“Öylesine dolu dolu yaşadım ki inan, bazen, “Artık yeter!” diyorum. Doydum!” diyorum. Öyle bir an gelirse, yani bu duygunun sahiciliğine tamamen inanırsam, hayatıma kendi ellerimle son vermek istiyorum. Bunu bir kez çok yoğun duydum. Bir keresinde “Heraklia” diye bir yere gitmiştik. Geceydi. Yazdı. Bir kaleye çıktık. Aşağıda deniz muazzam görünüyordu. Gökyüzünde bir yıldız yağmuru vardı. Doğa sarhoş gibiydi sanki. Bir an kendimi öylesine mutlu hissettim ki işte, o an, hayatıma son vermeyi düşündüm. Kendimi denizin yumuşacık kollarına bırakmayı…”
Anneme…
ÖNSÖZ
SERÜVENİN ÇEKİCİLİĞİ
Bazı günler ya da anlarda, coşku beni egemenliğine alır; coşkunun ağırlığı omuzlarıma çöker. Zaman zaman bu ağırlığın etkisiyle küçülür ya da ağırlıktan güç alıp kocamanlaşırım.
Coşkuya kapılma nedenim, genellikle (ya da her zaman) sanat yapıtlarıdır. Bir öykü, bir roman, bir film ya da bir düzyazı…
Coşkuya kapılınca çoğunlukla ya küçük notlar alırım; bazen de kısa süre sonra unutur giderim.
Beni, kaleme kâğıda yönelten, neredeyse büyük bir sevgiyle koşarcasına yazdıran; büyük coşkulardır.
İşte şimdi o büyük coşkulardan birini anlatacağım. Herkes yaşamını bir dergide ya da gazetede duygularıyla, duyarlıkları birleştirmiş, eleştirinin en acımasızını ve en başarılısını kendisi için yapan sözcük ve tümceleri en sıcak anlamlarına bulayan o gönül adamını arar. Bulamazsa, bir kırgınlık duyar içinde… O adamın adını söylemeye gerek var mı; öykücü, gazeteci, röportajcı, muhabir, bir parça da ozan…
Evet, insan bu yazarda, bu gönül adamında, biraz Sait Faik’i buluyor. Ama Cezmi Ersöz’de (biliyordunuz nasılsa, şaşırdığınızı söylemeyin) duygu yanı her şeyden önce geliyor. Sait Faik’te öykücülük, her şeyin önüne geçer. Oysa Cezmi kendisini el attığı her dalda aynı ağırlıkla hissettiriyor. Burada, yalnızca şiiri ayırmak istiyorum. Çünkü Cezmi’nin şiirde, düzyazının ve öykücülüğünün önüne geçebilmesi (ya da bunlara ulaşabilmesi) için epeyce çalışması gerekiyor. (Bu yalnızca benim düşüncem tabi ki…)
Cezmi’nin röportajcılığı ise, apayrı bir inceleme konusu… Cezmi, Türkiye’nin bugüne kadarki en usta röportajcılarından biridir. Zarif, hüzünlü, yoğun anlatımıyla, röportajı gazetecilikten yazarlığa yaklaştırmıştır. Bunu ilk yapanlardan biri, Sait Faik’ti. Sait Faik’te röportaj, öyküyle iç içe geçiyordu. Cezmi’nin röportajları öyküden ayrı bir tür, ama yazınsal tadı oldukça güçlü… Özellikle, “İstisnalar Kaideyi Bozar” adlı kitabında röportaj türünün doruktaki örnekleri yer alıyor. Cezmi bu kitabında kendi duyarlığını duyumsatıyor ve okuyucuyu düşünce/duygulanımlarının etkisi altında bırakıyor.
Artık başka türlü düşünemiyor, hissedemiyorsunuz. Çünkü o Tanrısal anlatıcı, duyarak, anımsayarak, severek, acıyarak sizi bir serüvene sürükler. Siz gönüllü bir kurbansınız arlık… Kurtuluşunuz yok. Sonuna kadar bir solukta okumak, serüvene bütün varlığınızla katılmak zorundasınız.
Cezmi’nin röportajcı yanı, öykülerinde de hissediliyor. Röportajcının çekiciliği, onulmaz bir serüvenci oluşundadır. Siz de aynı hastalıktan mustaripseniz, Boğaz’ın akıntılı sularından, Beyoğlu’nun gizli sokaklarının albenisinden ve Cezmi’nin duyarlılığından kurtulmanız olanaksızdır.
Saliha Yadigâr.
Kırk Yıllık Tebessüm
“Buyrun!.. Hoş geldiniz. Ne zamandır yolunuzu bekliyoruz. Niye geciktiniz böyle?.. Şöyle buyrun!.. Rahat edin… Bakın, tanıştırayım! Bu bey, benim menajerim… 20 yıldır beraber çalışırız… Adı, Minay Yüksel… Nasılsınız, bakalım?.. Sağ olun!.. Ben de iyiyim… Evet, efendim, ben Madam Anahit! Herkes beni, ‘Akordeoncu Kadın’ diye bilir… Aşağı yukarı, 40 yıldır Çiçek Pasajı’nda akordeon çalarım… Arada bir, otellere, düğünlere çağırırlarsa, giderim…
Doğma büyüme İstanbulluyum… Taksim’de, 1926 yılında doğdum… Şimdi de bildiğiniz gibi, Tarlabaşı’nda oturuyorum.
Evet… Yazları, Heybeliada’da kalırdık… Orada bir çocuk vardı; adı, Yorgo… Güzel akordeon çalardı, ondan özendim o tarihlerde; yani, 1943 yılıydı sanırım: Yüksek Kaldırım’da, Papajorci isminde biri vardı. Müzik aleti, nota falan satardı. Ondan, ‘Hohner’ marka, kullanılmış, beyaz renkli bir akordeon aldık… Fiyatı, 170 liraydı. Çok heyecanlanmıştım…. Hemen, ‘Sahil Antonie’a gidip adak yaptım. Mum diktim… Saint Antonie, güzel evliyadır.
Papajorci bana, Artepenon diye çok değerli bir hoca vardı; onu buldu… Kadıköy’deki Halkevi’nde, Artepenon’ dan günde 1213 saat olmak üzere, bir süre klasik müzik eğitimi aldım… Bakmayın, şimdi, vahşi şeyler çalmak zorundayız… Ekmek parası. Ne yapacaksınız…
…İlk kocam, çok değerli bir müzisyendi. Noray’dı adı. Akordeon, kontrbas, piyano çalardı… ‘Samsun’, ‘Ankara’ gemilerinde çaldı, uzun bir süre… Büyükdere’de; Beyaz Park’ta çaldı… O zamanlar, Zehra Bilir vardı… Ne günlerdi!.. Hiç, unutulur mu?
İlk kocamla 17 sene evli kaldım… Çok sinirliydi, her şeyime karışırdı; yok, küpe takma; yok, şunu giyme!.. Baktım, olmuyor, boşadım onu. Sonra, ‘Solak Hüseyin’
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme Edebiyat
- Kitap AdıSon Yüzler
- Sayfa Sayısı240
- YazarCezmi Ersöz
- ISBN9789754782431
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviTekin Yayınevi / 2006
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Düş Kırpıntıları ~ Enis Batur
Düş Kırpıntıları
Enis Batur
Enis Batur, “kültür iktidarı”nın dillerden düşmediği bir dönemde, yeni denemeleriyle, kültürün has değerlerinin ancak muhalif bir duruşla elden ele geçebileceğini savunuyor. İçindekiler DÜŞ KIRPINTILARI...
- İstila ~ Yüce Zerey
İstila
Yüce Zerey
Kutsal ego… Kartonpiyer dünya… İllüzyonlarla yaşamak… Bir sabah uyandın ve emsalsiz bir keder hissediyorsun. Pencereden bakıp güneşle o ilk kez göz göze gelinen anda...
- İşimle Başım Dertte ~ Toprak Işık
İşimle Başım Dertte
Toprak Işık
İşimle Başım Dertte Kimin değil ki? Doktorların mühendis, mühendislerin avukat, avukatların eczacı olmak istedikleri bir dünyada yaşıyoruz. Öyleyse üzerinde kafa yormaya değer bir sorun...