DOSTLUĞUN BÜYÜSÜ ÜZERİNE OLAĞANÜSTÜ BİR ROMAN
“Ateşböceği Yolu’nda Kristin Hannah sevgi ve sadakat üzerine keskin ve unutulmaz bir hikaye yazmıştır.”
Jacquelyn Mitchard
“Kristin Hannah 70 ve 80’lerin heyecanını ve enerjisini ortaya sermektedir ve bunu öyle bir derin seviyede yapmaktadır ki okuyucuları iki kadın arasındaki dostluğun tam kalbine taşıyor.
Ateşböceği Yolu bir şaheser.”
Elin Hilderbrand
“Hayatımızdaki en önemli şeylerden biri olan ebedi dostluk üzerine dokunaklı, enfes bir roman.”
Elizabeth Buchan
“Bu muhteşem romanın sayfalarını çok hızlı geçmek istemeyeceksiniz. Kapıyı kilitleyin, telefonunuzu kapatın, ve yanınıza bir paket mendil alıp koltuğunuza yerleşin. (Sonra uyarmadı demeyin.) Kristin Hannah’dan başka hiç kimse kadınların dostluğunu tüm acısı, tatlısıyla bu kadar güzel yazamazdı.
Harika bir yazar.”
Susan Elizabeth Phillips
“Ateşböceği Yolu okumayı neden sevdiğimizi bize bir kez daha hatırlatıyor.”
Patricia Gaffney
Birinci Bölüm
Onlara Ateşböceği Yolu kızları derlerdi. Uzun zaman önceydi otuz seneden fazla ama şimdi yatağına uzanmış, dışarıda kopan kış fırtınasını dinlerken ona her şey sanki dünmüş gibi geliyordu.
Geçen hafta (şüphesiz hayatının en berbat yedi günü), anılarıyla arasına mesafe koyma yeteneğini kaybetmişti. Son zamanlarda sık sık rüyalarında yılı 1974 olarak görüyordu. Tekrar ilk gençlik yıllarına dönüyordu, kaybedilmiş bir savaşın gölgesinde reşit olmuş, en iyi arkadaşıyla yan yana, kopkoyu bir karanlıkta bisiklete biniyordu; öyle koyu ki, görünmez olmak gibi. Rüyalarında gördüğü mekân yalnızca bir referans noktası gibiydi ama oranın her ayrıntısını hatırlıyordu: İki tarafı bulanık su olukları ve bakımsız çimenlerle örtülü yamaçlarla çevrilmiş dolambaçlı bir asfalt şeridi. Onlar tanışmadan önce bu yol hiçbir yere çıkmıyordu sanki; adım dünyanın bu sarp mavi ve yeşil ucunda hiç görünmeyen bir böcekten alan bir taşra yoluydu.
Sonra o yolu birbirlerinin gözleriyle görmeye başladılar. Yamacın başında yan yana durduklarında, yüksek ağaçları, çamurlu çukurları ve uzak karlı dağları değil, günün birinde gidecekleri bütün o yerleri görürlerdi. Geceleri yan yana olan evlerinden sıvışıp o yolda buluşurlardı. Pilchuck Nehri’nin kenarında oturup aşırdıkları sigaraları içer, bağıra bağıra, Bılly Don’t Be a Hero şarkısını söyler ve birbirlerine her şeyi anlatırlardı; yaşamlarını birbirine dikerek, yazın sonunda bir kızın nerede bitirip diğerinin nerede başladığını kimse kestiremeyene kadar. Artık ardan tanıyan herkes için Tully ile Kate olmuşlardı ve otuz yıldan daha uzun süre bu arkadaşlık, yaşamlarının hasar geçirmeyen bölgesi olmuştu: Güçlü, dayanıklı, güvenilir. Söylenen şarkı yıllar geçtikçe değişmiş, ama Ateşböceği Yolu’nda verilen sözler aynı kalmıştı.
Sonsuza dek dostuz.
Bunun, bu sözün, bir gün yaşlı birer kadın olarak gıcırdayan döşemenin üzerinde sallanan sandalyelerine oturmuş, eskilerden konuşup gülecekleri güne kadar devam edeceğine inanmıştı.
Elbette şimdi her şeyi daha iyi anlıyordu. Bir yılı aşkın süredir kendi kendine her şeyin yolunda olduğunu, en iyi arkadaşı olmadan da hayatına devam edebileceğini söyleyip duruyordu. Hatta bazen buna inanıyordu.
Sonra o şarkıları duyuyordu. Onların şarkılarını. Good bye Yellow Brick Raad, Material Gırl, Bahemian Rapsltody, Purple Rain.Dün alışveriş yaparken You Have Got A Friend’n kötü bir fon müziği versiyonu onu hemen oracıkta, turpların yanında ağlattı.
Yatak örtüsünü dikkatle kaldırıp yanı başında uyuyan adamı uyandırmamaya dikkat ederek yataktan çıktı. Bir an gölgeli loş karanlıkta uyuyan adama bakarak orada durdu. Uykusunda bile tedirgin bir ifadesi vardı.
Telefonu asılı durduğu yerden alarak yatak odasından çıkıp sessiz koridordan açık kısma doğru ilerledi. Orada durup fırtınaya bakarak cesaretini topladı. O bildik numaralan tuşlarken sessiz geçen bunca aydan sonra bir zamanlar en yakın arkadaşı olan bu kişiye ne diyeceğini, nereden başlayacağım düşünüyordu. Berbat bir hafta geçirdim… Hayatım darmadağın… Ya da sadece: Sana ihtiyacım var.
Kara ve çalkantılı Boğaz’ın karşı kıyısında telefon çaldı.
İkinci Bölüm
1970, Ülke genelinde büyük bir değişim ve yenilik yılıydı, ancak Magnolia Drive Sokağı’ndaki evde her şey sessiz ve sakindi. İçeride on yaşındaki Tully Hart soğuk ahşap zemine oturmuş, küçük pembe mendillerin üzerinde uyuyan oyuncak bebekleri için Lincoln’dekiler gibi bir kütük ev yapıyordu. Eğer kendi odasında olsaydı kapaklı pikabına Jakson Five’ın kırkbeşliğini koyardı ama oturma odasında radyo bile yoktu.
Büyükannesi müzikten de, televizyondan da, tahta üzerinde oynanan oyunlardan da pek hoşlanmazdı. Genellikle şimdi yaptığı gibi şöminenin yanındaki sallanan sandalyesinde oturup iğne işi yapardı. Yüzlerce el işi yapmış, çoğuna incil’den bölümler işlemişti. Noel zamanı, bağış yemeklerinde satılsın diye yaptıklarım kiliseye bağışlardı.
Ve büyükbabası… O sessiz kalmaya mahkûmdu. Felç geçildiğinden beri yatağa bağlıydı. Bazen zilini çalardı; Tully’nin, büyükannesini acele ederken gördüğü tek zaman buydu Zilin ilk çınlayışında büyükannesi gülümseyip, “Ahi” der ve terlikli ayaklarının onu götürebildiği kadar hızla hole koşardı.
Tully sarı saçlı trolüne uzandı. İçinden sessizce mırıldanarak onu Calamity Kiddle’ıyla, Dağdıeam Bslieoa şarkısı eşliğinde dans ettirdi. Şarkının ortasında kapı çalındı.
Bu o kadar beklenmedik bir sesti ki Tully oyununu bırakıp başını kaldırdı. Mr. ve Mrs. Beatlle’ın onları kiliseye götürmek için geldiği pazar günleri hariç kimse onları ziyarete gelmezdi.
Büyükannesi el işini sandalyesinin yanındaki pembe plastik kutuya bırakıp kalktı ve son yıllarda artık normal hali sayıları o yavaş yürüyüşüyle, ayaklarını sürüyerek odayı geçti. Kapıyı açınca uzun bir sessizlik oldu. Sonra birden “Ah!” dedi.
Büyükannenin sesi tuhaf çıkmıştı. Tully, yandan dikkatle baktığında uzun karışık saçları ve gelip geçici bir gülüşü olan uzun boylu bir kadın gördü. Tully’nin gördüğü en güzel kadınlardan biriydi: Süt gibi bir cilt, keskin, hokka gibi bir burun, küçük yanaklarının üzerinde çıkık elmacık kemikleri, yavaşça açılıp kapanan berrak kahverengi gözler.
“Uzun süredir kayıp olan kızını böyle mi karşılıyorsun?” diyerek büyükanneyi geçip içeri girdi ve doğruca Tully’ye doğru yürüyüp eğildi. “Bu benim küçük Rose’um mu?”
Kızım? Yani bu kadın…
“Anneciğim?” diye korku ve merakla fısıldadı; inanmaya korkuyordu. Yıllarca bu anı beklemiş, bu anı hayal etmişti; annesinin geri dönüşünü.
“Beni özledin mi?”
“Ah, evet,” dedi Tully gülmemeye çalışarak. Ama öyle mutluydu ki…
Büyükannesi kapıyı kapattı. “Mutfağa gel de bir kahve içe
“Kahve içmek için dönmedim. Kızım için geldim.”
“Meteliksizsin,” dedi büyükannesi yılgınlıkla.
Annesi sinirlenmişe benziyordu. “Ne olmuş meteliksiz
“Tully’nin ihtiyacı olan…”
“Sanırım kızımın neye ihtiyacı olduğunu kendim bilebilirim.” Annesi dik durmaya çalışıyordu ama bunu beceremiyordu. Biraz sendeliyordu, gözleri de komik görünüyordu. Uzun dalgalı saçlarının bir tutamını parmağına doladı.
Büyükannesi ona yaklaştı. “Çocuk yetiştirmek büyük bir sorumluluk, Dorothy. Belki bir süreliğine buraya taşınsan ve Tully’yi tanımaya çalışsan iyi olabilir…” Durdu. Sonra kaşlarını çalıp sessizce “Sen sarhoşsun,” dedi.
Annesi kıkırdayarak Tully’ye göz kırptı.
Tully de ona göz kırptı. Sarhoşluk kadar da kötü bir şey sayılmazdı. Büyükbabası da hasta olmadan önce çok içerdi. Hatta büyükannesi bile bazen bir kadeh şarap içerdi.
“Bugün benim doğum günüm, anne, unuttun mu yoksa?”
“Doğum günün mü?” Tully ayağa fırladı. “Bekle,” deyip odasına koştu. Ivır zıvırlarını koyduğu çekmecede her şeyi sağa sola savurarak, geçen sene İncil kursunda annesi için makarna ve boncuktan yaptığı kolyeyi ararken kalbi deli gibi çarpıyordu. Kolyeyi gördüğünde büyükannesi kaşlarını çatıp fazla umutlanmamasını söylemişti ama Tully’nin elinde değildi. Yıllarca ümit etmişti. Kolyeyi dışarı atıp Tully geri dönerken annesinin büyükannesine, “Sarhoş değilim, anneciğim. Üç yıl sonra ilk kez kızımla birlikteyim. En büyük sarhoşluk bu sevgi,” dediğini duydu.
“Altı yıl. En son onu buraya bırakıp gittiğinde dört yaşında idi.
“O kadar oldu mu?” dedi annesi; kafası karışmış gibiydi. “Eve dön, Dorothy, sana yardım ederim.” “Geçen seferki gibi mi? Kalsın, istemem,” Geçen sefer mi? Annesi daha önce eve dönmüş müydü? Büyükannesi derin bir nefes aldı, sonra sesi Sertleşti. “Bana karşı daha ne kadar böyle davranacaksın?”
…
“Ateşböceği Yolu” için 13 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAteşböceği Yolu
- Sayfa Sayısı624
- YazarKristin Hannah
- ISBN6054263707
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hamburg – Kayıp Zamanın Kumu ~ Marco Lupo
Hamburg – Kayıp Zamanın Kumu
Marco Lupo
Yangın mevsimi Hamburg’u sardığında, şehir, yalnızca fiziksel bir yıkımın değil, derin bir tarihî ve kişisel dönüşümün de eşiğindedir. İlk soğuklardan kaçan insanlar, çareyi bir...
- İki Şehrin Hikayesi ~ Charles Dickens
İki Şehrin Hikayesi
Charles Dickens
İki Şehrin Hikâyesi, Charles Dickens’ın Fransız ihtilali yıllarında kaleme aldığı, ilk satırlarından itibaren merak ve korku dolu sahnelerle okuyucuyu kitaba bağlayan en önemli eserlerinden...
- Flaubert’in Bir Sonbaharı ~ Alexandre Postel
Flaubert’in Bir Sonbaharı
Alexandre Postel
Mösyö Flaubert 1875 yılında, 53 yaşındayken, hayatını ele geçiren melankoli ve ölme isteğinden bir nebze olsun uzaklaşmak amacıyla iki aylığına bilim adamı dostu Pouchet’nin...
gerçekten çok süper okumanızı tavsiye ederim
bulsak okuyacagız ama koca eskişehir kitabı yutmuş:(:(
gerçekten güzeldi
hayatımda okuduğum en güzel romandı bugün bitirdim ve hala kendime gelemedim bi ara herşey o kadar tanıdık geldi ki kendimi olayların içinde buldum. aşk dostluk aile sevgi katie bunların hepsine sahipti ama hayat çok acımasızdı o bunu asla haketmicek kadar fedakar, saf , iyi kalpli bir anne ve melek gibi bir insandı ben hiç kimseye bu kadar hayran olmamıştım:'((
daha sabahın 6’sında başladım ve başları biraz sıktı beni.Yinede okumaya devam edeceğim eminim ki bu kadar insan boşuna bu kitaba o kdar iltifat yağdırmıyorlardır.:)
Dostluğun bir kanıtı bu kitap. :)
Çok güzel bi kitaptı.Hiçbir karakter bu kadar hayattan bu kadar tanıdık gelmiyor.Bundan daha heyecanlı bir sürü roman okudum ama etkisi en uzun süreli kitap bu :) Yinede herşeye rağmen bence bu gerçek dostluk değil..
ve ve ve kitabım şu anda yolda :)başlamak için sabırsızlanıyorum
çok harika okuyorum hem bitirmek hem bitirmemek istiyorum
Pazar gecesi başladığım bu kitabı dün gece bitirdim. Kitabın sonlarında okurken, salya sümük ağladım. Hiçbir kitap beni böyle etkilememişti. Kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum.
hayatımda okuduğum en güzel romanlardan biriydi. karakterler çok gerçekçi. herkese tavsiye ediyorum, herkes bu kitabı mutlaka okusun. kristin hannah tan başka kimse 2 kadın arasındaki büyülü dostluğu bu kadar güzel anlatamazdı :D :D :D
kadınlara hitap eden iki genç kızın ve aynı iki genç kızın olgun kadın halleriyle dünyayı ve birbirleri arasında ki ilişkiyi anlatan kitap… bir erkek olarak ciddi söylüyorum en sevdiğim kitaplar arasındadır. ayrıca gece yolu’nuda tavsiye ederim aynı yazarın kitabıdır. bilmeyenler için bir dedikodu : tully gerçek hayattaki – ellen degeneras diyorlar.
bence çok güzel bir kitap