Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Mutlu Yıllar Wanda June
Mutlu Yıllar Wanda June

Mutlu Yıllar Wanda June

Kurt Vonnegut

KAPİTALİZM, MİLLİYETÇİLİK, ERKEKLİK VE AMERİKAN KÜLTÜRÜ ÜZERİNE. “Gördün mü, silahı elinde tutan, herkese ne yapacağını söyler. Amerikan tarzı budur.” Avlanmayı çok seven, savaşta yüzlerce…

KAPİTALİZM, MİLLİYETÇİLİK, ERKEKLİK VE AMERİKAN KÜLTÜRÜ ÜZERİNE.

“Gördün mü, silahı elinde tutan, herkese ne yapacağını söyler. Amerikan tarzı budur.”

Avlanmayı çok seven, savaşta yüzlerce Nazi haklayan ve nihayetinde sekiz yıldır uzaklarda olduğu için öldüğü zannedilen Harold Ryan, bir gün Amerika’ya, evine döner. Yanında, Nagasaki’ye atom bombası atma görevini yerine getirmiş mutsuz arkadaşı Looseleaf de vardır. Ama Harold’ın yokluğunda işler değişmiş, o bildik “kahramanlık” anlayışının yerinde yeller esmeye başlamıştır.

Vonnegut, ilk kez 1971 yılında New York’ta sahnelenen oyunu Mutlu Yıllar Wanda June’da Amerikan erkekliğini buruşturup kenara atıyor.

“Kurt Vonnegut, bence, yüzyılımızın en müthİş, en zapt edilmez Amerikalı yazarıdır.”

George Saunders

BU OYUNA DAİR

Bu oyunu kırk yedi yaşında yazdım – çocuklarımın altısının da çocukluktan çıkmış olduğu bir dönemde. Değişim vaktiydi; vedalaşmalar, ayrılıklar birbirini kovalıyordu. Koca evim, uçup gitmiş çocukluklardan –ve aynı zamanda, kendi uçup gitmiş gençliğimden– izler barındıran bir müzeye dönmekteydi. Cod Burnu’nda oluyordu bu. Sağım solum, benimkine benzer evlerde yaşayan dullarla çevriliydi. İçkiyi abartmıştım, çatacak yer arıyordum ve kendimi o evden dışarı atmak zorundaydım. Kendimi bildim bileli hep sağ elimle iş görmüşümdür, oysa sol elimi giderek daha fazla kullandığımı fark ediyordum artık. Alma verme işlerimin çoğunu sol elim yapar olmuştu. Abime bu konuda bir bildiği olup olmadığını sordum. Dedi ki ben doğduğumda ambidekstermişim1 . Sağ elimi tercih etmem, bana öğretilmiş bir şeymiş. “Ama artık solağım ve roman yazmaktan vazgeçiyorum,” dedim ona. “Bir oyun yazacağım. Bundan böyle hep oyun yazacağım.” Kendime yeni bir aile ve yeni bir erken yetişkinlik yazıyordum. Kendimi kandıracaktım yani, bu da bir romanın hayalî kahramanlarıyla olacak iş değildi. Oyuncular tutmalı ve ne istersem söylemeleri, nasıl istersem giyinmeleri, ne zaman istersem gülüp ne zaman istersem ağlamaları, ne zaman istersem gelip ne zaman istersem gitmeleri için onlara para ödemeliydim. Aslına bakarsanız eski bir oyunumu baştan yazıyordum fakat bu eski oyun, sağ elini kullanan ve benden on beş yaş genç bir yabancı tarafından yazılmıştı. On beş yıl önce Cod Burnu’nda karımla bir Baba Kitaplar programı uygulamıştık. Odysseia’yı okuyup tartıştığımız sıralar, Odysseus’un eve döndüğü zamanki tavrı çok tuhafıma gitmişti. Sonrasında bunun üzerine bir oyun yazmış, adını Penelope1 koymuştum. Ernest Hemingway henüz hayattaydı, sağlığı da görünüşe göre iyiydi. Dolayısıyla nefret ettiğim bir yönüyle –kendisi için hiçbir tehlike arz etmeyen, nesli neredeyse tükenmiş hayvanları katletmesiyle– Hemingway’e çok benzeyen modern bir Odysseus yaratmakta beis görmemiştim. Oyun, Cod Burnu’ndaki Orleans Arena Tiyatrosu’nda bir hafta süreyle sahnelendi. O versiyonda, oyunun başkahramanı Harold Ryan’ın şöyle bir repliği vardı: “Her şey biter. Her şey ölür.” Oyun Orleans’ta kapanış yaptığında karıma dönüp bunu söyledim, sonra da öykü ve roman yazmaya geri döndüm. Burada Amerikan tiyatro tarihine bir dipnot düşmek gerekirse: Gordon ve Betsy Argo yönetimindeki Orleans Arena Tiyatrosu, tanınmamış yazarların imzalarını taşıyan altı yeni oyunu, kimseden beş kuruş yardım almadan sahneye koydu. Aynı yıl Ford Vakfı, en aşağı yüz bin dolar harcayarak on yeni oyunun yapımını finanse etti.

Argo’larsa o yılı, üç yüz on dokuz dolar gibi bir zararla kapattılar. Haydi geçmiş olsun. Adı sonradan Mutlu Yıllar Wanda June’a dönüşen Penelope, o kadar uzun zamandır ortalıkta ki hakları bir keresinde Estelle Parsons tarafından –Estelle oyuncu olmaya karar vermeden evvel– satın alınmıştı. Düşünsenize! Estelle bir gün yapımcı olacağını zannediyormuş demek. Penelope’yi neden sahneye koyamadığına gelince: Çünkü çok dandik bir oyundu. Oyuncular; oyunda hiç yıldız rolü olmadığından, herkesin herkes kadar konuştuğundan, sonunda kimsenin değişmediğinden, haklı ya da haksız çıkmadığından yakınıyorlardı. Karakter ve görüşlerin bu çekilmez dengesi, aslında benim gerçek duygularımın yansımasıydı: O zamanlar herkesin her dediğinde haklı olduğuna inanırdım ki hâlâ inanıyorum. Hatta herkesin daimi haklılığına dair bir kitap yazmışlığım bile var: Titan’ın Sirenleri. O kitapta, birbiriyle ne kadar çelişiyor olsa da tüm görüşlerin uyum içinde var olduğu matematiksel noktaya bir de isim koymuştum. Ona krono-sinklastik infundibulum demiştim. Ben işte o noktalardan birinde yaşıyorum. O sıralar babam vefat etti; bana söylediği son şeylerden biri de hiç kötü adamlı bir hikâye yazmadığım oldu. Oyunumdaki sorunlardan biri kesinlikle buydu – ve başlıca sorun olmayı bugüne değin sürdürdü. Mutlu Yıllar Wanda June’u sahnelemeye başladıktan sonra final bölümüyle utanmazca oynadık. Farklı kişilere Harold’ı mı vurdurtmadık, çocuklar dahil. Harold’a farklı kişileri mi vurdurtmadık, çocuklar dahil. Harold’a kendi kendini vurdurtarak dünyaya iyilik etmesini mi sağlamadık… Hiçbiri yetmedi ki yetmesi eminim mümkün de değildi zira yazarın ne Harold’ı ne de başka birini enikonu kötü adam yapmaya cesareti vardı.

Yani mesele benim korkaklığımdı. Kötü adamlar yaratmaktan korkmama, Edgar Lee Masters’ın Spoon River Antolojisi ve başka bazı şeyler sebep olmuştu. Daha on iki yaşındayken, Masters’ın kitabındaki mezar kitabeleri karşısında ağzım açık kalmış, kendi kendime şöyle demekten kendimi alamamıştım: “Vay canına… Demek tüm bu insanlar oldukları gibi olmaya mecburdular.” Annemle babam da beni korkaklığa sevk etmişlerdi. Babam çelimsiz bir mimar ve ressamdı. Aynı zamanda silah manyağıydı ki bu beni çok eğlendirirdi. Çünkü onun silahlara olan düşkünlüğü, kişiliğinin geri kalanıyla hiç uyuşmazdı. Ölünce bana birtakım silahlar bıraktı. Onun silahşorluğundan kardeşlerim de hoşlanmazdı. Bir keresinde hatırlıyorum da abim, babamın vurduğu bir bıldırcına bakıp “Yazık günah ya… Güzel bir İsviçre saatini hurdahaş etmekten ne farkı var bunun?” demişti. Babam avladığı hayvanları eve getirdiğinde ablam ağlar, yemeden içmeden kesilirdi. Tam Odysseus’luk bir karşılama! Oyunumu Lester Goldsmith sahneye koydu. Daha önce hiç oyun sahnelememişti. Geçmişte Paramount Pictures’da yöneticilik yapmıştı. Sonra bağımsız çalışan bir politik film yapımcısı oldu. 1970 baharında, ikimizin de avukatı olan Don Farber’ın evinde bir araya geldik. Lester, Penelope’nin yıllar önce ajanslarım tarafından Hollywood’da elden ele dolaştırılan bir özetini okuduğunu hatırlıyordu. Birkaç içkiden sonra, “O oyunun haklarını alacağım,” dedi. Ve aldı. Ben de eve gidip bütün bir yaz boyunca oyunumu yeniden yazdım. Lester’la ben profesyonel tiyatro söz konusu olduğunda coşkulu iki amatördük. Onunla hâlâ sıkı dostuz. Kısmetse ileride başka oyunları, daha az amatörce sahneleyeceğiz.

Ortada henüz senaryomuz bile yokken Lester bir tiyatro salonu tuttu. Sonra da o kadar hızlı ilerledi ki göz açıp kapayana kadar bir yönetmene ihtiyacımız hasıl oldu. Elimizde bitmiş bir senaryo yokken hiçbir New York’lu yönetmen işi üstlenmeye yanaşmıyordu. O aşamada, yani açılış gecesine iki ay kala, yönetmenlere gösterebileceğim tek şey, kirli bir tomar silinebilir daktilo kâğıdıydı. Batı Yakası’ndan bir televizyon yönetmeni bu kirli tomarı alıp inceledi. Gilligan’s Island ve The Art Linkletter Show gibi korkunç işlerin yönetmenliğini yapmış iyi bir adamdı. Oda tiyatrosuyla da epey uğraşmış, hayatının en mutlu anılarını gezici tiyatro kumpanyasıyla Mr. Roberts’ı yönetirken yaşamıştı. Adı Michael J. Kane’di. 1949 gibi bir tarihte New York eyaletinin Schenectady kentinde Mr. Roberts’ı izlemeye gittiğimde, onunla birbirimize birkaç yüz metre mesafede oturmuş olmalıyız. O zamanlar bir firmada halkla ilişkiler sorumlusu olarak çalışıyordum. Görgü kurallarını o işte öğrenmişimdir, halkla ilişkiler sorumlusu olarak çalışırken. New York’ta bir araya gelince Mike’a, vaktiyle gösterisini izlemeye geldiğimi söyledim. Onunla aşağı yukarı aynı yaştaydık ve Mike gençlik yıllarını o kadar net hatırlıyordu ki hiç tereddüt etmeden şöyle dedi bana: “Schenectady! Amma kar yağmıştı!” Mutlu Yıllar Wanda June’u yönetmeyi kabul etti. Evinden ve başka bazı şeylerden kaçıyordu – kısa süreliğine. Ben de öyle yapıyordum. Lester da. Bana sorarsanız oyunun yazarı, yapımcısı ve yönetmeni olarak sempatik, hevesli tiyatro divaneleriydik. Amma velakin Mike, New York’taki hiçbir kadrodan geri kalmayan, Kevin McCarthy’nin başını çektiği bir kadro kurmuştu. O kadar ki Boston’lı eleştirmen Eliot Norton bana laf arasında oyuncularımızın İngilizler kadar uyumlu çalıştıklarını söyledi. Büyük övgü! Gerçi sonlara doğru ben de “Harlem Globetrotters1 gibiler! İzlemeye doyamıyor insan!” demiştim onlar için. Esas problem, evden kaçmakta olduğu dışında ne yaptığını pek bilmeyen yazardaydı. Oracıkta, oyuncuların prova yaptıkları Theatre de Lys’in altı kapı ilerisi, on beş kat yukarısında, bir arkadaştan ödünç aldığım minik bir çatı katında yapayalnızdım. Yeni başlangıçlar, ortalar ve sonlar yazıyordum. Görgümden de paklığımdan da eser kalmamıştı. Bokunda boncuk arayan bir deliyi andırıyordum artık. 7 Ekim 1970’te Theatre de Lys’de perde açtık. Yorumlar hem iyi hem kötüydü. Zira oyuncularımız mevcut, oyunumuz namevcuttu – ya da daha kötüsü, finali olmayan, feci uzun, modası geçmiş bir oyunumuz vardı. Biz yine de oynamaya devam ediyorduk. Ben de yeniden yazmaya devam ediyordum. Etkiye açıklığım patolojik boyutlara varmıştı. Oyunun iyiliği için biri ayaklarımı maviye boyamamı söylese gider paşa paşa boyardım. Ayaklar mavi olunca da Lester’a gider, ondan isteyip durduğum şeyi yapmasını isterdim yine. “Tamamdır… Hazırız. Clive Barnes ve John Simon’ı2 çağır, bir daha izlesinler.” Her kim bana her ne yapmamı söylese yapardım – eve dönmem dışında. Başlıca akıl verenlerimin oyuncular olmasına, yeni ailem olmasına şimdi yatıp kalkıp şükrediyorum. Tavsiyeleri, bilhassa Kevin McCarthy’ninkiler, mahirane ve güzeldi. Perde açmamızdan altı hafta sonra ben hâlâ oyunu yeniden yazmakla meşguldüm. Derken Off-Broadway tiyatro oyuncuları greve girdi. Bunun üzerine mecburen kent merkezinden uzağa, Edison Theater’a geçtik ve yeniden perde açtık. Yüz kırk iki temsil sonunda, 14 Mart 1971’de orada kapanış yaptık. Salonda yalnızca son temsilde boş yerimiz vardı ki o da bir pazar matinesine denk gelmişti. Nazik bir seyirci, “Bravo!” diye bağırdı. Oyuncular oyunu kurtarmıştı. Her şey biter. Her şey ölür. Yeni ailem o gün akşamüstü saatlerinde dağılıp kayboldu. Bizler tiyatro bölgesinden uzaklaşıp kendi yollarımıza giderken, pornocu sinemalar ve dikiz şovları bizi içeriye, yeni yalnızlığımızı tasdiklemeye davet ediyorlardı. Kırk Yedinci Sokak’tan yürüyerek eve dönerken, bir gün Kevin, Nick Coster ve Marsha Mason’a, sonramızın nasıl olacağını sorduğum geldi aklıma. Duff’s’da yediğimiz bir akşam yemeği sırasında olmuştu bu, provaların başlamasından kısa süre sonra. “Biriyle aynı oyunda çalışmak o kişiyi ömürlük dostun yapar mı?” diye sormuştum. “Öyle olacak sanırsın… Ben hep öyle olacak sanırım,” demişti Nick. “Bir oyun kapanış yaptığında,” demişti Marsha, “herkes herkesle sık sık görüşmeye söz verir…” Göğüs germek zorunda kaldığı kapanışları anımsayarak duralamıştı burada. Kevin onun düşüncesini onun yerine, Ernest Hemingway gibi hoyratça, duygusuzca tamamlamıştı. “Fakat görüşmezler,” demişti. Üstüne sarmısaklı tereyağı sürdüğü kızarmış ekmeğini harttadanak ısırmıştı. Mevzu burada kapanmıştı. Yeni ailemin üyelerini aşağıda sıraladım – isimlerini poster ve ilanlarımızda yer alış sırasına göre yazdım:

KEVIN MCCARTHY – Harold Ryan
KEITH CHARLES – Dr. Norbert Woodly
NICOLAS COSTER – Herb Shuttle
WILLIAM HICKEY – Albay Looseleaf Harper
MARSHA MASON – Penelope Ryan
LOUIS TURENNE – Siegfried von Konigswald
STEVEN PAUL – Paul Ryan
ARIANE MUNKER – Wanda June
ELLEN DANO – Wanda June (Ariane yorgun düştükten sonra)
PAMELA SAUNDERS – Mildred Ryan
JESS OSUNA – Tüm erkek oyuncuların dublörü
DIANE WIEST – Tüm kadın oyuncuların dublörü
Dublörlerin ikisi de ekibe iyi uyum sağladılar ve beraberlerinde heyecan verici yenilikler getirdiler.
ED WITTSTEIN – Dekor
DAVID F. SEGAL – Işık
JOSEPH G. AULISI – Kostüm
GARY HARRIS – Ses
WALTER ROSEN SCHOLZ – Yardımcı yapımcı
PAUL JOHN AUSTIN – Sahne yönetmeni
Auf wiedersehen!
1
MUTLU YILLAR
WANDA JUNE
ROL DAĞILIMI
PENELOPE RYAN, 30
PAUL RYAN, 12, Penelope’nin oğlu
HAROLD RYAN, 55, Penelope’nin kocası
ALBAY LOOSELEAF HARPER, 50, Penelope’nin
kocasının yakın dostu
HERB SHUTTLE, 35, Penelope’nin talibi
DR. NORBERT WOODLY, 35, Penelope’nin talibi
WANDA JUNE, 10, bir hayalet
BİNBAŞI SIEGFRIED VON KONIGSWALD, 50,
Alman bir hayalet
MILDRED, 45, Harold’ın eski karısı, bir hayalet

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Oyun-Tiyatro
  • Kitap AdıMutlu Yıllar Wanda June
  • Sayfa Sayısı168
  • YazarKurt Vonnegut
  • ISBN9789750765704
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2025

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Mavi Sakal ~ Kurt VonnegutMavi Sakal

    Mavi Sakal

    Kurt Vonnegut

    NE DÜŞÜNÜRSEN DÜŞÜN AMA ARTIK BAŞKA BİR ŞEY DÜŞÜN! “Tahmin etmek çok zor değil,” dedi. “Savaşın tek maksadı, kadınları her yerde bu duruma düşürmektir....

  2. Gece Ana ~ Kurt VonnegutGece Ana

    Gece Ana

    Kurt Vonnegut

    AHLAK ANLAYIŞIMIZA CÜRETKÂR BİR MEYDAN OKUMA. …Ne yaptımsa bilerek yaptım. Yaptıklarımla da hep yaşayabildim. Nasıl mı? Modern insanlığın kolay ve yaygın nimeti şizofreni sayesinde....

  3. Kör Nişancı ~ Kurt VonnegutKör Nişancı

    Kör Nişancı

    Kurt Vonnegut

    HEDEFİNİ TAMON İKİDEN VURANBİR ROMAN.Hiçbir şeye nişan almamıştım. Merminin herhangi bir şeye çarpmış olabileceğini düşündüysem de şimdi hatırlamıyorum. Muhteşem nişancıydım ne de olsa. Hiçbir...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Elektra ~ SophoklesElektra

    Elektra

    Sophokles

    Klasik Yunan tragedyalarının olduğu gibi “Elektra” tragedyasının seyircisi de, kraliçe Klytaimnestra’nın, donanmasından rüzgârı esirgeyen tanrılara öz kızı Iphigenia’yı kurban eden Agememnon’dan korkunç bir intikam aldığını ve sonrasını bilmekteydi.

  2. Şair Evlenmesi ~ İbrahim ŞinasiŞair Evlenmesi

    Şair Evlenmesi

    İbrahim Şinasi

    “Hikmet Efendi: İşte kendi menfaati için aşk ve muhabbet tellallığına kalkışan, kılavuz sözüne itimat edenin hali budur. Müştak Bey: Ah a kardeş gideceğin yere...

  3. Hastalık Hastası ~ MolièreHastalık Hastası

    Hastalık Hastası

    Molière

    Molière kahramanlarında onların doğal dengelerini bozan, mantıklı davranmalarını engelleyen, karşı koyamadıkları eğilimlerin akıntısında gülünç duruma düşüren takıntılar, kusurlar bulunur. Hemen hepsi, başlangıçta “doğal”, “mantıklı”...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur