
Bugün Dublin’de harika bir hava vardı. Yağmur bulutları sonunda dağılmış ve pırıl pırıl bir güneş açmıştı. Islak kaldırım taşlarının üzerinde oynaşan ışıkları seyrederken içim sevinçle doldu. Karşıdaki dükkânın vitrinindeki süslü püslü “Seni özledik, bahar!” yazısını bu sefer iç çekmeden okudum. Baharı özlemiştik hakikaten. Nihayet gelmişti işte. Biraz serince ama güzel kokulu havayı ciğerlerime doldurdum, kahvemden bir yudum aldım ve kitabımı açıp okumaya başladım.
Meltem Gürle, İrlanda Defteri’nde bir yandan Dublin sokaklarını arşınlarken öte yandan gündelik hayata ve edebiyata dair düşünmeye devam ediyor. Gürle’nin kişisel deneyimlerinden yola çıkarak kurguladığı bu denemeler, bugünle dünü birbirine bağlarken okura da İrlanda edebiyatına dair yeni pencereler açıyor.
Yavaş olma zamanı şimdi
Duvara yaslanıp bekle
Sert havalar geçene kadar.
Dene, elinden geldiğince,
İzin verme sakın
Şüphenin tel fırçası
Yüreğinden söküp atmasın
Sana ait olanları
Ve o kararsız ışığını.
Gönlünü ferah tutarsan,
Yine güzel günler gelecek;
Ayakların bir kez daha
Vaat edilen yeşil çayırlara erecek
Havanın yumuşacık olduğu
Ve yeni bir başlangıçla pembeleştiği o yerde.
John O’Donohue,
Aramızdaki Boşluğu Kutsamak: Bir Lütuflar Kitabı
“Dinleniyor. Seyahat etti.”
James Joyce, Ulysses
İçindekiler
Dublin’e Giderseniz Bir Gün Eğer – I ………………………….. 17
Pansiyon …………………………………………………………………. 22
Suretler ………………………………………………………………….. 27
Döne Döne Büyüyen Anaforda… ……………………………….. 31
Krallar ve Tavuklar …………………………………………………… 35
Kraliçe ……………………………………………………………………. 39
Toplantı ………………………………………………………………….. 44
Bavyeralı Kemancı ……………………………………………………. 50
Anam Cara ……………………………………………………………… 54
Beceriksiz Kundakçı …………………………………………………. 60
Adabı Muaşeret ……………………………………………………….. 65
Çorba …………………………………………………………………….. 71
Unutulmuşluğun Yeşili ……………………………………………… 80
Öfkenin Kalbe Dokunduğu Yer ………………………………….. 84
Periler, Lanetler ve Çuha Çiçekleri ……………………………… 88
Arp ……………………………………………………………………….. 92
Kule Merdiveninde Buluşma …………………………………….. 96
Deniz Kıyısındaki Kütüphane …………………………………… 100
Cenazeden Sonra …………………………………………………… 104
Mezar Kazıcıları …………………………………………………….. 108
Zombi ………………………………………………………………….. 115
Kazmak ………………………………………………………………… 119
Kadınlar Arasında …………………………………………………… 123
Birtakım İrlandalı Meseleler …………………………………….. 128
Arkadaş Çevresi …………………………………………………….. 132
Uzun Bir Yol ………………………………………………………….. 141
Nora …………………………………………………………………….. 148
Skıppy Ölür ………………………………………………………….. 156
İthaka …………………………………………………………………… 163
Papanın Tuvaleti …………………………………………………….. 169
Deniz! Deniz! ………………………………………………………. 173
Kötülüklerin En Büyüğü Sığlıktır ……………………………… 177
Gölgeler İçindeki Mordor Diyarı’nda ………………………… 181
Patates ………………………………………………………………….. 185
Godot İçin Mükemmel Bir Gün ……………………………….. 189
Emanet Çocuk ………………………………………………………. 193
Yağmurdan Sonra …………………………………………………… 197
Üç Teşebbüs ………………………………………………………….. 201
Dublin’e Giderseniz Bir Gün Eğer – II ……………………….. 206
Eve Dönüş ……………………………………………………………. 210
Önsöz
İrlanda’ya hayatımın zor bir dönemecinde vardım. Evimden uzak düşmüştüm. Geriye dönüp dönemeyeceğim belli değildi. Geriye dönsem bile evimi bıraktığım gibi bulacağım şüpheliydi. Hayatım belirsizlikler içindeydi. Ailemi, arkadaşlarımı, öğrencilerimi terk etmiştim. Suçluluk duygusu, özlem ve öfke arasında savrulup duruyordum. Dahası kurallarına ayak uyduramadığım bir ülkede, tanımadığım insanlar arasında uzun bir sene geçirmiştim. Yas tutmaya bile zamanım olmamıştı. Çok ama çok yorgundum.
Bir sabah yataktan kalkamadım. O gün yorganların arasına sığınmış yatarken içimden gelerek şunu diledim: Havası yumuşak, insanları sevecen bir yerde bir nefes boyu durmak istiyordum.
Bunlardan birincisini değil ama ikincisini tutturdum.
İrlanda Defteri böyle açıldı.
DUBLİN’E GİDERSENİZ
BİR GÜN EĞER – I
Üniversiteyi bitirdiğim sene yolu İstanbul’a düşmüş bir Joyce uzmanıyla tanışmıştım. Garip bir tesadüftü aslında. O sıralar, uzun süredir kitaplığımda bekleyen Ulysses’e el atmaya cesaret etmiştim. Fakat roman bana teslim olmuyordu bir türlü. Ya da ben ona teslim olamıyordum, bilmiyorum. Bu kitap daha önce okuduğum hiçbir şeye benzemediği gibi, İngilizce bilgimin sınırlarını da epeyce zorluyordu. Hikâyenin ayrıntılarını kavrayamıyor, Joyce’un neredeyse her satıra yerleştirdiği göndermeleri takip edemiyor, böyle olunca da devam etmek konusundaki hevesimi yitirir gibi oluyordum.
İşte tam vazgeçmek üzereydim ki, kader karşıma bu zarif Japon beyi çıkardı. Yaşını başını almış bir adam olan bu profesör, uzunca bir İrlanda seyahatinden sonra Tokyo’daki evine dönüyordu. Dönüş yolunda İstanbul’da bir arkadaşına uğramış, onun evindeki kanepenin üzerinde de beni bulmuştu. Yumuşak bakışlı, davudi sesli, biraz melankolik görünen bir adamdı. Üç parçadan oluşan bir takım elbise giymişti. Bunu hatırlıyorum, çünkü etrafımda böyle giyinen hiç kimse yoktu. Birine benziyordu, ama kim olduğunu bir türlü çıkaramıyordum. Kelimelerin üzerinde durarak yavaş yavaş konuşuyor, cümlelerin arasına uzun sessizlikler bırakıyordu. Bir ara odasına kadar gittiğinde, ortak arkadaşımız, konuğunun hasta olduğunu ve onu çok yormamam gerektiğini kulağıma fısıldadı.
Yine de güzel bir akşam geçirdik birlikte. İrlanda edebiyatına dair sohbet ettiğimizi hatırlıyorum. Yeats ve Beckett’ten, bu ikisini aynı anda sevmenin ne kadar tuhaf olduğundan ve tabii ki Joyce’tan konuştuk. Dublinliler’e bayıldığımı söyledim. Hemen beğendiğimiz öyküleri karşılaştırmaya giriştik. O, kitabın son öyküsü “Ölüler”in bir başyapıt olduğunu düşünüyordu. Benim o sıralar favorim, bir çocukluk hikâyesini anlatan “Araby” idi. Herkes yaşına uygun bir öykü seçmişti yani. Sıra Ulysses’e geldiğinde, sabırlı olmamı tavsiye etti bana. Bu roman öyle bir oturuşta okunup geçilecek bir kitap değildi. Bense söylenip duruyordum: Hikâyeyi takip etmek çok zordu, hatta kimi bölümlerde imkânsıza yakındı. Joyce bir konudan diğerine, bir sesten ötekine geçip duruyordu, bazı yerlerde neden söz ettiğini bile anlayamıyordum. Daha Finnegans Wake’ten haberim yoktu tabii. Ne dediğimi bilmiyordum aslında. Fakat bu yumuşak bakışlı adam toyluğumu yüzüme vurmadı. Onun yerine, vazgeçmeyip romanı sonuna kadar okumamı salık verdi. Hatta bu konuda söz vermemi istedi benden. Ulysses eşsiz bir romandı çünkü. Pişman olmayacağımdan emindi. “Ama,” dedi hemen ardından, “şimdilik her şey biraz eksik kalacak. Dublin’e giderseniz bir gün eğer, işte ancak o zaman romanı tamamlamış olacaksınız.”
Profesör ertesi gün Japonya’ya uçtu. Onu bir daha hiç görmedim. Bir süre sonra ölüm haberi geldi. Bu kibar adamı kime benzettiğimiyse çok sonra buldum: Bastonu tutan ellerinin üzerindeki yaşlılık lekeleri ve kusursuz giyimiyle Borges’in ikiz kardeşi gibiydi. Ama iyi huylu bir ikizdi bu.
Dublin’e indikten kısa bir süre sonra, yıllar önce tanıştığım o yaşlı Japon’u yeniden hatırladım. Yumuşak bakışları ve sevecen gülümsemesiyle gözümün önünde beliriverdi. Sadece bir gecelik bir tanışıklığın hatırasını zihnimde bu kadar uzun zaman taşımış olmak şaşırttı beni. Bir edebiyatsever için Dublin’e gitmenin bir tür hac yolculuğu sayılacağını söylemişti ayrılırken. O zamanlar bu söze pek itibar etmemiş olabilirim, ama şimdi, şehre ayak bastıktan sonra, onun ne demek istediğini daha iyi anlar gibiydim. Ben de bu yolculuğa çıkmaya hazırdım artık.
İyi bir hacı adayının yapması gerektiği gibi, kendime rahat bir çift yürüyüş pabucu aldım önce. Şehir çok büyük sayılmazdı, ama ben tabana kuvvet gezecektim. En makul davranış bu gibi görünüyordu. Ardından da Dublin sokaklarını arşınlamaya giriştim. Şehrin her bir yanına dağılmış Joyce izlerini takip etmekten ibaret yolculuğum böylece başlamış oldu. Ulysses’te adı geçen mekânları görmek, Leopold Bloom’un şehri boydan boya geçerken attığı adımları izlemek şimdiye kadar yaptığım en zevkli şeylerden biriydi. Bloom’un öğleüstü vardığı O’Connell Caddesi’nden, gözucuyla kontrol ederek saatini ayarladığı Ballast Office’in bulunduğu limana, limonlu sabun satın aldığı Sweny’nin Eczanesi’nden, önünden geçerken bir güvercin sürüsüne bakarak, “Acaba kimin üstüne yapmalıyız?” diye düşündüklerini hayal ettiği İrlanda Parlamento Binası’na (şimdi İrlanda Bankası) kadar hepsini bir bir gezdim. Unutulmaz bir deneyimdi gerçekten. Şehrin her köşesinde izler vardı. Roman adeta sahne sahne gözlerimin önünde açılıyordu.
Joyce’a atfedilen ve sıkça alıntılanan bir söz vardır: “Bir gün Dublin yıkılıp yok olursa Ulysses sayesinde şehri yeniden birebir inşa etmek mümkün olacaktır.” Bunu gerçekten söylemiş midir bilmiyorum. Joyce’a yakışan bir laf gibi geliyor kulağa. İlk anda biraz abartılı görünebilir ama doğrudur bu: Ulysses gerçekten de 1900’lerin başındaki Dublin’in son derece detaylı bir haritasını çıkarır. Sürgündeki yazarın “sevgili rezil Dublin”ine aşk mektubu gibidir aslında bu roman. Bu mektubun muhatabına ulaştığını düşünüyorum. Dublin hâlâ Joyce’un sözcükleriyle parlıyor, onun hikâyesiyle canlılığını koruyor. Romanda sözü geçen sokaklardan geçmek, bazı binaların hâlâ ayakta olduğunu görmek beni mutlu etti. Demek hacılık için çok da geç kalmamıştım. Bloom’un yaşadığı Eccles Caddesi’ndeki 7 numaralı ev artık yoktu, ama roman boyunca yürüdüğü sokaklar, yemek yediği lokantalar, uğradığı pub’lar ve tabii ki Ulusal Kütüphane ile Ulusal Müze gibi önemli yapıların hepsi yerli yerinde duruyordu.
Romanın “Lestrygonians” bölümünde Bloom öğle yemeğini yemek için bir yer ararken Trinity College Dublin yakınlarındaki Duke Caddesi’ne doğru döner ve The Burton adlı restorana girer. İçerisi tıklım tıklım doludur. Aç erkeklerin önlerindeki etli yemeklere hararetle saldırdığını görünce midesi kalkar. Yok, bu etoburların arasında yemeğini hazmetmesi mümkün değildir. Bir arkadaşa bakıyormuş gibi yaparak gözlerini etrafta gezdirir ve oradan hızla uzaklaşıp hemen karşısındaki Davy Byrne’s Pub’a gider. Burada daha hafif bir öğle yemeği yiyecektir: Gorgonzola peynirli bir sandviç ve yanında bir kadeh kırmızı şarap.
Dublin’de geçirdiğim ilk birkaç haftanın sonunda ben de aynısını yaptım. Ofisimin bulunduğu binadan çıktım, Trinity College Dublin’in ana kapısının etrafında aynı Bloom’un tarif ettiği gibi “bir bombardıman filosu” edasıyla uçan güvercinlere başımla bir selam çaktım ve Duke Caddesi’ndeki lokantaya doğru yürüdüm. Sahibi gereksiz yere konuşup laf kalabalığı yapmadığı ve müşterilerle birlikte içki içmediği için, Bloom’un romanda “ahlaklı bir pub” diye andığı Davy Byrne’s Pub’a girdiğimde öğle yemeği için gelmiş neşeli bir kalabalık karşıladı beni. Tombul ve sevimli bir garson kız yanıma gelip, “Sana ne vereyim, tatlım (sweetheart)?” dedi. Kendime güzel bir peynir tabağı ısmarladım. Ve evet, gorgonzola da vardı. Yanında da bir kadeh Burgundy.
“Öğle yemeği için biraz fazla,” diye düşündüm şarabımı içerken. Ama sonra bir kadeh de yaşlı Japon için içtim. “Romanı sonunda tamamladım,” dedim ona. Sözümü yerine getirmiş olmanın iç huzuruyla.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap Adıİrlanda Defteri
- Sayfa Sayısı216
- YazarMeltem Gürle
- ISBN9789750765322
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Labirent – Batı ve Hasımları ~ Amin Maalouf
Labirent – Batı ve Hasımları
Amin Maalouf
Çok geç değil. Bu “labirent”ten çıkma olanaklarına sahibiz. Yeter ki önce yolumuzu yitirdiğimizi kabul edelim… 2022 yılında Avrupa’nın göbeğinde geçmişin travmalarını tetikleyen yıkıcı bir...
- Daire’ye Dair ~ Dücane Cündioğlu
Daire’ye Dair
Dücane Cündioğlu
Vaslından ayrı n’ola kanın dökülse gül gül Ben gülbün-i firakım bu fasıldır baharım Bu bir bülbülün çığlığı değil. Öyle ya bülbül, gülün semtindeki yabancı...
- Zamanın Ağızları ~ Eduardo Galeano
Zamanın Ağızları
Eduardo Galeano
Kronikle şiiri, masalla manifestoyu birleştiren bu kısa ve son derece çarpıcı öyküler, muktedirlerin sıklıkla ve uzun süre susturduklarının sesini çoğaltmak için bir araya geliyor....