
Uzun Vadi, 20. yüzyılın ilk yıllarında, Kaliforniya’daki Salinas Vadisi’nde yaşayan insanlara odaklanıyor.
Hem verimli tarım topraklarını, hem de çölü andıran düzlükleri barındıran uçsuz bucaksız bir coğrafyaya dağılmış sıradan insanların zayıflıklarını da, güçlerini de keskin bir gözlem gücüyle, betimleme ustalığını konuşturarak anlatıyor John Steinbeck. Hayalleri ile hüsranları arasında sıkışıp kalmış köylülerin, işçilerin, küçük kasaba insanlarının hikâyelerini benzersiz anlatım tarzıyla bir araya getiriyor, her öyküde tekdüze hayatların içindeki trajediyi, umudu ve insaniyeti ustalıkla yansıtan toplumsal hicivler inşa ediyor.
Büyük romancı Steinbeck, öykü türünde de büyüklüğünü gösteriyor.
“Uzun Vadi’deki bazı öyküler Çehov’un en iyi öyküleriyle aynı seviyede, hatta onlardan üstün.”
ANDRÉ GIDE
“John Steinbeck, birçok romancının koca bir kitapta anlattığı şeyleri birkaç paragrafa sığdırabiliyor.”
LEWIS GANNET
John Steinbeck
Uzun Vadi
The Long Valley
Ç E V İ R E N L E R
Zeynep Avcı – Yalın Karabey
İÇİNDEKİLER
Krizantemler……………………………………………………………………..7
Beyaz Bıldırcın…………………………………………………………….23
Kaçış………………………………………………………………………………………..39
Yılan………………………………………………………………………………………..63
Kahvaltı……………………………………………………………………………….77
Baskın……………………………………………………………………………………81
Koşum…………………………………………………………………………………..95
İnfazcı…………………………………………………………………………………113
Johnny Bear………………………………………………………………….123
Cinayet………………………………………………………………………………147
Bakire Azize Katy………………………………………………….163
Krizantemler
Kışın koyu gri sis perdesi, Salinas Vadisi’nin gökyüzüyle ve dış dünyayla ilişkisini kesmişti. Sis, dağların üstüne oturmuştu ve kocaman vadiyi kapağı kapalı bir tencereye benzetmişti. Vadinin geniş, engebesiz tabanında pulluğun demiri derin kazmış, demirin kestiği yerlerde kara toprağı maden gibi parlatmıştı. Salinas Nehri’ne bakan dağın eteklerine kurulu hayvan çiftliklerindeki anızlık topraklar güneşin soğuk ve solgun sarı ışığıyla boyanmış gibi olurdu, ama şimdi, yani aralık ayında vadide güneş ışığına rastlamak pek olacak şey değildi. Nehir boyunca uzanan sık söğüt dizisi keskin, parlak sarı yapraklarıyla alev alev parlıyordu.
Sessizlik ve bekleyiş zamanıydı. Hava serin ve yumuşaktı. Güneybatıdan esen hafif rüzgâr çiftçileri yakın zamanda yağmur yağacağına dair biraz ümitlendirmişti, ama sis varken yağmur yağmazdı ki.
Henry Allen’ın nehre bakan tepedeki çiftliğinde yapacak pek fazla iş yoktu; samanlar kesilmiş, depolanmış, bahçeler çapalanmış, yağmurun iyice nüfuz etmesi için nadasa bırakılmıştı, tabii yağarsa. Yüksek tepelerdeki sığırlar semirmiş, postları kalınlaşmıştı.
Kendi çiçek bahçesinde çalışan Elisa Allen tepeden aşağı baktığında kocası Henry’nin takım elbiseli iki adamla konuştuğunu gördü. Üç adam da ayaklarından birini küçük Fordson’a1 dayamış duruyordu. Konuşurken bir yandan sigara içiyor, bir yandan da traktörü inceliyorlardı. Elisa bir süre onları izledikten sonra işine döndü. Otuz beş yaşındaydı. Yüzü ince ve sert hatlı, gözleri su gibi berraktı. Giydiği bahçe kıyafetlerinden dolayı sakar, hantal bir görüntüsü vardı; başında gözlerini örten siyah bir erkek şapkası, ayağında kalın, sağlam bahçe çizmeleri, üstünde desenli bir elbise vardı; ama elbisesi tırmık, kürek, bıçak ve tohum koyduğu dört büyük cepli, fitilli kadife bahçe önlüğünün altında neredeyse kaybolmuştu. Ayrıca ellerini korumak için kalın deri eldivenler giymişti.
Elinde küçük, kısa ve sağlam bir makasla krizantemlerin geçen yıldan kalan saplarını kesiyor, arada bir dönüp traktör barakasının yanında duran adamlara bakıyordu. Hevesli, olgun ve güzel bir yüzü vardı; makas kullanırken bile fazlasıyla istekli ve azimli hareket ediyordu. Oysa krizantemlerin sapları bu kadar enerji harcamasını gerektirecek kadar sert ve büyük değildi. Eldiveninin tersiyle gözlerini örten bir tutam saçı arkaya attı, bunu yaparken de yanağına biraz toprak bulaştırdı. Arkasında, boyu neredeyse pencerelere kadar uzanmış kırmızı sardunyalarla çevrili beyaz bir çiftlik evi vardı. Ön taraftaki merdivenlerin tertemiz paspasıyla, cilalı pencereleriyle oturaklı gözüken bir evdi. Elisa bir kez daha dönüp traktör barakasına baktı. Tanımadığı adamlar iki kapılı Ford’larına biniyorlardı. Eldiven lerinden birini çıkararak güçlü parmaklarını eski köklerin arasından büyümeye başlayan, yeşermiş krizantem filizlerinin içine daldırdı. Yaprakları aralayıp dip dibe büyüyen köklere baktı. Salyangoz, solucan, fidanbiti ya da tespihböceği yoktu. Av köpeği gibi hassas parmakları böyle haşereleri yayılmadan yok ederdi. Elisa kocasının sesiyle irkildi. Adam sessizce yaklaşmış, çiçek bahçesini sığırlardan, köpeklerden, tavuklardan koruyan tel örgüye dayanmış duruyordu. “Yine işbaşındasın,” dedi. “Yeni mahsul sağlam olacak gibi gözüküyor.” Elisa ayağa kalkarak tekrar bahçe eldivenini giydi. “Evet. Bu yılki sağlam olacak.” Sesinde de, çehresinde de azıcık ukalalık vardı. “Bazı şeylere doğuştan yeteneğin var,” diye yorumladı Henry. “Bu yılki sarı krizantemlerinden bazıları yirmi beşotuz santim olmuş. Şu bahçeyle de ilgilensen, böyle kocaman elmalar yetiştirsen…” Kadın gözlerini kıstı. “Belki onu da yapabilirim. Bazı şeylere yeteneğim olduğu doğru. Annem de böyleydi. Toprağa ne ekerse tuttururdu. Bunu ‘çiftçi elleri’ne borçlu olduğunu söylerdi.” “Çiçekler konusunda işe yaradığı kesin,” dedi adam. “Konuştuğun o iki adam kimdi Henry?” “Hah, ben de sana onu söylemeye gelmiştim. O adamlar Western Meat Company’dendi. Üç yaşındaki danalardan otuz tanesini onlara sattım. İstediğim parayı da verdiler sayılır.” “İyi,” dedi kadın. “Aferin sana.” “Ve düşündüm ki,” diye devam etti, “bugün cumartesi ya, Salinas’ta bir lokantaya yemeğe gideriz, oradan da sinemaya. Kutlamaya yani.” “İyi,” diye tekrarladı kadın. “Yani, evet, iyi olur.”
Henry şakacı bir sesle, “Bu gece dövüşler var. Dövüş izlemek ister misin?” diye sordu. “Of, hayır,” dedi kadın sıkıntıyla. “Dövüşlerden hoşlanmam.” “Şaka yapıyordum Elisa. Filme gideriz. Bakalım… Şimdi saat iki. Scotty’yle birlikte şu tepeden öküzleri indireceğiz. Herhalde o iş iki saat filan sürer. Saat beş gibi kasabaya inip Cominos Hotel’de akşam yemeği yeriz. Nasıl, hoşuna gitti mi?” “Tabii ki hoşuma gitti. Dışarıda yemek iyi oluyor.” “Tamam o zaman. Gidip iki at getireyim.” “Şu çiçek grubunu başka yere aktarmak için yeterli zamanım var herhalde,” dedi kadın. Kocasının Scotty’yi ahıra çağırdığını duydu. Biraz sonra da iki adamın öküzleri aramak için soluk sarı renkli tepeye çıktıklarını gördü. Krizantemleri köklendirmek için küçük, kare biçiminde bir kumlu toprak yatağı ayırmıştı. Kadın toprağı küçük küreğiyle karıştırıp altını üstüne getirdikten sonra düzeltti, üstüne vurarak sertleştirdi. Ardından on tane, birbirine paralel hendek kazdı. Krizantem yatağından birkaç küçük filiz çıkarıp yapraklarını makasla ayıkladıktan sonra yan yana dizdi. O sırada yoldan tekerlek gıcırtıları ve nal sesleri geldi. Elisa başını kaldırdı. Köy yolu, nehir kenarındaki sık söğütler ve kavaklar boyunca devam ediyordu. İşte bu yoldan tuhaf birinin sürdüğü, tuhaf bir araç geliyordu. Üzerine biçimsiz bir branda gerilmiş eski, yaylı bir yük arabasıydı bu. Arabayı yaşlı, kahverengi bir at ile küçük, grili beyazlı bir eşek çekiyordu. Kirli sakallı bir adam çuhanın önünde oturmuş, bu neredeyse sürünerek ilerleyen ekibi yönetiyordu. Arabanın altında, arka tekerlerin arasında sıska, uyuz, kırma bir köpek uyuşuk uyuşuk yürüyordu. Brandanın üstüne özensiz bir el yazısıyla, çarpık harflerle “Tencereler, tavalar, bıçaklar, makaslar, çim biçme makineleri onarılır” yazılmıştı. İki satır onarılacaklar listesi, altında da gururla, göze batsın diye kalın yazılmış “onarılır” lafı. Harflerin alt ucundaki siyah boya düz çizgiler halinde akmıştı. Yerde çömelmiş duran Elisa vidaları gevşek, çılgın arabanın geçişini izledi. Fakat araba geçip gitmedi. Eski, çarpık tekerleri gıcırdaya gıcırdaya kadının evinin önündeki çiftlik yoluna girdi. Sıska köpek tekerlerin arasından fırlayarak ileri koştu. Çiftliğin iki bekçi köpeği de ânında ona doğru atıldı. Sonra üçü birden kuyruklarını yay gibi havaya dikti, sıska bacaklarını gerip elçilere özgü bir soylulukla bir süre durduktan sonra ağır ağır, nazikçe birbirlerini koklayarak daireler çizmeye başladılar. Yük arabası Elisa’nın bahçesini çeviren tel örgünün yanına gelerek durdu. Arabaya eşlik eden köpek azınlıkta olduğunu fark edince kuyruğunu indirdi, ensesini kabartıp dişlerini göstererek arabanın altına çekildi. Arabanın önünde oturan adam seslendi: “Kavgaya girişti mi fena bir köpeğe dönüşür.” Elisa güldü. “Öyle olduğu anlaşılıyor. Ama biraz sürüyor galiba fena bir köpeğe dönüşmesi.” Adam kadının kahkahasını yakaladı ve onun yankısı gibi candan bir kahkahayla kadına eşlik etti. “Bazen haftalar sürer,” dedi. Sert hareketlerle kalkarak aşağı indi. At ile eşek sulanmamış çiçekler gibi boyunlarını bükmüşlerdi. Elisa onun çok iri bir adam olduğunu fark etti. Saçı sakalı epeyce ağarmış olsa da yaşlı göstermiyordu. Üstündeki eskimiş, kırışmış siyah takım yağ lekeleriyle doluydu. Kahkahasının kesilmesiyle birlikte suratındaki ve gözlerindeki gülüş de bir anda kaybolup gitti. Şimdi yüzüne nakliyecilerin ya da denizcilerin suratlarına has bir dalgınlık ve karanlık çökmüştü. Tel örgünün üstündeki nasırlı elleri çatlamış,
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıUzun Vadi
- Sayfa Sayısı172
- YazarJohn Steinbeck
- ISBN9789750538193
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Düzelti ~ Thomas Bernhard
Düzelti
Thomas Bernhard
Bernhard DÜZELTİ romanında, Avusturyalı çağdaş felsefeci Ludwig Wittgenstein’ın yaşamından bir kesiti esas alarak Roithamer karakteri odağında düş gücüyle genişletir. –Ludwig Wittgenstein 1920’li yıllarda Viyana’da...
- Paris’e Bir Bilet Ve Diğer Öyküler ~ Jojo Moyes
Paris’e Bir Bilet Ve Diğer Öyküler
Jojo Moyes
Aşk romanlarının kraliçesi Jojo Moyes’ten yüreğinizi ısıtıp sizi güldürecek on bir öykü… Nell, yıllardır hayalini kurduğu Paris’te romantik bir hafta sonu geçirmeyi planlarken sevgilisi...
- Çarpık Nefret – Twisted Serisi Üçüncü Kitap ~ Ana Huang
Çarpık Nefret – Twisted Serisi Üçüncü Kitap
Ana Huang
Başarılı bir doktor olma yolunda hızlı adımlarla ilerleyen çekici ve kibirli JOSH CHEN, baştan çıkaramayacağı hiçbir kadınla tanışmamıştı… Ta ki Jules Ambrose’la karşılaşana kadar....