Öykü ve romanlarıyla tanınan Faruk Duman bu kez on masalın yeniden yazımıyla okurunun karşısında: “Meşe Adamları”, “Sarraf”, “Zümrüdüanka”, “Kişneme”, “Eğil Çınarım Eğil”, “Tılsımlı Yorgan”, “Nuh”, “Z.”, “Söz Satıcısı”, “Canlanma”.
“Kargasabunu”nda masal dünyasından seçtiği on metne tılsımlı kalemiyle dokunan Faruk Duman kitabın önsözünde şunları söylüyor:
“Ta ilkokul yıllarımdan, yani kitap okumaya ve büyüklerden masallar dinlemeye başladığımdan beri, büyülü, gerçeküstü, hayallerle dolu dünyalar o kadar ilgilimi çekti ki, yazmanın asıl amacı, benim için, bu dünyaya/dünyalara yolculuk oldu…
Ben, çoğun bilinmeyen ama benim öykü dilime yatkın olacak, yorumlanabilecek, yeni kahramanlar ve olay parçalarıyla zenginleşebilecek bu anlatılardan yola çıkarak bu öyküleri yazdım… Okuyunca göreceksiniz; bizim masal kaynağımız, henüz ucundan bile geçmediğimiz kadar ulu ve derin ve düşündüğümüz, bildiğimiz kalıplardan uzak. Çok daha yaratıcı, keskin, yer yer korkunç ve dehşetli, uçsuz bucaksız bir kaynak. Elbette, benim istediğim onu olduğu gibi aktarmak olmadı, onu hocalarımız zaten yaptı. Ben, o kaynaktan yeni öyküler yaratmak, bugünün öykülerini yaratmak, böylece okuru da bundan haberdar etmek istedim.”
İÇİNDEKİLER
Sunu • 6
Meşe Adamları • 9
Sarraf • 17
Zümrüdüanka • 27
Kişneme • 37
Eğil Çınarım Eğil • 47
Tılsımlı Yorgan • 61
Nuh • 69
Z. • 75
Söz Satıcısı • 91
Canlanma • 107
Sunu
Ta ilkokul yıllarımdan, yani kitap okumaya ve büyüklerden masallar dinlemeye başladığımdan beri, büyülü, gerçeküstü, hayallerle dolu dünyalar o kadar ilgilimi çekti ki, yazmanın asıl amacı, benim için, bu dünyaya/ dünyalara yolculuk oldu. Bugün bu düşünceye her zamankinden daha yakın hissediyorum kendimi. Ne anlatırsa anlatsın, öyküler, romanlar bizi birer hayal dünyasına götürür. Yapıtla okur arasında, böyle bir kılavuz-yolcu ilişkisi vardır. Okuduğum ilk kitap, Tom Sawyer’ın Maceraları’ydı. Sonra Define Adası, Vahşetin Çağrısı ve peş peşe o olağanüstü Jules Verne kitapları… Aynı yıllarda, ortaokuldaki edebiyat derslerimizde Karagöz’ü tanıyınca, bizim kültür/masal dünyamıza hayranlık duydum, Türkçemizin doğası, sesi, bir su şırıltısı gibi, en belirsiz, gerçekdışı şeyleri bile hemen somutlayan iç mantığı okuduğumuz, dinlediğimiz şeylerin yalnızca birer olay akışı değil, aynı zamanda birer ses sanatı olduğunu öğretmişti bana. Karagöz bir ses sanatıdır aynı zamanda. Karacaoğlan, Yunus gibi ulu ozanların bugüne taşınması da o ses mucizesi ile gerçekleşmiştir. Bunun yanında, halk masalları da büyük, sonsuz bir anlatı ormanıydı. Annem, onun annesi, benim zamanında, “Anlatıcı Kadınlar Hakkında” denemem ile biraz anlatmaya çalıştığım adsız yazarlardı, ses kaynaklarını –kuşkusuz kendi yorumları ve üslup zenginliklerini de katarak– bugüne getirmiş, bize anlatmışlardı. Annemin masal anlatırken çıkardığı kimi ünlemlere Dede Korkut’ta rastlamıştım. Ses boşlukta kaybolmuyor. Bu tür yazını binlerce yıl, ünlemleriyle birlikte taşıdığına göre, böyle. Sonra onun anlattığı masallardaki motiflerin başka masallarda da yer aldığını, anlatıcıların, belleğin, geçen zamanın, kişisel özelliklerinin etkisiyle bu hikâyelerin kimi yerlerinde değişiklikler yaptığını gözlemliyordum. Böylece bizim kültürümüzle ilgili yazın kaynaklarını toplamaya, masalları, halk hikâyelerini, destanları, seyahatnameleri, ulu ozanların, halk âşıklarının kitaplarını biriktirip okumaya başladım. Kuşkusuz hiçbir zaman bu konuların bir araştırmacısı olmadım. Bununla iyi bir okur olarak ilgilendim. Yaratmak istediğim çağdaş yazıya öncelikle bunların kaynaklık etmesini istedim. Bizim coğrafyamızın ve İslam folklorunun olağanüstü köklü ve zengin bir geçmişi, bir mitolojisi ve derin bir hayal gücü vardır. Modern Batı romanının kaynaklarından biri de, bilindiği gibi, Binbir Gece Masalları, Tûtinâme gibi geleneksel Doğu kaynaklarıdır. Ben yazmaya başladığımda, bizim çağdaş yazının bu kaynağı yeterli ölçüde kullandığı kanısında değildim. Öykü ile ilgili her şeyi deniyor, durma yeni öyküler üretiyordum gerçi ama bir nebze masalsı bir dünyaya girdiğim sırada, bu beni öyle çekiyordu ki, artık oradan çıkmak istemiyordum. Demek ki, bununla yol alacaktım. Türk Dil Kurumu’nun yayımladığı halk ağzından derlemeleri, (Ahmet Caferoğlu, Ahmet B. Ercilasun gibi hocalarımızın adını özellikle anmak isterim) İhsan Hınçer’in Türk Folklor Araştırmaları ciltlerini yanımdan ayırmıyordum. Burada, dilbilimci hocalarımızın köy köy dolaşıp halk ağzından derlediği hikâyeler, masallar, türküler, bilmeceler ve hatıralar vardı. Bana göre bizim edebiyatımızın birer mücevheri olan bu derlemelerin içinde halktan anlatıcıların pek kısa geçtiği, anımsamakta zorlandığı ama olağanüstü zenginlikte masallar, masal parçaları bulunuyordu. İşte Kargasabunu adını verdiğim bu öykü derlemesine kaynaklık eden, çoğunlukla bu parçalardır. Ben, çoğun bilinmeyen ama benim öykü dilime yatkın olacak, yorumlanabilecek, yeni kahramanlar ve olay parçalarıyla zenginleşebilecek bu anlatılardan yola çıkarak bu öyküleri yazdım. Örneğin “Meşe Adamları,” bugün de Kars çevresinde bilinen bir rivayete dayanır; ormandaki yarı insan yarı ağaç yaratıklarla ilgilidir. Bu motifin yalnızca buralarda bulunmadığını, çağdaş dünya edebiyatına da kaynaklık ettiğini biliyoruz. Bununla birlikte, “Zümrüdüanka” çok bilinen bir masaldır, pek çok varyantı vardır. Ben özellikle, çok sevdiğim bir masal olduğu için, Zümrüdüanka’nın az çok farklı bir rivayetine bu kitapta yer vermek istedim. Yine, “Nuh” öyküsü, klasik anlamıyla bir masal sayılamaz; Nuh söylencesi ile ilgili o küçük parçaya bir Fransız seyyahın kitabında rastlamış, bir kenara not etmiştim. İstanbul’da kendisine Nuh ile ilgili böyle bir hikâye anlatıldığını söylüyordu. Öykünün bu derlemede yer alabileceğini düşündüm. Okuyunca göreceksiniz; bizim masal kaynağımız, henüz ucundan bile geçmediğimiz kadar ulu ve derin ve düşündüğümüz, bildiğimiz kalıplardan uzak. Çok daha yaratıcı, keskin, yer yer korkunç ve dehşetli, uçsuz bucaksız bir kaynak. Elbette, benim istediğim onu olduğu gibi aktarmak olmadı, onu hocalarımız zaten yaptı. Ben, o kaynaktan yeni öyküler yaratmak, bugünün öykülerini yaratmak, böylece okuru da bundan haberdar etmek istedim. Başlangıçta, bu şekilde yüz öykü yazmak istiyordum. Ama zaman içinde araya Sus Barbatus! girdi, zaman geçti, yaşım ilerledi, o yüz önce kırk oldu, sonra ona indi. Sonra da gökten üç elma düştü. Efendim. Okuması da size kalıyor.
F. D.
İstanbul, 2022
1.
Meşe Adamları
Ağaçların kederi üzerine bir masal
Savaş ve yağma zamanlarında. Gençler, genç babalar çatışmalarda öldükte. Kadınların da çoğun yalnızlıktan kırılıp çocukların büyümemek için sedir altlarına saklandıkları günlerde. Hava birden ışığını yitirip ortalık alaca gölgeye ve kurt ulumalarına kestiğinde. Acaba nedendir, diyerek yanıma tüfeğimi ve fenerimi aldım, kapının önüne çıktım. Âşık Zülali’nin dediği gibi, hasret hayalleri hep bize yağar. Ne felaket gelecek başımıza bakalım, diyerek. İhtiyar karıya seslendim. —Karı, ormana bir şey olmuş, dedim. Pencerenin ucundan başını Karagöz gölgesi gibi uzattı. —Ormana bir şey mi olurmuş, orda duruyor işte zavallı, dedi. —Yok, dedim, bir şey olmuş, rengi değişmiş. Gerçekten, kıvıl kıvıl gri bir şeyler vardı, hem gökyüzünde, hem ormanda. —Ava bahane olmaz, dedi ihtiyar karı, karnımız aç.
Çizmelerimi bağlayıp yola çıktım. Ormanın içinden, uzaklardan geyiklerin boğuk sesleri geliyordu. Yükseklerde uluyan kurtlarla yaygara koparan çakallar vardı. İri kuşlar dönüyordu başımın üstünde. Gençlik zamanlarım olsaydı. Eskisi gibi bacaklarım çevik ve göğsüm yorulmak bilmez. Kanım akacak bir fazla delik bulmak için çırpınır. O zaman bu korkunç sesler kim bilir bana bir şenlik havası gibi gelirdi. Geyiğin peşine düşmezden önce sofranın hayalini kurardım ve gerçekten de öyle olurdu; bütün bu kara orman vız gelirdi bana.
Uzun zaman, böyle gündüz vakti kararmış alaca ormanın içinde dolaştım durdum. Gözlerim zayıfladı herhalde, diye düşündüm. Çünkü avın sesini duyuyor, cismini bir türlü göremiyordum. Gölgeler gözümün kıyısından geçse de, ki gölge para etmez, avcıya aslı lazımdır, o gölgeyi bile bütün olarak bir türlü göremiyordum. Nice ki aslını göreceğim. Zaten, bir ormanda, hele böyle karanlık bir ormanda bir avcı için en tehlikeli şey, sessiz ve küçük gölgelerdir. Canavardan daha korkunçtur bu. Ama sanki biri, bir şey beni takip edip duruyordu. Bunun ne ya da kim olduğunu anlamıyordum elbette. Böyle ıssız bir yerde bir garip ihtiyarı kim takip eder? Aklıma savaş kaçakları ya da yolunu yitirmiş yaralı askerler geliyordu. İnsan hem elinde bir tüfek bulunmakla bir de yaralı ise korku onun başına tebelleş olmuş demektir. Korkan insan da her şeyi yapar. Dağa taşa ateş eder ve dağı taşı da zaten kendi has bir düşmanı olarak görür.
Çaresiz, olanca gücümle geri dönmeye karar verdim. Giderim, dünden kalan tarhana çorbasına talim ederiz ve her zamanki gibi kapıyı bacayı sıkıca kapatırız, diye düşündüm. Ev hiç ışık almaz. Işık olmayınca tehlike de olmaz. Canımızı bir gece daha korumuş oluruz, dedim. Tüfeği sırtıma süvari usulü asarak yine ne olur ne olmaz feneri yaktım, peşimde adı sanı belirsiz bir takipçiyle ormandan çıktım. Çıktım, o zaman fark ettim ki, akşam olmuş. Kendime kızdım; sen ne beceriksiz, ne haylaz yaramaz bir avcı olacaksın ki, akşama kadar dolaştın dolaştın da bir av olsun avlayamadın. Bir tavşancık olsun vuramadın, dedim. Senden artık adam zaten olmaz ama insan da olmaz. İnsanlığın batsın.
Peşimde, sürünen bir şeyler vardı. Ağaçların içinden öyle sesler geliyordu ki, sanırsın orman dizini dövmekle ağlamaya durmuş. Birileri böğüre böğüre ağlıyor, can çekişip sürükleniyordu. Çok uzaklarda, dağların eteklerinde yer yer yangınlar vardı. Hayvan ağaç cümle mahlûkat yangından kaçıyordu sanki.
Eve girip kapıyı sıkı sıkı kapattım. Pencerelerin tahta korunaklarını da kilitledim, gittim ocağı tutuşturdum. İhtiyar karı uyuşmuş gibiydi, yarı uyur yarı uyanık. —Ne oldu ki? dedi. —Sana dedim ya, dedim, bir şeyler olmuş. Bir acayiplik var ormanda. Tavana baktı, yüzü asılarak gözlerini kapattı. Tam o sırada kapımız çalındı.
Gidip korka korka kapıya yaklaştım. —Kim o? dedim sessizce. Kimse olmasın, diye yalvarıyordum içimden. Kimse olmasın. Kapıya ne bileyim, rüzgâr mesela. Bir dal parçasını savurmuş olsun. Bir dal kırığı bir parmak gibi havada uçup eve çarpmış olsun. Ama öyle olmadı. Kapı bir daha vuruldu. Ben de Allah’a sığınarak araladım; ne göreyim? Bir canavar. İnsan biçimli bir ağaç. Ama gözleri var / hem de yaş içinde/ ve konuşabilecekse, bir ağzı. Kolları, bacakları yaprak biçimli tüylerle kaplı. Yüzünün, göğsünün kabartısı, kuru çalısı çatlamış toprağı andırır. Erkek bir ağaç. Bir meşe. Nedense, usul usul korkum yitti. Kapıyı biraz daha araladım ve o titrek, hüzünlü meşe adamını içeri aldım. Sürüne sürüne girdi, geçip büyük sedirin üzerine oturdu. Yüzünden, gözünden keder akıyordu. Yorgundu çok. Başını eğdi, konuşmadan öylece oturdu.
İhtiyar karı da benim gibi önce korktu, neden sonra alıştı meşe adamına. Adam, sorduğumuz sorulara yanıt vermediği için, karşılıklı sessiz oturmaya başladık. Arada saçları rüzgârlanıyor, adamın kuru kalın gövdesinden bir uğultu yükseliyordu. Güçsüz, kederli bir uğultuydu bu. Neyse ki bu rüzgârlı zamanlarda bir koku peyda oluyordu da. Bana ormanın derinliklerinde duyduğum o sakızlı biberiye kokusunu anımsatan bu kokuyla. Meşe adamının yaydığı keder havası biraz olsun dağılıyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıKargasabunu
- Sayfa Sayısı120
- YazarFaruk Duman
- ISBN9789750855467
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Güz Nehri ~ John Cheever
Güz Nehri
John Cheever
“Hiçbir şeyimiz yok, hiçbir şeyimiz! Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?” Fabrikalar, işçiler, bahisler, hipodromlar, jokeyler, simsarlar, kumarbazlar, işsizler, otel odaları ve gece kulüpleri…...
- Gülen Sakız Ağacı ~ Koray Avcı Çakman
Gülen Sakız Ağacı
Koray Avcı Çakman
Sizce çocukluk nedir? Gönlünce oyun oynamak, uzun yaz tatillerinin tadını çıkarmak, saatlerce çizgi film izlemek, uçurtma uçurmak, sorumluluktan uzak rahat bir yaşam sürmek… Bu...
- Koş Melos ve Diğer Öyküler ~ Osamu Dazai
Koş Melos ve Diğer Öyküler
Osamu Dazai
“Basit ve doğal olanı, dolayısıyla özlü, açık olanı hızla tek bir hareketle yakalayıp olduğu gibi kâğıda dökmekten başka şansım olmadığını düşünüyordum.” Çağdaş Japon edebiyatının...