Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Zaman Geçer Sesler Kalır
Zaman Geçer Sesler Kalır

Zaman Geçer Sesler Kalır

Belgin Bıyıkoğlu

“Yarınlara aşk fısıltılarıyla güzel sesler kalsın…”Belgin Bıyıkoğlu Zaman Geçer Sesler Kalır romanında 2022 yılı Yunus Nadi Roman Ödülü’nü alan Dünya Döner Renkler Kalır’ın…

HAYATIN ÜSTESİNDEN GELMEKTEN  BAŞKA YAPACAK BİR ŞEY YOKTU

“Yarınlara aşk fısıltılarıyla güzel sesler kalsın…”

Belgin Bıyıkoğlu Zaman Geçer Sesler Kalır romanında 2022 yılı Yunus Nadi Roman Ödülü’nü alan Dünya Döner Renkler Kalır’ın gölge kahramanı Sabite Hanım’ı ve yaşadığı dönemi sadece anlatmakla kalmıyor, bizi alıp o dönemin içine götürüyor.

Sabite, Zehra, Fedora… Üçü de birbirinden farklı, üçü de güçlü kadınlar…

Cumhuriyet’in ilanından bir süre sonra sonlanan roman; savaş, kıtlık, salgın, işgal günlerini anlatırken, bir yandan da sevginin, aşkın, dostluğun, dayanışmanın, toprağa bağlılığın, mücadele etmenin güzelliğini göstererek “Umut hep var…” diye fısıldıyor.

“Mırıltısına önce bir serçe cevap verdi, ardından bülbüller, sakalar neşeli çığlıkları, kırlangıçlar kanat sesleriyle katıldılar. Sanki, hayata inanın, her şeyin bir sonu var, kötü günlerin de, hiçbir şeyin sizi yolunuzdan çevirmesine izin vermeyin diyorlardı.

Bir zamanlar bomba seslerinin, acı feryatların yükseldiği Çanakkale Boğazı ya da eski ismiyle Kale-i Sultaniye Boğazı şimdi, akıp giden zaman kadar dingin uzanıyordu önünde.

Unutmayacaklardı. Bomba seslerini de, kadınların acı feryatlarını da,
askerlerin canlarını teslim ederken verdikleri o soluk iç çekişlerini de unutmayacaklardı ama en çok oyun oynayan çocukların neşeli sesleri, çocuk gülüşleri, onların geleceğe yürüyen ayak sesleri olacaktı kulaklarında.”

ÖNSÖZ ve TEŞEKKÜR 

Zaman Geçer Sesler Kalır; 1887 ile 1923 yılları arasında geçen, yaşanmış gerçek olayları da anlatan bir dönem romanıdır. Kitabın içinde yer alan olaylar, birçok kitap ve makale incelenerek seçilmiştir. Kendi aile büyüklerimin yaşanmış hikâyelerini, kurguyla zenginleştirerek yazdığım Zaman Geçer Sesler Kalır’ın yazılma sürecine kadar olan zamanda ve yazılma sürecinde bana bir şekilde katkı sunan herkese teşekkür etmek isterim.

En başta; hayattaki duruşunu örnek aldığım sevgili kahramanım, dedem Eyüp Albayrak’a, beni masalların büyülü dünyasıyla tanıştıran ve Sabite Hanım’ın varlığından haberdar eden sevgi dolu anneannem Ayşe Soğancı’ya, hayatta yapmak istediğim her şeyi yapabileceğime inandıran sevgili babam İsmail Albayrak’a, çocuksu neşesiyle hayatın güzel, neşeli yanını gösteren ve yaşamdan korkmamayı öğreten annem Nezihat Albayrak’a, doğduğu andan itibaren bu dünyada yalnız olmadığımı hissettiren canım kardeşim Dr. Eyüp Cengiz Albayrak’a, beni ilk kez hikâye yazmaya teşvik eden değerli ilkokul öğretmenim Muharrem Ünlü’ye, Türkçeyi konuşmayı ve yazmayı en güzel şekilde öğretirken kurduğu kitaplıkla hayal dünyamızı besleyen, ortaokul Türkçe ve lise edebiyat dersi öğretmenim Hüseyin Güven’e, lisede tarih, sanat tarihi, resim, rehberlik öğretmenim olan, aynı zamanda bugüne kadar devam eden resim çalışmalarımın temelini atan, öğretmenim Ergün Öner’e, hayatıma girdiği andan beri yaptığım her işte yanımda duran çok sevgili eşim Abdülkadir Bıyıkoğlu’na, yaşamıma anlam katan oğlum Doğa ve kızım Eylül Bıyıkoğlu’na, bu kitabı yazarken; heyecanımı paylaştığım en büyük destekçim, tanıştığımız günden beri kız kardeşim ve arkadaşım olan sevgili eltim Gül Bıyıkoğlu’na ve beni daima teşvik eden eşi İskender’e, bana Sabite ninemle ilgili bilgiler veren Rıza amcamın kızı sevgili kuzinim Nazire Elibol ve babamın kuzeni Halil amcamızın kızı, sevgili Hatice Semerci’ye, derslerine katıldığım ya da katılmadığım ama illa ki kitaplarını okuduğum benden önce edebiyat yolunda yürüyen ustalarıma, senaryo atölyesi öğretmenim çok değerli Dr. Nermin Ercan’a, Zaman Geçer Sesler Kalır’ın değerli editörü Devrim Yalkut’a, kapak tasarımı ve sayfa düzenini yapan çok sevgili Melike Doğan’a, kardeşimin eşi Özlem’e, canım yeğenlerim; Ezgi, Deniz ve Aslı’ya, desteklerini esirgemeyen burada isimlerini tek tek veremediğim sevgili arkadaşlarıma ve dostlarıma, okuduğum andan beri; bu kitabı yazmama ilham olan, o dönemi yazarken çok faydalandığım, aynı zamanda ortaokul sıra arkadaşım sevgili Sevil’in oğlu olan, Arşiv Belgelerinde Lâpseki (1915-1922) kitabının yazarı değerli kardeşim Hüseyin Arabacı’ya, bana kucak açan Destek Yayınları’na ve bu kitapta emeği geçen emekçilerine teşekkür etmeyi borç bilirim.

“Yine Bir Gülnihal”

O gün, sıcak daha sabahtan bastırmıştı. Her zamanki gibi koşarak, merdivenlerden hole indiğinde, durup sesleri dinledi bir süre, yanlış işitmemişti; kuş sesleri arasından sıyrılan güçlü haykırış Şimal’e aitti. Ok gibi atılıp bütün koridoru bir koşu geçip bahçeye çıktı. “Şimal! Nereden çıktın sen!” Midillisinin başını ellerinin arasına alıp bir süre öylece kaldı. “Kahvaltıdan sonra söyleyecektik sana ama anlaşılan Şimal, senin ayak seslerini işitince burada olduğunu haber vermek istedi.” İnsanın içini ısıtan tok sese doğru koşarak, babasının kollarına atıldı. “Pek mesut ettiniz beni paşa babacığım.” Tekrar midillisine doğru gidecekken durup babasının eline öptü, iki adım geriye çekilip onun bal rengi gözlerinin içine bakarak, “Şimal artık bizimle mi kalacak?” diye sordu. “Bon anniversaire çiçeğim! Şimal sana hediyemiz. Birkaç gün bizimle olacak, sonra çiftliğe geri gidecek ama artık o sadece senin.”

“Minnettarlığımı nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. Şimal’e artık sadece ben mi bineceğim?” “Sadece sen bineceksin, burada bakımı zor olacağı için çiftlikte kalmasının daha uygun olacağını söyledi Marcel.” “Ama onu istediğim zaman görebileceğim değil mi?” Baba kız bir süre altın renkli midilliyle oynadıktan sonra bahçedeki çeşmede ellerini yıkayıp merdivenleri yavaşça çıkıp el ele yemek odasına doğru ilerlediler. Bir köşesinde şöminenin olduğu, bahçe tarafından girildiğinde sol tarafta bulunan bu geniş yemek odasına, Hekim Paşa ve ailesi yemek odası demeyi tercih etseler de aslında yemek salonu demek daha doğru olurdu.

Şöminenin önündeki, iki adet gülkurusu renkte kadife kumaşla kaplanmış tekli koltuk, koltukların gerisinde duvara doğru on iki kişilik oval, gül ağacından yapılma; ayakları aslan başı motifli masa, ceviz ağacından yapılma açık mavi desenli atlas kaplı sandalyeler, girişte sağda duvara yakın duran kuyruklu piyano, piyanoyla şöminenin arasında duran yine gülkurusu renkli kadife kaplı üçlü oturma koltuğuyla normal bir konağın selamlık salonundan bile büyüktü. Onlar ailece oldukları zamanlarda yemeklerini balkonun önündeki, büyük masanın tıpatıp aynısı gül ağacından yapılma dört kişilik masada yerlerdi. Küçük masa, yaz başında balkona taşınır, o zaman bülbül sesleri gül kokuları arasında kahvaltı da yemek de uzardı. Masaya oturduklarında, annesi de yanlarına gelmişti. Hekim Paşa, cuma günleri dışında onlara kahvaltıda eşlik etmezdi, o gün çarşamba olmasına rağmen evde oluşu Sabite’yi şaşırtsa da bir şey sormadı. Gülnûş Hanım zarif adımlarla gelip, “Sabah-ı şerifleriniz hayırlı olsun” dedikten sonra kızının başını öpüp onun yanındaki, bahçeyi gören iskemleye oturdu. Sabite’nin en sevdiği ay yılın bu ayı idi. İzebella üzümlerinin, Isparta güllerinin kokusu, Cevher Kadın’ın fincanlara doldurduğu demlenmiş çayınkisiyle birleşince insanın içine sevince benzer bir duygu yerleşiyordu.

Haşlanmış yumurta, peynir, zeytin, gül reçeli, bal, tereyağı, manda kaymağından müteşekkil kahvaltılarını kuş sesleri arasında sohbet ederek bitirdikten sonra, herkesin Hekim Paşa diye hitap ettiği Mithat Paşa ayağa kalktı: “Benim biraz işim var, şimdi bir hastam gelecek yan tarafa geçiyorum, siz dışarıya çıkmaya hazır şekilde giyinip beni burada bekleyin, hasta gider gitmez sizi buradan alıp çok güzel bir yere götüreceğim.” Sabite sesindeki heyecanı gizleyemeden, “Biraz sonra Madam Dupont gelecek, ilk kez Hamamizade Dede Efendi’den çalacağız.

Çok heyecanlıyım, ona karşı mahcup olmak istemem” dedi. “Madem öyle; çalışmanızın bitmesini bekleriz biz de, hem ne zamandır sizi çalışırken izlemedim.” Baba kızı nemlenmiş gözlerle izleyen Gülnûş Hanım, “O zaman hemen üstünü değiştirmelisin, Müjgân Kalfa yeni elbiseni yatağın üstüne koymuştur çoktan” deyince, Sabite gözleri ışıldayarak, “Kıymetli validem yeni esvap mı dediniz?” diye sordu. “Güzel perim doğru işittin, bugün için çok önceden diktirdiğim yeni elbiseni beğeneceğini düşünüyorum, ayrıca saçlarını da güzelce tarayın.” Sabite yatağın üstündeki tozpembe, karpuz kollu, kolları; etekleri, cep ağızları, yaka kısmı aynı renk dantelle süslenmiş elbiseyi görünce boş bulunup sevinç nidası atıverdi. “Kalfacığım bu elbiseyi ben görmeden nasıl tamamlayıp bitirdiniz, ya üzerime olmazsa?”

“Madam Efiyeni’nin çırağı Sofia’ya mavi kadife elbiseni örnek olarak götürmüştüm yavrum.” Müjgân Kalfa beline kadar uzanan saçlarını tarayıp ördükten sonra, Sabite aynada kendini uzun uzun seyretti. Elbisesi prova edilmiş gibi tam üzerine oturmuştu. Kuşağını da bağlattıktan sonra koşarak aşağıya indi, az kalsın Madam Dupont’la çarpışacaklardı. Minik bir reveransla madamı selamladıktan sonra piyanonun başına geçerken Zehra’nın masanın sandalyelerinden birisine oturduğunu son anda fark edip ona gülümsedi. Mozart, Chopin, Vivaldi’nin eserlerini icra etmek onu her zaman mutlu etse de Hamamizade Dede Efendi’nin rast semaisi “Yine bir Gülnihal” onu çok derinden etkilemişti. Landona bindiklerinde, Madam Dupont’un önceki ders anlattığı, Dede Efendi’nin bu güzel bestesinin ilginç hikâyesini düşünürken, Zehra’nın arabanın arkasından mahzun gözlerle baktığını gördü. Onun üzülmesine hiç dayanamazdı, yine de onun niye kendileriyle gelmediğine ilişkin bir soru sormadı.

Aslında, Zehra ile ayrıları gayrıları yoktu. Babası, derslere onun da katılmasını isterdi, bazen Zehra uyuyakalır derse gecikir, o zaman konuları anlatmak ona düşerdi. Beraber oynarlar beraber hayal kurarlardı. Hekim Paşa, Sabite’nin aklından geçenleri anlamış gibi, “Biraz üzüldün biliyorum ama bugün ailemize mahsus bir gün olduğu için Zehra’yı davet etmedik. Abdullah Efendi onları birazdan Çemberlitaş’a hamama götürecek, oradan da bir akrabalarına gideceklermiş, yarın öğlen dönerler ancak. Sonraki gün akşamüstü buluşursunuz yine” dedi. Sabite, Zehra’yı sütkardeş olmalarından öte kardeş olarak da bellemişti. Ona kalsa, Zehra’yla daha küçükken olduğu gibi aynı odada kalmak, aklına gelen cin fikirleri hemen onunla paylaşmak istiyordu. Hayal meyal olsa da hatırlıyordu onunla ve aslında sütannesi olan Hasibe Kadın’la aynı odada kaldığı zamanları, niye annesiyle değil de onlarla kaldığını anlayamasa da uyandığında onları yanında görünce sevinirdi. Hekim Paşa, dalgın gözlerle yola bakıyordu, onu izlerken; son günlerde çok çalıştığından yorgun olduğunu düşündü. Babası, artık çoğu zaman akşam yemeklerinde onlarla olamıyordu. Derslere de ara vermişlerdi.

Aslında, anatomi dersleri, insan organlarıyla ilgili öğrendiği yeni bilgiler, yaptığı çizimler çok hoşuna gidiyordu. Yaşıtlarına göre daha olgun bir çocuktu o, bebekleriyle oynamaktan ziyade yeni bir şeyler öğrenmekten zevk alıyordu. İçinden bir an önce derslerin yeniden başlamasını istedi. Annesi, onun saçlarını kokladıktan sonra yol kenarında beliren konakları seyretmeye başladı. Çok gösterişli bir konağın önünden geçerlerken, “Ne kadar büyük bir konak” diye şaşkınlığını belli edince, Hekim Paşa, “Bizim konağımız yeteri kadar büyük” dedi biraz sertçe. “Paşa babacığım, ben sadece şaşırdım, ilk defa bu kadar büyük bir konak görüyorum da ondan söyledim” derken gözlerine yaşlar hücum etmişti.

Alışkın değildi babasının terslemesine. Kısa bir sessizlikten sonra Hekim Paşa kızının yanağını okşayarak, “Mühim olan büyüklüğü değil, sevgi dolu bir yuva olması” dedi bu kez şefkatle. Bir süre gittikten sonra iki yanında güzel binaların sıralandığı; geniş, kalabalık bir caddeye çıktılar. Kabarık elbiseleri yerlere kadar uzanan; güzel şapkalı, tek başlarına yürüyen kadınlar ilgisini çekti. Uzun ceketli adamların kolunda salınan bazı kadınları da konser olduğu zaman konağa gelenlere benzetti. O günlerde Zehra ile birlikte üst katın penceresinden onların gelişini izlemek konserin kendisinden bile zevkli gelirdi onlara. Kırmızı fesli adamlarla onların arkasından yürüyen siyah çarşaflı kadınlara gözü iliştiğinde içi bir tuhaf oldu, hemen annesine baktı. Annesinin başında; yaprak yeşili bone, bonenin devamında burnunun ucuna kadar inen yine aynı renkte bir tül vardı. Ona çok yakışsa da iri, siyah gözlerinin gizlenmesi hoşuna gitmedi.

Sanki karşısında başka biri varmış gibi geliyordu o güzel gözleri göremeyince. Açık yeşil kısa bolerosu, aynı renk uzun ipek elbisesiyle çok güzel görünüyordu ama yine de büyüyünce; babasının Cadde-i Kebir olduğunu söylediği, geniş caddede gördüğü; ince belli, kat kat etekli, süslü şapkalı hanımlar gibi giyinmek istediğini düşündü. Hele de kara çarşaf giymek hiç ona göre değildi, büyüdüğü zaman asla, ne pahasına olursa olsun kara çarşaf giymeyeceğine karar verdi, daldığı düşüncelerden babasının “Burada inmemiz gerekiyor” diyen sesiyle sıyrıldı. Üçü birlikte biraz daha yürüdükten sonra dar bir sokağa dalıp kocaman kapılı bir binanın önünde durdular. Kapının üzerindeki taş kemere işlenen melek kabartmaları Sabite’yi büyülemişti sanki, bir süre gözlerini kemerden alamadı.

Babası, annesiyle kendisine yol vererek eliyle gidecekleri yönü gösterince açık duran başka bir kapıya doğru ilerlediler. İçeriye girdikten sonra bir süre kapının önünde; onları karşılayan adamla babası kısık sesle bir şeyler konuştuktan sonra koridorun sağında bulunan ikinci kapıdan geniş bir odaya geçtiler. Geniş, karanlık sayılabilecek kadar loş bir odaydı girdikleri. Ahşap oymalı, kahverengi deri kaplı, nerdeyse koltuk büyüklüğünde bir iskemle vardı sadece. Babasının Nikola diye seslendiği sakallı adam önce annesinin sandalyeye oturmasını işaret etti sonra babasıyla Fransızca konuşarak nasıl poz vereceklerini anlattı. O ana kadar sakinliğini koruyan Sabite’nin kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Babası onun heyecanını görünce elinden tutup annesinin yanına götürdü, bir elini karısının omzuna bir elini Sabite’nin omzuna koyup “Hazırız” diye seslendi. Nikola, kafasını; ahşap, önünde camdan bir gözün yer aldığı arkası körüklü tuhaf bir aletin içine siyah örtüyü kaldırarak sokarken “Şimdi hiç kıpırdamadan bekleyiniz efendim” dedi yumuşak ama buyurgan bir ses tonuyla.

Adeta nefeslerini tutarak bir müddet bekledikten sonra kutunun tepesinden çıkan kuvvetli ışık gözlerini kamaştırdı. Nikola eliyle bir süre daha bekleyin gibisinden işaret yapınca çaresiz kıpırdamadan durmaya çalıştılar, ta ki Nikola elinde bir cam parçasıyla çıkıp hemen arkasındaki kapıdan başka bir yere girerek gözden kaybolana kadar. Onun odadan çıktığını görünce duruşlarını bozmadan birbirlerine gülümsediler. Nikola yanlarına gelip de “Tamam serbestsiniz” deyince, derin bir nefes alarak odadan çıktılar. Hekim Paşa, onları tekrar anacaddeye çıkartıp kapısında Lebon yazan vitrininde kurabiyeler, renkli şekerlemeler olan bir dükkâna soktu. Sabite daha önce hiç bu kadar güzel bir yer görmemişti. Etrafında üç zarif sandalye olan küçük şık masalar, masalarda oturan güzel kıyafetli kadınlarla erkekler…

Beyaz eldivenli, orta yaşlı, uzun siyah ceket giymiş beyaz gömlekli bir adam büyük bir ciddiyetle boş olan bir masaya oturttu onları. Hekim Paşa, “Bugün tatlı seçimleri benden, başka zaman geldiğimizde siz kendiniz seçersiniz” dedikten sonra bir an susup devam etti.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat
  • Kitap AdıZaman Geçer Sesler Kalır
  • Sayfa Sayısı280
  • YazarBelgin Bıyıkoğlu
  • ISBN9786254419027
  • Boyutlar, Kapak13,5*19,5, Karton Kapak
  • YayıneviDestek Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Dünya Döner Renkler Kalır ~ Belgin BıyıkoğluDünya Döner Renkler Kalır

    Dünya Döner Renkler Kalır

    Belgin Bıyıkoğlu

    Düşlerini ve renklerini kaybetmeyenlere… İnsanın düşlerini yitirmesinin kederi hiçbir şeye benzemez. Çanakkale’ye köprü yapılacağı söylentisiyle birlikte arsa simsarları ortalıkta fink atmaya başlayıp da orada...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur