Aynanın karşısında dikilip gülüşüyoruz. İçimizdeki his, seyahate çıkarken hissedilenin tam tersi. Mutluluğumuzun sebebi yola çıkmak değil, bulunduğumuz yerde kalmak. Hayatındaki en harika yıla, aynı koşullarla yaşayacağın bir yıl daha eklemişsin sanki. Aynı yolda devam etmek için bir fırsat.Fantastik ve bilinmezden ilham alan bu öykülerde modern yaşamın normalliği göreceli bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Çağdaş Arjantin edebiyatının en çok konuşulan öykücülerinden Samanta Schweblin olağanlığı beklenmedik sapmalarla kışkırtarak insanların, ilişkilerin ve medeniyetin kırılganlığına dair gölgeli kesitler sunuyor.Arjantinli devlere olduğu kadar Kafka, Poe ve Carver’a da göz kırpan Ağızdaki Kuşlar’ı tekinsiz bir keyifle okuyacaksınız.“Günümüz İspanyolca edebiyatın en ümit vaat eden yeteneklerinden biri. Bu genç yazarın önünde parlak bir geleceğin uzandığına hiç şüphem yok.”– Mario Vargas Llosa“Yeni Arjantin anlatısının en güçlü seslerinden. Bioy Casares’in veliahdı.”– El Mundo
İçindekiler
Irman ……………………………………………………………………..11
Çaresiz Kadınlar ………………………………………………………21
Bozkırda …………………………………………………………………33
Ağızdaki Kuşlar ……………………………………………………….43
Hız Kaybederken ……………………………………………………..55
Asfalta Çarpan Kafalar ……………………………………………..59
Mesut Medeniyete Doğru ………………………………………….73
Kazıcı …………………………………………………………………… 89
Böceklerin Gazabı ……………………………………………………95
Devrim Rüyası ……………………………………………………….. 99
Bir Köpeği Öldürmek ……………………………………………..105
Her Şeyin Ölçüsü ………………………………………………….. 111
Geleceğin Gerçeği ………………………………………………….119
Benavides’in Ağır Valizi ………………………………………….129
Muhafaza Edilenler ………………………………………………..157
Kardeşim Walter ……………………………………………………165
Noel Baba Evimizde Kalıyor …………………………………….169
Toprağın Altında ……………………………………………………177
IRMAN
Arabayı Oliver kullanıyordu. Öyle susamıştım ki başım dönmeye başlamıştı. Yol üstünde mola verdiğimiz mekânda hiç müşteri yoktu. Taşradaki her bar gibi burası da geniş bir mekândı; sanki az önce bir tabur asker yemekten kalkmış da henüz ortalığı temizlemeye fırsat olmamış gibi masalar yemek artıkları ve şişelerle doluydu. Pencerenin önündeki bir masayı seçtik. Barın üstünde bir vantilatör bulunuyor, ancak esintisi bize ulaşmıyordu. Acilen bir şeyler içmem gerekiyordu. Oliver yan masadaki menülerden birini aldı ve ilgisini çeken seçenekleri yüksek sesle okudu. Plastik perdenin arkasından bir adam çıktı. Boyu kısacıktı. Belinde bir önlük bağlıydı, kolundansa kirden kararmış delik deşik bir bez sarkıyordu. Garson gibi görünmesine rağmen yolunu kaybetmişe benziyordu, buraya ansızın bırakılmış ve ne yapması gerektiğini anlayamamış gibi bir hali vardı. Masamıza geldi. Biz selam verdik, o ise başıyla karşılık vermekle yetindi. Oliver içeceklerimizi sipariş edip havanın ne kadar sıcak olduğuyla ilgili bir şaka yaptıysa da herife ağzını açtırmayı başaramadı. Basit bir şeyler seçersek ona iyilik edeceğimizi hissettiğim için günün yemeği tarzı, hızla hazırlanacak taze bir şey var mı diye sorduğumda adam evet deyip yanımızdan ayrıldı, gören de hızla hazırlanacak tabağın menüdeki seçeneklerden biri olduğunu ve konunun kapandığını zannedecekti. Mutfağa döndü ve başını birkaç kez bar kısmına açılan pencerelerden çıkarıp geri soktuğunu gördük. Oliver’e baktım, gülümsüyordu; bense gülemeyecek kadar susamıştım. Dolaptan iki soğuk şişe alıp masamıza getirmeye fazlasıyla yetecek bir sürenin ardından adam tekrar ortaya çıktı. Elleri bomboştu, bardak bile taşımıyordu. Tepem attı, derhal bir şeyler içmezsem çıldıracağımı düşündüm. Bu herifin derdi neydi? Siparişin nesini anlamamıştı? Masamızın önünde durdu. Alnı boncuk boncuk terlemiş, gömleğinin koltukaltları da terle lekelenmişti. Elini şaşkın bir tavırla kaldırdı, bir açıklama yapacak gibi oldu ama birden durdu. Ne olduğunu sordum, galiba ses tonum biraz saldırgancaydı. Derken adam mutfaktan tarafa baktı, sonra da yine bize dönüp utana sıkıla, “Buzdolabına yetişemiyorum da,” dedi.
Oliver’e baktım. Oliver kahkahasını tutamayınca keyfim iyice kaçtı.
“Ne demek buzdolabına yetişemiyorum? O zaman ne halta yarıyorsun?”
“Şey…” Kolundaki bezle alnını sildi. Felaket bir tipti.
“Buzdolabından karım sorumludur,” dedi.
“Eee?” Adamı tokatlayasım geldi.
“Karım yerde. Düştü ve…”
“Ne demek yerde?” diye sözünü kesti Oliver.
“Bilmiyorum ki. Bilmiyorum,” diye tekrarladı garson, omuzlarını kaldırıp avuçlarını yukarı çevirerek.
“Nerede?” dedi Oliver.
Herif mutfağı işaret etti. Benim tek istediğim serin bir şeyler içmekti ve Oliver’in ayağa kalktığını görünce bütün ümitlerim suya düştü.
“Nerede?” diye tekrarladı Oliver.
Herif bir kez daha mutfağı işaret edince Oliver adama güvenemediğini gösterircesine birkaç kez arkasını dönüp bize bakarak oraya doğru yürümeye başladı. Perdenin ardında gözden kaybolup beni geri zekâlı garsonla baş başa bıraktığında içim bir tuhaf oldu.
Oliver mutfaktan bana seslenince yanına gitmek için adamın etrafından dolanmam gerekti. Adımlarımı temkinle attım, çünkü bir şeylerin yolunda gitmediğini hissetmiştim. Perdeyi çekip başımı içeri uzattım. Mutfak küçüktü, raflara bir sürü tencereler, tavalar, tabaklar ve başka aletler dizili ya da asılıydı. Duvarın birkaç metre önünde yerde yatan kadın, dalgaların karaya vurduğu dev bir deniz hayvanını andırıyordu. Sımsıkı kapalı sol elinde plastik bir kepçe tutuyordu. Buzdolabı tepede asılı, üstteki dolapların hizasındaydı. Büfelerdekine benzer, cam kapaklı ve üstten açılan bir buzdolabıydı, ama her nedense dolapların seviyesinde, kapakları öne dönük halde duvara tutturulmuştu. Oliver bana bakıyordu.
“Pekâlâ,” dedim. “Madem buraya kadar geldin, bir şey yap.”
Plastik perdenin çekildiğini duydum ve adam yanımda belirdi. Boyu göründüğünden de kısaydı. Sanırım ondan neredeyse üç kafa daha uzundum. Oliver bedenin yanına eğilmişti ama ona dokunmaya yanaşmıyordu. Şişkonun her an uyanıp çığlığı basabileceğini düşündüm. Oliver kadının saçlarını yüzünden çekti. Gözleri kapalıydı.
Yardım edin de çevirelim,” dedi Oliver.
Herif kımıldamadı bile. Ben bir adım atıp bedenin öbür yanına çömeldim ama yerinden oynatmayı beceremedik.
“Yardım etmeyecek misin?” diye sordum.
“Bana öyle geliyor ki,” dedi adamcağız, “o öldü.”
Ellerimizi hemen şişkonun üstünden çektik ve öylece bakakaldık.
“Ne demek öldü? Öldüğünü biraz önce neden söylemedin?”
“Emin değilim, bana öyle görünüyor.”
“Daha şimdi ‘bana öyle geliyor’ dedin, ‘bana öyle görünüyor’ değil,” dedi Oliver.
“Bana öyle görünüyor gibi geliyor.”
Oliver bana baktı; suratında “sıçacağım bu dangalağın canına” der gibi bir ifade vardı.
Eğildim ve kepçeyi tutan eli bileğinden yakalayıp nabzını aradım. Oliver beni beklemekten sıkılınca parmaklarını kadının burnuyla ağzının önüne tuttu ve, “Bu kadın fazlasıyla ölü, hadi gidiyoruz,” dedi. Zavallı adam ancak o zaman telaşa kapıldı.
“Nasıl yani, gidiyor musunuz? Hayır, rica ederim gitmeyin. Onunla yalnız kalamam.”
Oliver buzdolabını açıp iki şişe gazoz çıkardı, birini bana verdi ve söverek mutfaktan çıktı. Ben de peşinden gittim. Şişemi açtım ve sıvı ağzıma değdiğinde bir an inanamadım. Ne kadar susadığımı unutmuştum.
“Eee? Sence n’olmuş?” dedi Oliver. Rahat bir nefes aldım. Aniden keyiflendim ve kendimi on yaş daha genç hissettim. “Düşmüş mü yoksa düşürülmüş mü?” dedi.
Hâlâ mutfağın yakınındaydık ve Oliver sesini alçaltmıyordu.
“Bence herifin işi değil,” dedim sesimi alçaltarak, “çünkü buzdolabına yetişebilmek için kadına ihtiyacı var, yanılıyor muyum?”
“Tek başına da yetişebilir…”
“Onu öldürdüğüne gerçekten inanıyor musun?”
“Merdivene tırmanabilir, masaya çıkabilir, burada elli tane bar iskemlesi var…” dedi etrafı göstererek. Kasten yüksek sesle konuştuğunu düşündüğümden sesimi daha da alçalttım:
“Belki de gerçekten zavallının biridir. Belki gerçekten aptaldır ve mutfakta şişkonun ölüsüyle bir başına kalmıştır.”
“Eve alıp besleyelim mi yani? İstersen arka koltuğa atalım, eve gelince de salarız.”
Birkaç yudum daha aldım ve bakışlarımı mutfağa çevirdim. Zavallı adam şişkonun önünde ayaktaydı, elinde tuttuğu tabureyi nereye koyacağını bilemez gibi bir hali vardı. Oliver yine mutfağa yaklaşmamızı istediğini belirten bir işaret yaptı. Adamın tabureyi kenara koyup şişkoyu kolundan tutarak çekmeye uğraştığını gördük. Yerinden bir santim bile oynatamadı. Birkaç saniye dinlenip yeniden denedi. Ayaklardan birini dize doğru kıvırıp tabureyi zar zor bacaklardan birinin üstüne yerleştirdi. Üstüne çıkıp buzdolabına doğru uzanabildiği kadar uzandı. Yüksekliği tutturduysa da tabure buzdolabına uzak kalmıştı. İnerken bizden tarafa dönünce duvarın dibine çömelerek saklandık. Bar tezgâhının altında hiçbir şey olmadığını görünce şaşırdım. Üst raflarla dolaplar bardak ve kadehlerle dolu olmasına rağmen hizamızdaki raflar bomboştu. Adamın tabureyi çektiğini duyduk. İç geçirdi. Bir sessizlik oldu ve bekledik. Aniden perdenin ardından çıktı. Elinde tehditkâr bir tavırla tuttuğu bir bıçak vardı ama bizi görünce rahatladı ve yeniden iç geçirdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıAğızdaki Kuşlar
- Sayfa Sayısı184
- YazarSamanta Schweblin
- ISBN9789750736766
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tarihte Yaşanmamış Olaylar ~ Ülkü Tamer
Tarihte Yaşanmamış Olaylar
Ülkü Tamer
Portekizliler, ateş saçan sopalarla yola çıkınca eski Mısır’ın piramitlerini aydınlatıyor güneş. Kızılderililer, büyüleyici düşler görürken Çin Seddi’nde uzun bir koşuya çıkıyor genç adamlar. İvan...
- Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul ~ Murat Gülsoy
Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul
Murat Gülsoy
Yoruluyorsun. İkinci tekil şahısta düşünmekten yoruluyorsun, ama ben demenin yol açacağı duygusal tepkimeleri de kaldıramayacağını çok iyi biliyorsun. Acaba birkaç benlik daha yaratabilir misin?...
- Ya Hep Ya Hiç ~ Ernest Hemingway
Ya Hep Ya Hiç
Ernest Hemingway
Tarık Dursun K.’nın çevirisiyle… Ya Hep Ya Hiç, ailesini ekonomik olarak ayakta tutabilmek için Küba ve West Adası arasında kaçakçılık yapmak zorunda kalan dürüst...