Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sparta’nın Kızı
Sparta’nın Kızı

Sparta’nın Kızı

Claire M. Andrews

On yedi yaşındaki Daphne, kendini bildi bileli savaşçı olmak üzere eğitiliyor ve günün birinde kadim Sparta’nın boyun eğmez halkı tarafından kabul görmeyi umuyordu. Ama…

On yedi yaşındaki Daphne, kendini bildi bileli savaşçı olmak üzere eğitiliyor ve günün birinde kadim Sparta’nın boyun eğmez halkı tarafından kabul görmeyi umuyordu. Ama onu abisini ailesinden koparmakla tehdit eden tanrıça Artemis’in başka planları vardı. Olympos Dağı’ndan dokuz gizemli şey çalınmıştı ve Daphne onları bulamazsa tanrıların zayıflamaya başlayan güçleri tamamen yok olacak, fanilerin dünyası kaosa sürüklenecek ve sevdiklerinin hayatı tehlikeye girecekti.

Artemis’in ikizi, yakışıklı ve kendine fazlasıyla güvenen tanrı Apollon’un rehberliğinde çıktığı yolculukta Daphne’yi amansız tehlikeler bekliyordu. Minotauros’un labirentinden Thebai’nin bilmecelere bayılan Sphinks’ine uzanan pek çok efsaneyle yüzleşirken kendisiyle ilgili keşfedeceği şeyler de vardı.

1.
BÖLÜM

Taygetos Dağları’nın ardından yükselen güneş gökyüzünü altın sarısı bir ışıltıyla doldururken, ben omuzlarımda aile şerefimin yükünü taşıyordum. Lykou’nun meydan okuması havada kalmış, Carneia’nın yeri göğü titreten tezahüratları fısıltılara dönüşmüştü. Etrafımızı saran kalabalık benim cevabımı bekliyordu. Lykou bana hınzırca gülümseyip Paidonomos Leonidas’ın uzattığı, doriyi aldı. İnsanın kemiklerini darmadağın edebilecek, tam üç metrelik, tahta ve metalden yapılmış bir mızraktı bu. Meydan okumasının ardında kötü bir niyet yoktu aslında, daha çok beni sınıyordu.

Teke tek bir çarpışmayı kimin kazanacağı üzerine az iddialaşmamıştık. Alkaios da kalabalığın arasındaydı. En büyük abim başını hafifçe iki yana salladı ve birbirine bastırdığı dudakları ince bir çizgi hâlini aldı. Savaşırsam foyam meydana çıkacak, bilmem gerekenden çok daha fazlasını bildiğim anlaşılacaktı. Sparta’da doğmayan bir Mothake kadını olarak ömür boyu köle kalmalıydım. Ama bir ephor tarafından evlat edinildiğim için daha fazla özgürlüğüm vardı. Yeterince olmasa da. Gelgelelim Lykou’nun meydan okumasını reddetmenin egomda açacağı yarayı bir daha kapatabileceğimi sanmıyordum. “Aptallar,” diye mırıldandım. Abim ve Lykou da buradaki bütün erkekler gibi kararlılığımı küçümsüyordu. Kazanma hırsımı hafife alıyorlardı. Carneia festivalindeydik. Bütün Sparta’ya ve tanrılara kendimi ispatlamam için daha iyi bir zaman olamazdı. Bizi cayır cayır yanan meşalelerden ayıran geçici arenada hizmetliler bir odun yığınından ötekine koşturuyordu.

Henüz yazın başı olmasına rağmen boğucu bir sıcak vardı. Islak tenim alevlerin ışığını yansıtarak kehribar gibi parlıyordu. Büyük general Paidonomos Leonidas’ın bana verdiği doriyi kabul ettim ve onu şöyle bir döndürdüğümde kolumdan yukarı keyifli bir sızı yayıldı. Alkaios’un esmer yüzü öfkeyle gölgelendi. Lykou ilk hamleyi yapmama izin vermedi. Arenanın karşısına sıçrayıp dorisini geniş bir açıyla savurarak saldırdı.

Tek bir vuruş düelloyu sona erdirip kazananı ilan edebilirdi. Son anda yuvarlandım ve omzum sertçe toprağa çarptığında nefesim kesildi. Tekrar saldırmasına fırsat vermeden bacaklarını hedef aldım. Yerde yuvarlanarak kendini kurtardı ve ayağa kalktığımda göğsüme doğru hamle yaptı. Geri sıçrayıp menzilinin dışına çıktım. Doriyi bu kez geniş bir açıyla savurdum ve Lykou kıkırdadı. Dişlerimi gösterirken öfkeyle tıslamamak için kendimi zor tuttum. Hafiften dizlerim titriyor, sabahki talimde zorlanan bacak kaslarım ağrıyor ve vahşi saçlarım görüş alanımı daraltıyordu. Alnımdan süzülen ter damlaları gözüme girebilirdi. Ama bu tehlikeyi göze alıp rakibimin her hareketini izlemeye devam ettim. Lykou dorisini kolayca sol eline geçirip kolumla kalçam arasındaki boşluğa daldırdı. Bu hamleyi güçlükle bertaraf ettim. Toz toprağın arasında yuvarlanırken sızlayan vücudum âdeta isyan ediyor du. Yeniden saldırı pozisyonumu aldım. Az önce dikildiğim yerde boşluğa saplanan silahın keskin, demir ucu ışıldadı. Gösterişçi.

Solak bile değildi, piç kurusu! Gözlerimi üzerinden ayırmadan ben de dorimi sol elime geçirdim. Bu sefer de yarılıp kanayan nasırlarım isyan etti. Şu basit hareketle bile sol koluma saplanan acıyı belli etmemeye çalıştım. Omzum ağrıyordu ve nar büyüklüğünde bir çürüğün derime yayıldığını gördüm. Lykou etrafımda dönerken, deminki hamlemden kaçtığı sırada yere çarptığı sağ dizini kolladığını fark ettim. Etrafımızdan kulakları sağır eden tezahüratlar yükseldi, dumanın keskin kokusu genzimi yaktı. Lykou’nun asker kardeşleri arenanın kenarından beni yuhalayıp ıslıklıyor ve ayaklarını yere vurarak coşkuyla tempo tutuyordu. Kral Menelaos bile kenardaki locasından sessizce bizi izliyordu.

Güzel karısı Kraliçe Helene öne eğilmiş, kalbini tutuyordu. Her yıl Apollon’un onuruna düzenlenen Carneia festivali yeni başlamıştı. Lykou ve ben gecenin ilk eğlencesiydik. Arenanın ilerisindeki dans, ziyafet ve eğlenceler şimdilik kimsenin umurunda değildi. Bir kadınla bir erkeğin dövüşü uzun zamandır bu kadar sürmemişti. Bir Mothake ile gerçek bir Spartalının savaştığıysa ne görülmüş ne de duyulmuştu. Bağırıp çağıran kalabalığın önünde kendimi çıplak hissediyordum. Alayları etime batıyor ve canımı bir bıçaktan bile daha çok yakıyordu. Kadın, erkek, çoğu Spartalı çıplak dövüşürdü ama benim üzerimde kalçalarıma kadar sıvanan narçiçeği rengi bir kiton vardı. Sol kolumdaki bronz halka etimi sıkıştırıyor ve alevlerin ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Üzerinde beni evlat edinen ailenin adı yazıyordu: dıodorus. Vücudumda taşıdığım tek statü sembolü buydu. Daha fazlası ağırlık yapar ve beni yavaşlatırdı. Lykou hâlâ sırıtıyordu. Üzerinde simsiyah bir kiton vardı. Terli derisinden kayan yünlü kumaş kaslı göğsünün neredeyse tamamını açıkta bırakıyordu. O aptal sırıtışı suratından silmek için sabırsızlanıyordum.

Sonraki hamlesini savuşturup hızla döndüm ve mızrağımı yukarıdan savurdum. Kendini kurtarmak için altından geçmek zorunda kaldı. İzleyiciler deliye döndü, haykırışları kulakları sağır ediyordu artık. Bütün dikkatimi rakibimin kaslı bacaklarına vermeye çalıştım. Can acımı abartarak yüzümü buruşturdum ve yaralı omzumu hafifçe öne uzatıp ona kolay bir hedef sundum. Lykou tam da tahmin ettiğim gibi yemi yuttu ve yaralı omzuma doğru atıldı. Budala. Menzilime girdiği anda hızla dönüp silahımla onunkini karşıladım. Panikle haykırarak hamlesinin ortasında geri çekilmeye çalıştı. Ama dorim galibi belirleyen darbeyle gövdesinin yan tarafını sıyırıp kitonunu yırttı. Erkek kadın, herkes çılgınca haykırdı.

Lykou dorisini yere attı. Her zamanki özgüvenli tavırları yenilginin acısıyla gölgelendi. Sırtına dostça bir şaplak atmaya ya da birkaç teselli sözcüğü söylemeye cesaret edemedim. Alkaios ortadan kaybolmuştu ve daha sonra sıkı bir azar işiteceğimden emindim. Menelaos ahşap locasından beni karanlık bakışlarla süzdükten sonra danışmanlarına bakıp başını salladı. Bu işaretin anlamını bilmiyordum ama anaksımın, kralımın, zaferime tanık olduğunu bilmek bana yetiyordu. İzleyicilerin nefret saçan bakışları ve öfkeli homurtuları zafer sevincimi yarım bıraktı. Gücün her şey demek olduğu bir toplumda, gördüğüm tepkinin beni etkilemesine izin vermeyi reddettim. Omuz omuza savaştığım ya da rakip olarak çarpıştığım erkeklerden daha zayıf görülmeyi kendime yediremezdim. Bir Mothake, bir yabancı olarak doğmamı ancak onlara izin verirsem bana karşı silah olarak kullanabilirlerdi. Arenanın kenarına doğru yürümeden önce çenemi havaya dikip dorimi Lykou’nunkinin yanına attım. Paidonomos Leonidas kolumu yakaladı. Kralla kraliçeyi başıyla selamladı. “Yerini bil, Mothake,” dedi. Başka bir şey söylemesine gerek yoktu. Bir politikacının evlatlık kızı bile ancak bu kadar yükselebilirdi. Dişlerimi sıkarak arkamı döndüm ve Menelaos’un önünde diz çöktüm. Yanaklarım ateş gibiydi ama bunun düelloda harcadığım güçle bir ilgisi yoktu. Leodinas, Lykou’nun Kral’ın karşısında eğilmesi için ısrar etmedi. Oradan ayrılacağım sırada beni bir kez daha durdurdu. “İyi dövüştün, Daphne Diodorus. Abilerin bile senden bir iki numara öğrenebilir.” Onun gibi bir paidonomostan bu sözleri duymak onur vericiydi.

Ama övgülerinin arasına yergiler de serpiştirmeyi unutmadı. “Öte yandan, düşünmeden hareket ediyorsun. Yalnızca rakiplerinin hamlelerini tahmin etmekle olmaz. Kendininkileri de önceden planlamalısın.” Lykou’nun da bu tavsiyelerden yaralanabileceğini söylemeye hazırlanırken lafımı ağzıma tıktı. “Boşuna çeneni yorma. Lykou’ya, abilerine ve bütün Sparta askerlerine de aynısını öğütledim.” Leonidas kaslı kollarını göğsünde kavuşturdu. “Bunları sana hazır olman için söylüyorum. Sparta’nın yüz yılı aşkındır rakipsiz oluşunun altında krallarımızın başarısı yatıyor. Biz gücümüzü şanlı ordumuzdan alıyoruz. Bütün Yunanistan’ın gelmiş geçmiş en kudretli ordusu bizde.” Bunu bütün dünya biliyordu. Gelmiş geçmiş hiçbir ordu Sparta’nınkinin kuvveti, kurnazlığı ve taktik bilgisiyle boy ölçüşemezdi. Son birkaç yüzyıldır yalnızca zengin ama akıl yoksunu krallar bize meydan okumaya cesaret edebilmişti.

Hepsi de kuyruklarını kıstırarak ve ordularının ancak onda biriyle değersiz tahtlarına dönmüştü… O da krallarımız lütfettiğinde. “Kolay kazanılan savaşların devrinin kapandığından endişe ediyorum.” Leonidas sonraki eşleşmeyi izlemek için yüzünü arenaya döndü. Kraliçe’nin erkek kardeşi Polluks, Lykou’nun arkadaşlarından birine kök söktürüyordu. Kraliçe Helene’nin bütün ailesinin damarlarında gerçek Spartalı kanı akıyordu. “Kuraklık halkı canından bezdirdi. Yunan kralları huzursuz, halkları aç ve tanrılar bıkkın. Ufukta bir hesaplaşma görünüyor.” Avuçlarım kaşındı. Ne demek istediğini soramadan sırtıma vurdu ve Kral’ın locasına doğru yürüdü. Kalabalığın arasından geçerken kendimi onların coşkusuna kaptırarak Leonidas’ın sözlerini aklımın bir köşesine ittim. Gece henüz yeni başlıyorken ve Carneia’nın sunacağı fırsatlara gebeyken, bir ihtiyarın kasvetli düşüncelerinin zaferimi gölgelemesine izin vermeyecektim. Fazla uzaklaşamadan Lykou arkamdan seslendi. “Daphne.” İnsanları ite kaka yanıma geldi. Düelloyu kaybetmesine rağmen benim zaferimi bir şeref nişanı gibi kuşanmış, gülümsüyordu.

Bana yaklaştıkça tedirginliğim arttı. Lykou’nun, Sparta’daki bütün kalpleri fethetmesinin boşuna olmadığını her geçen dakika biraz daha hissederek huzursuz oldum. “Kitonunun daha iyi günleri olmuştur.” Gülümsemesine kızaran yanaklarımla karşılık vererek yırtılan kumaşı işaret ettim. Gözlerimi geniş göğsünden güçlükle ayırıp yüzüne diktim. “Yoksa yeni bir moda akımı mı başlatmaya niyetlisin?” Yalandan önümde eğildi. “Güzel bir kadın üstümü başımı parçalamaktan kendini alamadı.” “Bak sen.” Huzursuz elim bir şeylerle oyalanma arzusuyla kitonumun eteğine gitti. “Artık onu nasıl kışkırttıysan.” Güldü. “Düello davetini kışkırtma olarak kabul edersen, evet.” Başımı iki yana salladım.

“Alkaios’un hevesimi kursağımda bırakacağından emin olabilirsin.” “Bence bu gece Sparta ordusunun senin gibi kadınlara ihtiyacı olduğunu etkileyici bir biçimde ispatladın.” Ensesini ovuşturdu. “Benim itibarıma mal oldu ama olsun.” “Elbette kadınlara ihtiyaçları var ama paidonomos asla izin vermez. Bir kadın silah kullanmayı öğrenebilir fakat tanrılar savaş meydanında silah taşımasını yasaklar.” “Ne olursa olsun…” Elini uzatıp yüzüme düşen bir saç tutamını arkaya atarken bütün vücudum bana ihanet ederek ürperdi. “Orada çok güzel dövüştün.” Kaslı koluna gayriihtiyari göz atınca birden ağzım kurudu. Belki kendimi tutmaktan vazgeçip Lykou’nun dolgun dudaklarının tadına bakabilirdim. Parmaklarımı şu esmer buklelere geçirmenin içimde nasıl hisler uyandıracağını öğrenebilirdim. Sert bir baş hareketiyle bu hain düşüncelerden kurtuldum. Hiçbir erkeğe bağlanmayacaktım. Mothake unvanı üzerime yapışmışken buna izin veremezdim. Cevap vermek için ağzımı açtığımda Lykou’nun arkadaşlarından biri yanına gelip onu çekiştirdi.

“Yarışa hazırlanmalıyız.” Carneia heyecanı bir agonla doruğa tırmanacaktı. Sparta’nın beş ephoru tarafından seçilen beş bekâr erkek bir geyiği kovalayacaktı. Hayvan yakalanırsa, bu yıl hasat bereketli geçecek ve ordumuz yeni zaferler kazanacak demekti. Yakalanmazsa bizi bir felaketin bekleyeceğine inanılıyordu. Onun için geyiğin mutlaka yakalanması gerekiyordu. Helene ve Menelaos yakında Girit’in Deli Kralı’yla buluşmak için yola çıkacaktı ve Apollon’un gözüne girip takdirini kazanmak bu yıl her zamankinden de önemliydi.

Bu yıl, babamız sayesinde abim Pyrrhus da agon için seçilme şerefine erişmişti. Lykou özür dilercesine gülümsedi ve başını eğdiğinde kömür karası bukleleri yüzüne düştü. “Ödülümü alırken orada olacak mısın?” Sınırı ne zaman aşsa ona bir laf çarpmaya alışık olduğum için yine ağzımı açtım. Ama kızgın közler gibi parlayan koyu kahverengi, arzulu bakışları beni durdurdu. Belki bu seferlik sert sözlerimi kendime saklayabilirdim. “Kazandığında tabii ki orada olacağım,” dedim. Işığıyla geceyi aydınlatabilecek bir gülümseme yayıldı yüzüne. “Aman abim duymasın. Yoksa onun kazanması için bahis oynamadım diye beni reddeder.” Lykou sırıtarak arkadaşının onu çekiştirmesine izin verdi. Ben de az önce adını andığım abimi bulmak için yeniden kalabalığa karıştım.

Pyrrhus’u bulmak zor olmadı. Asi bukleleriyle Spartalı akrabalarımızın kuzguni lüleleri arasında bir uyarı ışığı gibi parlıyordu. Yanına ulaşmak için dirseklere ve ağzına kadar şarap dolu kupalara çarpmamaya çalışarak ilerledim. Usulca arkasına geçtim ve ensesindeki saçları çekiştirdim. “Ava hazır mısın, Pyr?” “Ezelden beri.” Yüzümü güldüren bir gülümsemeyle bana döndü. “Kazandığımda ailece saygınlığımız artacak. Benimle gurur duyacaksınız. Bir daha hiç kimse bizimle alay etmeye cesaret edemeyecek.” “Övünmekte acele etme. Tanrılar…” “…hadlerini bilmeyen ölümlülere iyi davranmaz.” Pyrrhus baston yutmuş gibi dimdik durup çenesini havaya dikerek vesveseli abimiz Alkaios’u mükemmel bir şekilde taklit etti. “Dikkatli ol,” dedim şarabından bir yudum alarak. “Daha fazla sululuk edersen, tanrılar söylediğin şeyi ciddiye almadığını düşünecek.” “Hepsine lanet olsun, Daph.” Şarap nefes boruma kaçınca öksürmeye başladım.

Pyrrhus kyliksini geri aldı. “Bizi bu verimsiz topraklara mahkûm eden tanrılara neden saygı duyayım?” Elindeki içki kabını bir vuruşta yere fırlattım. “Delirdin mi sen?” diye tıslayıp kimsenin duymadığından emin olmak için etrafıma bakındım. Neyse ki herkes kendi derdindeydi. “Anaks bu saygısızlığını duyarsa dilini kestirir. Alkaios’a kalsa kelleni uçurtur.” “Alkaios da tanrılardan benim kadar nefret ediyor.” Başını yana eğdi ve ahlaksızca gülümsediğinde sol yanağındaki gamze belirginleşti. “Sen de öyle. Ne oldu? Kabullenilme peşinde koştururken halihazırdaki sosyal konumundan tanrıların sorumlu olduğunu unuttun mu yoksa?” Pyrrhus’la Alkaios benim dünyaya geldiğim gece benden çok daha fazlasını kaybetmişti. Ben annemizle babamızı hiç tanımamıştım. Ama abilerim sevip saydıkları bir anneyi ve babayı kaybetmişti. Yerlerinden yurtlarından koparılıp Sparta’ya getirilmişlerdi. Sözlerinin ne kadar isabetli olduğunu itiraf etmek yerine kollarımı göğsümde kavuşturup onu kuşkuyla süzdüm. “Yarıştan kaçmak için bu yolu bulduysan…” “Ben hiçbir şeyden korkmam.” Kaşlarını oynattı.

“Ayrıca Alkaios benden emin olmasaydı o geyiği kendisi kovalardı. Şeref aileden bile önce gelir falan filan…” “Haksızlık etme,” dedim koluna vurarak. “Alkaios burada değil. Kendini savunamaz.” “Kötü niyetli olmadığını biliyorum. Ama sahte sofuluğa hiç tahammülüm yok. Bazen bir askerdense din adamı olmak için yetiştirildiğini düşünüyorum. Gidip biraz daha şarap bulacağım.” Yanağıma bir öpücük kondurdu ve kalabalığın arasında kaybolmadan önce bana göz kırptı. Yanımdan ayrıldığı anda neşem söndü. Coşkuyla kutlama yapan Spartalıların arasında hizmetçim Ligeia’yı, Alkaios’la karısını ve bizi evlat edinen annemizle babamızı gördüm. Azar işiteceğimi bildiğim için hemen başımı eğdim ve ters tarafa yöneldim.

Alkaios’un onlara Kral’la Kraliçe’nin önünde dövüştüğümü yetiştirdiğinden emindim. Sparta’nın ve aile şerefimin gerektirdiği, ağırbaşlılık ve adaba uygun davranmak gibi prangalardan kurtularak gürültücü kalabalığın arasına karıştım. Yüzlerce davulun ritmine ayak uydurarak saatlerce dans ettim. Sonra bir kenarda oturmuş, kuzu kızartmanın parmaklarıma bulaşan yağını yalıyordum ki agonun başlamak üzere olduğunu haber veren boruların sesini duydum. Selene’nin hilali gökyüzünde asılı dururken halk sıra sıra gölgeliklerin altından çıkıp şehrin dışındaki karanlık kırlara akın etmeye başladı.

Bütün Sparta bir yıldır bunu bekliyordu. Sparta’nın en meşhur geleneği bu yıl her zamankinden daha önemliydi. Eurotas Irmağı’nın kenarında Kral Menelaos’la Kraliçe Helene, etrafa kıvılcımlar saçıp gece havasını yanık odun kokusuyla dolduran büyük bir şenlik ateşinin ışığında sabırla bekliyordu. Şehrin kıyısında nefeslerini tutmuş, kralımızın emrini bekleyen binlerce Spartalıya doğru yürüdüm. Kalbim birazdan başlayacak yarışın heyecanıyla gümbür gümbür atıyordu.

Az sonra, iyice yağlanan çıplak vücutları şenlik ateşinde parlayan dört genç Spartalı göründü. Menelaos’un karşısında durup yerlere kadar eğildiler. Abimin asi buklelerini göremeyince büyük bir hayal kırıklığı ve endişeyle sarsıldım. Pyrrhus neredeydi?

2.
BÖLÜM

Kalabalığın arasında Pyrrhus’u ararken birkaç metre ilerideki Alkaios’la göz göze geldim. Çenesini sıkıp kaşlarını çatmış ve ellerini yumruk yapmıştı. Pyrrhus’un ortaya çıkmayışı aile şerefimizi iki paralık ediyordu. Eğer yarışta koşmazsa tanrılara yaptığı bu saygısızlığı başkalarına ibret olsun diye canımızla ödeyecektik. Kalbim göğsümden fırlayacak gibi atıyor ve şenlik davullarından da daha yüksek sesle kulaklarımda uğulduyordu. İzleyiciler sabırsızca kıpırdanmaya başladığında boğazım düğümlendi. Herkes Kral’ın önünde sıra olan koşuculara ve Alkaios’la bana hayretle bakıyordu. Çok geçmeden idamımızı isteyeceklerdi. Ben ve abim gibi Mothakelerden beklenilen davranış biçimi buydu zaten. Babamız Pyrrhus’u seçerek riske girmişti ve abim aile şerefimizi ayaklar altına almak üzereydi. Alkaios’a bir kez daha çaresizlikle baktım. Başını eğmekle yetindi ve koyu kahverengi gözlerindeki ifadeyi o mesafeden seçemiyordum.

Pyrrhus koşmayacaksa, ailemizden başka bir genç yarışa katılmak zorundaydı. Ama Alkaios evliydi ve yaşı çoktan geçmişti. Sparta’nın talihi bana bağlıydı. Kahrolası Pyrrhus. Nemesis erkekliğini kurutsun da gör gününü. Omuzlarımı dikleştirip kalabalığın arasından sıyrıldım. “Kadınlar koşmaz,” diye bağırdı bir adam ve bir başkası alayla homurdandı, “En başından bir Mothakeyi seçmeyecektiniz!” “Tanrılar bu saygısızlığı cezasız bırakmaz,” diye bağırdı bir kadın. “Bu kadın Sparta’nın şerefini lekeliyor. Ona engel olun.” “Mothake! Mothake! Mothake!” Yabancı. Yabancı. Yabancı. Bu insanlar beni hiçbir zaman bundan fazlası olarak görmeyecekti. Özgür olmama rağmen, Mothake olduğum için bir köleden birazcık daha değerliydim o kadar. Abilerim ve ben evliliğin tanıyacağı maddi imkânlarla yetinmek zorundaydık.

Bir ephorun evlatlıkları olmalarına rağmen abilerimin orduya hizmet etmekten başka bir iş yapma şansı yoktu. Pyrrhus’un bu yarıştaki başarısı bunu değiştirebilir ve dahası üzerimize yapışıp kalan şu berbat unvandan kurtulmamızı sağlayabilirdi. Gözlerim dolunca ağlamaktan korkarak başımı iki yana salladım. Bizi büyüten ailenin de bu gürültücü kalabalığın arasında olduğunu, ailemizin geleceğinin kadere ve Kral’ın insafına kalışını çaresizlikle izlediklerini bilmek içimi parçalıyordu. Koşuculara yaklaşıp Kral’la Kraliçe’yi başımı eğerek selamladığımda yuhalamalar azaldı.

Menelaos’la Helene bana itiraz etmedi, başlarını sallayarak yarışa katılmamı gönülsüzce kabul ettiler. Bir kadının koşuya katıldığı görülmüş şey değildi ama Sparta’nın geleceği için gerekeni yapmaya mecburlardı. Diğer koşucular gözlerini hükümdarlara dikmişti. Solumda duran Lykou bile beni görmezden gelerek çenesi havada, Menelaos’un işaretini bekliyordu. Kraliçe’nin diğer kardeşi Kastor dimdik sırtıyla sağımda duruyordu ve onun yanında, Sparta’nın en saygın politikacılarından ikisinin oğulları vardı. İkisi de festival şarabını fazla kaçırdıkları için boş bakışlarla etrafı süzüyor ve hafifçe yalpalıyorlardı. Dionysos en gözde içeceğini zamansız içtikleri için onlarla gurur duyuyor muydu acaba? Diz çöküp yüzümü perde gibi örten saçlarımın arasından Kral’a baktım. Onun yerine Helene’in karanlık bakışlarıyla karşılaştım. Beni gururla ve o kadar kolay tanımlayamadığım başka bir ifadeyle süzüyordu.

Belki kıskançlıktı, bilmiyorum. Neden acaba? Sonuçta benden daha güzel, daha zengin ve benim hiçbir zaman olamayacağım kadar güçlüydü. Ama sonra Helene’nin Menelaos’la evlenmeden önceki hâlini hatırladım. Kırlarda nasıl koştuğunu. Bu kentin gördüğü en hızlı kadındı ve Sparta’nın meşhur kızı Atalante’ye benzetilirdi. İyice zıvanadan çıkan Spartalıların gürültüsü Menelaos’un sesiyle kesildiğinde Kraliçe’yi düşünmekten vazgeçip başımı eğdim. “Kurallar basit,” dedi. Halkının onu rahatça görebilmesi için ayağa kalktı. “Bu beş genç Apollon’un gözüne girmek için ikiz kız kardeşi Artemis’in adağını ona getirecek.” Bir hizmetkârın tuttuğu ve henüz kaderine boyun eğmeyerek direnen geyik önümüzden geçirildi. Boynunda, aralarına çiçekler serpiştirilmiş defne ağacı dallarından bir çelenk vardı.

Gözlerinin akları ateşin ışığında parlayınca bir an ona acıdım. “Gün ağarmadan çelengi geri getirin. Geyik kaçar da tanrıça Eos’un şafağı çelengin bana geri getirilmesinden önce doğarsa Sparta’nın ekinleri sararıp solacak. Eurotas kuruyacak. Ordumuzun erkekleri salgın hastalıklara yenik düşüp ölecek. Bu baharda hasıl olan kuraklık Sparta’nın gücünü sınıyor. Zaferiniz ekinlerimizin hasretle beklediği yağmuru getirsin.” Kral kırmızı bir peplos giyen ve gözleri yıldızsız geceler kadar siyah görünen genç bir kâhine döndü. Kâhin bir adım öne çıkıp sözlerini bütün Sparta’nın duyabilmesi için yüksek sesle konuştu. “Bu yarışla Apollon’dan ilahi iyiliğini bize göstermesini istemekle kalmayıp biz de ona gücümüzü sunmalıyız.

Sparta’nın dışındaki huzursuzluğu hepiniz duymuşsunuzdur. Toprak koskoca krallıkla rı yuttu, orduların kum ve bronzdan başka yiyecekleri kalmadı ve Mesogeios’un çocukları her yıl şehirlerin altında kol gezen canavarlara kurban edildi. “Bu hastalıklar,” dedi elini Taygetos Dağları’na ve ötesindeki topraklara doğru sallayarak, “bize de ulaşacak. Olympos’un tepesindeki tanrılara bile ulaştıkları gibi. Zeus bize artık yağmur getirmiyor ve ekinlerimiz kuruyor. Hera eskisi gibi ordularımızı güçlendirecek oğullar vermiyor bize. Batıdaki topraklar Poseidon’un öfkesiyle kasıp kavruluyor ve Athena doğudaki savaşlarımızı kutsamadı. Güçleri onları terk ediyor ve yakında bunun ceremesini çekeceğiz.” İmkânsızdı. Kalabalığın arasında fısıltılar dalga dalga yayıldı. Tanrılar dokunulmazdı. Bizim felaketlerimizin onlara kadar ulaştığı görülmemiş, duyulmamış bir şeydi. “Ayağa kalkın, Apollon’un seçtikleri,” diye buyurdu Kral kollarını kaldırarak.

Dediğini yaptığımızda, hizmetliler vücutlarımızı Sparta’nın renklerine, kan ve zenginliği temsil eden kırmızı ve altın sarısına boyamak için yanımıza geldi. “Rakiplerinizle ilgilenmeyeceksiniz. Her biriniz Sparta’nın şan ve şerefi için koşacaksınız. Başka bir yarışmacıyı engellemeye kalkışan olursa vatan hainliğiyle suçlanıp sürgün edilir.” Kral gözlerimizin içine bakarak demir bir bıçak gibi sert ve soğuk bir sesle konuşuyordu. “Omuzlarınızda Sparta’nın geleceğinin ağırlığını taşıyorsunuz.” Menelaos bir çift hizmetkârına işaret verdi. Üzeri ipek örtüyle örtülü, kocaman bir yastık getirdiler. Örtüyü açtıklarında nefesimi tuttum. Yastığın üzerinde hayatımda gördüğüm en muhteşem dori duruyordu. Alevlerin ışığında parlayışını hayranlıkla izledim. “Yarışın galibi cömertçe mükâfatlandırılacak,” diye ekledi Kral. Mızrağın üzerine narin asma dalları ve defne yaprakları oyulmuştu. Sapı vişne ağacındandı ve demirden mızrak başı yaprak şeklindeydi. Öbür ucunda altından yapılmış sivri bir parça vardı.

Tipik bir dori kadar uzun değildi, boyuma ancak ulaşıyordu. Ay ışığı gibi parlayan sıradışı silah güney eyaletlerinden getirilmişti ve çok değerliydi. Tırnaklarımı avuçlarıma geçirdim. Güzel silahlar Spartalıların gözünü kolay kolay boyamazdı ama bu küçük bir hediye değildi. Sparta’nın yazgısını belirleyecek avcıya layık bir ödüldü. Ben de Sparta’nın bir parçasıydım ve hem kentimin geleceği hem de kendi geleceğim için bu yarışı kazanacaktım. Menelaos sağ elini kaldırdı. “Koşucular yerlerini alsın.” Ötekilerle birlikte sıra olmak için koştururken telaştan az kalsın tökezleyip düşecektim. Geyiği başlangıç çizgisinin yedi metre kadar ilerisine götürmelerini beklerken heyecandan yerimde duramıyordum. “Tanrı Hermes’inkiler gibi kanatlansın ayaklarınız.” Menelaos kolunu indirdi ve ok gibi fırladım.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıSparta’nın Kızı
  • Sayfa Sayısı384
  • YazarClaire M. Andrews
  • ISBN9786258387476
  • Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
  • YayıneviYabancı Yayınevi / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Trenin Tam Saatiydi ~ Heinrich BöllTrenin Tam Saatiydi

    Trenin Tam Saatiydi

    Heinrich Böll

    İkinci Dünya Savaşı’nı bir piyade eri olarak yaşayıp, “Savaştan ve militarizmden daha saçma bir şey olamaz,” kararına varan Heinrich Böll’ün bu kısa romanı, 1949’da...

  2. Üç Kadın ~ Robert MusilÜç Kadın

    Üç Kadın

    Robert Musil

    Bir insana güvenmediğinde sadakatin en açık işaretleri bile sadakatsizliğin işaretlerine dönüşür, güvendiğinde ise sadakatsizliğin elle tutulur kanıtları bile yanlış anlaşılan, büyüklerinin haksız yere cezalandırdığı...

  3. Aşk Romanları Okuyan İhtiyar ~ Luis SepúlvedaAşk Romanları Okuyan İhtiyar

    Aşk Romanları Okuyan İhtiyar

    Luis Sepúlveda

    Yerleşimciler de altın arayıcıları da ormanda her türlü aptalca hatayı işliyorlardı. Düşüncesizce yayılmalarının sonucunda kimi hayvanları durduk yerde saldırganlaştırıyorlardı. Bazen birkaç metrecik düz toprak...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur