Bu ona verilen mucizelerden biriydi.

“Her nebi, Cenab-ı Hakk’ın isimlerinden birine, diğer esmaya nisbeten âzâm derecede mazhardı. Diğer bir ifade ile, her nebi kendi isminin mazharıydı. Muhyiddin İbni Arabi’nin dediği gibi, ‘Süleyman’ isminde, ‘şehadet ve gayb âleminde saltanat sürme, görünen ve görünmeyen âlemlerin emrine musahhar kılınması’ manaları vardı. İşte bu isme mazhariyeti sebebiyleydi ki Hz. Süleyman’a Cenab-ı Hak tarafından her iki âleme hükmetme yetkisi verilmişti.”³

Orduları çok gelişmişti Süleyman’ın. Zamanında cinlere çok iş gördürdü. Kaleler, saraylar, heykeller, büyük havuzlar ve daha birçok insan aklının sınırlarını zorlayacak güzellikte eserler yaptırdı. Kızıldeniz’in derinliklerine daldırdı cinleri. Derinlerden denizin gizlediği güzellikleri çıkarttı.

Devrinde görülmemiş güzellikte sırçadan saray yaptırdı, içine giren Belkıs’ı hayran bıraktıran ve bir anda hidayetine vesile kılan…

Babasının zamanında sadece bir çadır bulunan Siyam Dağı’na bir mabet yaptırdı Kudüs’te. Babası Davut’un zamanında bu çadıra Tâbutül-ahd (Ahit sandığı) konulmuştu.

Şimdi Süleyman Mabedi olarak anılan yapıdan geriye sadece temel duvarları kalmıştır. Bugün Yahudilerce ağlama duvarı olarak isimlendirilen Süleyman Mabedi’nin temelleri Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlarca kutsal kabul edilmektedir.

Cinler, Süleyman’ın her dediğini yapıyorlardı. Ona karşı koyacak kudreti kendilerinde bulamıyorlardı. Allah buna izin vermiyordu.

Cinler, Son Peygamber Hz.Muhammed’in doğumuna kadar semadan gaybla ilgili haberleri alabiliyor geleceğin az da olsa bir kısmını okuyabiliyordu. Bunların arasında bazıları, hem bizim kendi tarihimizi yazdığımız gibi kendi tarihlerini yazıyor,

————

1     Cinlere geldiği rivayet edilen peygamberin ismi.
2     Cinlere geldiği rivayet edilen ikinci peygamberin ismi, insanlara gönderilen Yusuf peygamber ile karıştırılmamalı.
3    Hz. Süleyman ve Cinleri İstihdamı, M.FG., Varlığın Metafizik Boyutu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap Adıİns-ü Cin Krallığı - Kehanet Bekçileri
  • Sayfa Sayısı312
  • YazarMurat Aydın
  • ISBN9786055927325
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviSelis Yayınları / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Sineklerin Kanadı Yoktur ~ Murat AydınSineklerin Kanadı Yoktur

    Sineklerin Kanadı Yoktur

    Murat Aydın

    Oysaki her şeye güvenim tamdı. Her şey elle tutulurken, her şey somut bir hâldeyken yaşamaya karşı hep bir özlem doluydum. Uyuyup, uyandığım her gün....

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Nefes Nefese ~ Ayşe KulinNefes Nefese

    Nefes Nefese

    Ayşe Kulin

    Tarihi ve güncel gerçekleri kurguyla harmanlamaktaki ustalığı ile bilinen Ayşe Kulin, Nefes Nefese adlı bu romanında okurlarına bir kez daha dünyanın farklı bir yüzünü...

  2. Hep O Şarkı ~ Yakup Kadri KaraosmanoğluHep O Şarkı

    Hep O Şarkı

    Yakup Kadri Karaosmanoğlu

    “Yüksek zümrelerin son zenginlik günleri”… Yazar toplumu ve toplumsal sorunları gözlüyor; önemsediği “Konak”ın son direnişine tanıklık ediyor. Kent yaşamının konutu, konak. Yazlık köşk, yalı...

  3. Gazetecinin Ölümü ~ Elçin PoyrazlarGazetecinin Ölümü

    Gazetecinin Ölümü

    Elçin Poyrazlar

    “İstasyonun otoparkı karanlık ve ıssızdı. Arabasına ulaşmak için merdivenden yukarı çıktı ve yürümeye başladı. Önünden bir araba geçti. Biraz daha yürüdüğünde yüz metre ileride...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur