Eski sırlar da bir gün açığa çıkar…
Beryl Tavistock, anne babasının yirmi yıl önceki şüpheli ölümünün etkisinden kurtulamamıştır. Onu altüst eden bir haberle, gerçeğin peşine düşmeye karar verir. Beryl tehlikeli sorular sormaya başlayınca kendini beklenmedik bir kovalamacanın içinde bulur.
Araştırması onu ailesini kaybettiği Paris’in sokaklarından güneşli bir Yunan adasına kadar götürür. Casusların dünyasının içine çekildikçe ihtiyacı olan yardımı eski CIA ajanı Richard Wolf’tan alacaktır.
Ama bu dünyada birilerine güvenmek zordur; arkadaşlar düşmanlara, düşmanlar katillere dönüşebilir.
Giriş
Paris, 1973 Geç kalmıştı. Madeline böyle yapmazdı, hem de hiç yapmazdı. Bernard Tavistock bir cafe au lait daha söyleyip beklemeye koyuldu. Kahvesini yudumlarken arada etrafa bakınıp gözleriyle karısını arıyordu. Fakat tek gördüğü, şehrin sol yakasına özgü turist ve Parisli manzaraları, kırmızı kareli masa örtüleri ve yazın doludizgin renklerinden oluşan bir tabloydu. Ortalıkta simsiyah saçlı karısından eser yoktu. Yarım saat geç kalmıştı; bu, trafik sıkışıklığına bağlı gibi görünmüyordu. Endişesi gittikçe artarken ayağını yere vurduğunu fark etti. Madeline, evlendiklerinden beri randevularına nadiren geç kalmıştı; sadece birkaç kez ve sadece birkaç dakika. Karılarının sürekli geç kalmasından mustarip çoğu erkek, gözlerini devirip homurdansa da, Bernard’ın böyle bir şikâyeti olmamıştı hiç. Dakik karısı Tanrı’nın bir lütfuydu ona. Güzel karısı. On beş yıllık evlilik hayatlarına rağmen güzelliğiyle onu hâlâ şaşırtabilen, büyüleyebilen, baştan çıkarabilen karısı. Ama şimdi neredeydi sahi? Saint-Germain Bulvarı’nda bir sağa bir sola gezdirdi gözlerini.
Az önce ayağını yere vurduran huzursuzluğu, yerini şimdi düpedüz endişeye bırakmıştı. Yolda trafik kazası mı olmuştu acaba? Yoksa Fransız İstihbaratı’yla tek bağlantıları olan Claude Daumier son anda bir iş mi çıkarmıştı? Bu son iki haftadır her şey baş döndürücü bir hızla cereyan ediyordu. NATO istihbaratında bir köstebek olduğu iddiaları herkesi alarma geçirmiş, insanlar arkalarını kollamaya başlamış, kime güvenip kime güvenemeyeceklerini bilemez hale gelmişlerdi. Madeline günlerdir MI6 Londra’dan talimat gelmesini bekliyordu.
Belki de son anda haber gelmişti, kim bilir. Ama olsun, yine de kendisine haber vermesi gerekirdi. Bernard tam ayağa kalkmış, telefona doğru gidecekti ki, garsonu Mario’nun ona el salladığını fark etti. Genç adam kalabalık masaların arasından süzülüp yanına geldi.
“Mösyö Tavistock, size telefonla mesaj bırakıldı. Madam’dan.” Bernard rahatlayıp iç geçirdi. “Nerede kalmış?” “Kendisi yemeğe gelemeyeceğini söyledi. Sizin ona katılmanızı istiyormuş.” “Neredeymiş ki?” “Bu adreste” dedi garson, üstüne domates sosu bulaşmış bir kâğıt parçası uzatarak. Kâğıdın üzerinde 66, Myrha Sokağı numara 5 yazıyordu. Kaşlarını çattı Bernard. “Burası Pigalle’da değil miydi? Orada ne işi var ki?” Sivri kafası ve kırmızı yanaklarıyla tipik bir Galyalı olan Mario omuz silkip, tek kaşını havaya kaldırdı. “Ben bilemem efendim. O bana adresi söyledi, ben de yazdım.” “Neyse, teşekkürler” diye karşılık verdi Bernard. Sonra cüzdanını çıkarıp garsona yüklü bir bahşişle birlikte cafe au lait’lerin parasını verdi.
“Merci” dedi Mario, kocaman bir gülümsemeyle. “Akşam yemeğinde burada olacak mısınız Mösyö Tavistock?” “Hele bir karımı bulayım, bakarız” diye mırıldandı Bernard, Mercedes’ine doğru yürürken.
Arabayla Pigalle Meydanı’na doğru giderken yolda homurdanıp durdu. Karısı oraya hangi akla hizmet gitmişti ki? Orası Paris’in, kadınlar bir yana, erkekler için bile tekin sayılamayacak muhitlerinden biriydi. Neyse ki Madeline başının çaresine bakabilirdi; Bernard’ın içini rahatlatan tek düşünce buydu. Karısı, kendisinden bile iyi bir nişancıydı ve çantasından ayırmadığı otomatik tabancası her zaman dolu olurdu. Bernard, Berlin’de ölümden kıl payı kurtuldukları o günden sonra karısının bir daha silahsız dolaşmasına izin vermemişti. İnsan şu devirde en yakınına bile güvenemiyordu. MI6 olsun, Fransız İstihbaratı olsun, her yer beceriksizlerle doluydu. Madeline’in, Doğu Almanlarla o binada bir başına kaldığı gün de arkasını kollayacak kimse yoktu. Ben zamanında yetişmeseydim… Hayır, o korkuyu bir daha kesinlikle yaşamayacaktı. Zaten Madeline de dersini almış, sürekli dolu olan silahı, gardırobunun değişmez bir aksesuvarı olup çıkmıştı.
Chapelle Sokağı’na saptığında ucuz gece kulüplerine, köşe başlarını mesken tutmuş, yarı çıplak kadınlara iğrenerek bakıp başını iki yana salladı. Kadınlar Mercedes’i görünce ona doğru yürümeye başladılar. Umutsuzca ve çaresizce. Amerikalılar, arzularını hızlıca ve zahmetsizce giderebildikleri bu muhite “Domuz Sokağı” diyordu. Ah Madeline, diye düşündü Bernard, aklını yitirdin herhalde. Seni buraya ne getirmiş olabilir, çok merak ediyorum. Oradan Bayes Bulvarı’na, oradan da Myrha Sokağı’na geçti ve 66 numaralı kapının önünde durdu. Kafasını kaldırıp, sıvası kalkmış, balkonları bel vermiş üç katlı binaya hayret içinde baktı. Karısı onunla bu fare deliğinde buluşmak mı istemişti gerçekten? Mercedes’in kapısını kilitlerken, Döndüğümde araba buradaysa şanslıyım, diye düşündü. Ardından, gönülsüzce girdi binaya.
İçeri girer girmez merdivende çocuk oyuncakları gördü, dairelerden birinden gelen radyo sesi çalındı kulağına. Demek ki burada yaşayanlar vardı. Kızarmış soğan ve sigara kokuları arasında çıktı merdivenleri. İkinci kattaki kapıların üstünde üç ve dört numaraları görünce devam edip en üst kata çıktı.
Tavan arasına açılan alçak kapının üstünde beş yazdığını görünce durdu. Gidip kapıyı çaldı. Ses yok. “Madeline?” diye seslendi sonra. “Bu bir şaka mı?” İçeriden yine ses seda çıkmadı. Kapıyı şöyle bir zorladı; kilitli değildi. Bunun üzerine kapıyı itip çatı katından içeri adımını attı. Pencerelerdeki panjurlardan süzülen ışık, duvarlara gölgelerini çiziyordu. Bir duvara dayalı pirinç karyolalı bir yatak vardı; en son yatandan kalma çarşaflar kırışık haldeydi. Yatağın başındaki sehpanın üstünde ise iki kirli kadeh, boş bir şampanya şişesi ve seks oyuncaklarına benzeyen çeşitli plastik parçalar vardı. Odanın içinde alkol, ter ve kızışmış bedenlerin kokusu vardı.
Bernard’ın şaşkın bakışları, çok geçmeden karyolalı yatağın dibinde duran yüksek topuklu bir kadın ayakkabısına çevrildi. Ardından kaşlarını çatıp, yatağa doğru bir adım attı ve o anda ayakkabının, ışıktan parlayan bir kan gölünün ortasında durduğunu fark etti. Yatağın dibine geldiğindeyse hayretle donakaldı. Yerde yatan, karısıydı. Simsiyah saçları, bir kuzgunun kanatları gibi açılmıştı. Gözleri aralıktı. Beyaz bluzunun üç yerinde büyük kan lekeleri vardı. Hemen karısının başında diz çöktü Bernard. “Hayır” dedi. “Olamaz.” Yüzüne dokundu sonra, parmaklarını, kadının hâlâ sıcak olan yanaklarında gezdirdi. Ardından kulağını göğsüne, karısının kana bulanmış göğsüne bastırıp dinledi: Ne bir kalp atışı ne de bir nefes duymuştu. Ve o anda gırtlağından bir hıçkırık, acı dolu bir çığlık yükseldi. “Madeline!”
Karısının ismi odada yankılanırken, dışarıdan bir ses geldiğini duydu. Ayak sesleriydi bu. Yavaş yavaş yaklaşan ayak sesleri… Bernard arkasına dönüp baktığında, Madeline’in silahının şimdi ona doğrultulduğunu gördü şaşkınlıkla. Sonra kafasını kaldırıp, namluyu tutan yüze baktı. Çok anlamsızdı bu! Hem de çok. “Neden?” diye sordu Bernard. Fakat cevap olarak duyduğu tek şey, susturuculu tabancanın boğuk sesi oldu. Ve merminin darbesiyle birlikte yere, Madeline’in yanına yığıldı. Kısa bir süre de olsa, yanında yatan karısının bedenini, parmaklarına değen ipeksi saçlarının yumuşaklığını hissetti. Ardından bir gayretle uzanıp başını okşadı kadının. Aşkım, diye düşündü o anda. Biricik aşkım. Ve sonra eli düştüğü yerde öylece kaldı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Korku - Gerilim Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKaranlığın Ayak İzleri
- Sayfa Sayısı256
- YazarTess Gerritsen
- ISBN9786050972733
- Boyutlar, Kapak13.7x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kelime Avcısı ~ Alena Graedon
Kelime Avcısı
Alena Graedon
Kelimelerin parayla satıldığı bir dünyada nasıl yaşardınız? Teknolojiye esaretimizi anlatan sarsıcı bir roman...
- Yüreğe Söz Geçmiyor ~ Julia Quinn
Yüreğe Söz Geçmiyor
Julia Quinn
Kadere inanır mısınız? Peki ya kader bir gün yolunuzu aşkla keserse… Tutkuyu ilişkilerinizde hissederken aşktan korkup her şeyden vazgeçmek zorunda kalırsınız… Bazen imkansızlıklar geçicidir,...
- Bir Parmak Bal ~ Ian McEwan
Bir Parmak Bal
Ian McEwan
1970’ler, İngiltere. Cambridge mezunu Serena Frome, MI5’ta memur olarak işe alınır. Fakat bir süre sonra, Serena’nın edebiyat merakına güvenen patronları, onu Soğuk Savaş’ın kültürel...