Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kur’an’da Karakter İnşası
Kur’an’da Karakter İnşası

Kur’an’da Karakter İnşası

Yasin Pişgin

Modern çağda ulvi yönelişini kaybeden insan, tarihte yaşanan cahiliye devirlerini aratacak derecede özünden kopmuş, Yüce Yaratıcı’nın bahşettiği erdemleri elinin tersiyle bir kenara itmiş, süfli…

Modern çağda ulvi yönelişini kaybeden insan, tarihte yaşanan cahiliye devirlerini aratacak derecede özünden kopmuş, Yüce Yaratıcı’nın bahşettiği erdemleri elinin tersiyle bir kenara itmiş, süfli hedefleri doğrultusunda inşa ettiği profan dünyada nefsi ve şeytanıyla baş başa kalmış ve böylece dünyayı kendisine zindan etmiştir.

Artık insan, içine düştüğü bu buhrandan kurtulmak için özeleştiri yapmak, kendisini yeniden tanımak ve tanımlamak, maddî ve manevî varlığını; olumlu ve olumsuz yönlerinin farkında olarak en sahici ve samimi bir biçimde yeniden inşa etmek zorundadır. Bunu yaparken de kendisini bir amaç doğrultusunda yaratan, onun zafiyet ve erdemlerini en iyi bilen Yüce Yaratıcı’nın hakikat çağrısı olan Kur’an’ın ışığında hareket etmek mecburiyetindedir. Çünkü vahye alternatif olarak ileri sürülen seküler ‘izm’ ve ideolojilerin, insanlığı günbegün nasıl bir uçurumun kıyısına sürüklediği artık herkesçe malumdur.

İnsan, nasıl ki, sağlıklı bir hayat için havaya, suya ve gıdaya muhtaç ise mutlu ve faziletli bir yaşam için de vahye muhtaçtır. O, kendi varlığını, var edicisinden; fazilete giden yoldaki tekâmülünü de vahiyden ve Hz. Peygamber’in rehberliğinden bağımsız düşünemez, düşünmemelidir.

Tefsir ilminin yanı sıra Din Psikolojisi ve Din Eğitimi gibi alanlardan da istifade edilerek kaleme alınmış inter disipliner bir çalışma olan Kur’an’da Karakter İnşası’nda Doç. Dr. Yasin Pişgin, vahyin karakter inşa metodunu “aklın inşası”, “kalbin inşası” ve “davranışların inşası” olmak üzere üç ana başlık altında derinlemesine analiz ederken modern devrin insanına, ahlakî erdemlere ulaşma ile sonuçlanan tatbiki bir metot sunuyor.

ÖNSÖZ

Kur’an’a göre insan, maddî ve manevî yönden “ahsen-i takvîm” olarak yaratılmış; göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği çok ağır bir görev ve sorumluluğu omuzlarına almış bir varlıktır. Allah, bu ağır yükü kaldırabilmesi için insana pek çok kabiliyeti bahşetmiştir. O, Allah’ın; maddî ve manevî bakımdan dünyayı imar etmek için yeryüzüne gönderdiği “halife-i rû-i zemin”dir. Yüce yaratıcı, insanın muhatap olduğu imtihanın gereği olan pek çok erdemin yanı sıra ona, “esfel-i sâfilîn”e yönelme iradesini de vermiştir. Başka bir deyişle insan karakteri, bir takım erdemlerin yanında pek çok zafiyete de ev sahipliği yapmakta ve insan, imtihan yolculuğunda bu zaaflarıyla baş başa kaldığında ulvî hedeflerini kaybederek nefse, dünyaya ve şeytana meyletmeye müsait bir yapı sergilemektedir. Maddî ve manevî, bedenî ve ruhî boyutlara sahip olan insan, çift kutuplu, komplike ve değişken bir varlıktır. Onun maddî boyutu her ne kadar bilimsel incelemeye dayalı olarak bir nebze bilinebilse de, laboratuara sokulamayan ruhî boyutu önümüzde bir muamma olarak durmaktadır. Öyle görünüyor ki, “O, yarattığını hiç bilmez olur mu? (İlmi her şeye nüfuz eden, her şeyden haberi olan) latîf ve habîr O’dur.” (Mülk 67/14) ayetinde de ifade edildiği gibi, insanın fazilet ve zafiyetlerini en iyi bilen, onu yaratan Yüce Allah’tır; yaratılışının anlam ve amaçlarına uygun bir şekilde onu “inşâ” edecek olan da yine O’dur. Bu sebeple, insanın varlık âleminde mevcudiyet bulduğu ilk andan itibaren Yüce Yaratıcı ona eşyanın isimlerini öğretmiş; zorlu imtihan yolculuğunda olumlu kabiliyetlerini, varoluşunun anlam ve amaçları doğrultusunda geliştirebilmesi ve olumsuz özelliklerinin esiri olup sapıtmaması için şefkat ve rahmetinin eseri olarak vahyi ve peygamberleri aracılığıyla çağlar boyunca ona yol göstermiştir. İnsan için hidayet kaynağı olan vahyin ana teması ve vahyi tebliğ eden peygamberlerin temel hedefi insanların dünya ve ahiret mutluluğuna ermeleri için onlara rehberlik etmektir. İlahi inayet olmadan insanın ne hale düşeceğini görmek için vahyin kesildiği fetret devirlerine ve özellikle de katı bir materyalizm ve sekülerizmin hüküm sürdüğü modern çağa bakmak yeterlidir. Modern devrin insanı, olağan üstü teknolojik gelişmelere rağmen, dini inkâr eden pozitivizmin ve dini bilimleştirirken bilimi dinleştiren rasyonalizmin doğurduğu ruhsal ve sosyal bunalımların içinde bocalamaktadır. Ulvî boyutu sıfırlanmış materyalist yaşam felsefelerinin çepeçevre kuşattığı 21. yüzyıl insanı, aşkın referanslarını ve uhrevî kaygılarını kaybetmiş, gerçek mutluluğa haz eksenli bir yaşamla ulaşmaya çalışmış, fakat başarılı olamamıştır. İnsanoğlu tarihin hiçbir döneminde görülmemiş maddî imkânları elde etmesine rağmen, mutluluğu ve gerçek huzuru bulamamıştır. Son yüzyılda yapılan savaşlar, katliamlar, terör faaliyetleri, her gün yaşanan aile dramları, ihanetler, cinayetler, intiharlar, tecavüzler, madde bağımlılıkları, stres, tatminsizlik, savurganlık ve aç gözlülük gibi pek çok ruhi ve içtimâi felaket; inanç, ibadet, rıza, kanaat, tevekkül, sabır, samimiyet, yardımlaşma, paylaşma ve diğergâmlık gibi sayısız kalbî erdemi yok etmiş ve beşeriyet gemisini batma noktasına getirmiştir. Ulvi yönelişini kaybeden insan, tarihte yaşanan cahiliye devirlerini aratacak derecede özünden kopmuş, Yüce Yaratıcının bahşettiği erdemleri elinin tersiyle bir kenara itmiş, süfli hedefleri doğrultusunda inşa ettiği profan dünyada nefsi ve şeytanıyla baş başa kalmış ve böylece dünyayı kendisine zindan etmiştir. Artık insan, içine düştüğü bu buhrandan kurtulmak için özeleştiri yapmak, kendisini yeniden tanımak ve tanımlamak, maddî ve manevî varlığını; olumlu ve olumsuz yönlerinin farkında olarak en sahici ve samimi bir biçimde yeniden inşa etmek zorundadır. Bunu yaparken de insanı bir amaç doğrultusunda yaratan, onun zafiyet ve erdemlerini en iyi bilen Yüce Yaratıcının hakikat çağrısı olan Kur’an’ın ışığında hareket etmek mecburiyetindedir. Çünkü vahye alternatif olarak ileri sürülen seküler ‘izim’ ve ideolojilerin inşa ettiği insan karakterinin, insanlığı gün be gün nasıl bir uçurumun kıyısına sürüklediği artık herkesçe malumdur. “Böyle bir ortam içinde insanlığın içine düştüğü kaostan kurtulması için ne yapılabilir?” sorusu, bizi bu eseri kaleme almaya itmiştir. “Kur’an’da Karakter İnşası” adını verdiğimiz bu çalışmamızda, var oluşunun anlam ve amaçları çerçevesinde maddî ve manevî yönden insanı kemale erdirecek yegâne kaynak olan Kur’an’ın, insan karakterini aşamalı olarak nasıl inşa ettiğini ve onu “esfel-i sâfilîn” derekesinden “eşref-i mahlûkât” mertebesine nasıl eriştirdiğini ortaya koymaya çalışacağız. Biz bu çalışmamızda “karakter” kavramını, vahyin gerçekleştirmeyi hedeflediği insan-ı kâmilin sahip olduğu ahlakî özelliklerin bütünü, inşâ kavramını ise bu bütünlüğün oluşturulmasında takip edilen süreç ve metot anlamında kullanacağız. Bu bağlamda “Kur’an’da Karakter İnşâsı” ifadesi, Allah’ın talep ettiği inanç, duygu, düşünce ve davranışların insana kazandırılması için Kur’an’ın takip ettiği yöntemi ifade etmektedir. Çalışmamız; kısa bir giriş, üç bölüm ve bir sonuçtan oluşmaktadır. Birinci bölümde; karakter ve inşa kavramlarını ve bunlara anlamca yakın olan diğer kavramları, ikinci bölümde; inşaya muhtaç ve yatkın bir varlık olan insanın, olumlu ve olumsuz karakter özellikleri bağlamında Kur’an’a göre insan gerçeğini; üçüncü bölümde ise bir hidayet rehberi ve hakikat çağrısı olan Kur’an’ın, olumsuz karakter özelliklerini tezkiye ederek insan karakterinde olumlu özellikleri nasıl inşa ettiğini ve bizzat Allah tarafından inşa edilmiş örnek karakter olan Hz. Peygamber’in, vahyin karakter inşa sürecindeki rolünü incelemeye çalışacağız. İnsan, nasıl ki, sağlıklı bir hayat için havaya, suya ve gıdaya muhtaç ise mutlu ve faziletli bir yaşam için de vahye muhtaçtır. O, kendi varlığını, var edicisinden; fazilete giden yoldaki tekâmülünü de vahiyden bigâne ve bağımsız düşünemez, düşünmemelidir. Çünkü o, Kur’an’ın hem mevzusu hem de muhatabıdır. İnsanın, kendisini tanıması ve tanımlaması, düşlediği maddî ve manevî, dünyevi ve uhrevî huzura ermesi ancak Kur’an’ın rehberliğinde yürüteceği bir inşa faaliyeti ile mümkündür. Bu düşünce merkezinde kaleme aldığımız eserimizde Kur’an ekseninden ayrılmamaya özen gösterilmiş, gerek duyuldukça tefsirlerden, hadislerden ve diğer kaynak eserlerden yararlanılmaya ve konuyla ilgili olmayan gereksiz bilgi ve görüşlerden mümkün olduğunca kaçınılmaya çalışılmıştır. Özellikle bazı başlıklar altında ayet ve hadislere fazlaca yer verilmesi hissedilen ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.

Vahyin karakter inşa sistemini ve buna ait prensipleri ön plana çıkardığımız bu eserde davranış bilimleri, eğitim, psikoloji ve sosyal psikoloji gibi sosyal bilimlerin tespitlerini tefsir zaviyesinden değerlendirmeye gayret ettik. Eserde ortaya çıkacak olan eksikliklerden dolayı yapıcı eleştiriye her zaman açık olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Eserin tashihinde ve kaynak temininde değerli katkılarını hiçbir zaman eksik etmeyen Akdeniz Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve İlahiyat Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Ahmet ÖGKE’ye, ayrıca Doç. Dr. Rıfat ATAY, Yrd. Doç. Dr. Şeref GÖKÜŞ ve çalışmanın her aşamasında kıymetli tavsiyeleriyle konuya ışık tutan Doç. Dr. Şahban YILDIRIMER’e en içten duygularımla teşekkürü bir borç bilirim.

Yrd. Doç. Dr. Yasin PİŞGİN/Antalya /2018

II. BÖLÜM
KUR’AN’A GÖRE İNŞA İLE İLİŞKİSİ
BAKIMINDAN İNSANIN ÖZELLİKLERİ

Yüce Allah Kur’an’da insanı çamurdan yarattığını ve ona ruundan üflediğini bildirmektedir.1 İnsanın çamurdan yaratılması, onun olumsuz yönlere sahip olmasını; ilahi nefhaya mazhar olması ise olumlu özelliklerinin kaynağını temsil eder.2 İnsan, çamurdan oluşan tabiatını aşıp ulvî boyutuna yönelmek zorundadır. O, maddi ve manevi boyutunu güçlendirdiğinde vecd, ilham ve basiret gibi yollarla kemale erer. Bu yönüyle insan, yücelmeye muhtaç bir varlıktır. Karakter inşasında karşılaşılan bütün sorunlar; yetkinlikleri ve yetersizlikleri; artıları ve eksileri bakımından insanın doğru bir şekilde tanınmamasından doğmaktadır. Bu bakımdan öncelikle insanın olumlu ve olumsuz şahsiyet özelliklerinin tam olarak ortaya konması ve bunun Kur’an perspektifinde tanımlanması gerekmektedir. Kur’an, insanı gerçek anlamıyla ancak yaratıcısının bileceğini ifade eder.3 Dolayısıyla ilahi inayet olmadan insanın, kendisini tam anlamıyla tanımlaması, yetersizliklerini telafi edip yetkinliklerini tekâmül ettirmesi ve yaratılışının anlam ve amacını gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bu itibarla biz bu bölümde; bir açıdan karakter inşasının öznesi (inşa eden), başka bir açıdan da nesnesi (inşa edilen) olan insanın, Kur’an perspektifinde ifade ettiği anlamı; başka bir deyişle yatkınlığı ve ihtiyacı bakımından insanın inşa ile olan ilişkisini ortaya koymaya çalışacağız.

İNŞAYA ELVERİŞLİ BİR VARLIK OLARAK
İNSANIN ÖZELLİKLERİ

Akıl ve Bilgi

İnsan, Allah’ın kendisine verdiği görevleri yerine getirebilmesi için farklı bir takım güçlerle yaratılmıştır. Bu güçlerden biri de akıldır. İslam’a göre akıl; insanın, sorumluluk sahibi bir varlık olmasının temel sebebidir. İnsan, akıl sayesinde Allah’ın emir ve yasaklarına muhatap olmaktadır.4 Kelime anlamı olarak engellemek ve bağlamak anlamlarına gelen akıl,5 hayır ve şerri birbirinden ayıran ruhî bir güç;6 hitabı anlamayı sağlayan bir ğarizedir.7 Bu güç sayesinde insan düşünür, manevi gerçekleri idrak eder,8 varlığın hakikatini kavrar, maddeden şekilleri soyutlayıp kavramlar haline getirir, kavramlar ve düşünceler arası ilişki ve intikali sağlar, öncüllerden sonuca ulaşır, çıkarım yapar, benzerlikleri ve farklılıkları tespit eder, hakla batılın arasını ayırır.9 Akıllı bir varlık olmasının insana kazandırdığı en önemli özelliklerden biri de bilgi kabiliyetidir.10 Kur’an’da; insanın, kendisinden beklenen görevleri yerine getirmesi için ona verilen yeteneklerden biri olan bu kabiliyetin, insanı meleklere dahi üstün kıldığı ifade edilmektedir.11İslam düşünürlerine göre ruhi bir kabiliyet olan akıl; deliller ve gözlem yoluyla bilineni sentezleyerek bilinmeyene ulaşır. Maddî olmamasına rağmen maddeye tesir etmesiyle varlığını somut âlemde tecelli ettirir. Akıl; salt insana özgü olan bilme yetisi, doğru düşünme ve hüküm verme gücü olup; eylemlerin araç ve amaçlarını birbirinden ayırt ederek kavrama yeteneğine sahiptir.12 Ruhî kabiliyetlerin bütünü olarak ifade edilen akıl; insan ruhunun temyiz, muhakeme, idrak, düşünce, mukayese, soyutlama, istidlal, bilme, hüküm verme ve kavramaya dair yeteneklerinin tamamını ifade eden bir kavramdır.13 İnsanı diğer canlılardan ayıran akıl; ana hatlarıyla doğuştan getirilen ve sonradan kazanılan olmak üzere iki boyuta sahiptir. Onun sonradan kazanılan boyutu, şahadet âlemindeki tecrübelerin eşliğinde vücut bulur.14 İnsan, akıl sayesinde Allah’ın varlığının delillerini fark eder. Âlemdeki muhteşem denge ve düzenin yaratıcısının Allah olduğunu anlar ve iman eder. Bu sebeple Kur’an’a göre insanın aklını doğru kullanması, var oluşunun mahiyetini ve kâinattaki yerini en ferasetli bir şekilde tespit etmesine eş değer görülmekte ve akıllarını kullanmamaları sebebiyle iman etmeyen kâfirler de sert bir dille tenkit edilmektedirler.15 Akıl, Allah’ın insan varlığına yerleştirdiği, fikirlerin ve düşüncelerin doğduğu yer, hayır ve şerrin, hidayet ve dalaletin arasını ayıran hayat seyrinin kılavuzudur. Akıl, vücudun hareketlerini yönlendirir. İnsan karakterini değiştiren en büyük güçtür.16 Bu sebeple aklın inşası; bu çalışmamızda, Kur’an’ın karakter inşasının gerçekleştiği ilk merhaleyi oluşturmaktadır. Onun nasıl inşa edildiğini “Kur’an’da Karakter İnşası” bölümünde incelemeye gayret edeceğiz.

İrade

Allah, imtihan edilen bir varlık olan insana pek çok özellik vermiştir. İnsanın şeref ve kıymetiyle mütenasip bu meziyetler onu, süfli olan varlıklardan ayırarak Allah katında ayrıcalıklı bir konuma yerleştirir. “Bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”17 ayetinde de ifade edildiği gibi Allah, değişim ve gelişimi konusunda insana lütfedeceği ilahi inayetin, insanın iradesinin istikametine göre tecelli edeceğini belirtmiştir. İradesi sayesinde insan, şerre teşvik eden dâhilî ve haricî saiklere direnerek hayvandan ayrılır. Sözlükte; talep etmek, istemek, dilemek, arzulamak,18 emretmek, tercih etmek, iştiyak, kast, meşîet, hareket, hüküm, yaratma ve inşa anlamlarına gelen irade19 aklın da ötesinde bir mahiyete sahiptir. Onu sırf aklın bir işlevi olarak değerlendirmek eksik bir görüştür.20 O, ruha ait bir hal veya bir güçtür. İnsan iradesi sayesinde bir takım gereklere dâhilinde bir fiili yapmak ya da yapmamak konusunda bir karar verir ve bunu uygular. Bazı durumlarda insan, iradesini kullanarak bir karar verdiği halde bunu uygulamaya koymada başarılı olamayabilir. Burada iradenin varlığının yanında iradeye eşlik eden bir zafiyetin varlığı da sözkonudur.21 Ruhî ya da bedenî bir eylemi yapmak ya da yapmamak konusunda muhakemede bulunarak seçim yapma, karar verme ve bu kararı yürütebilme kabiliyeti olarak tanımlanan irade22 insanın kendi kendisini kontrol etmesinin ve ahlaki ve hukuki sorumluluğunun bilincinde olarak bir davranışı tercih etmesinin kurucu unsurudur. İrade, birbiriyle çatışan iki eğilimden birini her hangi bir sebepten dolayı seçme kabiliyetidir.23Onun sayesinde insan, sonuçlarını hesaplayarak bir fiili yapmaya veya yapmamaya karar verir.24 Bilinç ve özgürlük gerçek iradenin ortaya çıkmasının iki temel unsurudur. Bilinci ve özgürlüğü ortadan kaldıran mücbir gerekçeler iradeyi ve buna bağlı olarak sorumluluğu ortadan kaldırır. Kur’an’da “ikrah” olarak isimlendirilen bu gerekçenin, sorumluluğu iptal edeceğini Yüce Allah şu ayette ifade etmektedir: “Kalbi imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ı inkâr eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.”25 Bu ayetin iniş sebebi, müşriklerin Ammâr b. Yâsir’e (r.a.) ve onunla birlikte bir grup sahabeye dinlerinden dönmeleri için işkence yapmaları; onların da bunun üzerine Hz. Peygamber’e gelerek müşriklerin zorladıkları şeyi yaptıkları takdirde kendilerinin mesul olup olmayacaklarını sormalarıdır.26 Görülüyor ki, sorumluluğun kaynağı irade; iradenin temeli de hürriyettir. İnsan, iradesi (ve aklı) sayesinde Allah’ın halifesi olarak emaneti (sorumluluğu) yüklenmeye elverişli bir varlık olmuştur.27 İmtihan edilen bir varlık olması sebebiyle insan, şerre ve hayra, iyiliğe ve kötülüğe yönelme kabiliyetine sahiptir. Allah, gönderdiği kitaplar ve peygamberler aracılığıyla insanın inkâra değil imana, batıla değil hakka, şerre değil hayra, zulme değil adalete, isyana değil itaate, yönelmesini emretmiş28 ve bu yönelişin uhrevî sonuçlarını bildirerek insanı istediği gibi davranmakta özgür bırakmıştır: “De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir.”29 Daha önce ifade ettiğimiz gibi kendisine etki edecek mücbir bir gerekçe olmadıkça iradenin; iman, amel ve ahlak ile tecelli etmesi gerekir. İradeye, yönelmesi gereken hedefi tayin edip teşvik eden esas unsur Allah’ın kitabı ve O’nun peygamberidir. İnsanın iradesine bir yön ve hedef teklif eden bu ilahi inayetin tamamı Kur’an’da “hidayet” olarak isimlendirilir.30 Hidayet, halife edindiği kulunun nasıl bir iradî tavır alması gerektiğini izhar eden Allah’ın bir irade beyanıdır.31 Bu itibarla Allah, bir ayette şöyle buyurmaktadır: “Allah, size (hükümlerini) açıklamak, size, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”32 İnsan, vahyin tefekküre davet eden ayetlerinin işaret ettiği konular üzerinde gerçek anlamda düşündüğünde iman etme konusunda karar kılar. Bu safha, iradenin köklü bir şekilde yeni bir tavır aldığı müstesna bir aşamadır. Daha sonra Allah’ın teklif ettiği ibadetlerin gerçekleştirilmesiyle birlikte irade daha sağlam ve tutarlı bir olgunluğa erişir. İman ve ibadet aracılığıyla inşa edilen irade, sahibini sağlam bir karakter sahibi yapar. Çünkü irade ile karakter arasında yakın bir ilişki söz konudur. İnsan davranışlarının ahlaki ve iradi yönden değişmez ve sağlam prensiplere göre işleyişi karakter inşasında oldukça önemli bir işleve sahiptir. Günde kılınan beş vakit namaz, mal hırsına rağmen verilen zekât, yeme içme arzusuna rağmen tutulan oruç, nefsin önü alınmaz isteklerine rağmen günahlardan uzak durmak; iradeyi nefis, dünya ve şeytanın esaretinden kurtararak gerçek özgürlüğe kavuşturacak, dış dünyaya karşı duran güç ve yetenekleri arttıracak, nefse hâkim olarak bencil duyguları yenip yüksek aksiyonlara ve diğergâm fiillere zemin hazırlayacaktır.33 Bunun da meyvesi olumlu özellikleriyle kemale ermiş olan karakterdir.34 Başka bir deyişle beşerî irade; nefis, şeytan ve dünya olarak özetleyebileceğimiz dâhilî ve haricî olumsuz pek çok manyetik alanın kıskacı altındadır. Bu caydırıcıların tesirinden kurtulup Allah’a kul olan insanın gerçek hürriyeti elde etmesi iman ve salih amel diye özetleyebileceğimiz iki  temel unsura bağlıdır. Bu bağlamda Kur’an’da insanın; şeytanın tesirinden ancak iman ve tevekkülle kurtulabileceğinin ifade edilmesi oldukça anlamlıdır.35 İradesini böylesine bir mücadele ortamında hakka doğru yöneltenlerin çabalarının Allah katında karşılıksız kalmayacağı ve Allah’ın onları bu çabalarına bir mükâfât olarak doğru yola ileteceği Kur’an’da vurgulanmaktadır.36 Dinî iradenin varlığının karinesi; insanın itaat halinde olması ve isyandan uzak durmasıdır. İradenin de içinde olduğu bunca manevî donanımına ve Allah’ın yol göstermesine rağmen hakka tabi olmayıp, nefsinin ve şeytanın peşinden giden insan “esfel-i sâfilîn”e37 düçar olur ve hayvanlardan da daha aşağı bir derekeye düşer.38 Dolayısıyla irade, Kur’an’da insanın değerini ifade eden kavramların en önemlilerinden biri olan “hilafet”in de sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.39 Çünkü insan irade emanetini gereği gibi kullanmadığında yaratılış hikmetinden uzaklaşmaktadır. Şuur İnsanı karakter inşasına elverişli kılan diğer bir özelliği de onun şuurlu bir varlık olmasıdır. Şuur, karakter unsurlarının en önemli unsurlarından biri olup, onun kuvvetlendirilmesi karakterin tekâmülü ile doğrudan ilişkili bir mahiyet sergiler.40 En sade tanımıyla şuur; insanın, kendisini, dış dünyayı, kendi hal ve davranışlarını tanımasını sağlayan bilgi,41 aklediş42 ve bilinç halidir. 43 Ruhî yaşamın farkındalık boyutunu ve aklî etkinliğin enfüsî yönünü teşkil eden şuur; insanın kendi benliğini, âlemi ve âlemi yaratan Allah’ı tanımasının temelini oluşturur.“Derin idrak” olarak da kavramlaştırılan bu yetenek sayesinde insan; kendi benliğiyle âlemdeki diğer varlıklar; bütün varlıkları yaratan varediciyle de yaratılmışlar  arasındaki farkı fark eder. İdrak, hayal, hâfıza, akıl, mantık, düşünme, zekâ, bilgi, irade, benlik, vicdan ve hürriyet gibi kabiliyetler şuurun unsurları olarak değerlendirilmektedir. 44 Akıl hem maddi hem de manevi sahada faaliyet gösterebilme kabiliyetine sahiptir. Aklın maddi sahaya ilişkin boyutu rasyonel, manevi sahaya ilişkin boyutu ise sezgisel bir nitelik taşır. Sezgisel boyutun faal olabilmesi için rasyonel boyutun gereği gibi işletilmesi gerekmektedir. Sezgisel ve rasyonel boyutlar arası ilişki birbirini nakzedici değil tamamlayıcı bir mahiyete sahiptir. İşlem ve işlev bakımından kâmil bir tefekkür; başarıyla gerçekleştirilmiş rasyonel ve sezgisel süreçlerin bir hâsılasıdır. Bu hâsıla karakter inşasında oldukça önemli bir fonksiyon gerçekleştirir. Çünkü şuurun maddi düşünceye kattığı derin idrak; karakter zafiyetlerini fark ederek kemâle doğru yürüme arzusunun itici gücüdür. Bu bağlamda insan, şuur düzeyinde de bulunmakla birlikte derin kökleri daha çok şuur altında bulunan sonsuzluk fikri sayesinde mekân ve zamanın taşıdığı muhteşem düzene bir kaynak bulma ve böylece “düzenleyici”yi “düzen”den soyutlayarak realiteyi aşma imkânına yani imana ulaşır. İman ise insana, doğru davranışı bilme ve gerçekleştirme imkânını verir.45 Şu halde olumlu bir hüküm taşıyan bir şeye ihtiyarî olarak yönelmek demek olan şuur; adeta yüksek hakikatlerin merdivenidir. Şuurlanma ise insanın kemal basamaklarını tırmanmasını ifade etmektedir. Şuurun inşası, rasyonel düşünmeden sonra insanın iç gözlem ile iç âlemine yönelmesine, kendi varlığını keşfetmesine ve buna bağlı olarak hissettiği sorumluluk duygusuna dayanır. Sorumluluk duygusu, davranışların taşıdığı ahlakî boyutun temelidir. Bu bağlamda Kur’an’ın gösterge sisteminin tamamı, insana bilgi vermekten çok bilinç vermeyi hedefler. Böylece onun, varoluşunun anlam ve amaçlarını gerçekleştirmesine kılavuzluk eder. Dolayısıyla vahyin bir bilgi kaynağı olmaktan daha çok bir bilinç kaynağı olduğunu ifade edebiliriz. Kur’an’da bu kaynağa sırt çeviren inkârcıların ُ َون ” َ ْشُعر َا ي َم ُ َون ” ve 46 ”و َ ْشُعر َا ي ل“ 47 gibi ifadelerle eleştirilmeleri de vahyin bir şuur kaynağı olmasıyla ilgili görülebilir. Dolayısıyla Kur’an’ın karakter inşa sistemi temel olarak insanı; varlık hakkında derli toplu bir görüşe ve külli bir âlem sezgisine ulaştıracak bir idraki inşa etmeyi hedefler.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) İslam Kuran/ İncelemeleri
  • Kitap AdıKur'an'da Karakter İnşası
  • Sayfa Sayısı432
  • YazarYasin Pişgin
  • ISBN9789753625470
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kuran’ın Kalbine Yolculuk – Yasin Suresi Tefsiri ~ Yasin PişginKuran’ın Kalbine Yolculuk – Yasin Suresi Tefsiri

    Kuran’ın Kalbine Yolculuk – Yasin Suresi Tefsiri

    Yasin Pişgin

    Kur’an; Azîz olan izzet sahibi, Rahîm olan rahmet sahibi Allah’ın indirdiği hikmet yüklü bir kitaptır. Kur’an; bir hakikat çağrısı, bir hidayet rehberidir. Bu kitap...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur