“Shakespeare’in III. Richard’ı, Orwell’in 1984’ü gibi polemik yaratacak bir eser.” Washington Post
Pakistan’da dünyaya gelen Ted Mundy bir İngiliz subayının oğludur. Sasha ise Doğu Almanya göçmeni bir papazın oğlu. Yaşamları birbirinden habersiz akıp giderken, 60’lı yılların sonlarında Batı Berlin’i kasıp kavuran öğrenci eylemleri sırasında tanışırlar. Soğuk Savaş yıllarında çift taraflı casusluk yapan iki adamın dostlukları zamanla ilerler. Sovyet rejiminin çöküşüyle Ted kendine mütevazı bir hayat kurar. Ancak beklenmedik bir anda Sasha’dan gelen bir haber tüm hayatını değiştirir. Çok zengin ve kimliği gizli tutulan bir adam hayat görüşünü yaymak üzere yetenekli ve becerikli insanlara ihtiyaç duymaktadır. Ted Mundy idealleri uğruna işi kabul eder. Böylece iki arkadaş yoksulluktan kurtulup çökmekte olan dünyayı kurtarmak için ellerine geçen fırsatı değerlendirmeye karar verirler. Ama ortada bir sorun vardır. Acaba gerçekten dünyayı kurtarabilecekler midir?
“John le Carré 75 yaşında olmasına rağmen kırk yıldır aralıksız sürdürdüğü edebiyat hayatına hâlâ bir amatörün coşkusuyla devam eden bir profesyonel. İşte bu nedenle Sıkı Dostlar gibi muhteşem bir eser yaratabilmiş.”
-Terrence Rafferty, New York Times
Alın yazısının onu tekrar avucuna almaya geldiği gün, Ted Mundy, Deli Kral Ludwig’in Bavyera’daki şatosunda, başında bir melon şapkayla bir sabun kutusunun üzerinde dengesini bulmaya çabalıyordu. Şapka, Savile Row’dan alınma klasik bir melon şapkadan çok, Laurel ile Hardy’nin giydiklerini andırıyordu. Eski tüvit ceketinin üst cebine Uzakdoğu ipeğiyle İngiliz bayrağı işlenmiş olduğu halde bir İngiliz şapkası değildi. İçindeki yağ lekeli etiket Viyanahı Bay Steimatzky ve Oğulları firması tarafından üretildiğini gösteriyordu. Tüm şanssız yabancılara, özellikle de kadınlara açıkladığı gibi şapka kendisine ait değildi ve kendini küçük düşürmek için kullanmıyordu. “Bu şapka bir makama ait hanfendi,” diye ısrar ediyordu, kadının affına sığınıp ezberlediği sözleri sıralarken.
“Tarihi değeri olan bu şapka, kuşaklar boyu Deli Kral Ludwig’in sadık hizmetkårlan olarak benden önce bu makamı işgal eden gezgin düşünürler, şairler, düş kurucular, zenginler tarafından kısa süreliğine bana emanet edildi… hah!” Cümlenin sonundaki hah sözcüğü belki de askerler arasında geçmiş olan çocukluğuna bilinçaltından bir göndermeydi. “Başka bir seçenek var mi, demek istiyorum. Safkan bir İngilizin, Japon turist rehberleri gibi bir şemsiye taşımasını beklemezsiniz, di mi? Üstelik burada, Bavyera’da asla olmaz.
Bizim sevgili Neville Chamberlain’in şeytanla anlaşma yapacağı yerin elli mil ötesinde bu iş asla olmaz. Siz olsanız yapabilir miydiniz, hanfendi?” Çoğunlukla karşısındaki kişi, Neville Chamberlain’in adını duymamış ya da hangi şeytandan söz ettiğini bilmeyecek kadar güzel olduğundan, safkan İngiliz büyük bir cömertlikle, utanç verici 1938 Münih Antlaşması’nı sadeleştirerek açıklıyor, hatta çok sevgili İngiliz monarşisi, soyluları ve Muhafazakâr Parti’nin bile savaşa girmektense Hitler ile anlaşmaya varılacak tüm koşullara razı olduğunu söylemekten kendini alamıyordu. “İngiltere yönetimi bildiğiniz gibi Bolşevizm’den korkuyordu,” diye devam ederken, tüm hünerini sergiliyordu. “Amerika’daki güçler de pek farklı değildi. Onların hepsi Hitler’in Kızıl Tehlike’ye saldırması için özgür bırakılmasından yanaydı. Bu nedenle sevgili hanfendi, bugüne kadar da Almanların gözünde Neville Chamberlain’in şemsiyesi, Adolf Hitler için kul. landığı isimle, Sevgili Führer’imize İngilizlerin savaştan kaçınmak için verdiği tavizin utanç verici bir simgesi olarak görünmekteydi.
“Doğrusunu isterseniz, bu ül kede bir İngiliz olarak şemsiye kullanmaktansa, yağmurda ıslanmayı yeğlerim. Ama siz buraya bunlan işitmek için gelmediniz, di mi? Bir ihtiyann Neville Chamberlain hakkındaki sıkıcı konuşmasını dinlemek yerine, Deli Kral Ludwig’in en sevdiği şatosunu görmeye geldiniz. Efendim? Efendim? Benim için zevkti, hanfendi…” Palyaço şapkasını kendisiyle dalga geçebilen gri saç buklesi ortalığa dökülüverdi. “Ted Mundy. rek çıkarınca avinin peşine salınmış bir tazı gibi asi Ludwig Sarayı’nın soytanısı emrinizde,” dedi. Ya bu İngiliz turistler ne düşünüyorlardı; tabii eğer düşünmeyi becerebiliyorsa ? Uçup giden bir anı olan bu Ted Mundy kimdi acaba?
Biraz komedyenlik yönü olduğu belliydi. Herhangi bir başarısızlığı da olmalıydı; melon şapkalı, İngiliz bayraklı profesyonel bir İngiliz serserisi, herkese bir şeyler aktarıp kendine hiçbir yararı olmayan, en azından elli yaşında, oldukça iyi bir adam ama kızımı asla ona emanet etmem. Kaşlarının üzerindeki dikey kırışıklıklar öfke izi de olabilirdi, karabasan da olabilirdi: İşte Ted Mundy tur rehberi böyle biriydi. Mayısın sonlarında saat 16.57’de günün son turu başlamak üzereydi. Hava biraz serinlemiş, kırmızı ilkyaz güneşi genç kayın ağaçlarının ardından batmaya hazırlanıyordu.
Ted Mundy dizlerini yukarı çekmiş. melon şapkasını solmakta olan güneş ışığına karşı yerleştirmiş, balkonda dev bir çekirge gibi oturuyor. du. Turların arasındaki birkaç dakikalık dinlenme sürelerinde okumak için iç cebinde sakladığı buruşuk Süddeutsche Zeitung gazetesine göz gezdiriyordu. Irak Savaşı bir ay önce resmen sona ermişti. Savaşa karşı olduğunu hiç saklamayan Mundy ara başlıkları okuyordu: Başbakan Tony Blair başarıyla sürdürülen çarpışmalardaki işbirliği için Kuveyt halkına teşekkür etmek üzere Kuveyt’e gidecekti. “Himmm.” dedi Mundy kaşlarını çatarak Gezi sırasında Bay Blair kısaca Irak’a da uğrayacaktı. Zafer kazanmak yerine yeniden yapılandırma konusu üzerinde durulacaktı. “Böyle olacağını umarım,” diye homurdandı Mundy kaşlarını biraz daha çatarak. Irak’taki kitle imha silahlarının kısa bir süre sonra bulunacağından Bay Blair’in hiç kuşkusu yoktu. Buna karşılık ABD Savunma Bakanı Rumsfeld savaş başlamadan önce Iraklıların bunları yok etmiş olabileceklerini düşünüyordu. “Niçin aptal kafalarınızda bir karara varamıyorsunuz?” diye homurdandı Mundy.
Günün şimdiye dek her zamanki karmaşık ve beklenmedik süreci geçmişti. Sabahlan saat tam altıda Türk eşi Zara ile paylaştığı yataktan kalkıyordu. Koridoru parmak ucunda geçip Zara’nın on bir yaşındaki oğlu Mustafa’yı uyandınıyor; oğlan yüzünü yıkayıp, dişlerini fırçalayıp sabah duasını ettikten sonra, Mundy’nin hazırladığı ekmek, zeytin, çay ve krem şokoladan oluşan kahvaltısını ediyordu. Bunların hepsi sessizlik içinde yapılıyordu. Münih’in merkez ganna yakın bir kebapçıda gece vardiyasında çalışan Zara’nın kesinlikle uyandınlmaması gerekiyordu. Gece vardiyasına başladığından bu yana eve sabahın saat üçünde aynı blokta oturan bir Kürt taksi şoförünün koruması altında dönüyordu. Müslüman geleneklerine göre gün doğmadan önce dua etmeye zamanı oluyor ve ardından gereksinim duyduğu kesintisiz sekiz saatlik uykusuna dalıyordu.
Sabahlan saat yedide kalkan Mustafa’nın da dua etmesi gerekiyordu. Oğlunun ibadetiyle ilgileneceğine Zara’yı inandırabilmek adına Mundy tüm ikna gücünü kullanmıştı. Mustafa kediyi andıran, sessiz, siyah saçlı, korku dolu kahverengi gözlü, kısık sesli bir çocuktu. Kablolan dışandan sarkan, zavallı görünümlü beton apartman blokundan çıkan adamla çocuk, çöplerin arasından geçip her tarafı hakaret içeren duvar yazılarıyla kaplı otobüs durağına ulaşıyorlardı. Bugünlerde Türkler, Kürtler ve Arapların tıkış tıkış yaşadığı bu bloka etnik köy adı verilmişti. Otobüs durağında anneleri ve babalanıyla birlikte bekleyen başka çocuklar da vardı. Mundy’nin Mustafa’yı onlara emanet etmesi mantıklı olurdu, ama oğlanla birlikte okula gidip kapıda tokalaşmayı ve resmi bir şekilde iki yanağından öpmeyi yeğliyordu. Mundy’nin hayatına girmesinden önceki alacakaranlık kuşağında Mustafa korku ve horgörüyü tanımıştı. Yeniden yapılandırılması gerekiyordu.
Mundy’nin kocaman adımlarıyla eve dönmesi yirmi dakika sürüyordu. Vosvos’una atlayıp Linderhof’daki işine gitmek üzere yetmiş dakika süren yolun trafiğine karışmasından önce biraz zamanı olduğundan; benliğinin bir yansı Zara’yı uyur bulmayı, diğer yarısı ise önce uykulu sonra ateşli bir sevişme için uyanık bulmayı umuyordu. Yolculuk can sıkıcı ama gerekliydi. Bir yıl önce bu ailenin her üç üyesi de umarsız durumdaydı. Şimdiyse birlikte sürdürdükleri yaşamlanını geliştirmek amacıyla güçlerini birleştirmişlerdi. Trafiğin kendisini çıldırtacağına inandığı zamanlarda Mundy sakinleşebilsin diye bu mucizenin nasıl oluştuğunu tekrar tekrar aklından geçiriyordu. Parasız kaldığı bir dönemdi. Yine. Daha doğrusu kaçmak zorundaydı. Çökmemek için çabalayan Profesyonel İngiliz Dili Okulu’ndaki ortağı Egon ellerindeki paranın tümünü alıp tüymüştü. Mundy gecenin köründe Vosvos’una doldurabildiği kadar eşyasını ve Egon’ın dikkatsizce davranıp kasada bıraktığı 704 euroyu alıp Heidelberg’i terk etmek zorunda kalmıştı.
Gün doğarken Münih’e ulaşıp alacaklıların el koyacağından çekindiği, Heidelberg plakalı arabasını, çok katlı bir otoparkın göze çarpmayan bir yerine bırakıp hayat dayanılmaz bir hal aldığı zamanlar yaptığı gibi yürümeye başlamıştı. Kökleri çocukluğuna dayanan, etnik çeşitliliğin çok olduğu bölgelere eğilimi yüzünden adımları onu yeni yeni uyanmaya başlayan Türk dükkânlarının ve kahvelerinin bulunduğu sokağa sürüklemişti. Hava güneşli ve karnı aç olduğundan rasgele bir kafe seçip uzun bedenini eğri büğrü kaldırımda düz durmayı reddeden plastik bir koltuğa yerleştirmişti. Garsona orta şekerli bir Türk kahvesi, yanında tereyağı ve reçelle iki tane haşhaşlı ekmek siparişi vermişti. Kahvaltıya başlarken yanındaki iskemleye oturan bir kadin eliyle ağzını örtüp kırık dökük bir Türk-Bavyera aksanıyla para karşılığında kendisiyle yatmak isteyip istemediğini sormuştu. Yirmili yaşların sonlarındaki Zara inanılmaz derecede güzel bir kadındı. Üzerinde ince mavi bir bluz, siyah bir sutyen ve çıplak bacaklarını sergilemesine izin veren kısacık siyah bir etek vardı. Sağlığını tehlikeye atabilecek kadar sıskaydı. Mundy, kadının uyuşturucu kullandığını varsaymış, ama yanılmıştı.
Teklifini kabul etmeyi aklından geçirmiş olmaktan artik utanıyordu. Uykusuz, işsiz, kadınsız ve neredeyse parasız bir haldeydi. Ama yatmayı düşündüğü kadına daha dikkatli bakınca, bakışlarındaki umarsızlığı, gözlerindeki zekâ pinitısını ve özgüven eksikliğini hissederek hemen kendini toplayıp kahvaltı ikram etmişti. Kadın yanısını hasta annesine götürme koşuluyla teklifini kabul etmişti. Kendisiyle aynı durumdaki bir insanla iletişim kurduğuna minnettar olan Mundy bu kez daha iyi bir teklif getirmişti: Kadın kahvaltının tamamını yiyecek ve ardından sokakta helal mal satan dükkânların birinden annesi için aynca yiyecek alacaklardı. Kadın gözlerini yere eğerek, ifadesiz bir yüzle onu dinlemişti. Karşısındaki erkeğin yalnızca çılgın mı, yoksa ciddi biçimde deli mi olduğunu kendisine sormakta olduğunu hissediyordu Mundy. Her ikisi gibi görünmemeye çabalıyor, ama başaramıyordu.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSıkı Dostlar
- Sayfa Sayısı440
- YazarJohn Le Carre
- ISBN9786051711300
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviAlfa Yayınları / 2015
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Cemile ~ Cengiz Aytmatov
Cemile
Cengiz Aytmatov
Aytmatov, ikinci dünya savaşı yıllarında geçen bu hikayede, Cemile adlı evli genç bir kadının yaşadığı aşkı, kayınbiraderinin dilinden anlatır. Cemile kocası Sadık?la yeni evlenmiş,...
- Beyaz Atlar Zamanı ~ İbrahim Nasrallah
Beyaz Atlar Zamanı
İbrahim Nasrallah
Arap Booker Ödülü sahibi Filistinli yazar İbrahim Nasrallah’ın kaleminden yüz yılı aşkın zamandır süren Filistin Mücadelesi’ni anlatan sarsıcı bir roman. İbrahim Nasrallah, ustaca kullandığı...
- Deniz Feneri Yolu ~ Debbie Macomber
Deniz Feneri Yolu
Debbie Macomber
Her kadının bir hikâyesi vardır… Sevgili Okur. Henüz beni tanımıyorsun. Fakat bu durum birazdan değişecek çünkü seni evime, yaşadığım yere davet ediyor; ailem, arkadaşlarım...