Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Operatöre Bağlanıyorsunuz 2
Operatöre Bağlanıyorsunuz 2

Operatöre Bağlanıyorsunuz 2

K. Kübra Berk

Basit bir telefon şakasının hayatınızı değiştirebileceğini öğrendiğiniz yetmezmiş gibi hayatınızın aşkını da size getireceğini söyleseler, ne yapardınız? Serce Sevinç “bir uçan tekme” olarak tanımladığı…

Basit bir telefon şakasının hayatınızı değiştirebileceğini öğrendiğiniz yetmezmiş gibi hayatınızın aşkını da size getireceğini söyleseler, ne yapardınız?

Serce Sevinç “bir uçan tekme” olarak tanımladığı aşkın, suratının tam ortasına patlamasıyla adeta şoka uğramıştır. Çünkü Ceyhun Çapkın çapkınlık sanatını konuşturmuş ve onu usta bir avcı gibi gafil avlamıştır. Zavallı Serce, kendini bir anda ilk buluşma randevusunda bulduğunda olayları ancak idrak edebilmiştir:

Evet, telefondan kendisine eşek şakası yapıp işinden kovulmasına sebep olan bu adama sırılsıklam âşıktır!

Bundan sonrası ise freni patlamış bir kamyon misali yokuş aşağı uçmaktır…

Hayatları bambaşka yollardan geçmesine rağmen, acaba bu iki genç aynı durakta buluşup birbirlerinin ellerini tutabilecekler midir? Ne Serce Sevinç ne Ceyhun Çapkın bu soruya net bir cevap verebilse de ikisinin de emin olduğu tek bir şey vardır:

Bu çılgın aşk insana roman yazdırırdı!

*

1

AŞKA ÇIKAN YOLDA BAYILMAK

Evet, sevgili dost. Yine ve yeniden buradasın; olmaktan korktuğun yerde! Bu hikâyenin bağımlılık yaptığını, anlatacaklarım bittiğinde akıl ve ruh sağlığının hiç de iyi durumda olmayacağını sana söylemiştim. Neyse ki sende merak, bende de anlatacak olaylar bitmez uzun bir yolculuğa daha hazırlan. Yaşadıklarımdan ve okuduklarından sonra biraz daha durulacağımı, sakinleşip pamuk misali hafifleyeceğimi düşünüyorsan sana da yazıklar olsun! Beni hiç tanımadın mı?

Madem su gibi duruldum, hayatımı yazınca neden hâlâ roman oluyor?

*

Her şey tam olarak nasıl mı başladı? Lunaparkta uzaktan bakıp yaklaşmaya bir türlü cesaret edemediğim, yere çakılacak gibi hızla savrulan trene bindiğim gün!

Onun, kalbimin ağzımda atmasına sebep olduğunu fark ettiğim ilk gün…

Bundan yaklaşık birkaç ay öncesine dek bu hayatın heyecanı meyecanı yok diyecek kadar berbat, sıradanlığa esir günlere sahiptim. Birbirinin aynısı olan sabahlara uyanıyor, aynı saatte kalabalık otobüse biniyor, aynı saatte iş yerinde oluyor ve mesaime başlıyordum.

Aynı insanlarla yüz yüze geliyor, eve gelince kedilerimi besledikten sonra aynı dizinin bölümlerini izliyor ve önceki günlerin aynısı olan yalnızlığıma kapılıp gidiyordum.

Ta ki ona dek… Ceyhun Çapkın’la tanışana dek.

Ceyhun Çapkın, Serce Sevinç’in bütün düzenini altüst etmiş ve “Kim bilir, belki hayatının altı, üstünden daha güzeldir,” dedikleri şeyi bizzat yaşamasına sebep olmuştu!

Ceyhun, dondurulmuş kalbimin çözülmesini sağlayan mikrodalga fırınsa ben de eriyip biten zavallı, paketlenmiş gıdadan başka bir şey değildim. Çünkü tam göğsümde korkunç bir çarpıntı vardı ve dışarıdan duyulacak diye ödümü koparacak kadar kuvvetliydi!

“Şey… Sen iyi misin?”

Karşımdaki adam biraz endişe, biraz da gizleyemediği heyecanıyla yüzüme bakarken tavrı, meraklı ve ilgiliydi. Yüzüme bakıp duruyordu ve ben nereye saklanabileceğimi düşünüyordum. Hayır! Kaçış falan yoktu. Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete cümlesindeki kıyametin tam ortasındaydım!

Dokuzuncu bardak suyu tek seferde diktikten sonra telaşla garsona işaret ettim.

“Bir tane daha alabilir miyim? Soğuk, lütfen!”

Garson, şaşkınlıkla başını sallayıp bardağımı götürürken Ceyhun, giderek artan bir dehşete kapılıyordu.

“Bu kadar su içen birinin bir süre sonra tuvalete gitmesi gerekmiyor mu? Serce, korkutuyorsun beni.”

Şişmiş karnımı ovalarken bu lanet olası sancının neden hâlâ geçmediğini düşünüyordum.

“Merak etme,” diye homurdandım karşımdaki tatlı adamdan gözlerimi kaçırmaya çalışırken.

“Nasıl etmeyeyim? Bir tuhafsın!” diye çıkıştı. Sonunda onun da sabrı kalmamıştı.

“İşeyeceğim diye korkuyorsan korkma!” diyerek ben de sesimi yükselttim.

Yan masadaki çift bize baktığında sesimin ayarını kaçırdığımı fark edip sustum. Bu sırada dağınık, siyah saçlarını sıkıntılı bir şekilde geriye atan Ceyhun, tatlı bir şaşkınlıkla ofladı.

“Kızım, ben onu mu diyorum? Vücuduna bir şey olur diye endişelendim. Böyle olacağını bilseydim oturalım diye seni bu kafeye sokmazdım!”

“Ben de bilmiyordum bu kadar susayacağımı,” diye mırıldandım ellerimin tersiyle pembeleşmiş yanaklarımın normale dönüp dönmediğini yoklarken.

Ceyhun aniden sırıttı. “Çok şirinsin.”

Sanki yedi ceddime küfretmiş gibi ayaklandım. “Bak, bir daha söylersen kalkarım demiştim!”

Ceyhun panikle ayağa fırlayıp beni omuzlarımdan tuttu, sandalyeme tekrar oturttu. “Tamam! Tamam dur, sakinleş. Demedim bir şey. Unuttum cidden.”

“Ne unutması? Bilerek yapıyorsun ya! Geç o ayakları. Utanmam hoşuna gitti.”

Gözlerimi tekrar ondan kaçırsam da Ceyhun bana odaklanmış, dikkatini dağıtmamaya çaba gösteriyordu.

“Yalan yok, çok hoşuma gitti.”

“Ceyhun!”

“Hemen celallenme,” diye gülümsedi. “Bunun bu kadar doğal bir tepki olması daha tatlı geldi.”

Kaşlarını çattı. “Ne bileyim, ben ilk buluşmada seninle kahveye falan gideriz diye planlamıştım.”

“Kahve mi?” diye şaşkınca sordum. “Ceyhun, ben Abbas ağabey miyim? Niye kahveye gideyim seninle?”

“Ya minik kuş, sen de beni çok geriyorsun, rahat olsana ya!”

En sonunda ikimizi de eskisinden daha gergin bir ortama soktuğumda Ceyhun da susmak zorunda kaldı.

İçimden kendimi tebrik ediyordum, artık kırmızı yanakları olan iki kişiydik ve Ceyhun, sayemde çok öfkeliydi.

Bu sırada fırsattan istifade edip biraz onu süzme şansı yakalamıştım.

Dağınık bıraktığı siyah saçları, ona çok yakıştığını düşündüğüm mavi ceketi, vücudunu saran siyah tişörtü, kemerli kot pantolonu ve en tatlısı da fotoğraftakilerden çok daha sempatik görünen suratı…

Yutkunup garsonun önüme bıraktığı diğer bardağı da diktim. Ceyhun, masanın öteki ucundan uzanıp engel olmaya çalışsa da ben çoktan hepsini bitirmiştim.

“Kızım, için mi yanıyor, anlamadım ki!”

“Günde en az iki litre su içmek çok sağlıklı diyorlar,” diye fısıldadım nefes nefese.

“Tamam da bir anda mı içmen gerekiyordu iki litreyi? Allah Allah!” diye keyifsizce homurdandı.

Bu işin ikisi falan kalmamıştı, ben o sınırı çoktan aşmıştım. Önüme Keban Barajı’nı koysalar, onu bile hüpletecek hâldeydim.

Garson tekrar masamıza yaklaşırken Ceyhun, çocuğa sertçe çıkıştı. “Kardeşim, kız patlayacak, hâlâ su getiriyorsun sen de! Bir uzaklaşır mısın ya? Lütfen!”

Garson kaçarcasına masamızdan uzaklaşırken Ceyhun’a doğru eğildim.

“Ceyhun! Yapmasana!”

“Ya Serce… Burnumdan geldi, yemin ederim. Her bardağa dehşetle bakıyorum. Yeter! Diken üstündeyim, içmiyorsun artık!”

Önümdeki su bardağını alıp sertçe yan masaya bıraktığında derin derin nefesler veriyordum. Karnımdaki sancının Ceyhun’un şirinliği mi yoksa içtiğim birkaç damacanalık su sebebiyle mi meydana geldiğini sorgular durumdaydım.

“Pardon, bakar mısınız?”

İnce bir sesle ikimiz de hemen karşımızdaki masaya baktığımızda, ağlayan bebeğini susturmaya çalışan bir anne, bize mahcubiyetle başını salladı.

“Yanlış anlamazsanız bir şey rica edecektim.”

“Ben bebeklerden hiç anlamıyorum,” diye çabucak savdım. “Kusura bakmayın.”

“Sanki ben çok anlıyorum,” diye tersledi Ceyhun. “Hemen kendini kurtarma peşindesin bakıyorum.”

“Ya Ceyhun, lafı nerenden anlıyorsun sen ya?”

“Serce…”

“Affedersiniz! Onu demeyecektim. Bebeğim gözünüzdeki lensten biraz korktu da… Gördüğünden beri susturamıyorum. Onu çıkarmanız mümkün mü acaba?”

İkimiz de şaşkınca sustuğumuzda aramızda yükselen tek ses, minik bebeğin tiz çığlığıydı. Zavallı, sahiden çok korkmuş olacak ki ağlayıp duruyordu. Annesi masada onu, bizi görmeyeceği şekilde oturtmaya çalışsa da nafileydi.

Minik bebek kafası koparcasına Ceyhun’un kedi gözü lenslerine bakıyordu.

Ceyhun telaşla, “Öyle mi oldu? Hemen hallediyorum. Çıkarıp geleyim!” diye ayaklandı. Ardından bana başıyla işaret edip lavabonun bulunduğu kata çıktı.

Ceyhun gider gitmez bebek sustu, bense miniğe sırıtıyordum. “O kadar haklısın ki…”

“Biraz garip bir lensmiş,” diye mırıldandı annesi. “Kedi gözü gibi.”

“Evet, evet,” diye başımı salladım. “Kedi gözü lensi diye geçiyor.”

“Öyle bir lens mi varmış? İlk kez duyuyorum.”

Kadın merakla başını sallarken ona hak verircesine onayladım. “Ben de daha öncesinde bilmiyordum. Ona ben sattım da oradan biliyorum.”

“Nasıl, anlayamadım?”

“Ay abla, o kadar uzun ki inanır mısın? Şimdi ben internet üzerinden müşteri hizmetleri biriminde çalışırken bu çocuk beni buldu, tamam mı? Sonra tutturdu, her gün seni arayacağım diye!”

Kadın hayranlıkla fısıldadı: “Sahi mi? Aman Allah’ım, ne kadar romantik! Sesinize mi âşık olmuş?”

Gözlerimi devirdim. “Yok be abla, eşek şakası yapmak için arıyordu.”

Kadın kaşlarını çattı, tam devamını anlatacağım sırada zavallı bebek yeniden çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Belli ki Ceyhun’un normal gözlerini görene dek içi rahat etmeyecekti.

Yavrucağın rüyalarına girip beşikte huzursuz etmeseydi bari!

Kadının daha çok kafası karışırken ben derin bir iç çekiyordum. “Vallahi ne yalan söyleyeyim, bebek de haklı; bana doğru eğilip bir şeyler sorduğunda ürkmedim desem yalan olur.”

“Demek benden ürktün.”

Ben farkında olmadan Ceyhun, bir anda masanın karşı tarafına oturduğunda irkildim. Bebek artık nihayet sustuğu için annesi bizden uzaklaşıp masasına döndü ve ben karşımda bir adet Çapkın ile baş başa kaldım.

“Yok canım, ne korkacağım,” diye öksürdüm hafifçe. “Lafın gelişi.”

Ceyhun karşı taraftan uzanıp dibime girdiğinde yüzü yüzüme çok yakındı. “Bu kadar yakından bakınca mı korktun?”

“Ne yapıyorsun? Otursana yerine ya,” diye homurdandım elimle hafifçe yüzünü itip.

Gözleri… Ah, rengini tarif etmem bile mümkün görünmüyordu. Cam gibi parlayan, yeşil ve mavi arasındaki o hoş gözlerine bakarken çaresizce yutkundum.

Belki de o garip kedi gözü lensleri kalsa daha iyi olurdu. Kalp ve akıl sağlığım açısından…

“Ne oldu?” diye mırıldandı çapkınca gülerken.

“Hiç,” diye fısıldadım. “Çekilsene dibimden.”

“Niye? Kalbin mi durdu yoksa?”

“Ceyhun,” diye homurdandım.

Kıvrak bir hareketle masanın üzerinden uzandı ve hiç yapmaması gereken bir şey yaparak yanağıma dudaklarını bastırdı. Zaten pembeleşen tenim, bu defa daha fazla yanmaya başlarken Ceyhun gülerek geri çekildi.

Dudaklarını yalarken mırıldanıyordu: “Tahmin ettiğim gibi… Çok tatlısın.”

Birisi karnıma iki metrelik sivri bir kılıç saplamış da orada çevirip duruyormuş gibi hissederken iki büklüm olmamak için parmaklarımı vücuduma bastırdım. “Sus!”

“Neden? Seni çok mu etkiliyorum?”

“Lütfen, sus!” diye çıkıştım sıktığım dişlerimin arasından. “Karnım çok fena.”

Ceyhun’un keyifle gülen suratı, benim giderek renkten renge giren tenimi fark edince ifadesiz bir hâl aldı. “Serce?” diye sordu oturduğu yerde dikleşirken.

Bense parmaklarımla dudaklarımı kapatıyordum. “Çok kötüyüm.”

“Serce, iyi misin sen? Yüzün…”

Ceyhun cümlesini tamamlayamadan telaşla göbeğimi sıkan eteğime yapıştığımda durumun vahametini kavradı. Ben neredeyse her an bayılacakmışım gibi soğuk terler dökmeye başlamış, panikle eteğimi gevşetmeye çalışıyordum.

Ceyhun çabucak oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. “Gel, bir tuvalete gidelim.”

“Yok!” diye çıkıştım telaşla. “Öyle değil.”

“Serce, karnına bak! Buluştuğumuzda böyle değildi.”

“Ceyhun, öyle değil diyorum ya,” diye homurdandım ellerimle terleyen suratıma hava yaparken.

Bu, tuvalete gidince geçecek bir şey falan değildi. Karnımın en derinlerinden bir şeyler sancıyordu. Artık ovalamak da etki etmiyordu çünkü çok sıkışmıştım, berbat hâldeydim.

“Kim dedi, o kadar suyu iç diye? Al işte! Hastalandın!”

“Ya sen konuşacak mısın başımda böyle!” diye mırıldandım ağlarcasına.

“Tamam,” dedi çabucak. Bir çözüm üretmeye çalışıyordu, garsona eliyle bir şeyler işaret edip bana doğru eğildiğinde olayların hızına yetişemiyordum.

“Eteğinin bir düğmesini açalım mı?” dedi çaresizce. “Rahatlatır belki…”

“Gerek yok!” diye hemen cevapladım. “Ben gevşetmeye çalışayım biraz.”

“Kızım, hâlâ inat ediyorsun! Kötü durumdasın, baksana!” diye çıkıştıktan sonra alnına düşen saçlarını sıkıntıyla geriye itti. “Merak etme, halka açık alanda niyeti bozacak değilim!”

Sözleriyle kendimi daha kötü hissederken zihnimdeki düşünceleri kovmaya çalışıyordum. Hayır… Hayır, düşünme! Çok daha kötü oluyorsun, yapma Serce!

“Beyefendi? Taksi çağırdım, aşağıda sizi bekliyor.”

“Sağ olun.”

Ceyhun, elini belime atıp beni kaldırmaya çalıştığında dudaklarımdan kaçan hafif çığlıkla  yürüyemeyeceğimi fark etti. Aman Allah’ım! Resmen az evvel alay ettiğim şeyi yaşıyordum.

Şuracığa işeyecektim!

“Kucağıma alayım seni, merdivenleri inemezsin.”

Ben mâni olamadan Ceyhun beni dikkatle kucağına aldı ve merdivenleri inmeye başladık. Bense onu ve kendimi düşürdüğüm durum karşısında şaşkın ve çaresizdim.

“Hesabı ödemedik,” diye inledim acıyla.

“Serce, bir dur Allah aşkına, hallettim onu. Taksiye dikkatli bin.”

Ceyhun benden daha da beter hâldeydi, resmen beni tutan elleri titriyordu!

Çocuğun başına bela olmaktan başka bir şeye yaramıyordum.

“Tamam mı, iyi misin?” diye sordu endişeyle.

Bu ilgili hâli, ağrımı daha çok artırıyordu.

“İyiyim de öyle bakma gözünü seveyim.”

“Tamam, tamam, bakmadım! Bir şey de demedim. Sakinleş.”

Ceyhun telaşla kapımı kapatıp ön koltuğa oturdu ve şoföre hastaneyi tarif etti. Adam hızla arabayı çalıştırıp caddeye çıktı.

İlk buluşmada heyecandan dokuz bardak su içtiği için baygınlık geçiren Serce Sevinç… Sana diyecek bir şey bulamıyordum, bu hangi seviyeydi?

Arka koltukta hastaneye giderken hayatımı sorguladığım evredeydim. Bunu neden yapmıştım?

“Sağ olasın, ağabey, sağa çek sen.”

“Yardım edeyim mi, delikanlı?”

“Yok ağabey, sen yaklaşma, aman diyeyim. Serce biraz tuhaf da.”

Taksici, hayretle arka koltuğa yığılan bedenime bakarken ben, ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırıyordum. “Neyim tuhaf benim, Ceyhun? Çekil ya, dokunma sen de!”

“Ya kızım, bir dur sırası değil, sonra atarsın tribini!”

“Ben trip atmıyorum!” diye çıkıştım. “Tuhaflık bulaşır şimdi sana, uzaklaş benden!”

Ceyhun, bir saniye bile dinlemeden arka koltuğa eğildi ve beni tek hamlede kucağına aldı.

“Ulan, ben normal olsam seninle ne işim olur zaten? Sen de bilmiyormuş gibi konuşma!” diye iç çekti.

Doğru söze ne denirdi ki? Beni keklemek için aradığı ilk gün, kaderini kendi elleriyle yazmıştı. Ceyhun ve ben normallikten oldukça uzak, saçma bir döngüye kapılmıştık.

“Acile girelim,” diye gözlerini kıstı hastaneyi incelerken. Hızlı adımları, ciddiyetle kıstığı gözleri, beni sıkıca tutan kolları…

Baktıkça bir daha bayılasım geliyordu.

“Senin de gıdığın varmış,” diye mırıldandım aşağıdan onu izlerken.

Ceyhun bana yanıt vermek yerine çabucak hastaneden içeri girdi. İlk gördüğü hemşireye seslenirken sesi endişeliydi. “Bakar mısınız?”

Kısa süre sonra bir sedyeye yatırılmış, götürülüyordum.

“Doktor Bey şimdi geliyor. O sırada bana karnınızdaki şişkinlikle ilgili bilgi verebilir misiniz?”

Ben ağrı içinde kıvranırken Ceyhun stresle ofladı. “Su içti.”

“Su mu? Bütün şişkinlik sudan mı?”

“Yok, öyle değil… Bayağı içti. Durduramadık ki!”

Hemşire düşünceli bir tavırla başını salladı. “Ultrason falan çektirecek miydiniz peki? O yüzden mi içti? Yani genellikle kontrollerde ultrasonografi için-”

“Hayır, hanımefendi!” diye çıkıştı Ceyhun. “Bildiğiniz hiç sebep yokken bir damacana su içti bu kız! Dedim bir şey olacak diye, dinleyen kim?”

“Anlıyorum,” diye mırıldandı zavallı kadın. Sonra hafifçe bastırmak için ellerini karnıma doğru uzattı. “Sadece karın bölgeniz ağrıyor, değil mi?”

“Dokunmayın!” diye inledim. “Sakın dokunmayın!”

“Tamam, merak etmeyin, birazdan ağrınız kesilecek.”

Doktor geldikten sonra Ceyhun’u apar topar dışarı çıkardılar ve zavallının endişeli suratı, aramıza kapı kapanmadan önce gördüğüm son şey oldu. Sonrasında yaklaşık yarım saat, hastane kokusundan başka hiçbir şeyi algılayamadığım korkunç dakikalardan ibaretti.

Ağrıyı sonlandırdıklarında hemşire, beni en yakın tuvalete götürmeyi teklif etti ve Ceyhun’un bizi göremeyeceğini bilmenin verdiği rahatlıkla bunu kabul ettim.

İlk buluşmada tuvalete girip oradan çıkmayan kız imajı vermeyeyim diye diretirken hastanelik olmuştum. Bundan daha fena ne olabilirdi ki?

“İşlemleriniz tamam, Serce Hanım. Çıkışınızı yaptırabilirsiniz.”

“Çok teşekkürler,” diye minnetle başımı salladım. “Gidebilirim, değil mi?”

“Evet. Sancınız yok, değil mi?”

“Yok, yok!”

Kendimi acilden dışarı atabildiğimde Ceyhun, kapıda volta atarak beni bekliyordu. Sanki hayati bir tehlikem varmış gibi gerilmesi, kalbimi yumoş yumoş yapmıştı.

“Serce!” diye atıldı. “Tamam mı? Doktor bir şeyi yok dedi ama emin olamadım. İyisin değil mi, minik kuş?”

Sakince başımı salladım. “İyiyim.”

“Haydi, hemen dinlenmen lazım. Eve gidiyoruz.”

Vicdan azabı beni mahvediyordu. “Yok, ben giderim. Hemen şuradan otobüsüm geçiyor zaten. Sen gelme.”

Ceyhun, o güzel gözlerini öfkeyle kısıp beni çabucak reddetti. “Olmaz! Ben de geleceğim. Eve sağ salim girdiğini görmeden gidemem.”

“Ceyhun, bütün gününü aldım zaten!” diye çıkıştım. “Çok kötü hissediyorum. Gerçekten iyiyim, ben kendim gideceğim.”

Hastanenin önünde benimle tartışmak yerine yeniden bizim için bir taksi durdurdu ve hızla koluma dokunup beni kendine doğru çekti.

Şimdi yüz yüzeydik, bedenlerimiz hafifçe birbirine temas etti.

Tam gözlerime bakıyordu. “Ben bugünü zaten sana ayırmıştım.”

Dudaklarımı aralayıp itiraz edecek gibi olduğumda beni susturdu.

“Yarını da…” diye devam etti. “Sonraki günü de… Sonrakini de… Anlatabiliyor muyum?”

Eh, madem hastaneye gelmiştik, bir koşu komalık olup geliverseydim.

“A-Anladım,” dedim söyleyecek bir şey bulamayıp başımı sallarken. “Bineyim o zaman ben.”

Ceyhun bana tatlı tatlı gülümsedi. “Bin o zaman.”

Kendimi yeniden taksiye attım ve adresi verdiğim andan itibaren hiç konuşmadığımız yirmi dakika geçirdik. Neyse ki utanç duyabileceğim bütün anları yaşamış ve mahvedebileceğim daha kötü bir durum kalmamıştı da bu defa oldukça rahattım.

Taksi evimin önünde durduğunda Ceyhun’dan önce davranıp parayı ödedim ve çabucak aşağı indim. Koşarcasına apartmana yürürken Ceyhun’un hızlı adımlarının sesini duyuyordum.

“Serce, bir dursana! Kaçıyor musun?”

“Doktor dinlenmemi söyledi ya!” diye telaşla anahtarı çıkardım.

“Ceyhun’u da kendinden en uzağa fırlat dedi herhâlde! Ne bu acelen? Beklesene!”

Ben apartmanın kapısını açarken o da çoktan yanıma gelmişti.

“Ne yapacağız biz seninle?” diye iç çekti. Galiba bugün onu fena hâlde yormuştum.

“Ben ilk buluşmamızı hiç böyle hayal etmemiştim,” diye itiraf ettim kısık bir sesle.

Ardından ikimiz de sakin adımlarla giriş kattaki dairemin önüne geldik.

Ceyhun omuzlarını düşürüp, “Ben de,” diye itiraf ettiğinde bir süre bakıştık ve dayanamayıp aynı anda deli gibi gülmeye başladık.

Karın ağrımın geçmiş olmasının verdiği rahatlıkla kendimi iyice salarken Ceyhun’un güldükçe daha da sempatik bir hâl alan çehresinden gözlerimi alamıyordum.

“Kapıda kaldık,” diyerek beni uyardı. Kaşlarıyla arkamdaki kapıyı işaret ediyordu.

Ve o tehlikeli andaydık… Onu içeri davet edecek miydim? Yoksa yollarımız burada ayrılıyor muydu?

Bu bizim ilişkimiz için pek de şaşılacak bir durum sayılmazdı. Ne de olsa Ceyhun, bir hız treninden farksız olarak hayatıma dalmaya alışmıştı.

“Tamam, düşünme bu kadar,” diye gülümsedi. “Girmem ben.”

Aniden, “Yok!” diye atladım. “Ondan değil.”

Ceyhun, paniklediğimi fark etmiş, daha çok sırıtıyordu. “Zaten davet etmedin. Zorla dalmam içeri.”

“Olur mu öyle şey?” dedim, tuzağına düştüğümü bilsem de elimden başka bir şey gelmemişti. “İstersen gel. Seni de çok yordum.”

Benim yüzümden hastaneye gelmiş olmasını kaldıramıyordum.

Ah, sadece o mu? Bana karşı bu kadar ilgili, tatlı, sempatik olmasını hiç kaldıramıyordum!

“Çok ısrar ettin. Geleyim o zaman.”

Ben daha müdahale edemeden Ceyhun, açtığım kapıdan içeri giriverdi. Nutkum tutulmuş bir hâlde onun bu rahatlığını izlerken beni nasıl kandırdığını geç fark edebildim.

“Çakal,” diye fısıldadım arkasından. “Nasıl da inandırdı beni masumiyetine.”

Tam arkasından kapıyı kapatacaktım ki birinin kapıyı tıklatmasıyla irkildim. Şaşkınca kapıyı tekrar araladığımda, geçen gün beni uyaran üst komşulardan biri tam karşımda dikiliyordu.

“Hanım kızım, bakar mısın?”

“Buyurun?” dedim şaşkınca. “Bir sorun mu vardı?”

Ellerini beline koyup başını salladı. “Var!”

Kaşlarım kendiliğinden çatılırken kapıyı iyice araladım, merakla sordum:

“Anlamadım, sorun nedir?”

“Sen, geçen gün kediye dokunamam falan diyordun! Ama biz, bu kamera kayıtlarına bir baktık. Sen basbayağı kara kediyi kucaklayıp evine sokuyordun!”

“Aaa!” diye şaşkınca inledim. “Ben mi?”

Ceyhun duymasın diye kapıyı iyice kapatırken karşımdaki Sherlock teyzenin gitmeye hiç niyeti yok gibiydi.

“Kendi gözlerimle gördüm,” dedi.

“Miyop falan olmayasın? Hipermetrop?”

“Kızım, alay mı ediyorsun bizimle? Sen bizi kandırmışsın basbayağı!”

“Astigmat…” diye mırıldandım.

Kadının sesi yükselince sakin kalabilmek için kendimi zorladım ancak nafileydi, nuh diyor peygamber demiyordu.

“Teyzeciğim, o durum öyle değil, bir dakika izin verirseniz açıklayayım.”

“Kızım, hiç boşuna çeneni yorma! Biz-”

“Miyaav.”

Ve o anda evren, her şeyin tam da olmaması gerektiği gibi olması için çabalamış olacak ki Haseki, bir anda bembeyaz tüyleriyle kapımda, bacaklarımın arasında belirdi.

Kadınla beraber şaşkınca kediye baktık.

Bu, odasında yattığı yerden kerpetenle söksem de kalkmayan kedim miydi?

“İhanetin bu kadarı!” diye haykırdım. “Sana da yazıklar olsun!”

Kadın şaşkınca ayaklarımın dibine bakıyordu. “İnanamıyorum, her şey ortada işte, kızım! Sen bizi ayakta uyutmuşsun!”

Çabucak atıldım. “Tamam da siz, siyah kedi demediniz mi?”

Kadını afallatmıştım. “E-Evet.”

Haseki’yi gösterdim. “Bu beyaz.”

Kadıncağız kısa devre yapıverdi. “Ne?”

“Sizin gördüğünüz ve beni suçladığınız şey yine yanlış oluyor yani!”

Kadın yemi yutmadı ve çenesini dikleştirip merdivenlere yöneldi. “Ben onu bunu bilmem, kızım! Dürüst olmayan tavrını ve bu rengarenk kedileri ev sahibin Makbule’ye açıklayacağım. Bakalım, o ne diyecek? Kendisi, bu konuda son derece titiz ve netti.”

Bana parmağını salladı. “Ve seni uyardığını hatırlıyorum.”

“Başka işiniz yok, bütün apartman toplantılarında kedileri konuşuyorsunuz!” diye kendimi tutamayıp haykırdım. “Hayvan sevmeyeni gördüm de bu kadarına ilk kez şahit oluyorum! Ama bir şey diyeyim mi?”

Ben de onun gibi çenemi dikleştirdim. “Sizin şu ortalığı birbirine katıp binanın bir yerlerini kıran torunlarınızdan çok daha uslu benim kedilerim! Kimseye de zararları yok!”

Kadın şaşkınca bana bakarken kapıyı suratına çarparak kapattım. Derin derin nefesler verirken ev sahibi bana problem çıkardığında ne halt yiyeceğimi düşünüyordum.

Ve tam o bakışma anında aklıma bir şey geldi…

Ceyhun!

“Hiih! Adamı unuttuk! Ceyhun? Neredesin?”

Telaşla oturma odasına koştuğumda Ceyhun’un, ellerini hafifçe iki yana kaldırmış, put gibi hareketsizce salonda dikildiğini gördüm. Donakalmıştı.

“Serce, burada biri var,” diye mırıldandı. Son derece gergindi.

Gözlerini takip edip baktığı yere ulaştığımda ufak bir çığlık attım. “Ay! Haydut o!”

“Serce,” diye yutkundu Ceyhun.  “Niye bana katil gibi bakıyor?”

“Ya Ceyhun, kaç kere katil gördün sanki hayatında?” diye homurdandım Haydut’a doğru giderken. “Onun bakışları hep öyle. Çok tatlı bir şeydir normalde.”

“Belamı sikecekmiş gibi bir hâli var.”

Ağzımdan ufak bir kahkaha kaçtığında eğilip Ceyhun’un karşısında kuyruğunu dikmiş, bekleyen Haydut’u kucağıma almaya çalıştım.

“Gel bakalım, küçük şeytan…” Haydut bana hırladı. Şaşkınca kirpiklerimi kırpıştırdım. “Haydut?”

Bana yanıt vermeden hırlamaya devam ederek Ceyhun’a doğru ürkütücü bir adım attı. Bu sırada Haseki Hazretleri de odaya girmiş, Ceyhun’un bacaklarına yanaşmış, başını sürtüyordu.

“Aaa, dengesizlere bak! Haseki, sana ne oluyor, yanımıza hiç gelmezdin?” diye çıkıştım.

Haseki beni dinlemeyip kendini Ceyhun’a sürterken zavallı adam hareket edemiyordu.

“Kızım, kedilere fısıldayan kadın mısın sen? Alsana şu kara kediyi karşımdan!”

“Hayır! Sakın öyle şeyler söyleme ona, olumsuz enerjiyi hemen alır Haydut!” diye uyardım.

Ardından bir kez daha tehditkâr bir şekilde Ceyhun’a doğru yürüyen ufak kediyi kucağıma almaya çalıştım. Kısa bir meydan savaşından sonra Haydut’u kucaklayabilmiştim.

Ceyhun derin bir nefes verip ceketini çıkardı, terlemişti. “Oh be!”

“Bu da böyle bir kedi işte. Evin erkeği modunda takılıyor.”

“Kızım, ne kedisi, canavar gibi bir şey bu!”

Ben Haydut’u odasına götürmek için yanından geçerken Ceyhun’a doğru öfkeyle hırladı. Ceyhun, birkaç adım geriye gidip koltuğa oturduğunda Haseki, onun kucağına tırmanıyordu.

“Şu yellozu görüyor musun?” diye fısıldadım Haydut’un kulağına. “Nasıl da sattı bizi. Yakışıklı prens gelsin diye bekliyormuş yıllardır o odada!”

Haydut öfkeyle miyavlarken ihaneti kabullenemediğini görüyordum.

“Ben şimdi sana sevdiğin mamadan getireceğim. Tamam mı, ponçiğim? Biraz oyun oyna bakalım.”

Haydut bu defa fazla ses çıkarmasa da hâlinden memnun değildi. Kapıyı kapatıp onu odasına götürdükten sonra yeniden Ceyhun’un yanına döndüm.

Haseki onun boynuna tırmanmış, yüzüne doğru başını sürtüyordu.

“Yok artık!” diye çığlık attım.

Haseki ile gayet iyi anlaşarak onu okşayan genç adam şaşkınca bana döndü. “Ne oldu?”

“Bu kadarına da pes! Bu kedi normalde ayağa bile kalkmaz, biliyor musun?” diye çıkıştım.

Ardından öfkeli bakışlarımı Haseki’ye dikerek yanlarına oturdum. Sağ olsun, Ceyhun’un bana doğru bakmasına bile müsaade etmeden onu yalayıp duruyordu.

“Bu ne kadar cana yakın bir şeymiş,” diye gülümsedi her şeyden habersiz zavallı Ceyhun… “Diğeri beni öldürecek gibi bakıyordu.”

Sonra kinlenmiş gibi kaşlarını çattı. “Koltuğa oturmama bile izin vermedi.”

“O biraz şeydir…” diye mırıldanırken hemen yanımda duran telefon çalmaya başladı ve sözüm yarıda kaldı. Gözlerim istemsizce Ceyhun’un dibimde duran telefonuna kaydı ve ekrandaki isme dehşete kapılarak baktım.

“Hazal arıyor,” diye düz bir sesle konuştum. Sesim aniden buz kesilmişti.

“Kim?”

Ceyhun eğilip telefona bakmak istese de Haseki müsaade etmiyordu. Ceyhun hafifçe kıkırdayıp yeniden onun beyaz tüylerini okşamaya başlarken bana doğru seslendi:

“Meşgule atsana. Rahatsız edip durmasınlar.”

Büyük bir keyifle Hazal’ın aramasını reddettiğimde, içimde intikam ateşiyle yanıp tutuşan bir yerlerin zaferle sırıttığını hissettim.

“Ben kahve yapacağım. İster misin?”

Ceyhun, Haseki’yle oynarken gülerek başını salladı. “Olur…”

Mutfağa yönelen adımlarım tam o an duraksadı. Çünkü eş zamanlı olarak bir kez daha kapım tıklatıldı ve bu defaki az önceki kadar sakin değildi.

Açmadığımı fark eden kişi, kapıyı resmen yumrukladı. “Serce! Aç şunu!”

Ceyhun’un ayaklandığını, bir anda yanı başıma geldiğini fark ettim. Ben müdahale edemeden kapıya doğru atıldı.

“Kim bu? Neden bağırıyor?”

“Ceyhun bir dakika, ben bakayım.”

Yumruklanmaya devam eden kapıya gerilmiş bir surat ifadesiyle yaklaştığında her şey için çok geçti. Ceyhun bütün sempatikliğinden arınmış, dümdüz bir suratla kapıyı sertçe açtı ve ben karşımdaki manzara karşısında âdeta şok oldum.

Ayakta dahi duramayacak kadar sarhoş olan Tanju kapıma yaslanmış, tam gözlerime bakıyordu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli) Romantik
  • Kitap AdıOperatöre Bağlanıyorsunuz 2
  • Sayfa Sayısı432
  • YazarK. Kübra Berk
  • ISBN0102000169
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviEphesus / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Unutulmuş Kuşlar Göğü 1 ~ K. Kübra BerkUnutulmuş Kuşlar Göğü 1

    Unutulmuş Kuşlar Göğü 1

    K. Kübra Berk

    Evera Alfen ya da yalnızca Era. Bu genç kızın yaşadığı toprakların yer aldığı Yuva’da kurallar basittir: Ormana adım atma. Sınırları sakın geçme. Öncü’ye bağlı...

  2. Operatöre Bağlanıyorsunuz ~ K. Kübra BerkOperatöre Bağlanıyorsunuz

    Operatöre Bağlanıyorsunuz

    K. Kübra Berk

    Bir telefon şakası hayatınızıen fazla ne kadar değiştirebilir? Birçok insan için önemsiz gibi görünen bir telefon şakası,Serce Sevinç’in hayatını tepetaklak etmiştir. Serce bir internet...

  3. Rüzgâra Dokunmak ~ K. Kübra BerkRüzgâra Dokunmak

    Rüzgâra Dokunmak

    K. Kübra Berk

    Siz her şeyi geride bıraktığınızı düşünmenize rağmen, geçmişin izlerinden kaçmak ne kadar mümkün? Rüzgâr Ulu, asistan doktor olarak çalıştığı hastanede sıradan bir hayat süren...

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

  1. Kölelik Dönemeci ~ Kemal BilbaşarKölelik Dönemeci

    Kölelik Dönemeci

    Kemal Bilbaşar

    Kölelik Dönemeci, 18. yüzyıl sonlarında ata yurtları Kafkasya’da Kırım hanlarına bağlı olarak özgür bir yaşam süren Abhaz ve Adıga Çerkeslerinin, romanda bütün renkleriyle dile...

  2. Aşk-ı Lâl ~ Sebahattin CeylanerAşk-ı Lâl

    Aşk-ı Lâl

    Sebahattin Ceylaner

    Yana yakıla arayışlardan geçip yanmak derdine düşen iki yarenin hayatı… Yanmak , ancak tek bir ateşle mümkün. Peki; yanmak mıdır çare, yoksa yana yakıla...

  3. Âdeta Hayal ~ Lale TaraÂdeta Hayal

    Âdeta Hayal

    Lale Tara

    Eski yeni çehreler, çoğu da tanıdık simalar birer birer zihnimde canlanırlarken esmer güzeli kızın sesi kulaklarımda yankılanıyordu. “Ben hayallerin terzisiyim. Kumaşları özenle seçer, düşlerimle...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur