
54 dil ve 52 ülkede 100 milyondan fazla okura, sinema uyarlamalarıyla 3 milyar dolar gişe hasılatına ulaşan Açlık Oyunları serisinin yeni kitabı geliyor
DÜNYANIN KONUŞTUĞU KİTAP 19 MAYIS’TA TÜM DÜNYA İLE AYNI ANDA
Enerjisini hırsından alıyor.
Azmini, rekabetten.
Ama güce ulaşmanın bir bedeli var.
Onuncu Açlık Oyunları’nı başlatacak hasat gününün sabahı. Başkent’te, on sekiz yaşındaki Coriolanus
Snow akıl hocası olarak katılacağı Oyunlar’a hazırlanıyor. Başarılı olmak istiyor ve bunun için tek bir şansı var.
Bir zamanların görkemli Snow ailesi zor zamanlardan geçiyor ve ailenin kaderi, Coriolanus’un cazibesiyle, zekâsıyla, hamleleriyle diğer akıl hocalarını gölgede bırakıp haracını Oyunlar’ın galibi yapmasına bağlı.
Ama şans ondan yana değil. Coriolanus’a kötülerin en kötüsü 12. Mıntıka’nın kız haracına akıl hocalığı yapmak gibi onur kırıcı bir görev veriliyor. Artık kaderleri birbirine bağlı. Coriolanus’un yaptığı her seçim onları galibiyete ya da mağlubiyete,
zafere ya da yenilgiye götürebilir. Arenanın içinde ölümüne bir dövüş sürüyor.
Arenanın dışında ise, talihsiz haracına yakınlık duymaya başlayan Coriolanus kurallara uyma zorunluluğuyla, bedeli ne olursa olsun yaşama arzusu arasında kalıyor.
***
1
Coriolanus kaynayan suya bir avuç lahana atarken, bir gün ağzına bir daha asla lahana koymayacağına yemin etti. Ama bugün o gün değildi. Hasat töreni sırasında karnınin guruldamaması için bu tatsız tuzsuz şeyden koca bir kâse dolusu yiyip suyunu da son damlasına kadar içmek zorundaydı. Başkent’teki en varlıklı apartmanın teras katında yaşamalarına rağmen, ailesinin mıntıkalardaki pislikler kadar yoksul olduğu gerçeğini gizlemek için aldığı, uzun bir liste oluşturan önlemlerden biriydi bu. Eski zamanların görkemli Snow hanedanının on sekiz yaşındaki varisinin, hayatta kalmak için zekâsından başka hiçbir şeye sahip olmadığını gizlemesi gerekiyordu.
Hasat töreninde giyeceği gömlek onu endişelendiriyordu. Geçen yıl karaborsadan aldığı koyu renkli pantolon idare ederdi ama insanlar asıl gömleğe bakardı. Neyse ki, her gün giydikleri üniformaları Akademi temin ediyordu. Ama bugünkü törende öğrencilere, modaya uygun olmakla birlikte, günün gerektirdiği ciddiyeti yansıtacak şekilde giyinmeleri tembih edilmişti. Tigris kendisine güvenmesini söylemiş, o da güvenmişti. Zaten şu ana kadar zor durumlarda onu kurtaran, kuzeninin iğne iplik kullanmaktaki maharetiydi. Gene de mucize beklememesi gerektiğinin farkındaydı.
Babasının, gardırobun arkasından çıkardıkları, ailenin iyi zamanlarından kalmış olan gömleği lekeliydi, yıllar içinde sararıp solmuştu, düğmelerinin yarısı eksikti ve manşetlerinden birinde sigara yanığı vardı. En sıkıntılı zamanlarda bile satılamayacak kadar kötü durumdaki bu gömleği hasat töreninde mi giyecekti? Sabah, hava aydın lanırken Tigris’in odasına gittiğinde, kuzeninin de gömleğin de orada olmadığını görmüştü. Bu hayra alamet değildi. Tigris eski gömleği toparlamaya çalışmaktan vazgeçip Coriolanus’a giyecek doğru düzgün bir şey bulmak için son dakikada karaborsaya gitmiş olabilir miydi? Öyleyse bile, alacağına karşılık verecek neyi vardı ki? Tigris’in bedeninden başka verecek bir şeyi yoktu ve Snow hanedanı hâlâ o kadar düşmemişti. Ya da Coriolanus lahanasına tuz attığı sırada yere çakılmış olabilir miydi?
Insanların Tigris’e fiyat biçtiklerini hayal etti. Sivri uç lu uzun burnu ve cılız vücuduyla, kuzeninin bir afet olduğu söylenemezdi ama suistimale açık bir tatlılığı, kırılganlig vardı. Aklına koyarsa, onu satın alacak birileri bulabilirdi. Bu düşünce Coriolanus’u rahatsız ve çaresiz hissettirip kendinden tiksindirdi.
Dairenin derinlerinde Başkent marşı “Panem’in Göz Bebeginin kaydının başladığını duydu. Büyükannesinin marşa eşlik etmesiyle, gergin soprano sesi duvarlarda yankılandı.
Panem’in göz bebeği
Görkemli Başkentim
Çaglar boyu parıldıyorsun her daim
Her zaman olduğu gibi, büyükannesi acı verici ölçüde detone ve temponun biraz gerisindeydi. Savaşın ilk yılında, büyükanneleri vatanseverlik hislerini güçlendirmek için milli bayramlarda beş yaşındaki Coriolanus’la sekiz yaşındaki Tigris’e marşın kaydını çalardı. Ayaklanan mintikaların Başkent’in etrafını sararak erzak ve mühimmat girişini kestikleri, savaşın son iki yılı boyunca sürecek kuşatmanın başladığı o kara günden itibaren ise büyükannelerinin günlük resitalleri başlamıştı. “Unutmayın, çocuklarim,” derdi, “Kuşatma altında olabiliriz ama teslim olmadik!” Sonra da tepelerine bombalar yağarken, pencerelerden birinin önünde marşı okumaya başlardı. Bu da büyükannelerinin direnişiydi.
Diz çöküyoruz alçak gönüllülükle Diz çöküyoruz senin idealine
Marş, büyükannesinin asla tam tutturamadığı notalarla devam ederdi…
Ve sevgimizi sunuyoruz her nefeste!
Yüzünü buruşturdu. Son on yıldır isyancıların sesi kesilmiş olmasına rağmen büyükanneleri susmamıştı. Okuyacağı daha iki kıta vardı.
Panem’in göz bebeği
Adaletin kalbi
Bilgeliktir taçlandıran mermerden çehreni
Daha çok mobilyaları olsaydı, büyükannesinin sesinin belki biraz emilebileceğini aklından geçirse de bu sadece teorikti. Başkent’in mikrokozmosu olarak görülebilecek teras katı daireleri on yıl önceki dur durak bilmeyen isyancı saldırılarının izlerini taşıyordu. Altı metre yüksekliğindeki duvarlar çatlaklarla kaplıydı, tavanlar düşen alçı parçaları yüzünden delik deşikti ve kente tepeden bakan kemerli pencerelerin kırılan camları çirkin izolasyon bantlarıyla tutturulmuştu. Savaş dönemi ve sonraki on yıl boyunca, Snow ailesi varlıklarının büyük kısmını satmak ya da takas etmek zorunda kaldıklarından, bütünüyle boşalan odaların bazıları kapatılmış, diğer odalardaysa çok az mobilya kalmıştı. Daha da kötüsü, kuşatmanın son kışının en soğuk günlerinde donarak ölmemek için, zarif, oyma mobilyalardan bazılarıyla kütüphanelerindeki sayısız kitabı şöminede yakmak zorunda kalmışlardı. Annesiyle birlikte baktıkları resimli kitapların rengarenk sayfalarının küle dönüşmesini izlemek her seferinde Coriolanus’u gözyaşlarına boğmuştu. Ama insan ölü olmaktansa üzgün olmayı yeğlerdi.
Arkadaşlarının dairelerine girip çıktığından, çoğu ailenin evlerini tamir etmeye başladıklarının farkındaydı ama tadilat bir kenara, Snow ailesi yeni bir gömlek diktirmek için birkaç metre kumaş satın alabilecek durumda bile degildi. O anda muhtemelen gardıroplarını karıştırıp kıyafet seçeneklerini değerlendiren ya da yeni dikilmiş takımlarıni giyen sınıf arkadaşlarını düşündüğünde, görünüşü kurtarmaya çalıştığı bu dönemi daha ne kadar sürdürebilecegini merak etti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Fantastik Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKuşların ve Yılanların Şarkısı - Açlık Oyunları 4
- Sayfa Sayısı640
- YazarSuzanne Collins
- ISBN9786050973877
- Boyutlar, Kapak13,7x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDex Kitap / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Haydut ~ Robert Walser
Haydut
Robert Walser
Haydut, burjuva toplum düzenine uyum sağlamayı beceremeyen bir iflah olmazın hikâyesidir. Romanla aynı adı taşıyan kahramanı, kendini keşfetme yolculuğunda daldan dala konan bir bohemdir....
- Gelinler ve Nedimeler ~ Jane Costello
Gelinler ve Nedimeler
Jane Costello
İyi kızlar için zaman su gibi akıp gider. Bi de bakar iyi kız, kısmen eğlenceli hayatının ilk otuz yılı uçup gitmiş. Ve ne sağ...
- Tapınak ~ William Faulkner
Tapınak
William Faulkner
1949 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi William Faulkner’ın bugün yalnız Amerikan edebiyatının değil, dünya edebiyatının da başyapıtı sayılan romanları başlarda çok ses getirmemişti. Ancak 1931’de...