Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Rüzgâra Dokunmak
Rüzgâra Dokunmak

Rüzgâra Dokunmak

K. Kübra Berk

Siz her şeyi geride bıraktığınızı düşünmenize rağmen, geçmişin izlerinden kaçmak ne kadar mümkün? Rüzgâr Ulu, asistan doktor olarak çalıştığı hastanede sıradan bir hayat süren…

Siz her şeyi geride bıraktığınızı düşünmenize rağmen, geçmişin izlerinden kaçmak ne kadar mümkün?

Rüzgâr Ulu, asistan doktor olarak çalıştığı hastanede sıradan bir hayat süren genç bir kadındır.
Ta ki kapısının önünde, birtakım saplantılı aşk notları bulana dek… Bu korkunç notlarla beraber zihnine şüphenin ilk tohumu düşer ve geçmişin kirli izlerinin peşini bırakmadığını fark eder.
Mavi Gece’den tanıdığımız Emir ve Gece’nin de yer aldığı romanda Rüzgâr artık ılık bir melteme değil, fırtınaya dönüşmek zorundadır.
Peki, Mavi Gece’nin Tuna’sı bu fırtınanın oluşumunda nasıl bir rol oynayacaktır?
Bu kitapta kendi kaderini şiddete teslim etmeyen güçlü bir kadının hikâyesini okuyacaksınız.

Birine sıkıca sarılmak canını acıtmadığında güzeldir.
Kemikleri kıran sevgi, artık sevgi değil, sevgiye ihanettir.

*

Bölüm 1: Korkma

“Korkma!”

Korkunç bir çığlık kulaklarımı tırmalarken bir kez daha tüm gücümle haykırdım: “Pes etme! Yapacaksın!”

Karşımda öylece yatan zavallı kadın kan ter içinde kalmıştı, acıyla kıvranmasını izlerken tıpkı onun gibi benim göğsüm de hızlı nefeslerle inip kalkıyordu.

“Yapamıyorum. Yapamayacağım…” dedi âdeta ağlarcasına. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti, bedeni öyle çok kasılmıştı ki paniğe kapılmamak için dişlerimi sıkarak bir kez daha yüzüne doğru eğildim. Kontrolümü kaybetmenin hiç sırası değildi.

“Beni duyuyor musun? Evet… Derin nefesler al. Duyduğunu biliyorum. İşte böyle… Yapabilirsin, inanıyorum.”

Beni duyamadığını biliyordum. İkimize de yalan söylediğimin farkındaydım ancak birinin yaşadığımız bu korkunç anı hâkimiyeti altına alması gerektiği ortadaydı. Boğazı yırtılırcasına çığlıklar atarak acıyla doğum yapmaya çalışan bu kadın, bahsettiğimiz şanslı kişi olmadığına göre, geriye yalnızca ben kalıyordum.

“Son kez ıkın!” diye komut verdim. Saçlarım toplu olmasına rağmen gevşeyip düşen tutamlar boynuma yapışmıştı, onları geriye itip bir kez daha bağırdım. “Hadi!”

İçimde sesini bastıramadığım bir taraf vardı. Bütün bu kontrol olayını boş verip yalnızca karşımda yatan kadının suratına eğilmek, ellerimle onun yüzünü sıkıca kavrayıp kendime çevirmek ve yüzüne gerçekleri haykırmak istiyordum. Güçlüydü. Çok güçlüydü! Korkması dünyanın en aptalca şeyiydi, bir mucizeye gebe kalıp onu dünyaya getirebilecek kadar mükemmel bir yaratılışa sahipti. Farkındalığını yitirip karşımda pes etmiş hâlde, yapamayacağını söyleyerek ağlaması beni çileden çıkarıyordu. Fazlasıyla cesurdu ve ona bunu gerekirse sabaha kadar haykırabilirdim.

Tuttuğum nefesi bırakırken ne yazık ki delirmek üzereydim. Çünkü saatlerdir yaptığı şeyi yapıp bir kez daha ıkınmayı bıraktı. “Olmayacak…” dedi. Başını nefes nefese kalmış hâlde iki yana sallıyordu.

Kesinlikle aynı fikirde değildik. Nasıl olduğu mühim değildi. Olacaktı!

“Devam et!” dedim onu duymazdan gelerek. Denediğini biliyordum ancak bebeğini sağlıkla kucağına almak istiyorsa denemekten daha fazlasına ihtiyacı vardı. Bütün dikkatimi bebeğin yavaş yavaş görünmeye başlayan kafasına odaklamış ve tam her şeyin yoluna girdiğini düşünmeye başlamıştım ki kadın bir kez daha acının şiddetine dayanamayarak bizi yarı yolda bıraktı. Öfkenin damarlarımda kaynamaya başladığını hissederken bakışlarımı çaresizce kaldırdım. Zavallı bebek annesinin rahminde değil, zihninde sıkışıp kalmıştı.

Bu kadar zor bir doğuma girmemin üzerinden kaç ay geçtiğini hatırlamıyordum. Bir süredir beni bundan uzak tutuyorlardı çünkü ne kadar delirebileceğimin farkındaydılar.

Tehlikeli bir yavaşlıkla geri çekildim.

“Bırakıyoruz!”

Sesimi duyan herkes maskelerinin açıkta bıraktığı şaşkın gözlerini bana çevirdi, doğumhanedeki asistanlar ve stajyerler de telaşla geri çekildiler.

“Ne?” diye şaşkın bir nida işittim.

“Bırakalım mı?” dedi bir başkası.

“Duydunuz!” dedim kararlı bir ses tonuyla. “Anne adayımız doğum yapabileceğine inanana dek bu doğum gerçekleşmeyecek. Rabia Hanım, suni sancıyı kesin. Ezgi Hanım, çıkış için toparlanın. Ayça Hanım ve Feyza Hanım, lütfen yanıma gelin. Fatma Hanım, anneyi çıkaracağız.”

Aniden etrafa emirler yağdırdığımı gören kadın ağlamaklı bir tonla, “Hayır!” diye bağırdı. Telaşa kapılmıştı. “Lütfen, durun!”

Keskin bakışlarımı gözlerine diktim. “Bugün bu doğum olmayacak. Ertelemek bebeğiniz için çok riskli ama siz kendinize inanana kadar bunu yapmayacağım. Gebeliğiniz zaten yeterince riskliydi, burada bebeğin hayatını daha fazla tehlikeye atamam.”

Sesimdeki kararlı tınıdan korktuğunu görebildiğim kadın, aniden doğrularak derin nefesler almaya başladı. Oysa bunu yapması için onu saatlerdir ikna edememiştim.

“Yapacağım!” diye bağırdı. Gözleri korkuyla büyümüştü, dudakları titriyordu. “Bebeğimi istiyorum… Lütfen…”

Onun daha çok gerilmesinin bebeği riske atacağını biliyordum ancak bunu yapmak zorundaydım. Bana başka şans bırakmamıştı. Ona doğru yaklaşıp, “Emin misin?” diye sordum.

Hızla başını salladı. “E-evet.”

“Söylediklerimi harfiyen yapacak mısın?”

“Evet… Evet yapacağım.”

“Ikınmayı bir kez daha bırakacak mısın?”

“Hayır!” dedi gözlerini sımsıkı yumarken. Hayali bile onun için dayanılmazdı, biliyordum.

İçeriye ölüm sessizliği çökmüştü. Herkesin bu gerilim yüklü anı, nefesini tutmuş şekilde seyrettiğini hissedebiliyordum. Kadının gözlerine bakıp son kez fısıldadım. “Pes edecek misin?”

“Hayır!” diye ağlamaklı bir sesle bağırdı. “Yeter… Lütfen…”

“Güzel,” diye mırıldandım. “Çünkü bu bebeğin annesine ihtiyacı var. Korkuya değil.”

Soluklarını tutmuş pürdikkat bizi izleyenlere baktım. “Herkes eski yerine!”

Benimle zıtlaşmak istemeyen bir grup insan, telaşla görevlerinin başına dönerken bir kez daha doğumu yönetmeye giriştim. Bu kez kendini tamamen komutlarıma uymaya koşullayan anne adayı, var gücüyle ıkındığında dudaklarım kendinden emin bir tebessümle kıvrıldı. Bu manzarayı seviyordum.

Yaklaşık otuz beş dakika sonra doğumdan çıkabildiğimde bebek, herhangi bir komplikasyon yaşanmadan annesinin kucağında ağlıyordu. Hızlı adımlarla yanlarından ayrılıp çıkıştaki musluğa yöneldiğimde kolumla alnımdaki teri siliyordum. Eldivenlerimi çıkarıp, önlüğü âdeta sökercesine üzerimden atarak musluğa eğildim. Yaşadığım gerginliğin etkisiyle hâlâ nefes nefeseydim. Soğuk suyu yüzüme çarpıp tenimdeki ürpertiyi hissetmek için bir süre bekledim, bu sırada zihnime akın eden bir yığın düşünceyle savaşıyordum. Kısa bir an için neredeyse ben bile başaramayacağına inanmak üzereydim, derin bir nefes verip doğruldum.

Elbette böyle bir şey mümkün değildi. Bildiğim tek şey azmin karşısında hiç kimsenin duramayacağıydı. O doğuma her seferinde bunu başaracağımı bilerek giriyordum.

“Sen delirmişsin!”

Burcu öfkeyle önlüğünü çıkarıp atarken ona yandan bir bakış attım. Genellikle yanıt verme gereği duymadığım biriydi.

“Ya bebeğe bir şey olsaydı?” diye bağırmaya devam etti. Sessizliğim sinirini bozmuş olmalı ki işaret parmağını sallayarak üzerime doğru geldi.

“Sorumluluğunu nasıl alacaktın? Şovun sırası değildi!”

Karamel rengi saçları yüzüne düşmüştü, o öfkeyle bağırdıkça havalanıyorlardı. Ona usulca gülümsedim.

“Sonuçta bir şey olmadı.”

Yıkadığım ellerimi hafifçe boynuma bastırıp geri çekilirken Burcu bana kafayı yemişim gibi bakıyordu, bu tavrım iyiden iyiye çileden çıkmasına sebep olmuştu. “Nasıl bir insansın sen? Aklım almıyor!”

“Kafanı buna yorma,” diye omuz silktikten sonra yanından geçip yürüdüm. Öfke ve hırsla dolup taşıyordu, arkamda âdeta patlamaya hazır bir volkan bırakmıştım. “Bir gün bu çokbilmişliğin…” diye seslendiğinde başımı ona çevirdim. “Çokbilmiş değilim. Yalnızca bilmişim.”

“Küstahsın da!” diye ekledi.

Yanımızdan geçen birkaç stajyer öğrenci, kısa bir an için bizi dinleme gafletinde bulununca keskin bakışlarımla karşılaştılar. Ardından kaçamak bakışlarını çabucak bizden çekip uzun koridorda hızla uzaklaşarak gözden kayboldular. Benden çekinmeleri işime geliyordu çünkü hiç kimsenin disiplinsizliğiyle ilgilenecek vaktim yoktu.

Sakince karşımdaki kadına dönüp, “Sesini alçalt,” diye mırıldandım. Burcu uyarımı dikkate almak yerine bana doğru öfkeli bir adım daha atıp tam dibime girdi. “Boşa geçirdiğin bir saniyede ya bebeğin kalbi dursaydı?” diye fısıldadı. Bakışları alev alevdi, elinden gelse beni boğmak istediğini görebiliyordum. “Onu kaybedebilirdik. Bunu biliyorsun, değil mi? Kendinden bu kadar emin olman gülünç.”

Sakinliğim karşımdaki kadını delirtse de bunu umursamıyordum. “Ben sonunu göremediğim bir işe kalkışmam,” dedim kendinden emin bir sesle.  “Endişelenme. Zaten doğumu yapacaktı. Sadece süreci hızlandırdım.”

“Nereden biliyorsun? Bu tavrın… Çıldıracağım!”

Sıkıntılı bir nefes vererek parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. “O lanet olası yerde biz de seninleydik ve şımarıklığın yüzünden bir problem olsaydı sorumluluğu hepimiz üstlenmek zorunda kalacaktık. Artık kimse seninle doğuma girmek istemeyecek. Bunun farkında mısın?” Gözlerini kısıp başını iki yana salladı. “Ve çok haklılar!”

“Keyifleri bilir,” dedim.

Arkamı dönüp bir kez daha onu geride bırakarak asistan odasına yürümeye başladım. Son zamanların en zor doğumu olduğunu zaten kabul etmiştim ancak bu, kendine güvenmediği için doğum yapamayacağını sanan bir kadının pes etmesine izin vereceğim anlamına gelmiyordu. Burcu arkamdan bir kez daha, “Sana inanamıyorum! Sen… Sen gerçekten…” diye bağırdı.

İç çekip sesini zihnimde susturdum. Fazla heyecanlı ve duygusaldı. Bu yüzden hep benim arkamda kalmaya mahkûmdu. İsmi unutulan bir asistan olacaktı. Şimdiye dek kimse cesaret edip onu yalnız bir doğuma göndermemişken bana bu şans kim bilir kaçıncı defa veriliyordu. Yine de bu gerçeği onun yüzüne haykırarak kalbini kırmayacaktım.

En azından şimdilik.

“Rüzgâr Hanım?”

Uzman Doktor Umay Hanım, asistan odasına girmeden önce bizi durdurduğunda yüzünde aydınlık bir gülüş vardı. Direkt olarak bana sabitlediği gözlerinde, her zamanki gururu görebiliyordum. Burcu, onun bize yaklaştığını gördüğünde çenesini kapatmak zorunda kaldı.

Kadın sevecen bir tavırla omzumu okşarken, “Tebrik ederim,” dedi. Bana karşı dostane bir tavrı vardı, hastanede örnek aldığım sayılı kişilerdendi. “57 numarayı almışsın. Duyduğuma göre doğum sorunsuz gerçekleşmiş. Zaten bunu ancak sen başarabilirdin.”

“Eminim herkes yapardı,” derken tebessümüne karşılık veriyordum.

Umay Hanım küçük bir kahkaha atıp başını yana eğdi. “Hadi ama! Alçakgönüllülüğe hiç gerek yok. 57 numara hastaneye yatışından itibaren herkesi canından bezdiren bir hastaydı. ‘Çivi çiviyi söker’ derler ya, seninki de o hesap. İyi iş çıkardın Rüzgâr. Kabul edelim.”

Kibarca gülümsedim. “Teşekkür ederim, Umay Hanım. Bebeği sağlıklı bir şekilde kucağımıza alabildik, ben de çok mutluyum.”

“Eğer bu gece nöbete kalırsan kahveni kap ve yanıma gel. Biraz sohbet edelim,” diyerek göz kırptı.

Bunun anlamı, bütün geceni korkunç vakalarla geçirmene lüzum kalmayacak, seninle biraz çene çalabiliriz, demekti. İnsanlar onun beni sevdiğini düşünürken yanılıyordu. Biz onunla hastanede tanışmıştık. Bu kadının sevdiği şey benim başarımdı.

Burcu’nun bir adım geride, sinirden köpürdüğünü hissedebiliyordum. Hırslı bakışlarını görmek için ona bakmama gerek yoktu, varlığı âdeta saf kıskançlıkla dolup taşmıştı. Umay Hanım ona selam vermediği gibi onunla en ufak bir göz teması bile kurmamıştı. Üstelik onun deyimiyle ben doğumu böyle sorumsuzca yönetmişken! İç çekip asistan odasına girdiğimde öfkeyle arkamdan odaya daldı.

Kendi aralarında sohbet eden asistan grubunun içinden bizi ilk fark eden Burak, tek kaşını kaldırıp Burcu’ya bir bakış attı. “Küçük civciv yine terör estiriyor!”

Ardından şakacı bir tavırla elindeki boş karton bardağı ona fırlattı. “Neyin var?”

Burcu yere düşen bardağı alıp sinirle çöpe atarken, “Yapma şunu!” diye bağırdı.

İçerideki birkaç asistan onun bu zıvanadan çıkmış hâline kıkırdarken onları boş verip kahve kupama yöneldim. Karton bardaklardan nefret ediyordum. Kendim için sıcak bir kahve yaptıktan sonra yorgun bedenimi koltuğa bıraktım.

“Onu bana değil, hanımefendiye sorun!”

Kahvemden bir yudum alırken, “Benimle nasıl konuşman gerektiğine dikkat et,” diye karşılık verdim. İçerideki uğultu kesildi.

Burcu alaycı bir şekilde gülerek oturduğum koltuğun karşısına dikildi. Bu kız sahiden huzurumu kaçırmak için yaratılmış olmalıydı. “Pardon! Bayan torpil olduğunuz bir an aklımdan çıkıverdi!” diye küçümser bir tavırla dudak büzdü.

Umay Hanım’ın kendisi yerine benimle muhatap olması onu deli etmişti, farkındaydım. “Sen hep şu dilinin kurbanı oluyorsun… Biraz törpülesen iyi kızsın aslında,” dedim sahte bir tebessümle.

Burcu tekrar kavgacı bir tavra bürünecekken Burak hızla aramıza girdi. “Hey! Çocuklaşmayın, yeter bu kadar.”

Kahvemden bir yudum daha aldım. Sıcak tat boğazımdan aşağı kayıp içimi ısıtırken bu keyfi hastanenin terasında tek başıma yaşamam gerektiğini ne yazık ki geç fark edebilmiştim. Hüzünle bardağıma baktım. Kahve, dünyadaki en güzel içecek olabilirdi.

Başımızda bekleyen Burak’a bakıp, “Beni değil, onu uyar… Yaptıklarımın bilincindeyim,” dedim.

Burcu sanki yüzüme tükürmek istercesine, “Yaptıklarının değil, ceza almayacağının bilincindesin!” diye cevap verdi. “Bu yüzden güvenin tavan!”

Dudaklarımda onu çıldırtacağını bildiğim bir gülüş peyda oldu. “Keşke benim gibi yetenekli olabilseydin ve bu güveni sana da verselerdi Burcu. Ne yazık!”

Ufak odayı dehşet bir sessizlik kapladığında birinin gerilim dolu bu ortamdan çabucak kaçıp koridora sıyrıldığını gördüm. Diğer herkes hareketsizdi. Burcu bir an öfkeyle ağzını açtı, ardından söyleyecek bir şey bulamayarak tekrar kapattı. Suratı kıpkırmızı kesilmişti.

Kahvemden son yudumu alıp ayağa kalktım. Söyleyecek bir şeyi olmaması garip değildi çünkü sonuna kadar haklıydım.

“Buraya biraz dinlenmek için uğruyoruz…” İlker homurdanarak yayıldığı yerde toparlandı, ardından Burak ikinci kahvesini söylenerek çöpe attı. “Dışarıda tartışın! Bu ikisinin kavgasını dinlemektense acil servise inerim, onlardan daha korkunçsunuz.”

Bardağımı yıkayıp yerine koyduktan sonra arkamda birbirine fısıldayan bir grup asistan bırakarak oradan ayrıldım. Burcu’nun bir şeyleri fırlattığını işitiyordum ancak onunla ilgilenecek vaktim olduğunu söyleyemezdim. Zaten bu boşa nefes tüketmek olurdu. Evime gitmek, günün yorgunluğunu iyi bir uykuyla atmak istiyordum. Çünkü yarının bugünden daha iyi olmasını istiyorsam yerimde sayamazdım. Yapacak önemli işlerim vardı ve bir an evvel hepsini düzene sokmalıydım.

Hızlı adımlarla soyunma odasına girdikten sonra dolabıma ilerleyip eşyalarımı aldım. Hastane üniformasından kurtulup üzerime rahat sivil kıyafetlerimi giydim. Saçlarımı açıp eskisinden daha sıkı bir topuzla tutturduktan sonra derin bir nefes verip çantamı koluma taktım. Çıkışa yönelirken zihnimde günün kısa bir muhakemesini yapıyordum.

Şayet Burcu benimle aynı muameleyi görmek istiyorsa davranışlarına bir an evvel çekidüzen vermeliydi. Mesai saatinden daha geç işe başlamak yerine tıpkı benim gibi saatler öncesinden gelip hastalar için hazırlıklarını tamamlamalıydı. Boş bulduğu her anında makyaj tazeleyip saçıyla uğraşmak yerine daha çok araştırma yapmalı, bıktırana dek doktorların peşinden koşmalıydı. Sürekli olarak hastalardan yakınmaktansa çözüm odaklı düşünebilir, onları daha iyi analiz edebilirdi. Kendisinden daha alt konumda olan hastabakıcılara buyruklar yağdırıp, aşağılık kompleksinden sıyrılma umuduyla egosunu tatmin etmek yerine onlara daha nazik davranabilir ve işine yarayacak birçok şeyi onlardan kolayca öğrenebilirdi. Özellikle hemşirelere ve diğer çalışanlara yaptıkları işlerin ismiyle değil, kendi isimleriyle hitap etmeliydi. İnsanlarla göz teması kurmalı, üstten bakışlar atıp aralarındaki güçlü iletişimi alenen baltalamamalıydı.

Belki bu sayede sevilen biri olabilir ve aksi bir durumda, müdahale için ilk akla gelen isim benim yerime kendisi olurdu. Bunların hiçbirine tenezzül etmiyordu ancak yerimde olmak istiyordu, hayli ilginçti.

Gülümseyerek başımı salladım. “İyi akşamlar hanımlar.”

Dosyaları yerleştiren hemşirelerden biri, “Çıkıyor musunuz Rüzgâr Hanım?” diye şaşkınca sordu.

Yan taraftaki hemşirelerse kıkırdadı. “Yüzüne baksana, uykuya ihtiyacı var. O da bir insan.”

“Bu doğru,” diye sırıttım. Sesimden yorgunluk akıyordu. O sırada kızlardan biri oturduğu yerden çabucak kalkarak, “Yarınki ameliyatı bir saat erkene aldılar, bilginiz olsun,” diye fısıldadı. Bu bilgiye ilk erişen kişi olmanın mutluluğuyla ona öpücük attım.

Vedalaşıp yanlarından ayrıldıktan sonra hızlı adımlarla merdivenlerden inip hastanenin çıkış kapısına giden koridora çıktım. Saatime bakıp günün kalanı için kısa bir hesaba girişirken hastane kapısından içeri giren Mert Bey ile göz göze geldik. Uzmanlardan biriydi ve girdiği son iki zorlu ameliyattan da çok iyi bir sonuç almıştı. Gözümdeki değeri giderek büyüyordu.

Yanında duraksadığımda, “Selam karınca,” dedi.

“İyi akşamlar, Mert Bey.”

Çantama göz attı. “Çıkıyor musun?”

“Evet,” diye onayladım. Bu sırada dudağını kıvırmış beni seyrediyordu.

“Duyduğuma göre yine harikalar yaratmışsın. 57 numaranın doğumu gerçekleşmiş.”

Asistanların etrafında pervane olmasından kesinlikle hoşlanmayan ve yalnız çalışmayı seven biriydi. Buna rağmen benimle ilgilenmesinin verdiği sevinci bastırmaya çalışarak ona kibarca başımı salladım. “Zorlu ancak iyi bir deneyimdi.”

Sesim mesafeli olsa da bakışlarım neşeyle parlıyordu. Mert Bey bu hâlime içten bir tebessümle karşılık verdi. “Tebrik ederim. Azminin seni başasistanlığa götüreceğine inanıyorum.”

Övgüsüyle göğsüm kabarırken, “Umarım!” diye hızla yanıtladım. “Ve yarınki ameliyatınız için kimseyi seçmediyseniz…”

“Elbette girebilirsin,” diye göz kırptığında sevinçten zıplamak üzereydim. “Teşekkür ederim! Sabah sekizde orada olacağım.”

Genç adam yanımdan uzaklaşırken ufak bir kahkaha attı. “Yine saatleri ezberlemiş.”

Sevinç dansı yapmamak için kendimi zorlayarak yanından uzaklaştığımda içimden kendime büyük bir çak yapıyordum. Haftalardır gözüme yarınki ameliyatı kestiriyordum, bunu sadece beş dakikada halledebilmiş olmak bir mucizeydi! Eve gidince panomdaki hedef çizelgeme büyük bir artı ekleyecektim. Sıradaki hedefim olan efsane ameliyata bir buçuk ay vardı, bunu düşünmek için çok yorgun hissediyordum. Sahiden derin bir uykuya ihtiyacım vardı.

Temiz havanın yüzümü okşadığını hissederken otoparktaki ufak arabama ilerliyordum. Beklemediğim bir anda arkamdan birinin bana seslendiğini işittim. “Hanımefendi! Bakar mısınız?”

Şaşırmış şekilde geriye döndüğümde orta yaşlarda bir adamın panikle bana doğru koştuğunu gördüm. Onu tanımıyordum. “Buyurun?”

“Eşim…”

Nefes nefese kalmıştı. Kelimeleri ancak toparlayabildiğinde gözlerinin yaşardığını gördüm. “Eşimin doğumunu sizin yaptırdığınızı söylediler. Bize… Bize çok riskli olduğunu söylemişlerdi. Bebeğimiz için hep çok korktuk.” Derin bir nefes verip gözlerindeki yaşı sildi, içimin burkulduğunu hissettim. “Size ne kadar teşekkür etsek az. Bunu eşime almıştım ancak o sizi bulup vermemi istedi. İkimiz de size minnettarız.”

Titreyen ellerindeki gül buketini bana uzattı. “Lütfen kabul edin.”

Gözlerim yavaşça güllere değdi. Ve o an, duygularını daima donuk bir hissizlikle perdeleyen ben, dehşet bir duygu seline sürüklenmekten kendimi alamadım.

Hissediyordum.

Acıyı hissediyordum. Kalbim mazinin hatıralarıyla sanki paramparça oldu, acının esareti beni kıskıvrak yakaladı. Buna öyle hazırlıksız yakalandım ki karşımdaki güller, beni aniden geçmişe sürükleyip orada bıraktılar. Zihnimin karanlık odalarına terk edildim.

Annemin gülleri vardı.

Yıkık dökük, tek kattan bozma ufak bir yerdi evimiz. Daima içimizi titretecek kadar soğuk olduğu yetmezmiş gibi içinde hiçbir güzellik barındırdığı da yoktu. Geceleri babamın çirkin sesine, küfürlerine, dayaklarına yuva olurdu. Sabah olup gittiğinde ise zavallı annemin güzel yüzünde beliren yaralara…

Ben küçükken bizim evimizde güneş, acıların üzerine doğuyordu. Her gece babam gelmeden önce kurduğum umut dolu hayallerin yıkılışının üzerine, annemin hıçkırıklarının üzerine, perişanlığımızın üzerine… Bu yüzden güneş, sanki buna yemin etmişçesine bizim evimizi hiç ısıtmazmış gibi gelirdi bana.

Belki bu yüzden evimizde güzel olan tek şey annemin gülleriydi.

Babamın pis ellerini sürmediği, canını acıtmadığı tek şey o güzel güllerdi. Çocuk aklı, bana biraz da onlara bilerek dokunmazmış gibi gelirdi, hissederdim. Bazı geceler sarhoş olup pencerenin önüne yığıldığında yarı kapalı tek gözü güllerin üzerinde gezinirdi, oraya dalıp giderdi. Sonra usulca uyuyakalırdı. Ve anlardım ki artık uyanmayacaktı babam, o gece kimseye bağırmayacak, hiçbirimizi dövmeyecekti. Bir köşeye saklanır, irice açtığım gözlerimi sarhoş adamdan ayırmazdım. Ve gülleri seyrettiği geceler öyle huzurla yumardım ki gözlerimi; bu acizlik, bu korku büyüdükçe daha çok içimi burkardı. Sonra giderek azalırdı öfkem. Artık güllere kızmaz, onlara kırılmazdım. Anlardım ki onlar da annem, kardeşim ve ben gibi masumdu. Biz o evde hiç çiçek açmamıştık, varsın güller açsındı… Sessiz bir kabulleniş başlardı içimde.

O leş çatının altında bizden daha çok hayata tutunabildiğinden; babamın kirli elleri onlara hiç değmediğinden; annemin şefkatli teni, parmak uçları her sabah onların yapraklarını öptüğünden… Belki bu yüzden annemin gülleri sahiden güzeldi.

“Keşke ben de gül olsam,” demiştim bir defasında. Bu kıskançlık ufak bedenimi âdeta ele geçirirdi, öyle kuvvetli bir histi ki bazen pencerenin kenarında onları seyrederken hıçkırarak ağlardım. Annem hiç fark etmezdi burukluğumu, neye ağladığımı anlayamazdı. Ve saçlarımı okşarken usulca fısıldardı. “Sen güllerden daha güzelsin kızım…”

Ben başımı çaresizce avuç içine yaslayıp titreyen dudaklarımı küskünce büzerdim. “Keşke Rüzgâr olmasaydım.”

Bir gül olmak isterdim, anne.

Sonra çömelip benim boyuma inmişti annem, gözlerime bakmıştı derin derin. “Ama Rüzgâr çok kuvvetlidir,” diye fısıldamıştı bana. “Kimse karşı duramaz. Acıtamaz onu. Sen de öylesin. Benim Rüzgâr’ımsın.”

Öyleydim. Belki bir yanım gül olmak isterdi hâlâ… Oysa değildim. Rüzgâr oluvermiştim ben. Hayatın bütün zorluklarına karşı yılmadan ayakta duran, gün gelip fırtınalar estiren, kendi kaderini baştan çizen o kuvvetli rüzgârdım.

“Rüzgâr Hanım?”

Düşüncelerimden irkilerek uyandım. Karşımdaki adam mahcubiyetle beni izliyordu. Güller hâlâ parmakları arasında, onları almamı bekliyordu. “Yanlış bir şey söylediysem kusuruma bakmayın… Eğer…”

“Hayır!” dedim çabucak. Yaşaran gözlerimi sildim, uzanıp gül demetini ondan aldım. “Teşekkür ederim! Sağlıcakla kalın.”

Telaşla arabaya binip kafası karışmış adamı arkamda bırakırken gözyaşlarımın akmaması için direniyordum. Arabayı çalıştırıp kısa süre içinde hastane otoparkından ayrıldığımda gözlerim doğrudan önümdeki yola sabitlenmişti. Yan koltuktaki güllere bakamıyordum. Oysa varlığı bile mazinin soluğunu yüzüme üflermiş gibi beni kahrediyordu. Kendimi öyle çok sıktım ki direksiyonu tutan parmak boğumlarım bembeyaz kesildiler. Aracı yavaşlatarak yola devam ettiğimde kendime gelmeye çabalıyordum.

Gelmek zorundaydım.

Apartmanın kapısının önüne gelip anahtarlarımı çıkarırken omuzlarım yorgunluktan çökmüş hâldeydi. Sakin adımlarla üst kata giden basamakları çıkmaya başlarken kafamdaki bütün sesleri susturacak kadar büyük bir gürültü işittim. Yaşadığım dairenin önüne geldiğimde bir an duraksadım. Yüzümü buruşturarak üst kattan gelen matkap sesiyle başımı kaldırdığımda bunun ne kadar saygısızca olduğunu düşünüyordum. Neredeyse gece yarısına yaklaşıyorduk. Gün boyu hayalini kurduğum uyku benden koşarak uzaklaşırken derin bir nefes verip kapımı açtım. Bu lanet matkap sesi herhangi bir zamanda umurumda olmazdı ama şu an üst katımı yıkarcasına yarattığı gürültü, beni kesinlikle rahatsız ediyordu!

Sıkıntılı bir nefes verip anahtarlarımı çantaya koydum, ardından dairemin kapısını yavaşça araladım. Ve tam o anda beni fazlasıyla şaşırtan bir şey oldu.

Kapı aralığına sıkıştırılmış ufak bir not kâğıdı usulca yere düştü. Kaşlarım istemsizce çatılırken yere eğilip ayaklarımın dibinde duran kâğıdı aldım. Özensiz bir el yazısı ile yalnızca iki kelime karalanmıştı.

“Ben geldim.” 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli) Romantik
  • Kitap AdıRüzgâra Dokunmak
  • Sayfa Sayısı448
  • YazarK. Kübra Berk
  • ISBN9786257077149
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviEphesus / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Rüzgârı Yaşamak ~ K. Kübra BerkRüzgârı Yaşamak

    Rüzgârı Yaşamak

    K. Kübra Berk

    Güçlü bir kadının adımları bastığı yeri titretir. Yaşadığı sarsıcı olaydan sonra hayatını eski düzenine sokmak içinmücadele eden Rüzgâr Ulu, masumiyetini ispat etmesine rağmenyaşadığı travmayı...

  2. Unutulmuş Kuşlar Göğü 2 ~ K. Kübra BerkUnutulmuş Kuşlar Göğü 2

    Unutulmuş Kuşlar Göğü 2

    K. Kübra Berk

    “ONUN GÖKYÜZÜYDÜM. ONUN SONSUZUYDUM. BU YAŞAMIN TA KENDİSİYDİ ÖZGÜRLÜĞÜN NEFESİYDİ.” Evera Alfen soğuk zindanda gözlerini açtığında işkence dolu günler onu bekliyordu. Düşman topraklarına sığınmakla...

  3. Operatöre Bağlanıyorsunuz 2 ~ K. Kübra BerkOperatöre Bağlanıyorsunuz 2

    Operatöre Bağlanıyorsunuz 2

    K. Kübra Berk

    Basit bir telefon şakasının hayatınızı değiştirebileceğini öğrendiğiniz yetmezmiş gibi hayatınızın aşkını da size getireceğini söyleseler, ne yapardınız? Serce Sevinç “bir uçan tekme” olarak tanımladığı...

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

  1. Ekinler Yeşerdikçe ~ Ahmet Günbay YıldızEkinler Yeşerdikçe

    Ekinler Yeşerdikçe

    Ahmet Günbay Yıldız

    Ekinlere baktı baktı kibriti çakmadan önce… Buhar buhar kaynaşan toprağın sinesinden, sihirli bir kokuyu soluklanarak filizlenmişler. Yeşilin insan ruhunu büyüleyen tonlarıyla haykırıp açığa çıkmış...

  2. Gizli Miras ~ Ahmet KarayünGizli Miras

    Gizli Miras

    Ahmet Karayün

    Miras denince aklınıza hemen para mı geliyor? Peki, size kalan miras bir kasa şarap, bir kütüphane dolusu kitap olsaydı ne yapardınız? Kanı kanla yıkayabilir...

  3. Garip ~ Sadık YalsızuçanlarGarip

    Garip

    Sadık Yalsızuçanlar

    Sadık Yalsızuçanların bütün öyküleri Sadık Yalsızuçanların ipek kadar hafif ve ince dilinden, gerçek kadar ağır ve yoğun öyküler bu kitapta bir araya geliyor. Sırlı...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur