Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Geceyarısı Şarkıları
Geceyarısı Şarkıları

Geceyarısı Şarkıları

Ahmet Altan

Vakit geceyarısını epey geçiyor, uzak pencerelerdeki bütün ışıklar teker teker sönmüş, tek tük köpek havlamaları… Bir yerlerde çocukları öldürüyorlardı Ölmeden önce o çocuklar nasıl…

Vakit geceyarısını epey geçiyor, uzak pencerelerdeki bütün ışıklar teker teker sönmüş, tek tük köpek havlamaları…

Bir yerlerde çocukları öldürüyorlardı Ölmeden önce o çocuklar nasıl da son kez kederle bakarlar dünyaya. Barıştan, dostluktan, iyilikten yana olanlardan değilim, vahşetse vahşet, kavgaysa kavga, ölümse ölüm, bütün bunlara varım, ama çocukları öldürmek niye, iktidar için dövüşülecekse iktidarı isteyenler dövüşmeli, ölecekse benim yaşımdakiler ölmeli. Ölüm gecenin içinde yürüyor. Gece alabildiğine sessiz ve karanlık, Büyük şehirlerin kaldırımlarında jartiyerine jilet takmış orospular dolaşıyor şimdi. Bankerler çoktan uyudular, kâbuslar görüyorlar. Hırsızlar birazdan evleri soyacaklar. Eski geceleri hatırlıyorum ben. Kadınların saçlarını, yumuşacık bir kıvrımla başlayan boyunlarını, sevişirken kıpır kıpır oynayan memelerini, yatağın içinde biryandan bir yana dönüşlerini hatırlıyorum, son çığlıktan önce gözlerini saklayan gözkapaklarını ve kokularını, yastıklara sinen kokularını… Kadınlar olmasa ölüme hiç dayanılmaz. Ve kadınlar nasıl da öldürürler beni…

MEÇHUL BİR KADINA MEKTUPLAR

Dağınık kaşlarınızın sınırlarını çizdiği o ışıltılı gözlerinizden bir pırıltı uçuverdiğini sanki görüyorum. Aşkı aşk yapan duygunun, bütün kadınların peşine düştüğü o suç ortaklığının tadını tadıyorsunuz. Bu yazı size bir suç armağan ediyor.

Sanırım Stefan Zweig’ı pek okumadınız, zaten şu sıralarda pek moda değil… Eğer, Zweig’ı okusaydınız, onun bu yazının başlığının tam tersi bir başlık taşıyan muhteşem hikâyesini bilirdiniz… Hani şu Meçhul Bir Kadından Mektuplar isimli şaheserini. İnanın, o hikâyeyi çok severdiniz. O, her kadının içinde saklı olan “meçhul bir kadın” olma arzusunun bütün yakıcılığını, çekiciliğini ve acısını bir tek hikâyede yaşardınız. Zweig’ın karısıyla birlikte intihar ettiğini de bilmiyorsunuz tabii.

Niye intihar ettiğini tahmin edemezsiniz. Dünya Savaşı çıktığı ve insanlar birbirini öldürdüğü için, böyle bir dünyayı daha fazla paylaşmaya tahammül edemeyip kendini öldürdü… Halbuki o sıralarda, Latin Amerika’da savaştan epeyce uzakta ve güvenlikteydi. Ama başkaları ölürken, kendini güvende hissetmeye dayanamayacak kadar ilgiliydi başkalarının hayatlarıyla. Bu ilgiyi kendi hayatıyla ödedi.

“Ne kadar aptalca,” demeyin ne olur, beni çok kırarınız. Zweig’in karısının niye intihar ettiğini ise hep merak etmişimdir. Savaşa dayanamadığı için mi kocasıyla birlikte öldü, yoksa kocasını ölüme giderken yalnız bırakmadığı için mi? Dünyanın yanması mı o kadına daha çok acı veriyordu yoksa sevdiği bir erkeğin acı çekmesi mi?

Bütün yazarlar ölüme karşı Zweig gibi davranmaz elbet. Zweig’in görmeye tahammül edemediği savaşa Hemingway gönüllü gitmişti. Eğer ikisi de bugün Türkiye’de yaşasalardı, Hemingway Güneydoğu’da bir savaş muhabiri, Zweig İstanbul’da kendini vurmak için elden düşme bir tabanca arayan mutsuz bir yazar olurdu.

Graham Greene buralarda olsaydı, istihbaratçıların, teröristlerin, kaçakçıların ortaklaşa gittikleri, sınır yakınlarında bir kerhanenin romanını yazardı. John Le Carré, Türk, Alman ve Amerikan casusları arasında geçen görüşmeleri, yapılan anlaşmaları, ikili çalışan casusların psikolojisini anlatır, savaşsız ve düşmansız bir ortama kavuşan gelişmiş dünyanın, kendisini konusuz bırakan sıkıcılığından Türkiye sayesinde kurtulurdu.

Savaş ve ölüm, yazarların ilgisini çektiği kadar kadınların da ilgisini çekiyor mu sizce? Avrupa’nın, PKK’yı desteklemekten vazgeçerek, PKK’yı güçsüzleştirirken Türkiye’deki darbe sevdalılarını da güçsüzleştirmesi günlük tartışma konularınız arasında mı? Eğer içtenlikle konuşursak, bunlarla çok da fazla ilgilendiğinizi sanmıyorum.

Aşk sizin daha çok ilginizi çekerdi. “Acaba beni seviyor mu” sorusu, “savaş çıkacak mı” sorusundan daha heyecan verici gelirdi size. Sevildiğinizi öğrenseniz, bu kez de “yeteri kadar sevilip sevilmediğinize” takılırdı aklınız. Ah, biliyorum, hiçbir kadın “yeterince” sevilemez. Sarah Bernhardt, boşuna “Aşk oburluktan öldürür,” demiyor.

Biliyor musunuz, Tanrı erkeklere “yaşanan günü”, kadınlara ise geçmişle geleceği armağan etti. Siz yaşanan anla pek ilgilenmezsiniz, geçmişin hesaplaşması ya da geleceğin endişesi vardır sizde. Onun için size “o an” hiç yetmez. Siz geniş bir zamana yayıldığınız için huzursuz, erkekler daracık bir zamana sıkıştıkları için anlayışsız olurlar.

Zweig gibileri ise ne o ana sığarlar, ne de geleceğin kancalarına takılırlar. Onların hayatı, karanlık bir boşluktan, arkalarında ışıklı bir iz bırakarak ölüme atlamakla geçer. İçinden geçtikleri boşluğu yazılarıyla ve bazen de aşklarıyla doldururlar.

Zweig’i mutlaka okumalısınız. Yazarların, nasıl yazı yazdıklarını incelediği bir denemesi var. Müthiş bir tevazuyla kendini de sıradan insanlar arasına koyarak şöyle diyor: “İlk bakışta onlar da sizin benim gibi insanlardır.” Yazarların da herkes gibi yaşadığını, herkes gibi giyindiğini, herkes gibi dolaştığını anlatıyor.

“Bizim yaptıklarımızı yaparlar,” diyor, “sonra da masanın başına geçerler ve bizim yapamadığımız bir şeyi yapıp yazı yazarlar.” Aklına şu soru takılıyor elbette! Bize bu kadar benzeyen insanlar bizim yapamadığımız bir işi nasıl yapıyorlar?

Zweig’a göre, bir yazar yazı yazarken kendisinden başka bir şey oluyor. Ne yaptığını aslında kendisi de fark edemiyor. Yazıyı yazdıktan sonra, ona yazıyı nasıl yazdığını sorsanız, o size, “işlediği cinayeti bilmeyen bir katil” gibi bakacaktır. Aynı sizin kimliğiniz gibi, yazının nasıl yazıldığı da meçhul kalıyor.

Meçhul kalan yalnızca bu değil ki… Dağlarda birbirlerini öldürenler, bir insan öldürürken ne yaptıklarını biliyorlar mı, bir insan başka bir insanı öldürürken tam manasıyla kendinde mi? Herkes gibi âşık olan, herkes gibi seven, herkes gibi gülen biri, tüfeğini bir insana çevirdiği anda hâlâ kendisi midir, yoksa o anda başkası mı olur?

Cinayetin, yazının ve aşkın arasında garip bir ortaklık var gibi. Bu üçünü de yaparken insanlar kendilerinden başka biri oluyorlar. Âşık olan biri, kendinin âşık olmayan halinden ne kadar farklı. Cinayeti işleyen, öldürmediği andaki kimliğinden ne kadar uzak. Yazıyı yazan, yazmadığı zamanki yapısından ne kadar değişik.

Bir insanın, kendinden başka biri haline geldiği anı çok merak ediyorum. Tüfeği kaldırdığı, kalemi tuttuğu, özlemden yandığı anda ne değişiyor içinde? Cinayet, yazı ve aşk, insanın tanrısallığa en çok yaklaştığı üç durum. Biri öldürerek tanrısallaşıyor, biri yaratarak, biri de kendini…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Deneme
  • Kitap AdıGeceyarısı Şarkıları
  • Sayfa Sayısı155
  • YazarAhmet Altan
  • ISBN9786051416229
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviEverest Yayınları / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bir Hayat Bir Hayata Değer ~ Ahmet AltanBir Hayat Bir Hayata Değer

    Bir Hayat Bir Hayata Değer

    Ahmet Altan

    Büyük eserler yaratmış olanların ve uzaktan küçücük gözüken dünyalarında derin sarsıntılar yaşayan sıradan kadınların aşkları ve acıları var bu kitapta. Bu kitabı okuduğunuzda sadece...

  2. Hayat Hanım ~ Ahmet AltanHayat Hanım

    Hayat Hanım

    Ahmet Altan

    “İstediği her şeyi büyük bir tutkuyla istiyordu: Bir lambayı, oynak bir şarkıyla dans etmeyi, beni, bir şeftaliyi, sevişmeyi, lezzetli bir yemeği… Ama tutkuyla istediği...

  3. Zarlar ~ Ahmet AltanZarlar

    Zarlar

    Ahmet Altan

    1900’lerin başlarında, yıkılmakta olan imparatorluğun başkenti İstanbul’da en çok saygı gösterilen kabadayılardan biri olan Arif ’in gölgesinde güvenle yaşayan iki kardeşin intikam hikâyesi Zarlar....

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Uzak ~ Oruç AruobaUzak

    Uzak

    Oruç Aruoba

    “uzak”, bir cilt içinde bir araya getirilmiş iki kitaptan oluşuyor: “Tavşan Besleyene Kılavuz” ve “Özlem Çekene Kılavuz”. Bu iki kitap, 1997’de yayınladığımız “yakın” adlı...

  2. Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik ~ Umberto EcoOrtaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik

    Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik

    Umberto Eco

    Her kültürün güzellik ve sanata ilişkin görüşleri elbette olmuş ama her kültür bu görüşü açık bir kuramsal çerçeveye oturtmamıştır. Estetik kavramı XVIII. yüzyılda Avrupa’da...

  3. Edebiyat Kulesi ~ Nuri PakdilEdebiyat Kulesi

    Edebiyat Kulesi

    Nuri Pakdil

    Edebiyat Kulesi’nde “sürekli cümle kurarak, cümlelerini bozmalıyım bunların” diyen Pakdil’in yazın dünyasının temelinde cümleler var. Ve yapıtlarını da o cümlelerle oluşturuyor Pakdil. Kurulan her...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur