
19. asrın bu Yeni Babil’i olan İstanbul halkını bütün milletler şekillendirmekteydi. Eskiden nadiren de olsa yaşlı dilenci kadınlar da düşerdi buraya.
Çoluğu çocuğu olmayan bu ihtiyarların çoğu ondan bundan kalma en sefil elbiselerin içerisindeydi: Pantolonlar sökük, ceketlerin her yanı yamalı, gömleklerse –o da varsa elbet– yırtık pırtık olurdu. Ola ki paltolu birini görürsen de üstündeki çuvali bezi gibi eriyip gitmiş olurdu. Kimisi yalınayak, kimisi leş gibi kokar, kimisi de tıraşsız olurdu. Ama bazen aralarına biraz daha insan gibi giyinebilmiş bir-iki kişi de düşerdi. Lakin çocuklar, talihsizler, küçücük bedenlerini doğru dürüst saracak elbiselerden mahrum, sadece üstlerine kuşakla tutturdukları paçavralar içerisinde yaprak gibi titrerlerdi. İlaveten bu bedbahtların çoğu ya açlıkları sözde bastırılmış ya da günlerdir aç halde dolaşırdı.
Kabadayı Stavris’in Hikâyeleri, 19. yüzyıl sonu İstanbul’unun önemli külhanbeylerinden biri olan Stavris’in başından geçenleri kayıt altına alıyor. Yunan mimar ve yazar Panos Çelebis’in yaşlı bir akrabası olan Stavris’ten dinlediği anı ve hikâyeleri yazıya geçirmesiyle gün yüzüne çıkan kitap, okura dönem İstanbul’una, gündelik yaşam ve yeraltı dünyasına dair çeşitli anlatılar sunuyor.
İçindekiler
Kabadayıların Kavgası ……………………………………………….. 17
Kalkandereli Hatun…………………………………………………… 23
Behlül Agas’ın Yatakhane’si………………………………………… 29
Petros Kalfas’ın Kasapikos’u……………………………………….. 41
Pokris ve Siranuş ………………………………………………………. 47
Pervelis……………………………………………………………………. 83
Yağcı Lukas……………………………………………………………… 91
Kuyudaki Alet Edevat ……………………………………………… 107
Taşçı Topuz Memet…………………………………………………. 119
Haci Minas’ın Tekes’i……………………………………………….. 131
Yahudi Doktor Efendis……………………………………………… 177
Sofu Haci Thomas …………………………………………………… 185
Mösyö Mamurithras………………………………………………… 213
Sunuş
Stavris , hayal ürünü bir kişilik değildir; hısmım, iş arkadaşım ve dostumdur. 1866 yılında Sinemköy’de doğmuştur. Çok muhafazakâr bir kişi olan babası ona “görgüsüz” diye hitap ederdi ve asla geçinemezlerdi. Bu sebeple Stavris anasının ölümünün ardından babasını, baba evini ve iki kardeşini terk edip gitti. Her ne kadar heykeltıraş olmayı arzuladıysa da; gelgelelim çok küçük yaştan başvurduğu hayat mektebi onu bir mermerci yaptı.
Bizatihi bir Epikuros’çu olarak kayıtsız ve eğlenceci tiplerle arkadaşlıklar kurdu. Vaktinin çoğunu tavernalarda, fuhuş mekânlarında geçiriyorsa da evi de ihmal etmiyordu. Tabii cazibesinin yanında Allah vergisi erkeksi yönleri de buna katkıda bulunmaktaydı. 27’sinden 31’ine değin Rumlar arasında O Stavris o Petras; Türkler arasındaysa Taşçı Stavris namıyla ünlenip, dobralığı ve yiğitliği sebebiyle herkesçe sevilen kabadayis’lerden2 birisi oldu. O vakitler kabadayilik insancıklar tarafından milliyet ayrımı yapmaksızın onları koruduğuna inanılan –ve aslen öyle de olan– bir adalet kurumu gibiydi.
Kendinden büyük bir Türk kadınına tutkulu bir aşka yakalandığı 1897 yılındaysa tüm hayatı değişti. Türkler bunu bir keşfetseydi, dindar ve ırkçı fanatikliklerinden ikisini de korkunç bir ölüme mahkûm ederlerdi. Bu lanetli aşkın pençesinden azat olmak ve sevdiği kadını kurtarmak gayesiyle, 97 Harbi’ne1 katılmak üzere gönüllü olarak Yunanistan’a gitti. Kader onun ağır yaralar alıp iyileşmesini ve akabinde o vakte değin omuzlarında yük olan her şeyden arınmasını istemişti. Savaşın dehşeti ona çok şey öğretmişti. Artık bambaşka biri olmuştu İstanbul’a döndüğünde. İşini şerefi ve namusuyla yapan bu sebeple de çok sevilen bir taşeron mermerci oldu. Alman işgalinin getirdiği sefaletten 76 yaşında, Atina’da vefat etti.
Hikâyelerini bana yaşlılığının getirdiği o huzur içerisinde, geçmiş günleri yâd ederek anlatırdı. Halktan sıradan insanların, diğer kabadayıların ve kendinin yaşamından birer kesittir bu hikâyeler. Trajik ya da komik, her birinin hayatı hissettikleri ve sürdükleri haliyle, olduğu gibi; 19. yüzyılın Yeni Babil’ine namıdiğer İstanbul’a nevi şahsına münhasır rengini ve karakterini vermekte olduklarından en ufak bir şüphe duymadan… Zaman hem bir refah dönemi; hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun müteşekkil olduğu milletlerin aralarındaki kanlı mücadelelerle dolu olan dönemdi. “En Hıristiyan”ından Büyük Güçler’in yarattıkları mücadelelerdi bunlar. Akabinde “barışçıl” müdahaleler yapabilmek, yaptırımlarını dayatabilmek, ülke ve insanlarının kanını emebilmek için… Lakin tüm cani entrikalarına rağmen; bu sıradan varlıkların doğuştan gelen faziletlerini, insanlıklarını yitirecek derecede yozlaştırmayı başaramıyorlardı. Duygularındaki çelişkilerden sebep göze ilişmeyense öfkeyle işledikleri o kötü eylemlerin karmaşıklığı ya da hemen ardından gelen iyi davranışlarının pişmanlık yahut bir tür hatayı düzeltme göstergesi oluşuydu. Bu ruhsal haller insanların siyasi dalaverelerden ve dini fanatizmden etkilenmedikleri zamanlarda birbirleriyle nasıl da bütünleşerek yaşayabildiklerini ispatlayan melekeleridir.
Stavris’in anlattığı bu hikâyelere çok sayıda sadık notlar tutmuş biri olarak; hiçbir edebî iddiam olmadan bunları yazıp ve neşretmeye cesaret ediyorum. Sadece ve sadece kökten değişmiş bu tanıdık yerlerde geçen, bir dönemin bu küçük vakayinamelerinin hâlâ birilerinin ilgisini cezbedebileceği düşüncesiyle… Lakin bunları okuyacak yalnızca bir kişi dahi çıksa, kendimi neşesini Agora’da şu sözlerle haykıran Farsî şair Şeyh’ul Reis kadar bahtiyar hissedeceğim: “Bir insan evladı mısralarımı seslendirdi. Allah’ım! Güme gitmedikleri için sana şükürler olsun…”
Panos N. Çelebis
Atina, 1965
KABADAYILARIN KAVGASI
Şafak vaktiydi, kabadayı Andris, dükkânının önündeki seki’de oturmuş sabah kahvesini yudumluyordu. Aniden, sokağın karşı köşesinden başka bir kabadayis, uzun boylu, iriyarı ve adaleli vücuduyla 50 yaşlarında koca bir adam, namıdiğer Boğa Miltos çıkıverdi. Fırça gibi dümdüz kara kızıl saçları daracık alnının çatısına kadar inmekteydi. Gür kaşlarının altında parlayan gözleri, etrafını kolaçan edermişçesine fırıl fırıl dönüyordu. Sanki dudakları ağırlıklarından kurtulmak istiyormuşçasına koca bıyıkları bir aşağı bir yukarı hareket ediyordu. Refleks haline gelmiş bu hareketini burnundan soluyuşu takip ederdi. Yavaşça yaylanarak tartıp attığı adımlar ve uzun kollarının dairesel ve ağır salınımlarıyla, hafiften öne eğik gövdesi ve dik duran başıyla ansızın önüne çıkacak hasmının üzerine atılmaya hazır halde yürürdü. Bu kiyafet, bu üslup, Miltos’a canavar-insansı bir ifade vermekteydi. Hakikaten bir canavar gibi kuvvetli, cakasız ve kibirden uzak gerçek bir delikanlıydı.
Mesleği kaçakçis’ti. Tütün kaçakçısıydı ama alışverişinde dürüsttü. Bilhassa fakir fukaras’lara iyi kalpli ve eli açık bir insandı. Tiril tiril titrettiği tütün tekelcilerinden Reji’nin1 kolcularının haricinde kimse ondan şikâyetçi değildi. Keza polisler de aynı şekilde; arada bir şöyle gözdağı vermek niyetine yaptıklarını saymazsak çok da takibata almadan işlerini halletmesine müsaade ederlerdi. Lakin düzenli olarak her defasında ne ettiğine dair arzuhal’lerini yazıp rapor etmeyi da ihmal etmezlerdi. Daima hakkında bu türden 20 civarında askıda bekletilen şikâyet olurdu. Ama Boğa Miltos da bunların hepsine cevaben –herkes gibi fukaras olan– bunların da hususi itibar eyledikleri ve hayırdualarını eksik etmedikleri seçme kaçak tütünle mükâfat vermeyi de bilirdi.
Medeniyetin dışında, dağlarda ve ovalarda yaşardı. Şile’ye kadar hatta Karadeniz’e Kavaklar’ın ötesine, Boğaz’ın ağzına değin yürür; Şehir’den1 buralara yedi saatlik yolu yayan giderdi. Tütün köylerini kendine çeteci yatağı bellemişti. Zaman zaman hiçbir hısımı kalmamış olmasına rağmen kendi köyünde de göründüğü olurdu. Kocaman tütün balyalarını, meyve ve zerzevat’la kaplı küfe’lerin içinde yüklenip şehre indirirdi. İşleri yoğun olduğunda yanına alacağı tayfa’sı da mevcuttu. Yoldaşlarını genç ve vasıflı delikanlılar arasından seçerdi. Bunlardan bilhassa, tütüncü köyü Ay-Yorgis’ten Leonis isimli bir tanesi büyük nam salmıştı, mahpusları dahi korkutan bu delikanlı şarkılara da bahis olmuştur:
…Derzleri çatlıyor mahpushanenin
geçmesi için yiğit Leonis’in…
Andris ve Miltos her defasında aralarında küçük anlaşmazlıklara düşerler ve çatışmalı olurlardı. Alışverişlerinde sorun olmazdı; hatun işleriydi dertleri. Her ikisi de aşk ilişkilerini arzu ettikleri gibi kumanda eden, rağbet
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıKabadayı Stavris’in Hikâyeleri
- Sayfa Sayısı224
- YazarPanos Çelebis
- ISBN9789750765568
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kâğıttan Kaplan ~ Ceyhan Usanmaz
Kâğıttan Kaplan
Ceyhan Usanmaz
İstanbul’da tavşan arayışına çıkan bir yazar adayının, önünden kaçışmayan güvercinlerce tescillenen hayaletliği… Hayat parçaları atık kâğıt tesislerinde parçalanan bir hayalet-yazar… Kendini bir yazara feda...
- Sıra Sana Da Gelecek ~ Koray Avcı Çakman
Sıra Sana Da Gelecek
Koray Avcı Çakman
“Hırs, Kibir, Sevgisizlik, Açgözlülük, Kıskançlık, Duyarsızlık, Nefret ve Merhametsizlik… İnsanların zaafları bana tüm kapıları açacak.” Naif kişiliği ve güçlü anlatım yeteneğiyle çocuk ve gençlik...
- Hayalet Süvari ~ Theodor W. Storm
Hayalet Süvari
Theodor W. Storm
Olayın geçtiği yer, Kuzey Denizi’nin kıyı şeridi. Bir yanda, her zaman son sözü söylemeye inat eden Doğa, öte yanda ise, denizin saldırılarına karşı koymak...