Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Başarılı Yaşlanma
Başarılı Yaşlanma

Başarılı Yaşlanma

Burcu Halaç, Daniel J. Levitin

“Hayatın sonundan geriye baktığımızda, hangi unsurlar iyi yaşanmış bir hayat hissine işaret eder? Yaşamdan aldığımız tatmini azami seviyeye çıkaracak ve yaşamlarımıza anlam katacak hangi…

“Hayatın sonundan geriye baktığımızda, hangi unsurlar iyi yaşanmış bir hayat hissine işaret eder? Yaşamdan aldığımız tatmini azami seviyeye çıkaracak ve yaşamlarımıza anlam katacak hangi kararları alabiliriz?”

Son 20-30 yılımız hakkında nasıl düşündüğümüze ilişkin yeni bir yaklaşım getiren Daniel J. Levitin Başarılı Yaşlanma’da yaşlanmanın salt bir zayıflama dönemi olmadığını, bebeklik ya da ergenlik dönemleri gibi kendi talep ve avantajlarını getiren benzersiz bir gelişim evresi olduğunu gösteriyor. Bireyler ve toplum olarak yaşlanma hakkında bütünüyle farklı düşünmemize yardımcı olmayı amaçlayan yazar, kuşaklararası etkileşimleri günlük deneyimlerin dokusuna örerek yaşlıların hünerlerini kucaklayan bir kültürün gelişimini ilerletmeyi arzu ediyor.

Beyin bilimine, bilhassa da gelişimsel sinirbilim ve bireysel farklılıklar psikolojisinden edinilen içgörülere bakan Başarılı Yaşlanma insani hikâyemizin son bölümü olan yaşlanma sürecine dair dönüştürücü bir anlayış ortaya koyuyor.

***

DANIEL J. LEVITIN, 1957’de doğdu. Bilişsel bilimler alanındaki lisans eğitimini Stanford Üniversitesi’nde, bilişsel psikoloji alanındaki yüksek lisans ve doktorasını Oregon Üniversitesi’nde aldı. California’daki Keck Lisansüstü Enstitüsü’ndeki (KGI) Minerva Okulları’nda sanat ve beşeri bilimler kurucu dekanı, aynı zamanda Montreal’deki McGill Üniversitesi’nde psikoloji, sinirbilim ve müzik fahri profesörüdür. Diğer kitapları arasında Müziğin Etkisindeki Beyin (Tellekt yayın programında), The World in Six Songs (Altı Şarkıda Dünya) ve The Organized Mind (Organize Zihin) yer alıyor. Çalışmaları yirmi iki dile çevrilen, Science, Nature, PNAS, The New Yorker, The Atlantic gibi dergilerde üç yüzden fazla makalesi yayımlanan Levitin’in Grammy ve Billboard gibi müzik dergilerinde de yazıları yayımlandı. Sinirbilimci olmadan önce ses mühendisi ve plak yapımcısı olarak çalıştı, Stevie Wonder, Steely Dan, Joni Mitchell ve Blue Öyster Cult’un kayıtlarına katkıda bulundu. Yakın zamandaki müzik performansları arasında Sting, Bobby McFerrin, Rosanne Cash, David Byrne, Cris Williamson, Victor Wooten ve Rodney Crowell’la gitar ve saksafon çalmak yer alıyor.

***

Asla yaşlanmayan tatlı eşim Heather’a

***

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ 13

BİRİNCİ KISIM

SÜREKLI GELIŞEN BEYIN

1. BİREYSEL FARKLILIKLAR VE KİŞİLİK 35

2. BELLEK VE “BENLİK” DUYGUNUZ 73

2.5. PERDE ARASI 111

3. ALGI 147

4. ZEKÂ 185

5. DUYGULARDAN MOTİVASYONA 225

6. TOPLUMSAL ETKENLER 271

7. AĞRI 307

İKİNCİ KISIM

YAPTIĞIMIZ SEÇIMLER

8. BİYOLOJİK SAAT 347

9. BESLENME 371

10. EGZERSİZ 417

11. UYKU 439

ÜÇÜNCÜ KISIM

YENI UZUN ÖMÜRLÜLÜK

12. DAHA UZUN YAŞAMAK 463

13. DAHA AKILLICA YAŞAMAK 507

14. DAHA İYİ YAŞAMAK 543

EK: BEYNİNİZİ CANLANDIRMAK 589

GÖRSELLERİN SAHİPLERİ 591

DİZİN 593

***

TEŞEKKÜR

Bu kitabın hepsinin ya da bir kısmının önceki taslaklarını okuyup geliştiren şu isimlere minnettarım: Heather Bortfeld, Howard Gardner, Michael Gazzaniga, Lew Goldberg, Sarah Hampson, Siegfried Hekimi, Mike Lankford, Sonia Lupien, Jay Olshansky ve Robert Sternberg. Keza ortaya çıktıkça sorularıma yanıt veren şu kişilere de: Neil Charness, Daniel Dennett, Eduardo Dolhun, Mallory Frayn, Derek Han, Janet King, Stan Kubow, Joe LeDoux, Jasper Rine, Stephanie Shih, Daniel Simons ve David Sinclair. Stephen Morrow, Jeffrey Mogil, Lindsay Fleming, Sarah Chalfant ve Rebecca Nagel her şeyi satır satır okuyup notları ve önerileriyle bana büyük bir içgörü ve berraklık sundular. Lindsay araştırma asistanı ve editör olarak çalıştı ve kitaptaki tabloların çoğunu çizdi. Len Blum kitabın tümüne mizah duygusunu ve ustalıklı editoryal kalemini getirip kitabı muazzam ölçüde geliştirdi. Hannay Feeney redaksiyon ve kitabın üretim sürecinde yüzlerce ayrıntıyla büyük bir etkililik ve beceriyle ilgilendi. Benimle 70 yaş üstü olma deneyimlerini paylaşan pek çok kişiye son derece minnettarım: Judy Collins, Dalai Lama, Lamont Dozier, Donald Fagen, Jane Fonda, Başkan Vicente Fox, Charles Koch, Tim Laddish, annem ve babam Sonia ve Lloyd Levitin, Joni Mitchell, Sonny Rollins, Bakan George Shultz, Paul Simon, Jack Weinstein ve Bob Weir.

Eğitimime başladığım sıralarda tanınmış bir bilişsel nörobilimci olan Michael Posner, tanınmış bir gelişimsel psikolog olan Mary Rothbart’la verimli bir işbirliğine başladı. (Bu sandığınız kadar sık gerçekleşmez.) Mike doktora danışmanım oldu ve bu iki farklı alanı kucaklamayı öğrendim. Beni daima gözeten Mike gelişimsel bilişsel sinirbilimci Helen Nelville ve biyolog Terry Takahashi’nin doktora komitemde yer almasını önerdi. Bütün bunlar olup bittiği sırada Oregon Araştırma Enstitüsü’nde bir ofisim vardı ve psikometrikçi (psikolojik etkenlerin ölçümü) ve günümüz kişilik psikolojisinin kurucusu Lewis R. Goldberg’in başında olduğu bir araştırma grubunun üyesiydim. Jack Digman ve Sarah Hampson oradaki eğitimimin büyük bir parçasıydı. Yol boyunca kendi alanım dışında çalışan Susan Nolen-Hoeksama (50’li yaşlarının başında trajik biçimde öldü), Lee Ross, Ellen Markman, Susan Carey ve Laura Carstensen gibi birtakım önde gelen düşünürlerden öğrenme gibi büyük bir şansım oldu. Bu eğitim ve akıl hocalığı için minnettarım.

***

GİRİŞ

Şair Dylan Thomas kişinin iyi geceye usulca gitmemesini, gün kavuşurken yaşlılığın tutuşup çıldırması1 gerektiğini yazmıştır. Daha genç bir adamken bu şiiri okuduğumda, bu sözcüklerde beyhudelik görürdüm. Yaşlanmayı zayıflıktan ibaret görüyordum: Bedenin, zihnin, hatta ruhun zayıflığı. Dedemin çektiği ağrı sızılara tanıktım. Bir vakitler atik ve kendine yetmekten gurur duyan bir adam olan dedem, altmışlarına geldiğinde güçbela çekiç sallayabiliyor ve gözlükleri olmadan bir bisküvi kutusunun etiketini okuyamıyordu. Büyükannemin sözcükleri unutmasını dinledim ve en nihayetinde hangi yılda olduğumuzu unuttuğunda ağladım. İşte, emekliliklerine yaklaşanların gözlerindeki parıltının, gülüşlerindeki umudun kaybolup bütün bunlardan uzaklaşacakları o vakte dek geçen günleri saymalarını izledim, sürekli bunca boş zamanları olduğunda ne yapacaklarına dair planları son derece belirsizdi.

Kendim de yaşlanıp yaşamlarının son çeyreğindeki insanlarla daha çok zaman geçirdikçe, yaşlanmanın farklı bir yönünü gördüm. Anne-babam şimdi seksenlerinin ortasında ve sosyal etkileşimlerle, ruhani arayışlarla, doğa yürüyüşleri ve doğayla, hatta yeni profesyonel projeleriyle iç içe, yaşamakla her zamanki kadar meşguller. Yaşlanmış görünüyorlar ama elli yıl önce oldukları aynı kişiler gibi hissediyorlar ve bu onları hayrete düşürüyor. Kimi becerilerinin ağırlaştığı yerlerde, fevkalade telafi mekanizmalarının –tecrübenin olağanüstü faydalarının vurguladığı duygudurumu ve bakış açısındaki olumlu değişimlerin– devreye girmiş olduğunu görüyorlar. Evet, daha yaşlı zihinler daha genç zihinlere kıyasla bilgiyi daha yavaş işliyor olabilir ama yaşça ileri olanlar ömürlük bilgiyi içgüdüsel biçimde sentezleyip on yıllar boyunca hatalarından öğrendiklerini temel alarak daha zekice kararlar alabilir. Yaşlı olmanın pek çok avantajından biri başa gelebilecek musibetlerden daha az korkmaktır zira geçmişte paylarına birkaç musibet düşmüş ve bunlar üzerine etraflıca kafa yorabilmişlerdir. Gerek kendilerinin gerekse birbirlerinin dirençliliğine güvenebileceklerini bilirler. Aynı zamanda yakında ölebilecekleri fikrinden rahatsızlık duymazlar. Bu ölmek istedikleri anlamına gelmez ancak artık ölümden korkmazlar. Dolu dolu yaşamışlardır ve her yeni günü yeni deneyimler için bir fırsat olarak görürler.

Beyin üzerine araştırma yapanlar yaşlılığın beyinde ölümü kabul etmeyi –ölümden korkmak yerine ölüm karşısında müsterih hissetmeyi– kolaylaştıran kimyasal değişimlere yol açtığını tahmin etmektedir. Bir sinirbilimci olarak bazı insanların neden diğerlerinden daha iyi yaşlanır göründüğünü merak ettim. Bunun nedeni genetik, kişilik, sosyoekonomik durum ya da salt şans mıydı? Beyinde bu değişimlere yol açan neler yaşanıyor? Yaşlanmaya eşlik eden bilişsel ve fiziksel yavaşlamayı engellemek için neler yapabiliriz? Pek çok insan seksenli ve doksanlı yaşlarına iyi bir şekilde gelirken, diğerleriyse yaşamdan elini ayağını çekmiş, kendi zafiyetlerinin mahpusları olmuş, sosyal bakımdan yalıtılmış ve mutsuz görünür. Bu neticeler üzerinde ne kadar kontrolümüz var ve bunların ne kadarı önceden belirleniyor?

Başarılı Yaşlanma gelişimsel sinirbilimdeki yakın zamanlı araştırmaları bireysel farklılıklar psikolojisiyle bir araya getirerek son 20- 30 yılımız hakkında nasıl düşündüğümüze ilişkin yeni bir yaklaşım ortaya koyuyor. Muhtelif disiplinlerden yararlanan bu kitap, yaşlanmanın salt bir zayıflama dönemi olmakla kalmayıp bebeklik ya da ergenlik dönemleri gibi kendi talep ve avantajlarını getiren benzersiz bir gelişim evresi olduğunu gösteriyor.

Başarılı Yaşlanma ne denli iyi yaşlandığımızın birbirine paralel iki şeye bağlı olduğunu gösterecek:

1. Çocukluğumuza dek uzanan birtakım etkenlerin birleşmesi

2. Çevremizdeki uyaranlara verdiğimiz tepkiler ve bireysel alışkanlıklarımızdaki değişimler

Bu kışkırtıcı argüman, ortalama yaşam süresinin artmaya devam ettiği sanayi toplumlarında birer birey, aile ferdi ve vatandaş olarak yaşlılığa yönelik plan yapma biçimimizi kökünden değiştirebilir. Seksenli, doksanlı yaşlara ve belki daha da ötesine dek zihinsel bakımdan atik kalmamızı sağlayacak seçimler sunar. O iyi geceye iki büklüm ve edilgen halde tökezleyip durarak gitmemiz gerekmiyor; hayatımızı yaşayabiliriz.

Üniversitedeki öğretmenlerimden biri şu an seksenlerinde, bir diğeriyse doksanlarında. İkisi de hâlâ faal ve zehir gibi. Bu öğretmenlerimden biri olan 87 yaşındaki Lewis R. Goldberg, bizi birbirimizden ayırt eden ve yaşamlarımızın seyrini derinden etkileyebilecek kişilik özellikleri ve niteliklerinin benzersiz külliyatı kişiliğin günümüzdeki bilimsel anlayışlarının kurucusu addedilmektedir. Goldberg kişiliğin değişebildiğini bulmuştur. Daha titiz, uzlaşmacı, alçakgönüllü biri olup kendinizi yaşamın herhangi bir evresinde herhangi bir şeyde geliştirebilirsiniz. Bu şaşırtıcı bir şey ve onlarca yıllık üstünkörü tahmini alaşağı ediyor. Kişilik özelliklerini kalıcı, sonsuza dek süregiden şeyler olarak düşünmeye meylederiz. (Televizyon dizisi Curb Your Enthusiasm’in huysuz Larry David’ini düşünün.) Ancak kişilik özelliklerine şekil de verilebilir. Alışılageldik kişilik özelliklerinin davranışlarımıza yön verme düzeyini, kendimizi içinde bulduğumuz durumlar ve kendimizi geliştirme, daha iyi insanlar olmaya yönelik uğraşımız etkiler. Bunun karanlık tarafıysa, ne yazık ki kimi karşılaşmalar ve çevrelerin kişiliğimizin kötü yönde değişmesine yol açabilecek olmasıdır. Kişiliğimizi olumsuz yönde etkileyen çevre, alışkanlık ve uyaranlardan nasıl kaçınacağımızı öğrenmek iyi yaşlanmanın can alıcı bir parçasıdır. Kişiliğin yaşlanırkenki bu potansiyel şekil verilebilirliğini anlamak elzemdir. Maalesef kişilikte yaşanan karanlık değişimler dünyamızda pek yaygındır. Hepimiz yaşlandıkça sertleşen, kendini yalıtan ya da depresifleşen birilerini tanırız.

Bunun büyük kısmına kültür yön verir. Benim büyüdüğüm 1960’lı yıllarda gençlerin çoğu yaşlıları bertaraf etmek için sabırsızlanıyordu. Woodstock kuşağının benimsediği bütün o hoşgörü, barış ve sevgiye rağmen, anne-babalarımızın kuşağını dışlamakta aceleci davranıyorduk. “30 yaş üzeri kimseye güvenmeyin” sloganları atıyorduk ve “70 yaş üstü birine aldırış dahi etmeyin,” diye de bağırabilirdik pekâlâ. The Who grubundan Roger Daltrey, “Umarım yaşlanmadan ölürüm,” diye şarkı söylediğinde yaşlılara yönelik dört bir yana sinmiş küçümseme hissini özetlemiştir. 1930’larda ve 40’larda doğmuş arkadaşlarım benim kuşağımın onlara yönelik hakaretleri, önyargıları ve saygısızlığına ilişkin hikâyelerini benimle paylaşmıştır.

Yaşlanmak, medyada ve kolektif bilincimizde yüzyıllardır betimlendiği üzere hem fiziksel hem de duygusal acı ve çoğu durumda sosyal tecrit içerir. Beden çelimsizleştikçe, entelektüel melekeler zayıflamış, görme ve işitme yetisinin azalması yaşlıların bir zamanlar yaptıkları gibi içinde bulundukları topluluklarla yakın ilişki kurmalarının önüne geçmiştir. Emeklilik, yaşamın amacının sonuna gelindiği anlamına gelmiş ve ne yazık ki yaşamın sonuna gelinmesini hızlandırır görünmüştür.

Birinci kuşak bir üniversite öğrencisi, tıp fakültesini bitirerek California’daki ilk radyologlardan biri olan dedem sırf 65 yaşına bastı diye hastanesinde kendi kurduğu bölümden atıldı. Bugün tanısal radyoloji hakkında bildiklerimizden yola çıkarsak, dedem gençken işinde muhtemelen 65 yaşındayken olduğundan daha iyiydi çünkü bu işin büyük kısmı beyindeki deneyimle gelişen örüntü eşleştiren devrelere dayanır. Dedemin işyerinde tecrübe ettiği ötekileştirilme ve işe yaramama duygusu evde bizimle, ailesiyle yaşadıklarının zıddıydı: Onu seviyor ve ona saygı duyuyorduk. 67 yaşında öldüğünde mahvolduk. En nihayetinde hayatına mal olacak ameliyattan evvel ailesine yazdığı bir mektupta, çalıştığı hastanede ona “saygı duyulmaması” hakkında duyduğu derin üzüntüyü ifade etmişti. Bu saygı kaybının dedemin dayanıklılığı, dirençliliği ve duygudurumu üzerinde ufak bir cerrahi komplikasyonun hayatına mal olmasına yol açacak denli büyük bir etkisi olduğundan daima kuşkulandım.

Kendimizi reddedilmiş ya da değersiz hissettiğimizde beyinde neler olup bittiğini açıkça ortaya koymak istiyorum. Bedenimiz hem psikolojik hem de fiziksel hasarlara stres hormonu olan kortizol salgılayarak karşılık verir. Savaş ya da kaç tepkisine başvurmak ihtiyacındaysanız –diyelim ki size saldıran bir kaplanla karşı karşıyasınız– kortizol son derece faydalıdır ama saygının kaybı gibi uzun soluklu psikolojik güçlüklerle uğraşıyorsanız o kadar da faydası yoktur. Kortizolün yol açtığı stres tepkisi bağışıklık sisteminin işlevini, libidoyu ve sindirimi azaltır. Stresli olduğunuzda midenizin bozulabilecek olmasının nedeni budur. Savaş ya da kaç tepkisinin bunu yapması anlamlıdır: Bütün kaynaklarınızı, yakındaki tehditle fiziksel olarak başa çıkmanın geçici haline yöneltmesi gerekir. Ne var ki kişilerarası çatışmalardan ortaya çıkabilecek psikolojik stres bizi aylarca ya da yıllarca fizyolojik bakımdan stres altında bırakabilir. Buna karşılık yaşamla aktif biçimde uğraştığımızda ve yaşamdan heyecan duyduğumuzda, serotonin ve dopamin gibi duygudurumunu iyileştirici hormonların yanı sıra doğal öldürücü hücrelerle T hücrelerinin (lenfositlerin) üretimi de artarak bağışıklık sistemimizi ve hücre onarım mekanizmalarını kuvvetlendirir. Şayet toplumsal stres etkenleri ortaya çıkmamış olsaydı, babaannem, ailem ve ben çok daha uzun süre dedemle olmanın tadını çıkarabilirdik.

25 yıl ileri saralım. Bir işinsanı olan babam 62 yaşındayken daha genç birine alan açması için ısrarla emekli olmaya teşvik edildi. O da babası gibi kendini bertaraf edilmiş hissedip benlik değerini sorgulamaya başladı. Sosyal dünyası ufaldı, fiziksel sıkıntılardan mustarip olmaya başladı ve bunalıma girdi. Ama o vakitler, yani 1955 itibarıyla, rüzgâr halihazırda tersine dönmekteydi. Toplum ve işverenler yaşlıların değeri olabileceğini düşünmekle kalmayıp daha üstün bir değerleri olabileceği yönündeki Doğulu fikrin farkına varıyorlardı. Babam antenlerini açtı ve USC Marshall İşletme Okulu’nda ders vermesi için teklif aldı. Kısa süre sonra her sömestr dolu dolu dört ders verir oldu. Bu 25 yıl önceydi. Babam 89 yaşına kadar öğretmenlik yapabilmesi için daha yeni dört yıllık bir sözleşme imzaladı. Öğrenciler onu seviyor çünkü gerçek dünya deneyimlerini onlara daha genç öğretmenlerin yapamadığı bir şekilde aktarabiliyor. Bu arada, babamın bunalımı ve şu fiziksel sıkıntıları anlamlı bir iş bulur bulmaz kayda değer miktarda azaldı.

Yaşlılıkta aktif ve meşgul kalma yolları bulmak tabii ki her zaman kolay değildir ve bunu yapmak biyolojik gerilemeyi tamamen telafi etmez. Ancak tıptaki yeni ilerlemeler ve olumlu yaşam biçimi değişimleri, daha önceki kuşakların yapamamış olabileceği bir şekilde yaşamdan aldığımız tatmini geliştirmeye yardımcı olabilir.

Üniversitedeyken en sevdiğim hocalarımdan biri Jet Propulsion Laboratuvarı’nın eski direktörü, uydu telekomünikasyonunun mucidi, üretken bir bilimkurgu yazarı ve süpervizyonu altındaki birtakım transistörü icat ettiğinde transistör ismini veren kişi olan John R. Pierce’tı. Onunla 80 yaşında, “emekliliği”nin ikinci yinelenişinde, ses ve vibrasyon üzerine ders verdiği esnada tanıştım. Bir keresinde beni evine akşam yemeğine davet etti. Arkadaş olduk ve beraber düzenli olarak akşam yemeğine çıktık. John 87 yaşına girdiği sıralarda bunalıma girdi. En keyif aldığı meşgalelerinden biri okumaktı ama artık görme yetisi zayıflıyordu. Ona büyük harfli kitaplar aldım ve bu onu birkaç haftalığına neşelendirdi ama okumak istediği şeylerin büyük kısmının –teknik kitaplar, bilimkurgu kitapları– büyük harfli baskıları yoktu. Yapabildiğimde gidip ona okurdum ve birkaç Stanford öğrencisini de aynı şeyi yapmaları için ayarladım. Yine de durumu kötüye gitmeye devam ediyordu. Sonra Parkinson hastalığı teşhisi kondu. Titremesi onu rahatsız ediyordu. Belleği zayıflıyordu.

Eskiden keyif aldığı şeylerden artık haz almıyordu. Üstelik her geçen gün kafası daha da karışıyordu.

Doktoruna o vakitler yeni olan ve tam da onun karşı karşıya olduğu türden yaşa bağlı sorunlar için yazılan Prozac’ı kullanabilir mi diye sormasını önerdim.2 (Prozac daha önce bahsettiğim, şu duygudurumunu geliştiren hormonlardan biri olan serotoninin beyinde salgılanma düzeylerini artırmaya yardım eder.) Sonuç dönüştürücüydü. Prozac’ın Parkinson’una özellikle faydası dokunmamış olsa da, tavrı değişmişti. Daha genç hissediyordu. Tekrar akşam yemeği davetleri düzenlemeye ve öğrencilere ders vermeye başladı, ki bunu yapmayı daha bir yıl önce bırakmıştı. Beynindeki basit bir kimyasal değişim ona ikinci bir soluk olmuştu. John 92 yaşına kadar yaşadı ve son beş yılının büyük kısmı onun için neşe ve tatminle doluydu. Keza benim için de öyleydi, sanki vaktinden evvel ölmüş dedemle ikinci bir şans elime geçmişti.

John’u 92 yaşında hayatını kaybetmesinden iki hafta evvel gördüğümde heyecanla yapmak istediği yeni deneyleri planlıyordu. İnsan bu dünyadan işte böyle ayrılmalı John’u tanıdığım vakitler gençtim ve kendi kaçınılmaz yaşlanmam hakkında düşünmüyordum. Ancak o zamandan beri geçen on yıllar içinde, kendi duygudurumumdaki aşamalı değişimleri deneyimleyerek ve araştırmacı pek çok meslektaşım ve doktorla konuşarak, yaşlanmanın olumsuz kimi etkilerini savuşturmak için önceden plan yapabileceğimiz bir gelecek görür oldum. Yaşamlarımızın gelecek bölümlerini görünmelerini istediğimiz şekilde yazabilmek için nöroplastisite hakkında bildiklerimizden yararlandığımız; sağlıklı yaşam biçimi seçimlerinin ve antidepresanlarla diğer ilaçların daha geniş kullanımının depresyonun etkilerini ve çok uzun süredir yaşlanma sürecinin geri döndürülemez bir parçası olduğunu varsaydığımız duygudurumumuzdaki diğer değişiklikleri yumuşatabileceği ya da tersine çevirebileceği bir gelecek. Ayrıca tıp bilimi ve tedavi protokollerindeki yeni buluşlar da hiç kuşkusuz kullanılabilecek hale gelecektir.

 

 

 

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur