
Temel Sosyoloji Kavramları, Max Weber’in sadece modern sosyolojik tahayyülün kurucu bir parçası değil, aynı zamanda toplumsal eylem, din, hukuk, bürokrasi, kent, sınıf, iktidar ve siyasi topluluk üzerine bölümleriyle sosyal yapıların ve normatif düzenlerin dünya-tarihsel derinlikteki ilk kesin ampirik karşılaştırması olan Ekonomi ve Toplum adlı eserinin ilk bölümünden bir kesit.
Temel sosyoloji kavramlarını, ekonomik faaliyet kategorilerini, yönetim türlerini, mülkiyet ve sınıf tartışmalarının yer aldığı sosyolojik kategoriler teorisini içeren bu eser Max Weber sosyolojisine giriş niteliği taşıyor.
İÇİNDEKİLER
YAZARIN ÖNSÖZÜ 9
§ 1. SOSYOLOJİ VE SOSYAL EYLEMİN “ANLAM”I
KAVRAMLARI 11
§ 2 SOSYAL EYLEMİ BELİRLEYEN NEDENLER 35
§ 3. SOSYAL İLİŞKİ 39
§ 4 SOSYAL EYLEM TİPLERİ: GÖRENEK, GELENEK 43
§ 5 MEŞRU DÜZEN KAVRAMI 47
§ 6. MEŞRU DÜZEN TÜRLERİ: UZLAŞIM VE HUKUK 51
§ 7 MEŞRU DÜZENİN GEÇERLİLİK TEMELLERİ:
GELENEK, İNANÇ, POZİTİF HUKUK 55
§ 8. MÜCADELE KAVRAMI 59
§ 9 CEMAATLEŞME VE CEMİYETLEŞME 63
§ 10 AÇIK VE KAPALI İLİŞKİLER 67
§ 11 EYLEMİN İLİŞKİLENDİRİLMESİ: TEMSİL İLİŞKİLERİ 73
§ 12 ÖRGÜT KAVRAMI VE ÖRGÜT TÜRLERİ 77
§ 13 BİR ÖRGÜTÜN DÜZENLERİ 81
§ 14 YÖNETİM DÜZENİ VE DÜZENLEME DÜZENİ 83
§ 15. İŞLETME VE İŞLETME ÖRGÜTÜ, DERNEK, KURUM 85
§ 16 ERK, İKTİDAR 87
§ 17 POLİTİK ÖRGÜT, HİYEROKRATİK ÖRGÜT 89
YAZARIN ÖNSÖZÜ
Giriş niteliğindeki, kaçınılmaz bir biçimde soyut ve gerçekliğe yabancı izlenimi veren ama vazgeçilmez olan bu kavram tanımlarının yöntemi hiçbir surette yeni olma iddiasını taşımıyor. Tam tersine, sadece her empirik sosyolojinin, aynı şeylerden söz ettiğinde gerçekten kastettiğini,–bekleneceği gibi – daha amaca uygun ve biraz daha doğru (tam da bu yüzden belki biraz daha kılı kırk yarıcı izlenimi veren) bir anlatım tarzıyla ifade etmek istiyor. Açıkça alışılmadık ya da yeni ifadelerin kullanıldığı durumlar için de geçerli bu. Logos IV’te (1913, s. 253 vd.) yayımlanan makaleye göre, buradaki terminoloji olabildiğince kolay anlaşılabilmesi için mümkün mertebe basitleştirilmiş ve bu yüzden birçok yerde de değiştirilmiştir. Elbette, mutlak bir popülerleştirme ihtiyacı, olabildiğince büyük kavramsal netlik ihtiyacıyla her zaman bağdaşmaz ve gerektiğinde bu ikincisi karşısında geri adım atmak zorundadır.
“Anlama” hakkında, K. Jaspers’in Allgemeine Psychopathologie’sine1 (H. Rickert’in Grenzen der naturwissenchaftlichen Begriffsbildung2 ve G Simmel’in Tarih Felsefesinin Problemleri’ndeki bazı değinilere de) bakılabilir. Yöntemsel açıdan, F. Gottl’un gerçi biraz zor anlaşılır dilde yazılmış ve elbette her bölümü düşünsel olarak tamamen olgunlaştırılmamış kitabı Die Herrschaftdes Worts’u3 sık sık yaptığım gibi, burada da referans alıyorum; içerik açısından da özellikle F. Tonies’in Cemaat ve Cemiyet adlı güzel kitabına işaret ediyorum. Ayrıca, R. Stammler’in son derece yanlış yönlendirici Wirtschaft und Recht nach materialistischen Geschichtauffassung4 kitabı ve benim bu kitap hakkında yazdığım Archiv für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik’te, (Sayı 24, 1902) yayımlanan eleştiri sayılabilir; bu eleştiri aşağıdaki açıklamalarımın çoğunun temellerini içermektedir. Kastedilen anlamı, geçerli anlamdan olabildiğince ayırdığım için Simmel’in (Soziologie5 ve Para Felsefesi’ndeki) yönteminden farklılaşıyorum; Simmel bunları her zaman ayırmadığı gibi, çoğu kez bilerek birbirleriyle iç içe geçiriyor.
§ 1. SOSYOLOJİ VE SOSYAL EYLEMİN
“ANLAM”I KAVRAMLARI
Sosyal eylemi yorumlayarak anlayan ve böylelikle o eylemi kendi akışı ve sonuçlarıyla açıklamak isteyen bilime: (Son derece çokanlamlı olarak kullanılan bu sözcüğün buradaki anlamıyla) Sosyoloji denecektir. Burada “eylemek”, eyleyen ya da eyleyenler bu edimle öznel bir anlamı ilişkilendirdikleri sürece (ister dışsal ya da içsel bir edim, ister eylememe ya da tahammül etme olsun, fark etmez) insani bir davranış demektir. “Sosyal eylem” dendiğindeyse eyleyen ya da eyleyenler tarafından kastedilen anlamı gereği, başkalarının davranışlarıyla ilişkilendirilen ve akışında buna göre yönlenmiş eylem anlaşılacaktır.
I. Yöntemsel Temeller
1. Burada “anlam” ya, a) gerçekten a. tarihsel olarak verili bir durumda bir eyleyen tarafından ya da b. verili bir durumlar yığınında ortalama ve yaklaşık olarak eyleyenler tarafından ya da b) kavramsal olarak kurulmuş saf bir tipte, o tip tarafından ya da tip olarak düşünülen eyleyenler tarafından öznel olarak kastedilen anlamdır. Nesnel olarak “uygun” ya da metafizik olarak temellendirilmiş “doğru” bir anlam değildir. Sosyoloji ve tarih gibi empirik eylem bilimleri ile tüm dogmatik bilimlerle (nesnelerinin “doğru”, “geçerli” anlamını araştırmaya çalışan hukuk, mantık, etik, estetik gibi bilimlerle) arasındaki fark burada yatmaktadır.
2. Anlamlı eylemle (burada söylemek istediğimiz gibi), öznel olarak kastedilmiş bir anlamla bağlı olmayan salt reaktif bir davranış arasındaki sınır çok geçirgendir. Sosyolojik açıdan önem taşıyan her türlü davranışın çok önemli bir bölümü, özellikle de saf geleneksel eylem (aşağıya bakınız), bu ikisinin arasındaki sınırda yer alır. Anlamlı, yani anlaşılabilir eylem bazı psiko-fizik olay örneklerinde yoktur, bazılarında da sadece dalın uzmanları için vardır; mistik olan ve bu nedenle sözcüklerle tamuygun bir biçimde iletilemeyen olaylar, böylesi yaşantılara açık olmayanlar tarafından anlaşılamaz. Buna karşılık kendinden benzer türde bir eylem üretme yeteneği, anlaşılabilirliğin önkoşulu değildir. “Caesar’ı anlamak için Caesar olmak gerekmez.” Tam olarak “yeniden yaşantılanabilirlik” anlamanın apaçıklığı için önemlidir ama anlamı yorumlamanın mutlak koşulu değildir. Bir olayın anlaşılabilir ve anlaşılamaz bileşenleri çoğu kez birbirleriyle iç içe ve bağlantılıdırlar.
3. Her yorum, genel olarak her bilim gibi “apaçıklık”a ulaşmaya çalışır. Anlamanın apaçıklığı ya rasyonel (o zaman da ya mantıksal ya da matematiksel) ya da duyumlayarak yeniden yaşantılayan (duygusal, sanatsal-alımlayıcı) karakterde olabilir. Eylem alanında öncelikle kastedilen anlam bağlamında zihinsel olarak tamamen ve şeffaf bir biçimde anlaşılanlar apaçıktır. Rasyonel anlaşılabilir, yani buradaki anlamıyla, zihinsel olarak dolaysızca ve net olarak, anlamlı bir biçimde kavranabilir olanlar, büyük ölçüde özellikle birbirleriyle matematiksel ya da mantıksal önermeler ilişkisi içinde olan anlam bağlamlarıdır. Birisi 2 x 2 = 4 tümcesini ya da Pisagor ilkesini düşünürken veya tanıtlama yaparken kullandığında ya da mantıksal bir çıkarım zincirini –bizim düşünce alışkanlıklarımıza göre– “doğru” gerçekleştirdiğinde bunun ne anlama geldiğini çok net bir biçimde anlarız. Yine birisi, bizim için “bildik” sayılan “deneyim gerçekleri”nden ve veriliamaçlardan, uygulanacak “yöntem”lerin türü için kendi eylemimizden (bizim deneyimlerimize göre) açıkça doğan sonuçlar çıkardığında, bunu da çok net anlarız. Böyle rasyonel olarak yönlendirilmiş, amaçlı eylemin her yorumu –uygulanan “yöntem”lerin anlaşılması için– son derece apaçıklık içerir. Bizzat açık olduğumuz ya da ortaya çıkışları duyumlama yoluyla [sonradan] yaşantılanabilir kılınabilen “hata”ları (“problem yumakları” dahil) da aynı olmasa da bizim açıklama ihtiyacımıza yetecek bir apaçıklıkta anlarız. Buna karşılık bir insanın eyleminin deneyimden bilindiği üzere yönlenmiş olabileceği kimi nihai “amaç”ları ve “değer”leri çoğu kez tam bir açıklıkla anlayabiliyor değiliz; gerçi duruma göre onları zihinsel olarak kavrayabiliyoruz ama diğer yandan, bizim nihai değerlerimizden ne kadar radikal bir biçimde uzaklaşırlarsa, duyumlayıcı hayal gücüyle onları yeniden yaşantılama yoluyla anlaşılabilir kılmak, bizim için o kadar zorlaşıyor. Sonra, elimizdeki örneğin konumuna göre onları yalnızca zihinsel olarak yorumlamakla ya da koşullara göre, bu da başarısız olursa düpedüz onları basitçe veriler olarak kabullenmekle ve onların olabildiğince zihinsel olarak yorumlanmış ya da olabildiğince duyumlamayla yaklaşarak yeniden yaşantılanmış hedeflerinden, onların güdülediği eylemin akışını bizim için anlaşılır kılmakla yetinmeliyiz. Örneğin, din ve hayırseverlik alanındaki birçok ustalık veriminin, bu verimlere açık olmayan kişilerdeki durumu böyledir. Aşırı rasyonalist fanatiklikler de (“insan hakları”) bu hedeflere kendince radikal bir tarzda karşı çıkanlar için böyledir. – Edimsel duygular (korku, öfke, hırs, haset, kıskançlık, aşk, coşku, gurur, kin gütme, dindarlık, adanma, her türden arzu) ve (rasyonel amaçlı eylemden bakıldığında) onlardan kaynaklanan irrasyonel tepkileri, onlara ne denli açıksak, duygusal olarak o denli apaçık yeniden yaşantılayabiliriz ama her halükârda bizim olanaklarımızı kesinlikle aşan bir seviyede olsalar bile, onları anlamlı bir biçimde duyumlayarak anlayabiliriz ve eylemin hedefi ve araçları üzerindeki etkilerini zihinsel olarak dikkate alabiliriz.
Tipler oluşturan bilimsel yaklaşım açısından, davranışın eylemi etkileyen her türlü irrasyonel, duygusal olarak belirlenmiş anlam bağlamları, söz konusu eylemin kurulmuş saf amaçsal-rasyonel akışında en görmezden gelinemeyecek bir biçimde “sapma”lar olarak araştırılır ve serimlenir. Örneğin bir “borsa paniği”nin açıklanışında ilk önce, irrasyonel duyguların etkisi olmadan eylemin nasıl gelişecek olduğu saptanır ve ondan sonra söz konusu irrasyonel bileşenler “arıza”lar olarak kaydedilir; politik ya da askerî bir eylem söz konusu olduğunda da aynı şekilde ilk önce amaca uygun bir biçimde, bütün koşullar ve katılanların tüm niyetleri bilindiğinde ve katı amaçsal-rasyonel, bize geçerli görünen, yönünü deneyimden alan araçlar seçildiğinde, eylemin nasıl ilerleyecek olduğu saptanır. Ancak bunu yaptıktan sonra bu eylemden sapmaların, onları belirleyen irrasyonelliklerle nedensel olarak ilişkilendirilmesi mümkündür. Kesin amaçsal-rasyonel bir eylemin kurulması da bu vakalarda apaçık anlaşılabilirliği ve –rasyonelliğe bağlı– netliği nedeniyle gerçek, her türden irrasyonellik (duygular, hatalar) tarafından etkilenmiş eylemi, saf rasyonel davranışların göz önünde bulundurulduğu akıştan “sapma” olarak anlamak için sosyolojiye tip (“ideal tip”) olarak hizmet eder.
Bu bakımdan ve yalnızca bu yöntemsel amaca uygunluk temelinde, “anlayıcı” sosyolojinin yöntemi “rasyonalist”tir. Bu işlem tarzı elbette sosyolojinin rasyonalist bir önyargısı olarak değil, yalnızca yöntemsel bir araç olarak anlaşılabilir; yani rasyonel olanın yaşam üzerindeki gerçek bir egemenliği şeklinde yeniden yorumlanamaz. Çünkü gerçeklikte rasyonel düşünüşlerin pratikteki eylemi ne ölçüde belirleyip ne ölçüde belirlemedikleri hakkında en küçük bir şey bile söylemez. (Bununla yanlış yerde rasyonalist yorumlar yapma tehlikesinin varlığı yadsınmış olmuyor. Ne yazık ki bütün deneyimler bu tehlikenin varlığını kanıtlıyor.)
4. Anlam içermeyen süreçler ve nesneler her türlü eylem bilimi tarafından insani eylemin nedeni, sonucu, teşviki ve engeli olarak dikkate alınırlar. “Anlam içermeyen” dediğimiz, “yaşanmamış” ya da “insani olmayan”la özdeş değildir. Her artefakt1 , örneğin bir “makine”, sadece (olabildiğince çok çeşitli hedeflere sahip) insan eylemi nin, bu artefaktın üretimine ve kullanımına verdiği (ya da vermek istediği) anlamdan yola çıkılarak yorumlanabilir ve anlaşılırdır; bu anlama başvurmadan tamamen anlaşılmaz kalır. Demek ki burada anlaşılır olan, eyleyen kişi ya da kişilerin tasarladığı ve eylemini ona göre yönlendirdiği insan eyleminin onunla “araç” ya da “amaç” olarak ilişkisidir. Bu tür nesnelerin anlaşılması, yalnızca bu kategorilerde gerçekleşir. Buna karşılık kastedilen anlam içermeyen her türlü – yaşanmış, yaşanmamış, insandışı, insani– süreçler ya da durumlar eylemin “araç”ı ve “amaç”ıyla ilişkilenmedikleri, yalnızca eylemin nedenini, desteğini ya da engelini oluşturdukları sürece kastedilen anlam içeriği bulunmayan anlama uzak kalırlar. 13. yüzyılın sonuna doğru (1277) Dollart Körfezi’nin oluşmasının2 çok büyük tarihsel sonuçlar doğuran belirli yer değiştirme süreçlerine yol açması bakımından “tarihsel” önemi vardır. İnsanın ölümlülüğü ve organik yaşamın çevrimi, çocuğun âcizliğinden yaşlının âcizliğine kadar, elbette insani eylemin bu nesne durumuna göre yönlenmiş bulunduğu ve yönlendiği çok çeşitli tarzlarda birinci sınıf sosyolojik önem taşımaktadır. Psişik ya da psiko-fizyolojik fenomenlerin (yorgunluk, idman, bellek vb. ama aynı zamanda belirli nefis köreltme biçimlerinde ortaya çıkan tipik aşırı iyi hissetme halleri, tepki verme tarzlarındaki tipik hız, tür, netlik vb. farklılıkları vb.) sonunda keyfiyet, diğer anlaşılamaz olgulardakiyle aynıdır: Pratikte eyleyen kişi gibi, anlayıcı yaklaşım da onları hesaba katılması gereken “veriler” olarak alır.
Artık, şimdiye kadar çok az gerçekleşmiş olsa da gelecekteki bilimsel araştırmalarda anlamlı olarak ayrılmış davranışlarda da anlaşılamaz düzenlilikler bulmanın olanağı doğmuştur. Örneğin, kalıtım farklılıkları, –sosyolojik açıdan önem taşıyan davranışın, yani özellikle sosyolojik eylemin anlamla ilişkililiği tarzı üzerinde etkisi, istatistik olarak inandırıcı bir kanıtı ortaya konduğunda ve konduğu ölçüde–, sosyoloji için beslenme ihtiyacının türü ya da yaşlılığın eylem üzerindeki etkisi gibi fizyolojik gerçekler kadar veri olarak kabul edilecektir. Elbette, bunların nedensel önemlerinin kabul edilmesi de sosyolojinin (ve genel olarak eylemi inceleyen bilimlerin) görevlerinde, anlamlı bir biçimde yönlenmiş eylemi anlayarak yorumlamakta en küçük bir değişikliğe yol açmayacaktır. Bu kabul etme, yalnızca anlaşılır bir biçimde yorumlanabilir motivasyon bağlamlarının belirli noktalarındaki anlaşılamaz olguları (örneğin, eylemin belirli hedeflerinin sıklığının ya da tipik rasyonelliğinin derecesinin, tipik bağlamlarını kafatası endeksiyle ya da başka herhangi bir fizyolojiknitelikle) bugün zaten orada hazır bulundukları halleriyle ekleyecektir.
5. Anlamak: 1. Bir eylemin (bir ifadenin de) kastedilen anlamının edimsel olarak anlaşılması demek olabilir. Örneğin edimsel olarak duyduğumuz ya da okuduğumuz 2 x 2 = 4 önermesinin anlamını anlarız (düşüncelerin rasyonel edimsel anlaşılması) ya da yüz ifadesinde, nidalarda, irrasyonel hareketlerde dile gelen bir öfke patlamasını anlarız (duyguların irrasyonel edimsel anlaşılması); ya da bir oduncunun veya kapıyı kapatmak için kapı koluna uzanan birinin ya da tüfeğini bir hayvana doğrultan birinin davranışını anlarız (eylemlerin rasyonel edimsel anlaşılması). – Ne ki anlamak: 2. Açıklayıcı anlamak demek de olabilir. 2 x 2 = 4 önermesini dile getirmiş ya da yazmış olan kişiyi bir ticari hesapla, bilimsel bir tanıtlamayla, teknik bir hesaplamayla ya da bizim için anlaşılabilir olan anlamları gereği bu önermenin onların bağlamlarına “ait olduğu” başka bir eylemle uğraşırken gördüğümüzde, bunu tam da şimdi ve bu bağlamda yaparak bununla hangi anlamı ilişkilendirdiğini motivasyona uygun olarak “anlarız”, (rasyonel motivasyon anlaması). Odun kesmeyi ya da silah doğrultmayı yalnızca edimsel olarak değil, motivasyona uygun olarak da anlarız, oduncunun ya ücret karşılığında ya da kendi ihtiyacı için ya da dinlenmek için (rasyonel) ya da “heyecanını yatıştırmak için” (irrasyonel) ya da emir alarak ateş edenin bu eylemi ya infaz amacıyla ya da düşmanlarla savaşmak için (rasyonel) ya da intikam amacıyla (duygusal, yani bu anlamda: irrasyonel) gerçekleştirdiğini anlarız. Son olarak da temelinde, onun hasedinin, incinmiş kibrinin, yaralanmış onurunun yattığını bildiğimizde, öfkesini motivasyona uygun olarak anlarız (duygularla belirlenmiş, yani irrasyonel, motivasyona uygun). Tüm bunlar anlaşılır anlam bağlamlarıdır; onların anlaşılmasını eylemin gerçek akışının bir açıklanışı olarak görürüz. Demek ki “açıklamak”, eylemin anlamıyla ilgilenen bir bilim için edimsel olarak anlaşılabilir bir eylemin öznel olarak kastedilen anlamı gereği ait olduğu anlam bağlamının kavranması demektir. (Bu “açıklama”nın nedensel önemi için bkz. aşağıda, No. 6). Tüm bu örneklerde, duygusal süreçler dahil, olup bitenin ve anlam bağlamının öznel anlamını, “kastedilen” anlam olarak tanımlıyoruz (burada “kastetme”nin bu anlamda yalnızca rasyonel ve amaçlı olarak kastedilen eylemlerden söz edilen gündelik dil kullanımından yola çıkıyoruz).
6. Tüm bu örneklerde “anlamak” demek: a) Tekil örnekte reel olarak kastedilen (tarihsel yaklaşımda), b) Ortalama ve yaklaşık olarak kastedilen (sosyolojik kitlesel yaklaşımda), c) Sık görülen bir fenomenin saf tipi için bilimsel olarak kurulacak (“ideal tipsel”) anlamının ya da anlam bağlamının yorumlanarak kavranması demektir. Örneğin, iktisat öğretisinin saf teorisi tarafından kurulan kavramlar ve “yasalar”, bu gibi ideal tipsel konstrüksiyonlardır. Belirli türden bir insani eylemin, kesin amaçsal-rasyonel olarak, yanılgı ve duygulardan etkilenmeden ve ayrıca tamamen net bir biçimde yalnızca tek bir amaca (ekonomi) yönlenmiş olduğunda nasıl bir akış izleyecek olduğunu gösterirler. Reel eylem yalnızca ender örneklerde (borsa) ve o zaman da ancak yaklaşık olarak ideal tipte kurulduğu gibi gerçekleşir. (Bu tür konstrüksiyonların amacı için bkz. Archiv für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik, Sayı 19, s. 64 vd. ve aşağıda, No. 11).
Gerçi her yorumlama apaçıklığa ulaşmaya çalışır. Ama anlamsal bakımdan çok apaçık olan bir yorumlama, bu haliyle ve bu apaçıklık karakterine rağmen, henüz nedensel olarak da geçerli yorum olma iddiasında bulunmaz. Kendi başına daima özellikle apaçık olan, yalnızca bir nedensel hipotezdir. a) Araya sokulan “motif”ler ve “bastırma”lar (yani öncelikle itiraf edilmemiş “motif”ler, eyleminin gerçekleşmesinin gerçek bağlamını, bizzat eyleyen kişiden bile öyle gizlerler ki öznel açıdan dürüst öztanıklıkların bile yalnızca göreli bir değeri olabilir. Bu durumda sosyoloji, bu bağlam in concreto3 “kastedilmiş” olarak bilince yükseltilmediği ya da çoğu zaman, tamamen yükseltilmediği halde bu bağlamı araştırıp bulmak ve yorumlayarak saptamak göreviyle karşı karşıyadır: Anlamı yorumlamanın uç bir örneğidir bu. b) Eylemin bize “aynı” ya da “benzer” görünen dış süreçlerinin temelinde şu ya da bu eyleyen kişide son derece farklı anlam bağlamları bulunuyor olabilir; biz de kendi aralarında “aynı türden” gözüyle baktığımız durumlar karşısında çok büyük sapma gösteren adeta tam zıt bir eylemi de “anlarız”. (Bunun örnekleri Simmel’in Tarih Felsefesinin Problemleri’nde4 bulunuyor.) c.) Eyleyen insanlar verili durumlar karşısında çoğu kez birbirine zıt, birbiriyle çatışan itkilere maruz kalırlar; biz bunların hepsini “anlarız”. Bizim için kendi aralarında eşit anlaşılır olan ve birbirleriyle “güdüler savaşı” yürüten anlam bağlamlarının eylemde hangi göreli ağırlıkla dile geldiklerini, tüm deneyimlere rağmen, son derece çok sayıdaki örnekte kesinlikle düzenli olarak tahmin etmemiz şöyle dursun, yaklaşık olarak bile tahmin edemeyiz. Bu konuda sadece güdüler savaşının somut sonucu bir bilgi verir. Anlaşılır anlam yorumunun başarı yoluyla denetlenmesi somut akıştaki sonuç, her hipotezde olduğu gibi vazgeçilmezdir. Buna da ne yazık ki çok az sayıdaki ve bunun için uygun çok özel türdeki psikolojik deneyle ulaşılabilir. Sayılabilen ve net bir biçimde ilişkilendirilebilen kitle fenomenlerin (yine sınırlı sayıdaki) örneğinde istatistik yoluyla ve yalnızca son derece farklı yaklaşıklık derecelerinde ulaşılabilir. Geri kalanı için, tarihsel ya da gündelik yaşamın aslında aynı türden olan ama belirleyici tek bir noktada, her birinin pratik önemi açısından incelenen “güdü”sü ya da “vesile”si bakımından farklı olan, olabildiğince çok sayıdaki olayının karşılaştırılması olanağı vardır: Bu da karşılaştırmalı sosyolojinin önemli bir görevidir. Ne yazık ki çoğu kez geriye “düşünsel deney”in yani motivasyon zincirinin tek tek bileşenlerini düşünmeye devam etmenin ve sonra nedensel bir ilişkilendirmeye ulaşmak için muhtemel akışın kurulmasının yalnızca güvenli olmayan araçları kalmaktadır.
Örneğin, “Gresham Yasası” denen yasa insan eyleminin verili koşullar ve ideal tip varsayımıyla, saf amaçsal eylemin rasyonel apaçık bir yorumudur. Ne ölçüde gerçekten bu yasaya uygun olarak eylemde bulunulduğunu, ancak para sisteminde düşük değerli olarak değerlendirilen sikke türlerinin dolaşımdan gerçekten çıkması hakkındaki (sonunda prensip olarak bir biçimde “istatistiksel” olarak ifade edilen) deneyim öğretebilir: Bu deneyim söz konusu yasanın gerçekten çok geniş kapsamlı geçerliliğini öğretir. Hakikatte bilgi şöyle bir yol izlemiştir: İlk önce deneyim gözlemleri vardır ve sonra yorum formüle edilmiştir. Bu başarılı yorum yapılmadıkça, bizim nedensellik ihtiyacımız açıkça karşılanmamış kalır. Diğer yandan, –bir kez kabul etmek istediğimiz– düşünce yoluyla bulduğumuz davranış akışının pratikte de herhangi bir çapta gerçekleştiğinin kanıtı olmadan, kendi başına böyle apaçık bir “yasa”nın gerçek eylemin idrak edilmesi için hiçbir değeri yoktur. Bu örnekte anlamsal upuygunluğun ve deneyim örneğinin uyuşması tamamen tatmin edicidir ve doğrulamayı yeterince kesinleşmiş olarak kabul etmemize yetecek sayıda örnek vardır. Eduard Meyer’in Maraton, Salamis, Plataiai savaşlarının Hellen (ve böylelikle Batı) kültürünün gelişmesinin özgünlüğü üzerindeki nedensel önemi hakkındaki, anlamlı bir biçimde açıklanabilir, semptomatik olaylara (Helen kâhinlerinin ve peygamberlerinin Perslere davranışı) dayanan zekice hipotezi, yalnızca Perslerin zafer durumundaki (Kudüs, Mısır, Küçük Asya) davranışları üzerinden yapılabilen ve birçok bakımdan eğreti ve yetersiz kalması gereken bir sınamayla pekiştirilebilir. Hipotezin, dikkat çekici rasyonel apaçıklığına burada zorunlu olarak bir destek işlevi görür. Pek çok durumda apaçık görünen tarihsel ilişkilendirmenin bu örnekteki gibi hâlâ mümkün olan böyle bir sınamadan geçmesinin hiçbir ihtimali yoktur. Dolayısıyla ilişkilendirme de kesinlikle bir “hipotez” olarak kalır.
7. “Güdü” eyleyenin kendisine ya da gözlemciye bir davranışın anlamlı “nedeni” olarak görünen bir anlam bağlamı demektir. Tutarlı bir biçimde gerçekleşen bir davranış, bileşenlerinin arasındaki ilişki bizim ortalama düşünce ve duygu alışkanlıklarına göre daha tipik (biz “daha uygun” diyoruz) bir anlam bağlamı olarak olumlanması ölçüsünde “anlam bakımından upuygun”dur. Buna karşılık, olayların art arda sıralanışına, deneyim kurallarına göre sürekli aynı tarzda gerçekleşme olasılığının bulunması ölçüsünde “nedensel upuygun” denir. (Örneğin, bizim için geçerli aritmetik ya da düşünme kurallarına göre bir aritmetik probleminin doğru çözümü, sözcüğün buradaki anlamıyla, anlam içeriği bakımından upuygundur. “Doğru” ya da “yanlış” bir çözümün, aynı zamanda tipik bir “hesap hatası”nın ya da tipik bir “problem çözümsüzlüğünün sınanmış deneyim kurallarına göre gerçekleşen olasılığı, –istatistiksel görülme ölçüsünde– nedensel olarak upuygundur.) Demek ki nedensel açıklama, gözlemlenmiş belirli bir (içsel ya da dışsal) olayı, belirli başka bir olayın izlemesinin (ya da onunla birlikte ortaya çıkmasının) bir biçimde kestirilebilir, –ender– ideal durumda, sayılarla verilebilir kuralının saptanması demektir. Somut bir eylemin doğru nedensel yorumu, dışsal akışın ve güdünün isabetli bir biçimde ve aynı zamanda bağlamları içinde anlamlı bir biçimde anlaşılır olarak bilinmeleri demektir. Tipik bir eylemin (anlaşılabilir eylem tipinin) doğru nedensel yorumu, tipik olduğu öne sürülen oluş biçiminin hem (herhangi bir ölçüde) anlama upuygun görünmesi hem de (herhangi bir derecede) nedensel açıdan upuygun olduğunun saptanabilmesi demektir. Anlamsal upuygunluk yoksa, olayın (dışsal ve psişik) akışının en büyük ve sayısal bakımdan olasılığı net bir biçimde verilebilir düzenliliğine rağmen, yalnızca anlaşılmaz (ya da sadece yetersiz anlaşılabilir) istatistiksel bir olasılık söz konusudur. Diğer yandan sosyolojik bilgilerin kapsamı açısından en apaçık anlam uygunluğu bile yalnızca anlama uygun görünen akışın gerçekten gösterilebilir bir sıklıkta ya da yaklaşık olarak (ortalama ya da “saf” örnekte) olabileceği (bir biçimde gösterilebilir) olasılığının varlığının kanıtlanması ölçüsünde, doğru nedensel bir önermedir. Ancak, sosyal bir eylemin anlaşılır olarak kastedilen bir anlamına karşılık düşen böyle istatistiksel düzenlilikler (sözcüğün burada kullanılan anlamıyla) anlaşılabilir eylem tipleridir, yani: “Sosyolojik kurallar”dır. Anlamlı bir biçimde anlaşılabilir bir eylemin ancak böylesi rasyonel konstrüksiyonları, gerçekte olup bitenin gerçeklikte en azından herhangi bir yaklaşıklıkla gözlemlenebilen sosyolojik tipleridir. Açıklanabilir upuygunluğuna paralel olarak her zaman onlara karşılık düşen akışın sıklık şansı da yükselmez. Bunun böyle olup olmadığını, her örnekte yalnızca dışsal deneyim gösterir. – Anlam içermeyen olayların istatistiği (ölüm istatistiği, yorgunluk istatistiği, makine verimi istatistiği, yağmur istatistiği) gibi, tam da aynı anlamda, anlamlı olayların da istatistiği vardır. Ancak yalnızca anlamlı durumların (kriminal istatistik, meslek istatistiği, fiyat istatistiği, ekili alan istatistiği) sosyolojik istatistiği vardır. (Örneğin ürün istatistiği gibi her ikisini de kapsayan örnekler, elbette çok sıktır).
8. Anlaşılmaz oldukları için sözcüğün burada kullanılan anlamıyla “sosyolojik olgular” ya da kurallar olarak adlandırılamayan olaylar ve düzenlilikler, elbette sırf bu yüzden daha az önemli değillerdir. Sözcüğün burada kullanılan (kimseye dayatılmayacak olan ve dayatılamayan “anlayıcı sosyoloji”yle sınırlandırmayı içeren) anlamıyla sosyoloji için bile önemsiz değillerdir. Yalnızca, anlaşılabilir eylemden başka bir yere, anlayıcı eylemin “koşul”ları, “sebep”leri, “engel”leri, “destek”leri arasına konulurlar –ve bu da yöntemsel olarak tamamen kaçınılmazdır–.
9. Kendi davranışının anlamlı olarak anlaşılabilir bir biçimde yönlenmesi anlamında eylemek, bizim için daima yalnızca bir ya da birden fazla tekil kişinin davranışı olarak vardır.
Başka bilgisel amaçlar için tekil bireyin, örneğin “hücre”lerin toplanması olarak ya da biyokimyasal reaksiyonların bir bütünü olarak ya da “psişik” yaşamını (nasıl nitelendikleri fark etmeden) tekil unsurlar tarafından kurulmuş olarak kavramak yararlı ya da gerekli olabilir. Bu yolla hiç kuşkusuz değerli bilgiler (nedensel kurallar) elde edilecektir. Gelgelelim, bu unsurların bu kurallarda dile getirilen davranışlarını anlamış olmayız. Psişik unsurlarınkileri de anlamayız, üstelik: Doğabilimsel açıdan ne kadar kesin kavranırlarsa o kadar az anlarız: Tam da bu hiçbir zaman, kastedilen bir anlamdan yoruma giden yol değildir. Sosyoloji için (sözcüğün burada kullanılan anlamıyla; aynı şekilde tarih için de) kavramanın nesnesi tam da eylemin anlam bağlamıdır. Fizyolojik birimlerin, örneğin, hücrelerin ya da herhangi psişik unsurların davranışını (en azından ilkesel olarak) gözlemleyebilir ya da gözlemlerden çıkarsamaya çalışabiliriz; bunun için kurallar (“yasalar”) elde edebiliriz ve tekil olayları bu kuralların yardımıyla nedensel olarak “açıklayabiliriz”, yani belirli kurallara dayandırabiliriz. Ne var ki eylemin yorumlanması bu olguları ve kuralları ancak herhangi başkalarını (örneğin fiziksel, astronomik, jeolojik, meteorolojik, anatomik, anlam içermeyen psikopatalojik –ya da teknik olguların doğabilimsel– koşulları) dikkate aldığı gibi dikkate alır.
Öte yandan, yine başka (örneğin hukuksal) bilgisel amaçlar için ya da pratik hedefler için sosyal oluşumları (“devlet”, “kooperatif”, “anonim şirket”, “vakıf”) tıpkı tekil bireyler gibi (örneğin, hak ve ödev sahipleri olarak ya da hukuksal açıdan önem taşıyan eylemlerin failleri olarak) ele almak, amaca uygun ve özellikle kaçınılmaz olabilir. Buna karşılık eylemin sosyoloji tarafından anlayarak yorumlanması için bu oluşumlar sadece tekil insanların özel eylemlerinin akışları ya da bağlamlarıdır, çünkü yalnızca bu insanlar bizim için anlamlı bir biçimde yönlenmiş eylemlerin anlaşılabilir failleridir. Buna rağmen sosyoloji kendi amaçları içinde, diğer inceleme tarzlarının kolektif düşünce oluşumlarını görmezden gelemez. Çünkü eylemin yorumlanması söz konusu kolektif kavramlarla şu üç ilişki içindedir: a) Bizzat kendisi anlaşılabilir bir terminoloji elde etmek için sık sık çok benzer (çoğu kez tamamen aynı tarzda tanımlanmış) kolektif kavramlarla çalışmak zorunda kalmıştır. Hukuk dili ya da gündelik dil, örneğin hem bir hukuk kavramını hem de hukuk kurallarının onun için geçerli olması gereken sosyal eylem olgusunu “devlet” olarak adlandırırlar. Sosyoloji için “devlet” olgusu zorunlu olarak yalnızca ya da özellikle hukuksal açıdan önem taşıyan bileşenlerden oluşuyor değildir. Sosyoloji “devlet”ten, ya da “ulus”tan, “anonim şirket”ten, “aile”den, “askerî birlik”ten ya da benzer “oluşumlar”dan söz ettiğinde, bununla daha ziyade bireylerin gerçek ya da olası olarak kurulmuş sosyal eyleminin belirli bir şekilde ortaya çıkan akışını kasteder; dolayısıyla netliği ve yerleşikliği yüzünden kullandığı hukuksal kavrama tamamen başka bir anlam yükler. b) Eylemi yorumlamanın, temel önem taşıyan şu gerçeği de dikkate alması gerekir: Gündelik düşünceye ya da hukuksal (ya da başka bir uzmanlık alanındaki) düşünceye ait olan kolektif oluşumlar, kısmen var olan, kısmen geçerli olması gereken bir şeyin eylemlerini onlara göre yönlendiren gerçek insanların (yalnızca hâkimlerin ve memurların değil, “halk”ın da) zihinlerindeki tasavvurlarıdır ve böylelikle tamamen şiddet içeren, çoğu zaman adeta tahakküm eden, nedensel bir anlama sahiptirler.
Gerçek insanların eylemlerinin akışının, özellikle de geçerli olması (ya da olmaması) gereken bir şeyin tasavvurlarıdır. (Modern bir “devlet”, bu yüzden hiç de önemsiz olmayan bir bölümüyle bu türden oluşur: –İnsanların özel bir birlikte eylemesinin bütünü olarak– çünkü belirli insanlar eylemlerini devletin var olduğu ya da var olması gerektiği, yani o hukuka göre yönlenmiş türdeki düzenlemelerin geçerli oldukları tasavvuruna göre yönlendirirler: Buna ileride değineceğim.) Sosyolojinin kendi terminolojisi için (madde a) son derece kılı kırk yarıcı bir tarzda ve ayrıntılı bir biçimde olsa da bu bildik dilden yalnızca hukuksal geçerlilik gereğini değil reel olaylar için kullanılan kavramları tamamen ayıklayıp yerlerine tamamen yeni oluşturulmuş sözcükler koymak mümkün olsaydı bile, bu önemli keyfiyet için bunu yapmak ihtimal dışı kalırdı. c) “Organik” denen sosyolojinin yöntemi (klasik tip: Schäffle’nin zekâ ürünü kitabı: Bau und Leben des sozialen Körpers5 ) toplumsal ortak eylemi “bütün”den (örneğin bir “ulusal ekonomi”den) yola çıkarak açıklamaya çalışır. Bu bütünün içinde tekil birey ve davranışı, fizyolojinin bedensel bir “organ”ın organizmanın “bütçe”si içindeki konumunu (yani onun “varlığını korunması” bakış açısından) ele almasına benzer bir biçimde yorumlanır. (Bkz. bir fizyoloğun derste söylediği ünlü söz “§x: Dalak. Dalak hakkında bilgimiz yok, beyler. Dalak konusu bu kadar!” Gerçekte ilgili kişi dalak hakkında oldukça çok şey “biliyordu”: Konumu, büyüklüğü, biçimi vs. –yalnızca “işlev”ini söyleyemiyordu ve bu eksikliğini “bilmemek” olarak tanımlıyordu.) Bir “bütün”ün parçalarına bu işlevsel yaklaşım tarzının başka disiplinlerde ne ölçüde kesin olması gerektiği burada irdelenmeyecek: Biyokimyasal ve biyomekanik yaklaşım tarzının ilkesel olarak bununla yetinmeyeceği açıktır. Yorumlayıcı bir sosyoloji için böyle bir ifade tarzı, 1. Pratik somutlaştırma ve geçici yönlenme amaçlarına yarayabilir (ve bu işleviyle son derece yararlı ve gerekli ama elbette, bilgi değerinin ve yanlış kavram realizminin abartılmasıyla son derece sakıncalı da olabilir. 2. Bir bağlamın açıklanması açısından yorumlayarak anlaşılması önem taşıyan sosyal eylemi bulmamıza, bazı koşullarda sadece bu ifade tarzı yardımcı olabilir. Ne ki (sözcüğün burada anlaşılan anlamıyla) sosyolojinin işi tam da bu noktadan sonra başlamaktadır. “Sosyal oluşumlar”da (“organizmalar”dakinin aksine), sadece işlevsel bağlamların ve kuralların (“yasalar”ın) saptanmasının ötesinde, (olup bitenlerin ve oluşumların nedensel kurallarının ortaya koyulması ve bunlardan yola çıkılarak tekil olayların “açıklanma”sı anlamında) hiçbir “doğa bilimi”nin asla ulaşamayacağı bir şeyi başarabilecek durumdayız: Örneğin hücrelerin davranışını “anlayamayız”, yalnızca işlevsel olarak kavrayabiliriz ve sonra da akışının kurallarını saptayabiliriz ama tam da katılan bireylerin davranışını “anlayabiliriz”. Yorumlayıcı açıklamanın, gözlemleyici açıklamaya göre bu fazla başarımı elbette yorumlamayla sağlanan sonuçların üzerinde varsayımsal ve parçalı karakteriyle elde edilmiştir. Ama yine de bu fazla başarım özellikle sosyolojik bilmeye özgündür.
Burada, hayvanların davranışının bize, bizim davranışımızın da hayvanlara ne ölçüde anlamlı bir biçimde “anlaşılabilir” olduğunu: –İkisi de son derece belirsiz bir anlamda ve sorunlu bir içerikle– ve insanların hayvanlarla (ev hayvanları, av hayvanları) ilişkilerini konu edinen bir sosyolojinin teorik olarak ne ölçüde var olabileceğini (hayvanların birçoğu komutları, öfkeyi, sevgiyi, saldırma niyetini “anlar”lar ve bunlara açıkça çoğu zaman sadece mekanik-içgüdüsel değil, bir biçimde bilinçli, anlamlı ve deneyimden yönlenerek tepki verirler), burada hiç irdelemeyeceğim. “Yabanıl insanlar”ın davranışlarını duyumlayabilmemizin düzeyi de aslında kendi başına daha yüksek değildir. Ne ki, elimizde hayvandaki öznel keyfiyeti saptamanın garantili yöntemleri kısmen hiç yoktur, kısmen de çok yetersiz türdendir: Bilindiği gibi hayvan psikolojisi sorunları ilginç oldukları kadar dikenlidirler de. Özellikle bilindiği gibi çok çeşitli türden hayvan cemiyetleşmeleri vardır: Tek eşli ve çok eşli “aile”ler, büyük sürüler, küçük sürüler, nihayet işlevlere göre farklılaşmış “devlet”ler. (Bu hayvan cemiyetleşmelerinin düzeyi ilgili hayvan türünün organlarındaki ya da morfolojik gelişmelerindeki farklılığın düzeyiyle asla paralel değildir. Örneğin termitlerdeki işlevlerin ve dolayısıyla yaptıkları artefaktların farklılaşması, karıncalara ve arılara göre çok daha yüksek düzeydedir.) Burada elbette saf işlevsel yaklaşım, tek tek birey tiplerinin (“krallar”, “kraliçeler”, “işçiler”, “askerler”; “erkek arılar”, “üreme hayvanları”, “yedek kraliçeler” vb.) ilgili hayvan cemiyetlerinin varlığının korunması, yani beslenmesi, savunması, üremesi ve yeniden oluşturulması için belirleyici olan işlevlerinin araştırılması çoğu kez belirleyicidir, araştırma en azından şimdilik onları saptamakla yetinmek zorundadır. Bundan fazlası, uzun süreden beri bir yanda kalıtımın ve diğer yanda çevrenin bu “sosyal” yeteneklerinin gelişiminde hangi ölçüde paylarının olabileceğine dair spekülasyonlardan ya da araştırmalardan ibaretti. (Özellikle, Weismann– Allmacht der Naturzüchtung6 kitabında, altyapısı büyük ölçüde tamamen empirik olmayan tümdengelimlerle çalışmaktadır– ile Götte arasındaki bilimsel tartışmalar böyledir.) Gelgelelim ciddi bilimsel araştırmalarda, işlevsel bilgiyle sınırlamanın zorunluluktan kaynaklanan ve umulduğu gibi sadece geçici bir yetinme olduğuna dair elbette tamamen görüş birliği vardır. (Örneğin, termitler araştırmasının vardığı düzey hakkında bkz. K. Escherich, 1909.) Çünkü araştırmacılar yalnızca, tek tek farklılaşmış tiplerin işlevlerinin son derece kolay kavranabilir olan, “varlığını korumadaki önemi”ni anlamak ve bu farklılaşmanın edinilmiş özelliklerin kalıtımla geçmesi kabul edilmeden ya da tersine, kabul edildiğinde (o zaman da, bu kabulün hangi yorumuyla) hangi tarzda açıklanabilir olduğunu ortaya koymak değil, aynı zamanda: 1. Başlangıçtaki henüz nötr, farklılaşmamış bireyden ayıran farklılaşmayı belirleyenin ne olduğunu, –2. Farklılaşmış bireyin (ortalama olarak) gerçekte farklılaşmış grubun varlığını koruma ilgisine yarayacak şekilde davranmasına neyin yol açtığını bilmek istiyorlar. Çalışmanın bu açıdan ilerlediği her yerde, bu ilerleme kimyasal uyaranların ya da tek tek bireylerdeki fizyolojik olguların (beslenme süreçleri, parazitsel kısırlaştırma vb.) deneysel yoldan kanıtlanmasıyla (ya da tahmin edilmesiyle) gerçekleşmiştir. “Psikolojik” ve “anlamlı” yönlenmenin varlığını da deneysel olarak muhtemel kılma sorunlu umudunun ne ölçüde var olduğunu, günümüzde uzmanlar bile söyleyememektedir. Bu sosyal hayvan bireylerin psikesinin anlamlı bir biçimde “anlama” zemininde oluşturulmuş, denetlenebilir bir imgesine ulaşmak, ideal bir hedef olarak bile ancak çok dar sınırlar içinde mümkün görünmektedir. Her halükârda oradan yola çıkıp insanın sosyal eyleminin “anlaşılma”sı beklenemez; tam tersine, orada insanla benzerlikler kurularak çalışılmakta ve çalışılması gerekmektedir. Belki, bu benzerliklerin günün birinde insanların sosyal farklılaşmalarının erken evrelerinde saf mekanik-içgüdüsel farklılaşma alanının, bireysel olarak anlamlı bir biçimde anlaşılır olana ve ayrıca bilinçli rasyonel olarak yaratılmış olana kıyasla nasıl değerlendirilmesi gerektiği, sorusunu yanıtlamak için yararlı olmaları beklenebilir. Anlayıcı sosyolojinin elbette, erken dönemde insanlarda da ilk bileşenin düpedüz üstün olduğuna emin olacak ve daha sonraki gelişme aşamaları içinde de bu bileşenin sürekli payının (üstelik belirleyici önemde payının) bulunduğunun bilincinde olacaktır. Psişik “bulaşma” nüvesi olarak ve böylelikle sosyolojik “gelişme uyaranı”nın aktörleri olarak her türlü “geleneksel” eylem (§ 2) ve geniş karizma (bölüm III) katmanları, yalnızca biyolojik olarak kavranabilen, anlamlı olarak anlaşılır bir biçimde yorumlanamayan ya da sadece parça parça yorumlanabilen olay akışlarıyla, görünmez geçitler üzerinden çok yakındırlar. Ne var ki tüm bunlar anlayıcı sosyolojiyi içine hapsolduğu dar sınırların bilinciyle, yalnızca onun yapabileceğini yapma görevinden muaf tutmaz.
Othmar Spann’ın çeşitli çalışmaları, çoğu zaman iyi düşünceleri, yanı sıra elbette ara sıra yanlış anlamaları da içerirler ama hepsinden önce empirik araştırmaya dahil olmayan saf değer yargıları temelinde argümantasyonlar sunarlar; dolayısıyla işlevsel ön soru sormanın (kendisi buna, “evrenselci yöntem” diyor), her sosyoloji için önemini, zaten hiç kimsenin ciddi ciddi karşı çıkmadığı vurgulayışında hiç kuşkusuz haklıdır. Elbette ilk önce şunu bilmemiz gerekiyor: Hangi eylem işlevsel olarak, “varlığını koruma” açısından (ama ayrıca ve özellikle kültürel özgünlük açısından da!) ve bir sosyal eylem tipinin belirli bir yönde gelişmeye devam etmesi için önemlidir? Ancak bundan sonra, “Bu eylem nasıl ortaya çıkıyor?”, “Hangi güdüler onu belirliyor?” diye sorabiliriz. Analize başlamadan önce bir “kral”ın, “memur”un, “girişimci”nin, “muhabbet tellalı”nın, “büyücü”nün ne yaptığını – yani analiz için hangi tipik “eylem”in önemli ve dikkate değer olduğunu bilmek gerekir. (H. Rickert’in anladığı anlamda “değere ilişkinlik”). Diğer yandan tipik farklılaşmış insanların (ve: yalnızca insanlarda) eylemi sosyolojik olarak anlamanın başarabileceğini ve aynı zamanda başarması gerektiğini, ancak bu analiz başarabilir. Her halükârda, sanki “bireyselci” bir yöntemin (olası herhangi bir anlamda) bireyselci değerlendirme anlamına geldiği yolundaki muazzam yanlış anlama da bir kenara bırakılmalıdır; aynı şekilde kavram kurmanın kaçınılmaz (göreli) rasyonalist karakterinin, rasyonel güdülerin egemenliğine inanmak olduğu, hatta “rasyonalizm”in pozitif bir değerlendirilişi olduğu görüşü de terk edilmelidir. Sosyalist bir ekonomi de sosyolojik açıdan, tıpkı mübadele süreçlerinin marjinal fayda öğretisinden (ya da bulunacak “daha iyi” ama bu noktada benzer bir yöntemden) yola çıkılarak anlaşılması gibi, aynı şekilde “bireyselci”, yani: Bireylerin eylemlerinden –o ekonomide ortaya çıkan “bürokrat” tiplerinden– yola çıkarak, yorumlayarak anlaşılabilir. Çünkü sosyalist bir ekonominin anlaşılmasında da belirleyici empirik-sosyolojik çalışma ancak, “Bu ‘cemaat’in tek tek bürokratlarını ve üyelerinin bu cemiyetin ortaya çıkacağı ve varlığını sürdüreceği şekilde davranmalarını hangi güdüler belirlemiştir ve belirlemektedir?” sorusuyla başlar. Her türlü (“bütün”den yola çıkan) “işlevsel” kavram kuruluşu, yalnızca bunun ön çalışmasını oluşturur –doğru gerçekleştirildiğinde– yararlılığı ve vazgeçilmezliği elbette tartışılmazdır.
10. Anlayıcı sosyolojinin temel ilkeleri olarak tanımlanagelen “yasalar”, –örneğin Graham “yasası”– eyleyenlerin tipik güdülerinin ve tipik olarak kastedilen eyleminden yola çıkarak anlaşılabilir olan sosyal eylemin belirli olguların varlığında beklenen akışı için gözlem yoluyla pekiştirilmiş tipik olasılıklardır. Saf amaçsal-rasyonel güdülerin tipik olarak gözlemlenen akışın temelinde yer almaları (ya da yöntemsel olarak kurulan tipin temeline amaca uygunluk nedeniyle yerleştirilmeleri ölçüsünde) ve bu sırada araç ile amaç arasındaki ilişki (“kaçınılmaz” araçlarda) deneyim ilkelerine göre net olduğu sürece, büyük ölçüde anlaşılır ve tek nettirler. Bu durumda şu önerme uygundur: Kesin amaçsal-rasyonel eylemde bulunuluyorsa, başka türlü değil de böyle eylenmesi gerekiyorsa (tarafların kendi –açıkça belirtilebilir– amaçlarının hizmetinde ellerinin altında başkaları değil yalnızca bu araçlar bulunuyorsa). Tam da bu durum aynı zamanda şunu gösteriyor ki anlayıcı sosyolojinin nihai “temel”i olarak herhangi bir “psikoloji”yi görmek son derece yanlıştır. Günümüzde “psikoloji” deyince herkes başka bir şey anlıyor. Son derece belirli yöntemsel amaçlar belirli olayların doğabilimsel açıdan ele alınması için “fiziksel” ve “psişik” olanın ayrılmasını haklı çıkarıyorlar; ama bu ayrım bu anlamda eylemi ele alan disiplinlere yabancıdır. Gerçekten yalnızca doğabilimsel yöntemdeki anlamıyla “psişik” olanı, doğabiliminin araçlarıyla araştıran ve kendisi –tamamen farklı bir şey olan– insan davranışını kastedilmiş anlamı üzerinden yorumlayan bir psikoloji biliminin elde ettiği sonuçlar hangi yöntemler kullanılmış olursa olsun, elbette başka herhangi bir bilimin sonuçları gibi, tekil örneklerde sosyolojik bir saptama için önem kazanabilirler ve büyük ölçüde de kazanmışlardır. Ancak sosyolojinin bu disiplinde genel olarak tüm disiplinlerde olduğundan daha yakın herhangi bir ilişkisi yoktur. Yanılgı “psişik” kavramından kaynaklanıyor: “Fiziksel” olmayanın “psişik” olduğu düşünülüyor. Ne var ki herhangi birinin düşündüğü bir aritmetik probleminin anlamı “psişik” değildir. Bir insanın, belirli bir eylemin belirli verili ilgilere göre beklenen sonuçları destekleyip desteklemeyeceğini rasyonel düşünüşü ve bunun sonucuna uygun olarak aldığı kararı, “psikolojik” mülahazalar yoluyla bir nebze daha anlaşılır olmayacaktır. Ne ki, sosyoloji (ve de ulusal iktisat) “yasa”larının çoğunu tam da böyle rasyonel varsayımlar üzerinde inşa eder. Buna karşılık eylemenin irrasyonelliklerinin sosyolojik açıklanışında anlayıcı psikoloji pratikte hiç kuşkusuz belirleyici önemde yararlı olabilir. Ancak bu durum metodolojik temel keyfiyeti değiştirmez.
11. Sosyoloji –zaten doğal olduğunu defalarca varsaydığımız gibi– tip-kavramları oluşturur, olup bitenin genel kurallarını arar. Bu bakımdan bireysel, kültür açısından önem taşıyan eylemlerin, oluşumların, kişiliklerin nedensel analizini ve ilişkilendirilmesini yapmaya çalışan tarihten farklıdır. Sosyoloji kavramlarını kurarken malzemesini paradigmalar olarak, münhasıran olmasa bile çok özsel bir biçimde, tarihin bakış açılarından da önem taşıyan eylem gerçekliklerinden alır. Kavramlarını kurar ve kurallarını ararken özellikle, böylelikle kültürel açısından önemli fenomenlere tarihsel nedensellik atfedilmesine de yararlı olup olamayacağı görüş açısını da dikkate alır. Her genelleştirici bilimde olduğu gibi, sosyolojinin soyutlamalarının kendine özgü tarzı, kavramlarının tarihsel olanın somut gerçekliği karşısında görece boş içerikli olmalarını gerektirir. Bunun karşılığında kavramların netliğini artırabilir. Bu artırılmış netliğe, sosyolojik kavram kuruluşunun ulaşmaya çalıştığı gibi, olabilecek en iyi anlam upuygunluğuyla ulaşılır. Burada da –şimdiye kadar ağırlıklı olarak dikkate alınan bir durum olarak– özellikle rasyonel (değersel ya da amaçsal-rasyonel) kavramlar ve kurallar söz konusu olduğunda daha eksiksiz bir şekilde ulaşılmıştır. Ancak, sosyoloji irrasyonel (mistik, peygamberane, ruhsal, duygulanımsal) fenomenleri de teorik ve üstelik anlam açısından upuygun kavramlarla kavramaya çalışır. Rasyonel olsun, irrasyonel olsun, her vakada gerçeklikten uzaklaşır ve bilgiye, tarihsel bir fenomenin bu kavramlarının birine ya da birden fazlasına yaklaşmasının ölçüsü verilerek sınıflandırılabilmesi biçiminde yararlı olabilir. Örneğin, aynı tarihsel fenomen bileşenlerinin bir bölümüyle “feodal”, bir başka bölümüyle “patrimonyal”, bir diğeriyle “bürokratik”, bir başkasıyla da “karizmatik” türde olabilir. Bu sözcüklerle tek anlamlı bir şeyin kastedilmiş olması için sosyolojinin her türde oluşuma dair kendi “saf” (“ideal”) tiplerini tasarlamış olması gerekir; bu ideal tiplerin her biri kendi içinde olabildiğince eksiksiz anlam upuygunluğu açısından tutarlı bir bütünlük içindedir ama tam da bu yüzden, –tıpkı bir fiziksel reaksiyonun mutlak boş bir uzam varyasyonuyla hesaplanmış olması gibi– gerçeklikte mutlak ideal saf biçimde bir o kadar az görülür. Sosyolojik vaka incelemesiancak saf (“ideal”) tipten yola çıkarak yapılabilir. Sosyolojinin ayrıca yeri geldiğinde empirik-istatistiksel tipler türünde ortalama tipleri de kullanıyor oluşu: Yöntemsel açıdan irdelenmesi özellikle gerekmeyen bir oluşum, son derece doğaldır. Ne ki, sosyoloji “tipik” örneklerden söz ettiğinde neyi kastettiğinin anlaşılmadığı durumlarda, daima rasyonel ya da irrasyonel olabilen ama genellikle (örneğin ulusal iktisat teorisinde daima) rasyonel olan ama sürekli anlamsal açıdan upuygun kurulan ideal tipten söz ediyordur.
Sosyoloji alanında “ortalama”ların ve de “ortalama tip”lerin anlamlı olarak belirlenmiş niteliksel açıdan aynı türden davranışlar arasındaki yalnızca derece farklılıklarının söz konusu olduğu yerde yalnızca bir ölçüde net olarak oluşturulabileceğini unutmamak gerekir. Bunlar vardır. Ancak örneklerin çoğunluğunda tarih ya da sosyoloji açısından önem taşıyan eylemler, aralarında asıl anlamıyla bir “ortalama” çizgisinin çekilemeyeceği, niteliksel açıdan heterojen güdülerden etkilenmişlerdir. Örneğin, iktisat teorisinin yaptığı gibi, ideal tipsel sosyal eylem kuruluşları –bu örnekte– sürekli şu soruyu sordukları için “gerçeklikten uzak”tırlar. İdeal ve bu sırada tamamen iktisadi açıdan yönlenmiş amaçsal-rasyonellik durumunda, geleneğin engellerinin, duygulanımların, yanılgıların, ekonomik olmayan amaçların araya karışmasının ya da kaygıların en azından ortak belirleyici olmadıkları gerçek eylemi 1. Gerçekten somut durumlarda iktisadi açıdan amaçsal-rasyonel olarak ortak belirlendiğini ya da –ortalama bakışla– ortak belirlenme eğiliminde olduğu ölçüde anlayabilmek için. 2. Ama aynı zamanda, tam da gerçek akışının ideal-tipsel akışa uzaklığı sayesinde gerçek güdüsünü bilgisini kolaylaştırmak için, nasıl davranılmalıdır? Hayata karşı (örneğin siyasete ve ekonomiye) tutarlı, mistik olarak belirlenmiş akozmistik7 tavrın ideal-tipsel kuruluşu, tamamen buna benzer işlemlerden geçecektir. İdeal tipler ne kadar keskin ve net kurulmuşlarsa, yani bu anlamda dünyaya ne kadar yabancılarsa, görevlerini terminolojik, sınıflandırıcı ve bulgusal açıdan o kadar iyi yaparlar. Tarih çalışmasında tek tek olaylara somut bir neden atfedilirken, esasen aynı işlemler yapılır. Örneğin 1886 seferinin akışını açıklamak için hem Mottke hem de Benedek açısından her birinin kendi durumunu ve düşmanının durumunu tam olarak biliyorken, ideal amaçsal-rasyonellik durumunda nasıl davranma eğiliminde olacakları ilk önce (düşünsel olarak) sorgulanır, sonra da bu, gerçekten nasıl davranmış olduklarıyla karşılaştırılır ve ikisi arasında gözlemlenen (gerek yanlış bilgilenme, pratikteki yanılgı, düşünce hatası, kişisel mizaç ya da strateji dışı düşüncelerle belirlenmiş olabilecek) farkı, nedensel olarak açıklama yoluna gidilir. Burada da (örtük olarak) ideal-tipsel bir amaçsal-rasyonel konstrüksiyon kullanılmıştır.
Sosyolojinin kurucu kavramları yalnızca dışsal değil içsel olarak da ideal-tipseldirler. Gerçek eylem, vakalarının büyük çoğunluğunda “kastedilen anlam”ının belirsizlik içinde yarı bilincinde olunarak ya da bilincinde olunmadan gerçekleşir. Eyleyen kişi bu anlamı bilmekten, ya da “bilincinde olmak”tan ziyade belirsizce “hisseder”, vakaların çoğunluğunda dürtüsel ya da alışkanlık gereği hareket eder. Sadece ara sıra ve yığınsal olarak aynı türden eylemlerde eylemin (rasyonel ya da irrasyonel) anlamı çoğu kez yalnızca bireyler tarafından bilince yükseltilir. Realitede gerçekten etkin, yani tamamen bilinçli ve açık, anlamlı bir eylem, yalnızca bir uç örnektir. Realitenin analizinde her tarihsel ve sosyolojik incelemenin bu olguyu dikkate alması gerekir.
Ancak bu durum sosyolojinin kavramlarını olası “kastedilen anlam”ı sınıflandırarak, yani sanki eylem gerçekten bilincinde olunarak anlamlı bir biçimde yönleniyormuş gibi, kurmasını engellemez. Sosyolojinin realiteyi somutluğu içinde incelemesi söz konusu olduğunda, realiteyle arasındaki mesafeyi her zaman dikkate alması ve ölçüsüne ve türüne göre saptaması gerekir. Yöntemsel açıdan çoğu kez ya muğlak ya da net ama gerçekdışı, “ideal-tipsel” olan terimler arasında bir seçim yapmak zorunda kalınır. Bu durumda bilimsel açıdan sonuncular tercih edilmelidir. (Tüm bunlar hakkında bkz. Archiv für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik, Sayı 19.)
II. Sosyal Eylem Kavramı
1. Sosyal eylem (eylememeyi ve tahammül etmeyi de içerecek şekilde) başkalarının geçmişteki, şimdiki zamandaki ya da sadece gelecekte beklenen davranışlarına göre yönlenebilir (eski saldırıların intikamı, şimdiki saldırıya karşı savunma, gelecekteki saldırılara karşı savunma önlemleri). “Başkaları”; bireyler ve tanıdıklar ya da belirsiz çokluktaki ve tamamen yabancı kişiler olabilir (örneğin “para”, eyleyen kişinin mübadele sırasında eylemini çok sayıda ama tanımadığı kişinin ve sayıları belirsiz çok sayıda başka kişinin de gelecekte bu parayı mübadele sırasında kabul etmeye hazır olacakları beklentisine göre yönlendirir).
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Sosyoloji Sosyoloji
- Kitap AdıTemel Sosyoloji Kavramları
- Sayfa Sayısı96
- YazarMax Weber
- ISBN9789750765599
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2025