Hayat size bir dizi seçenek sunar.
Beklemek… Geçmişe tutunmak… Unutmak… Affetmek…
Siz hangi yolu seçerdiniz?
On sekiz yıldır çocuklarının ihtiyaçlarını her şeyden üstün tutan Jude Farraday’in ikizleri Mia ile Zach zeki ve mutlu birer gençtir. Defalarca evlatlık verilen ve karanlık bir geçmişe sahip olan Lexi kısa sürede Mia’nın en yakın arkadaşı ve bu birbirine bağlı ailenin de bir parçası olur.
Jude çocuklarının iyi bir yaşam sürmesi ve tehlikelerden uzak olmaları için her şeyi yapmıştır. Ancak lisedeki son yılları hepsini büyük bir sınavdan geçirir ve sıcak bir yaz gecesi, verilen yanlış bir kararla hepsinin hayatları altüst olur. Farraday ailesi göz açıp kapayıncaya kadar paramparça olacak. Lexi her şeyini kaybedecektir. Sonraki yıllarda, hepsi o gecenin doğurduğu sonuçlarla yüzleşir ve unutmaya çalışır. Ya da affetme cesaretini kendinde bulmaya…
Hayat dolu ve evrensel bir roman… Gece Yolu annelik, kimlik, aşk ve affetmeye dair soruları derinlemesine işliyor. Hem kaybetmenin verdiği şiddetli acıyı hem de ümidin hayret verici gücünü gözler önüne seren aydınlatıcı, yürek parçalayıcı bir roman. Kristin Hannah aile özlemi, insan kalbinin direnci ve sevdiklerimizi affetme cesaretine dair unutulmaz bir hikâyeyi olabilecek en iyi şekilde anlatıyor.
“Gece Yolu insan ruhunun affetme konusundaki eşsiz gücüne dair özel bir kitap.”
New York Journal of Books
“Gece Yolu’nu okuyup da hikâyesinden ve karakterlerden etkilenmemeniz imkânsız. Kitabı bitirdikten sonra bile etkisini birkaç gün üzerinizden atamayacaksınız.”
The Huffington Post
“Gece Yolu’nu son sayfasına kadar ağlayarak okuyacaksınız.”
The Daily Mail
“Vay canına! Sanırım Kristin Hannah en güzel kitabını yazdı. Hannah har zaman harika hikâyeler yazıyor ama Gece Yolu ilk sayfasından itibaren sizi etkisine alıp bitinceye kadar elinizden düşürmek istemeyeceğiniz türden bir hikâye.”
Bestsellersworld.com
***
Giriş
2010
Gece Yolu’nun keskin dönemecinde bekliyor.
Burada orman öğle vaktinde bile karanlık. Yaşlı, heybetli, yaprak dökmeyen ağaçlar yolun iki yanını sık ağaçlıklar şeklinde kaplamış, kargıyı andıran yosunlu gövdeleri, gün ışığını kesecek şekilde masmavi göğe doğru uzanıyor. Gölgeler, asfaltın aşınmış şeridi boyunca yarım metreyi buluyor; hava içe çekilmiş bir nefes misali dingin ve sessiz. Umutlu.
Bir zamanlar bu yol eve giden yoldu yalnızca. Çukurlu yüzeyinde tereddüt etmeden kıvrılır, iki yanında toprağın nasıl çöktüğüne pek de -belki de hiç- dikkat etmeden rahatça geçerdi buradan. O zamanlar aklı başka şeylerde, günlük yaşamın ufak ayrıntılarındaydı. Günlük işler. Siparişler. Listeler…
Yıllardır bu yoldan geçmemişti elbette. Direksiyonu ansızın kırması için gözüne soluk yeşil sokak tabelasının ilişmesi yetmişti; kendini burada bulmaktansa çekip gitmeyi yeğlerdi. Ya da şimdiye dek öyle hissetmişti.
Ada halkı 2004 yazında olanları hâlâ konuşuyor. Bar taburelerinde, veranda salıncaklarında oturup yalan dolan fikirler yürütüyorlar, üstlerine vazife olmayan yargılarda bulunuyorlar. Merak ettiklerini, gazetedeki birkaç sütun sayesinde öğrendiklerini sanıyorlar. Ancak olanların pek de önemi yok.
Birileri onu burada, gölgelerin içindeki ıssız yol kenarında öylece dururken görse yine en başa dönülecek. Yıllar öncesini, yağmurun küle döndüğü o geceyi hatırlayacaklar…
Birinci Bölüm
Hayat yolculuğumuzun ortasında
Dolambaçsız patikaların izi kaybolunca,
Karanlık bir ormanda buldum kendimi.
-DANTE ALIGHIERI, CEHENNEM
Bir
2000
Lexi Baill, ufacık, kırmızı renkli coğrafi semboller yorgun gözlerinin önünde titreşmeye başlayıncaya dek Washington State haritasını inceledi. Yer isimlerinin sihri andıran bir havası vardı; genç kızın hayalinde güçlükle canlandırabildiği, bir su kenarından yükselen karla kaplı dağlardan, çan kuleleri kadar sivri ve uzun ağaçlardan, sonsuz, parlak mavi gökyüzünden oluşan bir manzarayı çağrıştırıyordu. Telgraf direklerinin üzerine tünemiş kartallar ve dokunabileceği kadar yakın görünen yıldızlar canlandı gözünün önünde. Ayılar geceleri sessiz arazilerde dolaşıp, kısa süre önce kendilerine ait olan yerleri arıyordu muhtemelen.
Yeni evi.
Oradaki yaşamının farklı olacağını düşünmek istiyordu. Fakat buna nasıl inanabilirdi ki? On dört yaşındaydı ve çok şey bilmiyordu belki ama çok iyi bildiği bir şey vardı: Koruyucu ailelerin yanına yerleştirilen çocuklar, boş gazoz şişeleri ya da ayağı vuran ayakkabılar gibi iade edilebilirlerdi.
Dün sosyal hizmetler görevlisi onu erkenden uyandırıp eşyalarını toplamasını söylemişti. Yine.
“Güzel haberlerim var,” demişti Bayan Watters.
Lexi uyku sersemi olmasına rağmen bunun ne anlama geldiğini anlamıştı. “Yeni bir aile daha mı? Harika gerçekten. Teşekkürler, Bayan Watters.”
“Herhangi bir aile değil. Senin ailen olacaklar.”
“Evet, tabii. Yeni ailem. Harika olacak.”
Bayan Watters o karamsar sesle karşılık verdi; iç geçirmek denemeyecek yumuşak bir soluk verişti bu. “Güçlü bir kızsın, Lexi. Uzun zamandır dayanıyorsun.”
Lexi gülümsemeye çalıştı. “Kendinizi kötü hissetmeyin Bayan W. Büyük çocuklara ev bulmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. Hem Rexler ailesi harikaydı. Annem geri dönmeseydi o aileyle işler yolunda giderdi bence.”
“Senin hiçbir suçun yok, biliyorsun.”
“Tabii,” dedi Lexi. İyi hissettiği zamanlarda, onu iade eden insanların kendi sorunları olduğuna ikna edebiliyordu kendini. Kötü hissettiği zamanlardaysa -ki son zamanlarda daha çok böyleydi- nerede hata yaptığını, ondan neden bu kadar kolay vazgeçildiğini düşünüp duruyordu.
“Akrabaların var, Lexi. Büyük teyzeni buldum. İsmi Eva Lange. Altmış altı yaşında ve Port George, Washington’da yaşıyor.”
Lexi doğruldu. “Ne? Annem hiç akrabam olmadığını söylemişti.” “Annen… yanılıyordu. Akrabaların var.”
Lexi ömrü boyunca o değerli kelimeleri duymayı beklemişti. Hep tehlikeli, belirsiz bir dünyası olmuştu ve kıyıya kavuşmayı bekleyen bir gemi gibiydi. Çoğunlukla yalnız başına, yabancıların arasında, bir parça yiyecek ve ilgi için mücadele edip ikisine de asla doyamayan vahşi bir zamane çocuğu olarak büyümüştü. O zamanların büyük bir bölümünü zihninden silmişti ama çabaladığında -eyalet psikologlarından biri onu çabalamaya zorladığında- aç kaldığını, ıslandığını ve onu duyamayacak kadar uçmuş ya da onunla ilgilenemeyecek kadar sarhoş bir anneye seslendiğini hatırlayabiliyordu. Kirli bir oyun alanının içinde ağlayarak, varlığının birileri tarafından hatırlanmasını bekleyerek günlerce oturduğunu anımsıyordu.
Şimdi bir Greyhound ¹ otobüsünün kirli camından dışarıya bakıyordu. Ondan sorumlu sosyal hizmet görevlisi yanındaki koltukta oturuyor ve bir aşk romanı okuyordu.
Yirmi altı saatten fazla süren yolculuğun ardından, nihayet varacakları yere yaklaşmışlardı. Gri renkli gökyüzü çevredeki ağaçların tepelerini yutuyordu. Yağmur pencerenin üzerinde yamuk yumuk yollar oluşturarak görüntüyü bulanıklaştırıyordu. Bu Washington denen yer başka bir gezegendi sanki; Güney California’nın güneşte kavrulmuş, ekmek kabuğu rengindeki tepeleri ve trafikten tıkanmış otoyolların gri kesişme noktaları ortadan kaybolmuştu. Ağaçlar hormonla büyütülmüş gibiydi, dağlar da öyle. Her şey haddinden büyük ve vahşi görünüyordu.
Otobüs, çimento rengindeki derme çatma terminale yanaştı ve hırıldayarak durdu. Kara bir duman bulutu park alanını bir anlığına karartarak Lexi’nin penceresinin önünde yükseldi, sonra yağmur bu bulutu dağıttı. Otobüsün kapıları vızıldayarak açıldı.
“Lexi?”
Genç kız, Bayan Watters’in sesini duyunca kendi kendine, kıpırda Lexi, dediyse de yapamadı. Başını kaldırıp son altı yıldır yaşamındaki tek istikrarlı varlık olan kadına baktı. Ne zaman bir koruyucu aile Lexi’yi gözden çıkarıp onu çürümüş bir meyve gibi iade etse, Bayan Watters’ı yüzünde küçük, hüzünlü bir tebessümle kendisini oracıkta beklerken bulurdu. Bu çok da mühim bir şey değildi belki, ancak genç kız birdenbire bu ufak tanıdıklık hissini de yitirmekten korktu.
“Ya gelmezse?” diye sordu Lexi.
Bayan Watters, damarları belirgin, dal gibi parmaklı, iri boğumlu elini uzattı. “Gelecek.”
Lexi derin bir nefes aldı. Bunu yapabilirdi. Elbette yapabilirdi. Geçen beş yılda yedi koruyucu aile evi değiştirmiş, aynı zaman dilimi içerisinde altı farklı okula gitmişti. Bunun üstesinden gelebilirdi.
Bayan Watters’ın eline uzandı. Otobüsün dar koridorunda, her iki taraflarındaki döşemeli koltuklara çarpa çarpa, tek sıra halinde yürüdüler.
Lexi otobüsten inince, kendisi için gerçekten önemli olan tek şeyle -kitaplarla- tıka basa doldurduğu için taşınamayacak kadar ağırlaşmış, haşat olmuş kırmızı valizini geri aldı. Valizi kaldırımın kenarına sürükleyip oracıkta dikildi. O küçücük betondan uçurum tehlikeli görünüyordu. Yanlış bir adımda ayağı kırılabilir ya da bodoslama yolun ortasına yollanabilirdi.
Bayan Watters bir şemsiye açıp Lexi’nin yanına sokuldu. Yağmur şiddetle gergin naylona çarpıyordu.
Diğer yolcular otobüsten birer birer inip gözden kayboldu.
Boş park alanına bakarken Lexi’nin içinden ağlamak geliyordu. Tam olarak kaçıncı kez aynı duruma düşüyordu? Annesi içkiyi her bırakışında kızı için geri dönmüştü. Bana bir şans daha ver bebeğim. İyi kalpli yargıca beni sevdiğini söyle. Bu sefer iyileşeceğim… Artık seni ihmal etmeyeceğim. Ve Lexi her seferinde beklemişti “Belki de fikrini değiştirmiştir.”
“Öyle olmayacak Lexi.”
“Olabilir.”
Bayan Watters, “Bir ailen var, Lexi,” diyerek o heyecan verici sözcükleri yineleyince Lexi’nin zihni dağıldı, umut usulca içeri süzüldü.
“Aile.” Lexi yabancısı olduğu bu kelimeyi telaffuz etme cesaretini gösterdi. Kelime ardında şekerli bir tat bırakarak genç kızın dilinin üzerinde eriyiverdi.
Mavi renkli külüstür bir Ford Fairlane ikilinin önüne yanaştı. Araba çamurluk boyunca göçmüş, çizgi halinde pas izleriyle kaplıydı. Çatlak camı seloteyple yapıştırılmıştı.
Sürücü kapısı yavaşça açıldı ve içinden bir kadın indi. Kısa boylu, kır saçlı ve kahverengi gözlüydü; cildi, sigara tiryakiliğinden yadigâr baklava deseni biçimindeki lekelerle bezeliydi. İşin ilginç yanı, bu kadın ona tanıdık gelmişti; Lexi’nin annesinin yaşlanmış ve buruşmuş hali gibiydi. O anda o inanılmaz kelime Lexi’nin aklına yeniden geldi. Üstelik bu kez iyiden iyiye anlamlanmıştı. Aile.
“Alexa?” dedi kadın kulak tırmalayan bir sesle.
Lexi yanıt vermeye cesaret edemedi. Bu kadının gülümsemesini, hatta belki de kendisine sarılmasını istiyordu ama Eva Lange orada öylece durmakla yetinmişti. Kurumuş elmayı andıran yüzü şiddetle asıldı.
“Senin büyük teyzenim ben. Büyükannenin kız kardeşiyim.”
“Büyükannemle hiç tanışmadım,” diye karşılık verebildi Lexi yalnızca.
“Bunca zamandır babanın akrabalarıyla yaşadığını sanıyordum.”
“Babam yok. Yani, onun kim olduğunu bilmiyorum. Annem de bilmiyordu.”
Eva Teyze iç geçirdi. “Bunu Bayan Watters sayesinde öğrendim. Bütün eşyan bu mu?”
Lexi’nin içinde bir utanç hissi belirdi. “Evet.”
Bayan Watters valizi Lexi’nin elinden nazikçe alıp arka koltuğa koydu. “Haydi, Lexi. Arabaya bin. Teyzen kendisiyle birlikte yaşamanı istiyor.”
Tabii ya, şimdilik…
Bayan Watters, Lexi’yi çekip sıkıca kucaklarken fısıldadı, “Korkma.”
Lexi neredeyse bırakmamacasma ona sanldı. Durum utanç verici bir hale dönüşmeden geri çekildi ve tökezledi. Külüstür arabaya yaklaşıp kapıya asıldı. Kapı sarsılarak açıldı.
Arabanın içinde kahverengi sentetik kumaş kaplı iki uzun koltuk vardı. Patlak dikişlerinden gri bir dolgu malzemesi fırlamıştı. Sanki içeride milyonlarca mentollü sigara içilmiş gibi nane ile duman karışımı bir şey kokuyordu araba.
Lexi kapıya mümkün olduğunca yakın oturdu. Çatlak camdan el salladığı Bayan Watters’in, gri pusun içinde gözden kayboluşunu izledi. Parmak uçlarını camın üzerinde gezdirdi. Böylelikle artık tamamen gözden kaybolan kadınla arasında bir bağ oluşturuyordu sanki.
Uzun ve rahatsız edici bir sessizliğin ardından, “Annenin öldüğünü öğrenince üzüldüm,” dedi Eva Teyze. “Şimdi daha iyi bir yerde. Bu senin için bir teselli olmalı.”
Lexi bu konuya nasıl bir karşılık vereceğini hiçbir zaman bilememişti. Onu almaya gelen her yabancının paylaştığı bir histi bu. Za-
————
¹ ‾ Greyhound Lines Inc. 1914’ten beri hizmet veren bir otobüs firması, (ç. n.)
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGece Yolu
- Sayfa Sayısı496
- YazarKristin Hannah
- ÇevirmenSolina Silahlı
- ISBN6055289218
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Şölenden Sonra ~ Yukio Mişima
Şölenden Sonra
Yukio Mişima
Batıda gökyüzü sessizce ışıldıyor, bir şekilde idealizmin sonunun geldiğini çağrıştırıyordu. Boş ideallere ışık tutan bir fener gibi, batan güneş yüzlerce, binlerce mum yakmış, uzaklarda...
- Kız Kardeşler ~ Lily Tuck
Kız Kardeşler
Lily Tuck
Kız Kardeşler merceğini sadakat, takıntı, kıskançlık gibi ikircikli meselelere doğrultan kışkırtıcı, ayrıksı bir roman. Dışarıdan alışılageldik gibi görünen, hatta “Ne var canım bunda” dedirten...
- Washington Meydanı ~ Henry James
Washington Meydanı
Henry James
Washington Meydanı, Amerikan edebiyatının düzyazı ustası Henry James’in kaleminden çıkma bir 19. yüzyıl klasiğidir. Roman, İngiliz edebiyat eleştirmeni F.R. Leavis’e göre sessizce çekilen bir...