Faruk Duman, 2001 yılında çıkan “Nar Kitabı”nda, anlamını sözcüklerin çağrışımlarıyla çoğaltan, yoğunlaştırılmış bir dilin imgelerle yüklü dünyasına götürüyor okurunu. Cenkler anlatıyor, düğünler, dernekler, masalsı aşklar, hatta masallar anlatıyor; konaklarla, atlarla, kılıçlarla, sevdalarla dolu topraklarda dolaştırıyor.
Benzersiz bir ustalıkla yaratılmış ölçülü, şiirsel diliyle öne çıkıyor “Nar Kitabı”.
“Gece vaktiydi. Geceye meydan okumaydı. Söylenenlere göre –ki bu hiçbir zaman tam olarak bilinemeyecek– babam, annemin başına kötü işler açan bir yanaşmayı öldürüp bir yerlere gömmüş. Herkesin bildiği bu gerçek, ortak bir sırra dönüşmüş, kısa bir süre içinde. Gerçi kimsenin kimseden bir saklısının olmasına gerek yokmuş, ama böyle olmuş yine de. Ne tuhaf. Bir yalanı –aşikâr bir yalanı– iki kişinin, üç kişinin, dahası, bir köyün konuşması. Dahası, yalanın dallanıp budaklanması. Öyle ya, yalana bir cümle eklemekten daha zevkli ne olabilir. Kötü mü, kendi büyüklüğünde bir yalanım işte, Kelime’yim ben.”
*
Kedi’çin Masal
KEDİ
Vaktiyle odun kırıyordum, baltayı sol elimin başparmağına vurdum, parmağım koptu, yuvarlandı ve onu da bir kedi kaptı. Külrengi bir kediydi bu. Derin bir kederle kısmıştı gözlerini. Kısılmış bu gözlerle öyle tuhaf görünüyordu ki, ürkmüştüm. Parmağımdı, dişlerinin arasında sıkıştırmış, ormana yol almıştı. Ben de peşinden gitmiştim elbette -kim bilir, şöyle bir koklayıp bırakacaktı— ama acıyla kıvranıyordum bir yandan, bu yüzden hızım yeterli değildi. Zaten onu yakalama umudum yoktu hiç. Koşuyordum yani ama, çırpınmakla yürümek arası bir şeydi bu. Gözlerimin önü kararmıştı. Acıyla kararmıştı, gerçi bu karanlığın içinde alaca nesneler de seçmiyor değildim. Ormandı sözgelimi, yaklaşıyordu bana. Gürültüyle yaklaşıyordu. İrili ufaklı tepelerdi, inip kalkıyordu bu nal denizinin ortasında. Uzakta evlerin keyifli, sakin karaltıları vardı. Gözümü kediden ayırmıyordum güya, ama onun karaltısı da çalıların arasında belirip kayboluyordu. Parmağım ağzında mıydı hâlâ, elbette, bunu görecek takatım yoktu benim.
O sırada kedi ormana girmiş bulunuyordu, orman, hayret, hızını kesmemişti onun, bense zaten ona yetişme umudu taşımadığım için rahattım, gözden yitmese yeterdi, beni çekemeyen kedi.
Çekememezlik, derin bir kedere sürüklüyor insanı. Böyle durumlarda, şu, aldırışsızlık denen kuyuya bırakmalı kendini. Bu kuyu nasıl dipsizdir. Hoş, derinlerden tuhaf sesler de gelebilir, kuyu böylece, verir öğüdünü. Yine de, bunu daha yakından duymak arzusuyla da, pişmanlık duymazsın halinden. İmdi kuyu içre kuyu açılmış olur senin için. Al sana cömertçe bir davranış.
Bu arada ben de girmiştim ormana, ama hızım kesilmişti, ağaç gövdelerine zaten, çarpmamak için, zorunluydum da buna. Uğultu kuşkusuz, ormanın derinliklerinden geliyordu ve o kendine has karanlıktı çoğalan. Renkleri seçemiyordum. Eflatun yapraklardı biraz, puhu kuşlarıysa alenen ötüyordu. Zümrüt rengindeydi onlar da. Çalı diplerinde kim bilir ne yakut kediler gizlenmişti. Sırra kadem basmış kedilerdi bunlar, uzakta, tuhaf bir pusu içinde.
Benim zavallı başparmağımla birlikte gidip devasa bir çınar ağacıydı, tırmandığı.
ZEYNEL
Zeynel’in hikâyesini, bilmiyorum kaç zaman, taşıdım kendimle. Gerçi bir keresinde, ormanın derinliklerinde salkım salkım donakaldığını yazmıştım onun. Geyiklerin boynuzlarında uğul uğul. Kedilerin her yerde uzun, upuzun tüylerinde. Anasında. Anası, Zeynel’e âşıkların binlercesini kalbinde. Anasının üzüntüyle, Zeynel’in üzüntüsüyle ormanda yığılıp kaldığını da. Suların eriyip yuvarlana yuvarlana, serile serile aktığı mıydı. Öyleydi de, ben mi o vakit yazmıştım anasını Zeynel’in, yoksa o buz kesip de mi kalakalmıştı öyle, uzak… Zeynel, eksikti bizden. Parmağını kesmişti bir yaz sonunda, odun kırdığında. Zeynel’in parmağı ak bir işaret olup rüyalarıma mı girmemişti, dağ bayır mı dolaşmamıştım o ak işaretin peşinde. Eskilerin mezarları içine mi, karanlık dehlizlere, ormanın uçsuz bucaksız sığına mı sürüklememişti beni. Parmak, Zeynel’in bir parçası, ormana karışıp erimişti böylece. Yaprakla yaprak olmuştu. Suyla su. Kediyle. Kedi.
Kedilerden korkuyorum epeydir. Akşamüzerleri, ayak izlerini görüyorum duvarda. Kokularını. Bilmiyorum nasıl, giriyorlar içeri. Kapıları oysa, pencereleri, kapatıyorum hep. Bambaşka. Onlarla öyle iyi anlaşıyorlar ki. Kedilerin Rumca bildiklerini bile düşündüm, bir keresinde. İkinci katın balkonunda oturup kedilerle gün boyu konuşan o teyze yüzünden olsa gerek. Ak saçlı, pamuksu bir kadın. Kimseyle konuşmuyor ama. Onu kollarından tutup bir taksiden indirdiklerini gördüydüm. Nasıl bitkin bir hali vardı. Suratını asmış. Kediler toplandıydı bir an içinde. Kokusunu almış olmalılardı. Adı neydi, bilmiyorum hiç.
Masam darmadağınık. İrili ufaklı kâğıtlara aldığım notlar, dağılmış evin dört bir yanına. Korkuyla. Böyle savruk değilim elbet, ama elyazıma bile, bu günlerde özen gösteremiyorum. Onların saydam, engel tanımaz birer yaratığa dönüştüklerini, gün geçtikçe… Kedilerden birini bir gece, kolumu yerken yakaladıydım hatta. Çığlıklar atarak doğrulduydum, lambayı sonra, ter içinde. Yoktu. Kolum da yerindeydi. Evin içinde, terliklerimin sesini duya duya dolandıydım, bir fincan sıcak kahve… Sabah olsaydı, kıyıda oturup çay içseydim, yosun kokusu içinde, yapayalnız.
Kedi, kapmıştı parmağını Zeynel’in. Acı içinde kıvrandığını fırsat bilmişti. Zeynel devrilmiş, eksik parmağına sarılmıştı. Ağaçların kokusuna düşüvermişti. Kendi gücüyle dört bir yana savrulmuş kıymıkların içine. Orada uykusu mu gelmemişti, birbirinden soğuk evlerin içinde, gürül gürül. Anası mı, eli alnında, dudakları kıpır kıpır, acıyla. Yün battaniyelerin, küf kokulu yorganların altına mı, kendi deseniyle yorgun, ipek o eski halıların içine mi. Duvarların koyu yeşil, bitkin gölgelerine mi, sonra soğukta patlaya patlaya yanan demir o sobaya mı, toprağın üstünde. Ormana, ormanın derin, uzak gürültüsüne. Ağaçların üzerinde fingirdeyen sincaplara, ormanın en çok kışı anımsatan soğukluğuna dalıp gitmişti. Kedinin de ama, kaşla göz arasında, görmüştü, düşen parmağı nasıl… Doğrulabilmişti de. Düşmüştü peşine kedinin, eksik parmağını tutmuş. Gidip bir ağaca tırmanmıştı hayvan. İri yapraklı bir ağaca. Öyle korkmuş, titrek, tünemişti. Kediyi görebiliyordu Zeynel. Kedinin kalbini, yaralı.
Parmağı ama, alabilmişti, dönmüştü eve, cansız kendi parmağı ile.
Buraya yerleştiğim günleri anımsıyorum, kedilerin, dertli çocuklar gibi sabahlara dek… kapım çalınmıştı bir gün. Açmıştım, karşımda Ladin. Nasıl şaşırmıştım. Nasıl güzeldi. Saçları öyle, altın sarısı, hoş bir su gibi damlıyordu. Göğüsleri, kazağının yumuşak gözeneklerini aralamıştı, upuzun. Onun o tuhaf gözleri sonra, o günlerde, bal rengiydi. Gereksiz bir utangaçlık, tabii, kedimi, demişti, kedimi yitirdim de, belki bir ses duymuşsunuzdur, diye… Bir ses. Yüzlerce kedinin sesini duymuştum. Yetmemişti, anlam vermeye çalışmıştım seslere. Dişilerle erkekleri ayırt etmeye. Arada bir gelip merdiven boşluğundaki süpürgelerle oynar da, belki… Ladin… Kocası olmalıydı. Ne oldu. Hayır, dedim, süpürgenin sesini duymadım hiç. Duymamışlar, dedi Ladin, dışarı çıkmış olmalı. İlk…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıNar Kitabı
- Sayfa Sayısı88
- YazarFaruk Duman
- ISBN9789750853692
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kaptan Kanca’nın Bir Macerası ve Öbür Yeni Öyküler ~ Faruk Duman
Kaptan Kanca’nın Bir Macerası ve Öbür Yeni Öyküler
Faruk Duman
Faruk Duman, son dönemde yazdığı öyküleri iki bölümde topluyor: “Kaptan Kanca’nın Bir Macerası” bölümünde dört, “Evimizin Çevresinde Çakallar Dolaşıyor” bölümünde on dört öykü var....
- Gece Yarısı Partileri ~ Anthony Veasna So
Gece Yarısı Partileri
Anthony Veasna So
Sırp asıllı Amerikalı şair Charles Simic’in, “Bu göçmen aileler Amerikan rüyasını satın aldılar, ama henüz teslimat yapılmadı,” sözleri yalnızca Amerika’ya gidenleri değil, dünyanın dört...
- Transit Yolcular ~ Müge İplikçi
Transit Yolcular
Müge İplikçi
“Bütün yolculukların bir oyun ve hareket etmek fiiline endeksli bir macera olduğuna inanıyorsanız, gitmemenin de aynı dokuya sahip olduğunu keşfedersiniz kısa bir süre sonra....