Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Neden Çalışalım ki?
Neden Çalışalım ki?

Neden Çalışalım ki?

Kolektif

Farklı yaklaşımlar üzerinden çalışma meselesini ele alan Neden Çalışalım ki? alternatif bir toplumun olanaklarını inceleyen yazar ve sanatçıların makale ve illüstrasyonlarından oluşuyor. Çalışma kavramının…

Farklı yaklaşımlar üzerinden çalışma meselesini ele alan Neden Çalışalım ki? alternatif bir toplumun olanaklarını inceleyen yazar ve sanatçıların makale ve illüstrasyonlarından oluşuyor.

Çalışma kavramının tarihini, insanı masaya zincirleyen “iş kültürü”nü, modern dünyanın zorlu çalışma koşullarını ve vaat edilen boş zaman toplumunu mercek altına alan yazarlar ücretli işçiliğin özünde ahlaki bir değerinin bulunmadığı ve her ne kadar uzak görünse de hayatın daha farklı yaşanabileceği, hatta yaşanması gerektiği fikrinde buluşuyor.

İÇİNDEKİLER

GİRİZGÂHLAR
ÜCRETLİ İŞÇİLİĞİN ÖTESİNDE / NINA POWER 9
AYLAKLIĞA ÖVGÜ / BERTRAND RUSSELL 19
GEREKLİ İŞ, GEREKSİZ UĞRAŞ/ WILLIAM MORRIS 31
ÇALIŞMANIN SORUNLARI
SAATLERİN TİRANLIĞI / GEORGE WOODCOCK 53
ÇALIŞMA SORUNU / CAMILLO BERNERI 59
KÜREK SALLAMA SANATI / IFAN EDWARDS 89
SEFALETİ ÖLÇMEK / JOHN HEWETSON 99
ÜCRET SİSTEMİ / PETER KROPOTKIN 103
PİS İŞLERİ KİM YAPACAK? / TONY GIBSON 121
HÂKİM DÜŞÜNCE / VOLTAIRINE DE CLEYRE 131
ALTERNATİFLER VE GELECEKLER
ÜTOPYA ÜZERİNE DÜŞÜNCELER / SP 137
İSPANYA DEVRİMİ’NİN KOLEKTİFLERİ / GASTON LEVAL 143
“KENDİN İNŞA ET” HAREKETİNİN ÖNEMİ 149
AMERİKA’DA BOŞ ZAMAN KÜLTÜRÜ /
AUGUST HECKSCHER II 151
ÖTEKİ EKONOMİ: İSTİHDAMIN ÖTESİNDE İŞ OLANAKLARI /
DENIS PYM 161
ÜRETİM: İHTİYAÇ VE KÂR
FREEDOM GAZETESİNDEN BAŞYAZILAR, 1958-1962 183
DEVİR DEĞİŞİYOR
BUNAKLAR VE MORUKLAR, PUNK’LARI VE İŞSİZLİĞİ
TARTIŞIYOR / COLIN WARD 209
ÇALIŞMA VE HARCAMA EKONOMİSİNİN ÖTESİNDE /
JULIET SCHOR 215
KARANLIK VE SATANİK OFİS HÜCRELERİ: İŞ KÜLTÜRÜNÜ
PARÇALAMA ZAMANI! / CLAIRE WOLFE 241
BOŞ İŞ OLGUSU ÜZERİNE / DAVID GRAEBER 253
ÇALIŞMAK / prole.info 261
DİZİN 293

GİRİZGÂHLAR
ÜCRETLİ İŞÇİLİĞİN ÖTESİNDE
Nina Power

Günümüzde “iş” ne anlama geliyor? Asgari geçimimizi sağlamak dışında, herhangi bir işi yapmanın mecburi bir yanı var mı? Çağımızdaki ücretli işçiliklerin çoğu, neresinden bakılırsa bakılsın sıkıcı ve düşük ücretlidir. Bu işler sıklıkla istikrarsızdır; mesai saatlerinin bir sonraki hafta da korunacağı garantisi ya da sağlamcı işçilerin bekleyebileceği türden “ekstralar”, yani ücretli izin, emeklilik sigortası, herhangi bir “güvenlik” teminatı yoktur. Şimdilerde işçilerin büyük bir kısmı yarı zamanlı ya da sıfır süreli sözleşmelerle, en düşük ücretli işin dahi ertesi gün için garantisinin pek bulunmadığı koşullarda çalışıyor. Bununla birlikte, ücretli çalışmamak (elbette kenarda büyük miktarda paranız olmadığı sürece) neredeyse imkânsız hale geldi; işsizlere artık arsız “iş arayanlar” denirken, en inatçılarına da devlet Bilişsel Davranışçı Terapi tavsiye ediyor, üstelik bütün bunlar insanı yaşatmaya yetmeyecek paralar için yapılıyor. “Gayretkeş aileler” hem Muhafazakâr hem de İşçi hükümetleri tarafından ahlaki ideal olarak öne sürülüyor ve modern yaşama hâkim olan laikliğe rağmen çalışmak, hâlâ köklü bir dinî gereklilik olmayı sürdürüyor. Bu nahoş durumun alternatiflerini kurgulamamız hayati önem taşıyor. Neden Çalışalım ki? Boş Zaman Toplumuna Dair Savlar’daki metinler ilk bakışta ütopik ve uygulanamaz görünebilir.

Nitekim ne zaman çalışma karşıtı savlar öne sürülse, bilindik bir dizi tepkiyle karşılaşılır: Ücretli işlere girmezsek nasıl yaşayacağız? İnsanlığın, yokluğuna dayanamayacağı pis ama gerekli işleri kim yapacak? Çalışmayı ortadan kaldırırsak insanlar tembelleşip, öylece aylaklığa ve depresyona kapılmazlar mı? Bu soruların tamamı, bu kitaptaki metinlerde dile getiriliyor ve belki cevabını da buluyor. 1983’teki ilk baskının önsözünde editör Vernon Richards şu sözlere yer vermişti: “Sorduğumuz soru [neden çalışalım ki?] dünyadaki milyarlarca insanın dörtte üçü için retorikten ibarettir.” Richards, Batı’da ise başka bir hikâyenin hüküm sürdüğüne değinir: “Refah toplumlarındaki mevcut hizmetlerin ve endüstrilerin büyük bir kısmından, toplumu daha fakirleştirmeden feragat edilebilir.” Ardından basit bir test önerir: Hangi grevin hayatınızı daha çok aksatacağını bir düşünün; madencilerin mi yoksa Fleet Caddesi’ndeki1 matbaa çalışanlarının greve gitmesi mi? Çiftçilerin mi yoksa silah sanayisindeki işçilerin mi? Temizlik işçilerinin mi yoksa ticari varlık satışında çalışanların mı?

Solup Giden Bir Vaat

Ne var ki bu kitabın ilk baskısından bu yana tarihin makûs şekilde gösterdiği üzere, sanayi ve üretimin, malzeme ve insana değil, tam olarak hırs ve savaşa öncelik veren çalışma biçimleri uğruna sertçe kenara atılmasıyla işlevin yerini işlevsizlik aldı.

Son zamanlarda, “otomasyon” konusu –yani insan emeğine ihtiyaç duyulmadan işlerin ne ölçüde makinelerle yapılabileceği– çokça tartışılıyor ama bu aslında ilk anda aklımıza gelebileceğinden daha uzun süredir var olan bir tartışmadır. Richards, “robotlaşma”nın yalnızca “daha fazla işçiyi ıskartaya çıkardığı”nı dile getirir. Buna rağmen günümüzde mesai saatlerinde herhangi bir azalmayla sonuçlanmayan, tuhaf bir otomasyon birleşimi işler durumdadır: Pek çok insan, David Graeber’in makalesinde en uygun şekilde adlandırdığı “boş işler”i yapıyor:

1930’da John Maynard Keynes, yüzyılın sonlarında teknolojinin yeterli ölçüde gelişeceğini ve bu sayede Büyük Britanya ya da Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde haftalık mesainin 15 saate ineceğini öngörmüştü. Öngörüsünün doğruluğuna inanmamak için hiçbir neden yok; teknolojik açıdan bunu yapabilecek noktadayız. Ancak kimse bu adımı atmadı. Bilakis teknoloji hepimizi daha çok çalıştırmanın yollarını bulmak üzere seferber ediliyor. Bu doğrultuda verim açısından anlamsız işlerin yaratılması gerekti. Özellikle de Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da bir dünya insan bütün kariyerlerini, aslında yerine getirilmesi gerekmediğine gizliden gizliye inandıkları görevleri yerine getirmeye adıyorlar. Bu durumun yarattığı ahlaki ve ruhsal hasar çok derindir. Bu aslında müşterek ruhumuzun aldığı bir yaradır. Yine de hemen hemen kimse bu konunun bahsini açmıyor.

Teknolojiyi özgürleştirebilir miyiz yoksa daha basit bir yaşam şekline mi dönmeliyiz? Cep telefonu, dizüstü bilgisayar, çamaşır makinesi, araba gibi araçların olmadığı bir dünya hayal etmek, bunların küresel çapta eşitsiz dağılmış olmasına rağmen zordur. Yine de anarko-ilkelcilik, teknolojisiz yaşama dair bir bakış açısı sunar. Anarko-ilkelciliğin başlıca isimlerinden John Zerzan, tarihöncesinde yaşamın, Thomas Hobbes’un iddia ettiği gibi “pis, hayvani ve kısa” olmadığını, aksine hayli eşitlikçi ve huzurlu olduğunu öne sürer:

1960’ların ortasından bu yana antropologların tarihöncesine bakışında, kuramı da derinden etkileyen bir paradigma değişikliği meydana geliyor. Hâkim antropoloji görüşü, bir dizi sağlam arkeolojik ve etnografik araştırma temelinde, Hobbes çizgisindeki hipotezden vazgeçti. Medeniyet öncesi veya dışındaki hayat artık daha belirgin şekilde, hayvanların ve bitkilerin ehlileştirilmesi öncesindeki bir toplumsal varoluş olarak tanımlanıyor. Giderek artan sayıdaki kanıtlar, Neolitik Çağ’da yağmacı ya da avcı-toplayıcı varoluş biçiminden tarımsal hayata geçiş öncesinde pek çok insanın bolca boş vakti olduğunu, kayda değer bir cinsiyet özerkliği ya da eşitliğinin bulunduğunu, eşitlikçi ve paylaşımcı bir ahlak benimsendiğini ve hiç örgütlü suça rastlanmadığını gösterir.

Ne var ki pek çok Marksist ve modernist açısından sanayi, kamulaştırma, kölelik, teknoloji ve çalar saatten önceki prelapsarian2 bir dönem hayal etmek, olabildiğince kendine yeter bir düzen içinde “gözlerden uzakta” ya da dinî yahut din dışı komünlerde yaşayan kayda değer sayıda insanın varlığını göz ardı etmeseler de tamamen fantastiktir. Feminizm, özellikle de Marksist ve anarşist yorumlarıyla geleneksel “iş” tasarısını geliştirmiş ve genişletmiştir. Ücretli emek –yani bir maaş karşılığında işgücünü satmak– feministlerin de işaret ettiği üzere, gündelik olarak yapılan işlerin yalnızca ufak bir kısmını oluşturur. Her günü yeniden var etmek için gerek duyulan, çocuk doğumundan duygusal emeğe, temizlik ve yemek yapmaktan bebek bakımına, milyarlarca saatlik ücretsiz emek tarihsel olarak “toplumsal yeniden üretim” adıyla kadına atfedilmiştir ve kimi açılardan ırk ayrımına tabi tutulmuştur. Ferguson ile McNally’nin ifadesiyle:

Toplumsal yeniden üretim yaklaşımı, işgücüne dair anlayışımızı dönüştürür. Geleneksel Marksist analizlerde işgücü kapitalist üretimin halihazırda var olan doğal bir unsuru olarak kabul edilir. En iyi ihtimalle, doğal, biyolojik olarak belirlenmiş, yenileyici süreçlerin bir ürünü olarak görülür. Toplumsal yeniden üretimci feminizm, işgücünü toplumsallaştırarak, yani tarihe, topluma ve kültüre katılımını gün yüzüne çıkararak, işgücünün öylece kendiliğinden var olduğunu farz etmenin yanlışlığını ortaya koyar; işgücü yalnızca, sözümona özel alandaki dolaysız emek/sermaye ilişkisinin ötesinde var olan belirli birtakım cinsiyetçi ve cinselleştirilmiş toplumsal ilişkilerin hem içinde hem de onlar aracılığıyla yeniden üretilerek sermayenin hizmetine sunulur. Ayrıca bu yaklaşım, işgücünün sermayeye göre konumlandırılmasında –toplumsal yeniden üretimimizi, insani ihtiyaçlarımızı giderme ve hayatı yaşama arayışımızı bütün açılarıyla tanımlayarak– işgücünün birikim için elzem ancak aynı zamanda onun üzerine yük bindiren çelişkili bir unsur olduğunu (çünkü sermaye bunun bedelini maaş, sosyal haklar ve vergilerle dolaylı olarak öder) daha açık şekilde görmemizi sağlar.

Toplumsal yeniden üretimci feminizm, emek kavramını genişleterek ücretsiz işçiliği de dahil etmekle kalmaz, işyerindeki mücadelenin de kapsamını genişletir. Bir fabrikada işçilerin greve gittiğini ya da makinelere hasar verdiklerini hayal edebiliriz fakat bir “bakım grevi”ne gitmenin neye benzeyeceğini düşünmek, bunun korumasız insanları, yani bebekleri, çocukları, yaşlıları ve hastaları kaderlerine terk etmek anlamına gelip gelmediğini idrak etmek bambaşka bir şeydir. Üstelik teknoloji de toplumsal yeniden üretimin gerektirdiği işgücü modellerini tamamen otomatikleştiremez. Federici’nin, yaşlı bakımıyla ilişkilendirerek dile getirdiği gibi: “Kendi kendine yetemeyen yaşlıların ya da tıbbi yardıma muhtaç insanların ihtiyaç ve istekleri, onları yeniden üreten işe teknolojiyi dahil ederek yalnızca kısmen giderilebilir.”

FALC ve Evrensel Temel Gelir

Bu önemli feminist çalışmaya rağmen günümüzde yine de “Fully Automated Luxury Communism” (FALC)3 projesi kapsamında “tam makineleşme” çağrılarıyla etrafımız sarılmış durumdadır. Aaron Bastani’nin ifadesiyle, “tek ütopik talep, her şeyin tam makineleşmesi ve makineleşmiş her şeyin de ortak mülkiyeti olabilir.”

FALC coşkun bir heyecan hissi uyandırsa bile tam makineleşme, insanın gerçek ihtiyaçlarını göz ardı eden bir tekno-fantezi olarak kalıyor. Bebeklere ve yaşlılara robotlar pekâlâ bakabilir ancak bu cazip midir? İnsanın özgür iradesiyle girmeyi tercih edeceği etkileşimin keyfine ne olacak? Ya da arkadaşlığa? Sevgi, ilgi ve oyunbazlığa? Emeğin yoruculuğuna bir çözüm olarak tam makineleşmenin çekiciliğine eşlik eden bir kavram da yine bir nebze olanaksız sayılabilecek ama daha pratik bir önerme olan Evrensel Temel Gelir’dir (ETG). Bu fikirde bir ülkenin her vatandaşına asgari düzeyde hayat sürdürmesini sağlayacak bir gelir temin edilir. İdeal düzende, işsizliğin başlıca sancısı giderilmiş ve yoksulluk ortadan kaldırılmış olur. Bu düzende çalışmayı seçenler, kazançlarını temel gelirin üstüne ekleyerek yine çalışabilirler.

Hem solcu hem de sağcı hükümetler ETG’yi eşitlikçi ve özgürlükçü bir fikir olarak öne sürüyorlar. Bu kavrama son zamanlarda yeniden ilgi gösterilmesinin kısmi bir nedeni, makineleşmenin yarattığı korku olabilir. Bhaskar Sunkara’nın dile getirdiği üzere, “İnsanlar atıl kalmaktan korkuyorlar ve ekonominin de herkese istihdam sağlayacak şekilde yapılanamayacağı düşüncesi yayılıyor”, üstelik bir ETG projesi, en aşırı noktalardaki yoksulluk giderildikçe “toplumsal dayanışma” tesis edilmesini de destekleyebilir.

ETG, daha az çalışma çağrılarına pratik bir çözüm gibi görünmekle birlikte, yakın zamanda yeni neoliberal reformlar için bir kılıf olduğu yönünde birtakım eleştiriler de aldı. Dmytri Kleiner’in ifadesiyle, “Evrensel temel gelir gibi önermelerin pek çok solcuyu heyecanlandırmasının nedeni, bu kavramların ekonomik eşitsizliği ve onun toplumsal sonuçlarını kabul etmeleridir. Ne var ki ETG için öngörülen işleyişe daha dikkatli bakıldığında, sosyal programların ortadan kaldırılmasına ve sosyal hizmetlerin özelleştirilmesine siyasi bir kılıf oluşturmayı hedeflediği anlaşılır.” Ayrıca ETG özellikle konut gibi gerekliliklerin fiyatlarını da durduk yere yükseltebilir. Nihayetinde yoksullar yine kötü duruma düşebilir ve maluliyet gibi durumların yarattığı ihtiyaçlara yönelik maliyetli özel refah önlemleri ortadan kaldırılabilir.

Son zamanlarda ETG’nin teklif olarak sunulduğu İsviçre gibi ülkelerde tasarıya muhalefet eden sağ kanat, bu koşulların göçmenlere çok cazip geleceğini öne sürdü. Neoliberal ve sağ görüşten bir siyasi programda, ETG yalnızca ülkenin “vatandaşlar”ına sunularak, sınırları kapatmayı savunmak için kullanılabilir. Bu bağlamda, tüm ülkelerde koşulsuz bir temel gelir öneren Küresel Temel Gelir (KTG) önerisi daha radikaldir. Küresel Temel Gelir Vakfı bu gelirin başlangıçta günlük bir dolar olmasını öneriyor; elbette Küresel Kuzey’deki varlıklı ülkelerin vatandaşlarına bunun pek bir faydası olmayacaktır ancak vakıf bu sayede, günümüzde günlük bir dolardan düşük gelirle yaşayan bir milyar insanın çektiği aşırı yoksulluğun sona ereceğini öne sürüyor. Daha da köklü bir değişim için sömürgecilik, kapitalizm ve kölelikle insanlardan çalınan bütün topraklarla kaynakların yeniden tahsis edilmesidir.

Materyal ve mülklerin halka iadesi durumunda herkese yetip de artacak kadar kaynak olduğu aşikârdır. İnsanın emek gücünü satmak zorunda kalmadığı (ve paranın olmadığı), meşakkatli, anlamsız ve bitmek bilmeyen ücretli işçiliğin yerini hepten daha keyifli bir şeyin –her alanda gücümüzü ve kabiliyetlerimizi keşfedebileceğimiz insani faaliyetlerin– aldığı bir dünya hayal etmek hem kolay hem de zordur. Ücretli işçilik hepimizi belirli faaliyet ve rol kısırdöngülerine sokar ama insan faaliyetinin kâr üretimine değil de doğrudan hayatı idame ettirmeye yöneltildiği bir dünyada hem bir arada olma hem de bireysel güçlerimizi geliştirme kabiliyetimizi keşfe çıkabiliriz.

Makale Seçkisi

Neden Çalışalım ki? çalışma meselesini inceleyen farklı eleştirel yaklaşımları bir araya getiriyor. Aralarında bir kısmı daha ütopik ya da uzak görünebilir ama hepsinin de merkezinde hayatın daha farklı yaşanabileceği ve yaşanması gerektiği, ücretli işçiliğin özünde herhangi bir ahlaki değer bulunmadığı, hatta böyle işlerin genellikle hakiki zararlar meydana getirdiği fikri yatar.

Bertrand Russell, meşhur makalesi “Aylaklığa Övgü”de (1932), “Çalışma ahlakı, kölelik ahlakıdır ve modern dünyada köleliğe yer yoktur,” der. Tarihsel kölelik ile Russell’ın burada kullandığı mecazi anlam arasında keskin bir ayrım çizebiliriz ama şüphesiz ki Russell’ın hayal ettiği, ücretli işçiliğin olmadığı veya günün yalnızca küçük bir kısmında gerekli işlerin yapıldığı “aylaklık” ya da serbest zaman dünyasında, “yıpranmış sinirler, bitkinlik ve hazımsızlığın yerini mutluluk ve yaşam neşesi” alacaktır. “Kaçınılmaz işler ise serbest zamanı keyifli hale getirmeye yetecek ancak yorgunluk yaratmayacaktır… Mutlu bir yaşam sürme fırsatına erişen sıradan erkek ve kadınlar daha nazik, daha merhametli olacak ve başkalarına daha az şüpheyle yaklaşma eğilimi göstereceklerdir.” William Morris de 1885 yılında verdiği dersin “Gerekli İş, Gereksiz Uğraş” adlı notlarında hayatın “bezemeli” dediği tarafını, yani keyifli olduğu için isteyerek üstlendiğimiz işleri metheder. Yine Morris’in hayalinde de gerekli işler günün yalnızca küçük bir kısmını alırken geri kalanı her türden keyfe ayrılabilir.

Diğer metinler gerçekliğe ve emeğin tarihine odaklanmıştır. “Saatlerin Tiranlığı” (1944) yazısında George Woodcock belirli bir zaman ve ölçü mefhumunun icat edilmesiyle aslında “bizzat insanın kendisinin saate dönüştüğü” tekrarlı bir iş düzeni oluştuğuna işaret eder. Miktar, niteliğin yerini almıştır; makineleşmiş zamandan kurtulmak ise insanlığı yalnızca hükümdarlar ve yöneticilerden değil, zamanın kendisi gibi soyut kavramlardan da özgürleşmeyi gerektirir. Berneri “Emek Sorunu” makalesiyle, zararlı psikolojik ve fiziksel etkilerinin ana hatlarını ele aldığı yinelenen iş kavramına bir alternatif sunar. “Biliminsanları, düşünürler ve sanatçılar”ın halihazırda yaptığı işleri model alarak ürettiği bu alternatife “çekici iş” adını verir. Berneri özgürce seçilip baskı altında olmadan yapılan işi savunur ve “çalışma baskısının olmadığı ama çalışmak istemeyenlere de hiçbir sorumluluk yüklenmeyen” bir reçete önerir.

Ifan Edwards’ın “Kürek Sallama Sanatı” yazısı yazarın ağır işçilik yaparak geçirdiği günleri etraflıca anlatırken, John Hewetson“Sefaletin Ölçütü”nde (1954), statükonun yarattığı inanılmaz sefaleti incelemeye çalışır. Kropotkin’in “Ücret Sistemi” (1888) makalesi ücret meselesine farklı siyasi yaklaşımları gözden geçirip, “bireysellik ve otorite” yerine “komünizm ve anarşi” çağrısı yapar. Tony Gibson ise “Pis İşleri Kim Yapacak?” (1952) sorusuyla daha netameli meselelerden birini masaya yatırarak, sorunun kısmi olarak sözde istenmeyen işlere karşı takındığımız toplumsal tavırda yattığını ileri sürer. Öncesinde Morris, Berneri ve diğerlerinde de karşılaşılan, özgürlük tanımına insanın çalışmaya zorlanmamasının da dahil olması gerektiği fikrine katılan Gibson da, “Çalışmayı meşrulaştırabilecek tek unsur, ondan keyif almamızdır,” der ve bugün zorumuza giden işlerin dahi bir nevi oyun ya da eğlenceye dönüşmesi gerektiğini dile getirir. “Alternatifler ve Gelecekler”de karşınıza ücretli işçilik karşıtı çeşitli olumlu imgeler ve deneyler çıkacaktır. “Ütopyaya Dair Düşünceler”de (1962) SP, İsrail’deki kibbutz’ları inceler ve bu bölgelerdeki kolektif yaşam şeklinin, para, özel mülkiyet hatta yazılı kanunlar olmadan da “insanların gerçekten de yeni bir hayat tarzında yaşama yetisine sahip oldukları”nı ortaya koyduğunu söyler.

Gaston Leval’ın “İspanyol Devrimi’nde Kolektifler” (1975) hakkındaki yazısı da benzer şekilde, Aragon ve başka yerlerdeki kolektiflerin rolünü irdeler; özgürlüğün negatif bir özgürlük değil, “pratik eylemlerin bir parçası” olarak var olabildiğini tasdik eder şekilde bu kolektiflerin “evrensel dayanışma”yla bağlantısını vurgular. Diğer parçalarda “kendin inşa et” hareketi, boş zamanın ve dinlencenin ta Antik Yunan’dan beri süregelen pozitif bir kavram olması, işsizliğin “diğer ekonomi”si ve ücretli işçiliğin ötesinde servet üretimiyle bağlantısı tartışılacaktır. Son olarak da Freedom gazetesinin (1958-1962) başyazılarından, tam zamanlı istihdam kavramının eleştirildiği ve yaşamsal gereksinimlere erişimin bir hak olarak tanımlanması yönünde taleplerin dile getirildiği parçaları bir araya getirerek “Üretim: İhtiyaç ve Kâr” adlı bir derleme hazırladık.

Son makalenin son cümlelerinde ifade edildiği üzere, “Anarşizm daha iyi maaşlar, daha fazla aygıt ve tam zamanlı istihdam için verilen bir mücadele değildir. Anarşizmin mücadelesi, insana kendi zamanını nasıl harcayacağına karar verme özgürlüğünü kazandırmaktır. Zaman, para değildir; zaman, Hayat’tır.” Derlemenin yenilenmiş bu baskısında kitabın içeriğini biraz güncellemeye, aynı zamanda ilk baskıdaki cinsiyet yanlılığını kısmen düzeltmeye yönelik yeni içerikler de bulunuyor. Bunların arasında saygın sosyolog Juliet Schor’un 1990’da aşırı çalışmaya dair kaleme aldığı metinden bir parça, Claire Wolfe’nin bizi masalarımıza zincirleyip sefalete mahkûm eden “iş kültürü”nü yok etmemiz gerektiğini anlattığı “Karanlık ve Satanik Ofis Hücreleri” (2005) ve Voltairine de Cleyre’in, modern dünyada zorlu çalışma koşulları ile önceki çağlarda iş kavramı arasındaki farklar üzerine yazdığı denemesi yer almaktadır. Aralarına da çalışma karşıtı çizimler ve grafikler serpiştirildi. Çalışmanın ne anlama geldiği, onun eziyetli, sıkıcı ve baskıcı yönlerinden nasıl kaçınılacağı hakkındaki tartışmaların tarihi hem çok eskilere hem de daima bizi bekleyen geleceğe uzanır. Neden Çalışalım ki? farklı sorular soruyor ve parlak, iyimser yanıtlar sunuyor. Herkesin hem çalışırken hem de eğlenirken olabildiğince keyifli vakit geçirmesi dileklerimizle!

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Politika Sosyoloji
  • Kitap AdıNeden Çalışalım ki?
  • Sayfa Sayısı304
  • YazarKolektif
  • ISBN9786257118804
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviTellekt / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Praksis Sayı: 43 ~ KolektifPraksis Sayı: 43

    Praksis Sayı: 43

    Kolektif

    Tüm renklerin solduğu ümitsiz bir dünyada kalbinde filizlenen bir tohum, tek ümidin olsaydı ve en büyük korkularını alt edecek bir kuvvet bulsaydın içinde… Kime...

  2. LYS – Lise Ürünleri – Edebiyat Seti – 1/ Eğlenceli Öğretici Oyun Kartları ~ KolektifLYS – Lise Ürünleri – Edebiyat Seti – 1/ Eğlenceli Öğretici Oyun Kartları

    LYS – Lise Ürünleri – Edebiyat Seti – 1/ Eğlenceli Öğretici Oyun Kartları

    Kolektif

    “Bilgi kazandırır” Bilgiye ulaşmanın ilk koşulu, kaynağın elinizin altında olmasıdır ve magistra kartları bunun için üretilmiştir. Arkadaşlarınızla bir kart oyunu oynarken LYS ve okuldaki...

  3. Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi ~ Ateş Uslu,Bora Erdağı,Colin Hay,Ekrem Ekici,Elmar Altvater,Joachim Perels,Jürgen Hoffmann,Nobert Relah,Piers Beirne,Robert Sharlet,Ronnie Warrington,Sonja Buckel,Taner YelkenciMarksist Devlet ve Hukuk Teorisi

    Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi

    Ateş Uslu,Bora Erdağı,Colin Hay,Ekrem Ekici,Elmar Altvater,Joachim Perels,Jürgen Hoffmann,Nobert Relah,Piers Beirne,Robert Sharlet,Ronnie Warrington,Sonja Buckel,Taner Yelkenci

    Hukuk, egemen sınıfın çıkarlarıyla örtüşen ve onun sistematik şiddetini/iktidarını muhafaza eden bir toplumsal ilişkiler sistemi ya da düzenidir. P. İ. STUÇKA Sınıf egemenliğinin ve...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur