Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yaşlılık
Yaşlılık

Yaşlılık

Italo Svevo, Neyyire Gül Işık

Yaşlılık, otuz beş yaşındaki Emilio’nun güzel Angiolina’ya duyduğu takıntı derecesine varan tutkusu üzerine temelleniyor gibi görünse de, yazarın aslında Emilio karakteri aracılığıyla döneminin “güçlü”…

Yaşlılık, otuz beş yaşındaki Emilio’nun güzel Angiolina’ya duyduğu takıntı derecesine varan tutkusu üzerine temelleniyor gibi görünse de, yazarın aslında Emilio karakteri aracılığıyla döneminin “güçlü” erkek profilini aşama aşama çöküşe uğrattığına tanıklık ederiz. XX. yüzyıl edebiyatının önemli yazarları arasında yer alan Italo Svevo, İşte Hayat ve Zeno’nun Bilinci gibi başlıca yapıtlarında olduğu gibi, Yaşlılık’ta da; içinde yaşadığı yüzyıl eşiğini, karmaşık iç dünyası ve deneyimlediği buhranlarıyla birlikte döneminin insanını kendine özgü titiz gözlem yeteneği ve incelikli psikolojik betimlemeleriyle yansıtmıştır. Kurgu, Svevo’nun imzasını taşıyan her yapıtta olduğu gibi, anlık olayların ötesinde, iki noktada düğümlenir; birincisi, Emilio, öteki iki romanın baş kişileri olan Alfonso ve Zeno’yla aynı hamurdandır, yaşam kavgasında yaya kalmış, kendi tutkusu karşısında bile çaresiz bir kişi, yeteneksiz, “beceriksiz biri”dir; ötekisi yaşamdır, olanca garipliği, tüm “özgünlüğü” ile, yaşamın ta kendisi, Svevo’nun ömür boyu eksilmeyen gençlik tutkusu, Schopenhauer’in deyişiyle “can sıkıntısı ile acı arasında gidip gelen bir sarkaç.” Neyyire Gül Işık

1

İlk iş olarak, söylediği ilk sözlerle, kızı uyarmayı istedi; pek ciddi bir ilişki kurup da yükümlülük altına girmek niyetinde değildi. Üç aşağı beş yukarı şöyle dedi yani: “Seni çok seviyorum, yine senin iyiliğin için, istiyorum ki anlaşalım da çok ihtiyatlı davranalım.” Bu sözler öylesine ihtiyatlıydı ki bunların, birine duyulan aşktan ötürü söylendiklerine inanmak güçtü; biraz içten konuşsaydı şöyle demesi gerekirdi: “Sana bayılıyorum ama benim yaşantımda gönül eğlencesinden başka bir şey olamazsın. Benim başka görevlerim var, mesleğim, ailem.”

Ailesi mi? Topu topu bir kız kardeşi, ne manen ne de maddeten fazla yer tutan, ufak tefek, soluk benizli, kendisinden birkaç yaş küçük ama karakterinden, belki de yazgısından ötürü daha yaşlı. Aralarında bencil ve genç olan kendisiydi; kızcağız kendini unutmuş bir anne gibi onun için yaşıyordu; ama bu, ondan, kendi yazgısına bağlanmış, olanca ağırlığıyla üzerine yüklenmiş bir başka önemli yazgı olarak söz etmesini engellemiyordu; işte böyle, omuzlarını onca sorumluluğun baskısı altında çökmüş duyarak, yaşamın bir ucundan öbür ucuna, ihtiyatla ilerlemekteydi; her türlü tehlikeden ama aynı zamanda zevkten, mutluluktan sakınıyordu. Otuz beş yaşında, yüreğinde doyumsuz kalmış bir zevk ve aşk isteği vardı, yaşamanın tadını çıkaramadığından, şimdiden buruklaşmıştı; kafası ise kendi kendisine ve karakterinin zayıflığına karşı korkuyla doluydu; ama doğrusu ya, bu da deneyim değil, kuşku düzeyindeydi.

Emilio Brentani’nin meslek yaşamı daha karmaşıktı; çünkü her şeyden önce iki uğraştan, birbirinden kesinlikle ayrılmış iki amaçtan oluşuyordu. Bir sigorta şirketindeki küçük memuriyetinden ufacık ailesinin geçimini çıkarıyordu. Öteki uğraşı edebiyattı ve kendisini üç-beş kişinin tanımasının dışında herhangi bir yarar sağlamıyordu –edebiyat tutkusundan çok gururunu tatmin ediyordu bu– ama zahmetli bir yanı da yoktu nasıl olsa. Uzun yıllar önce, kent basınının göklere çıkardığı bir roman yazmıştı, sonra kendisine güvenmediğinden değil, üşendiğinden, hiçbir şey yapmamıştı. İkinci hamur kâğıda basılmış roman, kitapçı raflarında sararmıştı; ama basıldığında Emilio’dan yalnızca geleceğin büyük umudu olarak söz edilmişken şimdi kentin kısıtlı sanat bilançosunda adı yazara çıkmıştı işte. O ilk yargı bir daha yenilenmemiş, evrim geçirmişti.

Yapıtının beş para etmediğinin açık seçik bilincinde olduğundan, geçmişe bakıp böbürlendiği yoktu ama hem yaşamında, hem sanatında hep hazırlık aşamasında bulunduğuna inanıyordu; yüreğinin derinliklerinde kendi kendini henüz etkinliğe geçmemiş, yapım halinde, dâhiyane bir makine sayıyordu. Hep bekleyerek yaşıyordu, sabırsızdı, beyninden gelecek bir şeyi, sanatı; dışarıdan gelecek bir şeyi, talihi, başarıyı bekliyordu; tükenmez enerji yaşını çoktan geride bırakmamıştı sanki.

Angiolina, iri mavi gözlü, uzun boylu, sağlam yapılı ama ince endamlı, kıvrak bir sarışın, yaşamın ışığı yüzüne vurmuş, amber sarısına sağlığın pembeliği karışmış, yanında yürüyordu; başını, her yandan saran altının ağırlığıyla bükülmüş gibi bir yana eğiyordu, işittiği sözlere bir yorum çıkarmak istermiş gibi her adımda zarif şemsiyesiyle dokunduğu yere dikmişti gözlerini. Anladığını sandığında, “Ne tuhaf!” dedi, mahcup mahcup bakıyordu göz ucuyla, “Benimle hiç böyle konuşan olmadı.” Anlamamıştı ama erkeğin kendisine düşmeyen bir görevi, onu tehlikeden uzak tutma görevini üstlendiğini görerek pek hoşlanmıştı. Sonuç olarak, onun kendisine sunduğu sevgi tatlı bir ağabey sevecenliğine büründü.

Bu ilkeler dile getirildikten sonra, berikinin içi rahatladı, yeniden duruma uygun bir dil kullanmaya başladı. Uzun yıllar boyunca kendi isteğinin olgunlaştırıp incelttiği âşıkdaşlık laflarını o sarışın başın üstüne yağdırdı, gel gelelim o sözleri söylerken sanki o anda, Angiolina’nın mavi gözlerinin sıcaklığından doğmuşlar gibi yenilendiklerini, gençleştiklerini duyuyordu. Yıllardır duymadığı bir duygu kapladı içini; düşünceler, sözcükler yüreğinin ta derinliklerinden fışkırıyordu sanki; neşesiz yaşantısının o anına garip, unutulmaz bir dinlenme, bir huzur görünümü veren bir ferahlıktı bu. Bir kadın ayak basıyordu o yaşama! Gençlikle, güzellikle pırıl pırıl parlayan o kadın, o yaşamı baştan aşağı aydınlatacak, isteklerle dolu, yapayalnız, hüzünlü geçmişi unutturacak, gelecek için neşe vaat edecekti; kendisi için hiçbir tehlikesi olmazdı bunun kuşkusuz.

Kıza, kolay, kısa süreli bir serüven arayışı içinde yaklaşmıştı; şu sık sık kulağına gelen ama kendi payına hiç düşmemiş, düşmüşse bile hatırlanmaya değmeyen türden serüvenlerden. Doğrusu başlangıçta hem kolay hem kısa süreli gözüküyordu. Şemsiye tam kendisine yaklaşma fırsatı verecek anda yere düşmüştü, hatta –Neredeyse mahsus yapar gibi!– kızın dantellere sarılı beline takılmıştı; ne kadar çekiştirse çıkmıyordu. Ama sonra o insanı şaşırtan tertemiz profilin, o güzelim sağlığın karşısında –söz sanatı meraklılarının gözünde yozlaşma ile sağlık uzlaşmaz– yanılmaktan korkarak kendini tutmuş, sonunda yumuşak çizgileri özenle çizilmiş bir gizemli yüzü seyre dalmıştı, daha şimdiden hayatından memnun, şimdiden mutluydu.

Angiolina kendisiyle ilgili pek az şey anlatmıştı birinci kez ama tüm varlığıyla kendi duygularına gömülmüş bulunan Emilio bu kadarcığı da işitmedi. Kız yoksul, hem de pek yoksul olmalıydı ama şimdilik geçimini sağlayabilmek için çalışmak zorunda değilmiş – bunu şöyle bir üstten alan edayla bildirmişti. İşte böyle olunca serüven daha da tatlılaşıyordu; çünkü insanın canı eğlenmek istediğinde açlığı yakında duymak keyif kaçırıcıdır. Demek oluyor ki Emilio soruşturmayı pek derinleştirmemişti ama çıkardığı mantıksal sonuçlar, bu kadarcık bir temele de dayansa yüreğine su serpmeye yeter sandı. Eğer genç kız, berrak bakışlarının düşündürdüğü gibi dürüst idiyse, elbette onu baştan çıkararak kendisini tehlikeye sokacak değildi; yok eğer o profilin, o gözlerin söylediği yalansa, oh ne âlâ, böylesi daha da iyi olurdu. Her iki durumun da eğlencesi vardı, sakıncası yoktu.

Angiolina giriş söylevinden pek bir şeyler anlamamıştı ama lafın gerisini anlamak için yoruma gerek duymadığı gün gibi açıktı, en çetin sözcüklerin bile yanlış anlaşılır yanı yoktu. Güzelim yüzü yaşamın renkleriyle ışıldadı, iri ama biçimli eli Emilio’nun tertemiz bir öpücüğünden kaçmadı.

Sant’Andrea terasında uzun süre durdular, yıldızlı, berrak ama aysız gecede, durgun, renkli denize baktılar. Aşağı yoldan bir araba geçti, çevrelerini saran sessizlikte, tekerleklerin inişli çıkışlı zeminde çıkardığı tıkırtı upuzun bir süre onlara kadar geldi. Eğlence olsun diye kulak kabarttılar, ta her şeyin sustuğu derin sessizlikte yavaş yavaş yitip gidinceye değin izlediler o sesi, ikisi de aynı anda duymaz olduklarına sevindiler. “Kulaklarımız pek iyi anlaşıyor,” dedi Emilio gülümseyerek.

Diyeceğini demişti, artık konuşma gereksinimi duymuyordu. Uzun süren bir sessizliği şu soruyla bozdu: “Acaba bu karşılaşma bize şans getirecek mi?” Mutluluğundan yüksek sesle kuşkulanma gereksinimini duymuştu. “Kim bilir!” diye yanıtladı kız, erkeğin sesinde duyduğu heyecanı kendi sesine de katmaya çabalıyordu. Emilio yeniden gülümsedi ama saklanması gerektiğini düşündüğü bir gülümsemeyle. O giriş söylevinden sonra, kendisini tanımış olmak Angiolina’ya ne şans getirebilirdi ki?

Sonra ayrıldılar. Kız onun kendisini kente götürmesini istemedi, o da uzaktan izledi, bütün bütün ayrılmak elinden gelmiyordu. Ah, o ne incecik endamdı öyle! Kaygan bir çamur kaplı parke taşlarına sağlam bedeninin olanca rahatlığıyla, güvenle basa basa yürüyordu; bir kedininkileri andıran o güvenli adımlarda ne büyük bir güç ve ne büyük bir zarafet birleşmişti. Kaderde hemen ertesi gün Angiolina hakkında, onun anlattığından çok fazlasını öğrenmek varmış. Öğle üzeri, kıza Corso’da1 rast geldi. Talihin bu beklenmedik gülüşü Emilio’ya canla başla bir selam verme olanağını bağışladı, şapkasını başından öyle geniş bir hareketle çıkardı ki, az kalsın yere değdirecekti; kız başını hafifçe eğerek karşılık verdi ama selamın eksiğini cıvıl cıvıl, enfes bir bakışla tamamladı. Sorniani adında, sarı benizli, sıska, söylentilere göre kadın düşkünü, üstelik boş kafalı, dedikodularıyla hem kendine, hem başkalarına zarar veren biri, Emilio’nun koluna asıldı, o kızı nereden tanıdığını sordu. İki erkek aslında çocukluk arkadaşıydı ama yıllardır birbirleriyle konuşmamışlardı, Sorniani’nin kendisine yaklaşma gereksinimi duyması için civardan bir dilberin geçmesi gerekiyormuş anlaşılan.

“Tanıdıklarımın evinde tanıştım,” diye yanıtladı Emilio.

“Şimdi ne havalarda acaba?” diye sordu Sorniani, Angiolina’nın geçmişini bildiğini, bugününü bilmediğine de pek sıkıldığını belli ediyordu.

“Ne bileyim ben.” Sonra başarılı bir umursamazlık taklidiyle ekledi: “Bana aklı başında bir kızcağızmış gibi geldi.”

“Ağır ol bakalım!” diye kesti Sorniani; tam tersini belirtmek istermiş gibi kararlı konuşmuştu ancak kısa bir sessizlikten sonra düzeltti: “Aslında ben bir şey bilmiyorum, ben tanıdığımda başından bir kez karanlık bir olay geçmişti ama herkes yine de namusludur,” diyordu. Emilio’nun daha fazla kurcalamasına hiç gerek bırakmadan anlattı; kızcağızın başına az kalsın devlet kuşu konuyormuş ama sonradan, artık suç kendinde miymiş başkasında mı bilinmez, pek kötü bir duruma düşmüş. İlk gençliğinde Merighi diye biri ona deli divane tutulmuş, pek yakışıklı bir adammış –Sorniani gerçi adamı hiç beğenmemişmiş ama şimdi ne yalan söylesinmiş– üstelik hali vakti yerinde bir tüccarmış. Kıza çok dürüst davranmış, ailesini pek gözü tutmadığından, almış, evine, annesinin yanına götürmüş. “Kendi annesinin yanına!” diye bağırıyordu Sorniani. Sanki o salak herif –adamı salak, kızı namussuz göstermek için elinden geleni ardına koymuyordu– dışarıda cilveleşemez miymiş, ille de annesinin gözü önünde mi yapmalıymış? Sonra aradan birkaç ay geçmiş. Angiolina aslında hiç ayrılmaması gerektiği evine kös kös geri dönmüş. Merighi de birtakım hatalı yatırımlarda bulunarak yoksul düştüğünü ileri sürerek annesini alıp kentten gitmiş. Kimileri diyorlarmış ki işin içinde iş varmış. Merighi’nin annesi, Angiolina’nın bir kepazeliğini yakalamışmış da kızı evden kovmuşmuş. Sonra Emilio hiç sormadan olaya daha başka yorumlar da getirdi.

Ama konuyu pek ilginç bulduğundan, coştukça coşuyordu, aklına eseni söylediği apaçık ortadaydı. Brentani de tümüyle inanabileceği sözcüklerden, herkesçe bilinmesi gereken olaylardan ötesine kulak asmadı. Merighi’yi görmüşlüğü vardı; uzun boylu, atlet yapılı, tam Angiolina’ya göre bir erkekti. Ticarette idealist davranıyor diye anlattıklarını, hatta kınadıklarını hatırlıyordu; gözünü daldan budaktan esirgemiyormuş, çalışa didine dünyayı ele geçireceğini sanıyormuş. Sonunda, işi gereği her gün karşılaştığı kişilerden o gözü pekliğin Merighi’ye pahalıya patladığını duymuştu, adamcağız ticarethanesini tam bir iflasla kapamıştı. İşte bu yüzden Sorniani’nin lafları boşa gidiyordu çünkü Emilio artık olup bitenleri yerli yerince bildiğini düşünüyordu. Merighi yoksul düşüp kendine güvenini yitirmişti, aile kuracak cesareti kalmamıştı; varlıklı, ciddi bir burjuva hanımefendisi olmaya hazırlanan Angiolina da böylece bir gönül eğlencesine dönüşmüştü. Kızcağıza yürekten acıdı.

Sorniani, Merighi’nin sevgi gösterilerine tanık olmuşmuş. Birçok kez onu pazar günleri eski Sant’Antonie Kilisesi’nin kapısında, kız içeride diz çökmüş dua ederken bekler görmüşmüş, öylece dalmış, loşlukta bile ışıklar saçan o başı seyrediyormuş.

“Çifte tapınma,” diye düşündü Brentani duygulanarak, Merighi’nin yüreğinde hangi sevecenlikle o kilisenin eşiğine çakılıp kalmış olabileceğini kolaylıkla sezebiliyordu.

“Budala,” diye noktaladı Sorniani. Sorniani’nin anlattıkları Emilio’nun gözünde serüvenin önemini artırdı. Kızla yeniden buluşacağı perşembe gününü iple çeker oldu, sabırsızlığı çenesine vurdu. En yakın arkadaşı, Balli adında bir heykeltıraş, o ta…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıYaşlılık
  • Sayfa Sayısı248
  • YazarItalo Svevo
  • ÇevirmenNeyyire Gül Işık
  • ISBN9789750718502
  • Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2014

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Sanatın İnsansızlaştırılması ve Roman Üstüne Düşünceler ~ José Ortega y GassetSanatın İnsansızlaştırılması ve Roman Üstüne Düşünceler

    Sanatın İnsansızlaştırılması ve Roman Üstüne Düşünceler

    José Ortega y Gasset

    José Ortega y Gasset, Camus’ye göre, “Nietzsche’den sonra belki de en büyük Avrupa’lı yazardır”. 1955 yılında hayata veda eden İspanyol filozof José Ortega y...

  2. Zeno’nun Bilinci ~ Italo SvevoZeno’nun  Bilinci

    Zeno’nun Bilinci

    Italo Svevo

    Modern İtalyan edebiyatının büyük ustası Italo Svevo'nun başyapıtı sayılan Zeno'nun Bilinci, yarıda kalan bir ruhbilimsel çözümlemenin öyküsüdür. Hastanın, başka bir deyişle romanın başkişisi Zeno'nun psikanaliz seanslarına inancını yitirip yüzüstü bıraktığı doktor, öç almak için...

  3. Hayat İşte ~ Italo SvevoHayat İşte

    Hayat İşte

    Italo Svevo

    Okuru bir tutkunun peşi sıra XIX. yüzyıl sonu Triestesi’nin sokaklarında, meydanlarında, salonlarında dolaştıracak bu roman, ülkemizde Zeno’nun Bilinci, Senilità, Kötü Bir Şaka romanlarıyla tanınan...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Salgın ~ Wayne SimmonsSalgın

    Salgın

    Wayne Simmons

    Belfast’te başlayan salgın, giderek yayılmaya başlarken, gündelik yaşam da geri dönülmez bir eşikten geçerek, giderek bir kâbusa dönüşüyor. Başlarda tek tük ama sonradan korkutucu...

  2. Düello ~ Anton ÇehovDüello

    Düello

    Anton Çehov

    Çehov 1891 yılında Novoye Vremya gazetesinde tefrika edilen Düello’da, insan doğasının karmaşıklığını çarpıcı bir üslupla ortaya koyar. Tanıdığı bir zoologla dönemin popüler meselelerinden biri...

  3. Harlem Ritmi ~ Colson WhiteheadHarlem Ritmi

    Harlem Ritmi

    Colson Whitehead

    New York Times Yılın Kitapları · Amerika Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü Adaylığı · New York Times Book Review Yılın Kitapları · Washington Post Yılın...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur