Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ziya’ya Mektuplar
Ziya’ya Mektuplar

Ziya’ya Mektuplar

Cahit Sıtkı Tarancı

Ölüme dair aklımda şöyle bir beyit var:Benim de bir namazlık saltanatım olacakO musalla taşında.Bir şiirin sonu olabilir. Fakat üstünü getirmek zaman ve hava meselesidir….

Ölüme dair aklımda şöyle bir beyit var:Benim de bir namazlık saltanatım olacakO musalla taşında.Bir şiirin sonu olabilir. Fakat üstünü getirmek zaman ve hava meselesidir. Şimdiyse, gözlerimle, ellerimle, ayaklarımla, kalbimle ve kafamla, hasılı her şeyimle hayata bağlıyım; ölümü aklıma getirmek istemiyorum. (18.07.1943)Cahit Sıtkı Tarancı ve Ziya Osman Saba, iki büyük yazar, eşsiz şiir ve öykülerin yanında uzun yıllara yayılan hayranlık verici dostluklarıyla da Türk edebiyatının unutulmazları arasına isimlerini kazıdılar. İki şairin lise yıllarından başlayan arkadaşlıkları, Cahit Sıtkı’nın ölümüne kadar sürdü.Ziya’ya Mektuplar, Cahit Sıtkı’nın Diyarbakır’dan, Paris’ten, Burhaniye’den, Ankara’dan Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektupların derlendiği kült bir eser. İki şairin birbirlerinin şiirlerine eleştirilerini, Cahit Sıtkı’nın şiir dünyasına ve dönemin edebiyatçılarına dair görüşlerini içeren bu mektuplar, dün olduğu gibi bugün de edebiyatseverlerin ve yazar olmak isteyenlerin yolunu aydınlatmaya devam ediyor.

Can Yayınları’nın Notu

Ziya’ya Mektuplar yayına hazırlanırken eserin 1957 ve 2001 yılında Varlık Yayınları’ndan çıkan baskıları esas alındı. Cahit Sıtkı’nın mektupların sonuna eklediği şiirlerden, daha sonra yayınevimizden çıkan Otuz Beş Yaş / Bütün Şiirleri’nde yer alanlar sadece isim olarak verildi; bu şiirlerin değiştirilmiş olan bölümleri ayrıca gösterildi. Otuz Beş Yaş’ta yer almayan ya da mektuplardaki hallerine göre çok fazla değişiklik içeren şiirlerse olduğu gibi kitaba eklendi. Ziya Osman Saba şiirlerinde de; şairin yayınevimizden çıkan Cümlemiz / Bütün Şiirleri kitabı esas alındı. Mektupların ana gövdelerinde yer alan şiirler kitaba olduğu gibi konuldu. Kitabın imlasını günümüzün yazım kurallarına uyarladık. Bugün Türkçede de yaygın olarak kullanılan nüans (nuance), hiyerarşi (hiérarchie) gibi kelimeleri de Türkçe imlayla yazmayı tercih ettik.

Cahit’le Günlerimiz

I

İçlerinden ikisi çoktan rahmetli olmuş yedi gencin Yedi Meşale adlı şiir kitabı, rahmetli muallim Ahmet Halit’in yeni kurduğu kitabevinin yayınları arasında, 1928 yılının bahar aylarında çıkmıştı. Yedi Meşale’nin hızı, aşkı ve şevki, Yusuf Ziya Ortaç’ın, bu gençleri etrafına toplayarak çıkardığı Meşale adlı dergiyle aynı yılın yazında da sürmüş, güz gelmiş, okullar açılmıştı. Ben, 19271928 ders yılını, Galatasaray’ın lise birinci sınıf öğrencisi olarak tamamlamışken, belki bütün bu şiir çalışmaları sonucu, 1928-1929 ders yılında da aynı sınıfın öğrencisi olmaya, utançla karışık bir hüzün, kırık bir haysiyetle hazırlanıyordum. Şimdi, o sınıfı bana bir daha okutmuş, böylelikle bana, şairlerin, arkadaşların, tek kelimeyle insanların en iyilerinden birinin en yakın arkadaşlarından olmayı nasip etmiş riyaziyeci Dellou’nun, o rakam adamının, sınıf döndürücü rakamı atmış mübarek elini –o el de toprak olmadıysa şayet– öpesim geliyor.

Sınıf dönmenin utancını en çok duyacağım ders, Fazıl Ahmet Aykaç’ın verdiği edebiyat dersi olacaktı elbette. Geçen yıldan öğrencisiyken, arkadaşlar, Yedi Meşale’den şiirler okumuşlardı ona. Böylece, şiir yazdığımdan, hiç istemediğim halde haberi olmuştu. Artık onun gözünde ben, sınıfta kalmış şair taslağından başka ne olabilirdim? Allahtan ki, onun da mebus seçileceği söylentileri dolaşıyordu. Bu ümitle ve Ankara’ya bir an önce gitmesi dileğiyle dersinden kaç kere kaçmıştım. Ama o, öğretmenlikten bir türlü ayrılamıyor, benimse dersten kaçmam gittikçe güçleşiyordu. Nihayet yüzümü kızdırıp bir dersine girmiştim. Eski sınıfımdaki yeni arkadaşlarımdan birçoğunun koridorlarda, bahçelerde karşılaşa karşılaşa tanıyageldiğim yüzleri arasında dikkatimi çekmemiş bir yüze, hayatımda ve edebiyatımızda ne büyük yer alacak bir sanatçının yüzüne o gün, o derste ilk defa dikkatle bakacak, sesini duyacaktım. Fazıl Ahmet, yeni öğrencilerinin edebiyatla ilgi derecelerini ölçmek için zekice bir usul bulmuştu: Her öğrenciden, Türkçe olsun, Fransızca olsun, sevdiği bir şiirin bütününü veya bir parçasını okumasını istiyordu. Bir kısım öğrenci, eski ezber derslerinden faydalanarak bir şeyler okuyor, bazıları mısra-yı bercestelerle hatta manzum atasözleriyle yetiniyor, tek tük de, öğretmenimiz o hakkı da tanımış olduğu için, “Ezber şiir bilmiyorum,” diyerek kalktıkları gibi oturanlar oluyordu. İşte bu ders; sırasının gelmesiyle, az kesik bir ses arkamdan doğru Lamartine’in “L’Isolement” adlı meşhur şiirini heyecanla okumaya başlamıştı:

Souvent sur la montagne, à l’ombre du vieux chêne
Au coucher du soleil, tristement je m’assieds

Bu şiir, o sınıf için bir şeydi; ilgilenerek, arkama belli etmeden bakmıştım. Esmer, arkaya taranmış, siyaha çalar saçlı, ince dudaklı, üstdudağıyla ufak burnunun arası biraz fazla açık, kulakları kabarık, alnı darca, bütün güzelliği, koyu kestane, Moğolumsu çekik gözlerinin biraz hüzünlü manasında toplanmış, ufak tefek, temiz giyimli, çoğumuzun aksine kravatlı bir gençti. Halinde, duruşunda bir azim okunuyor; tipi, sol yanağındaki Diyarbakır çıbanının irice izi, onun hiç değilse İstanbullu olmadığını söylüyordu. Eski sınıfımı doldurmuş yeni arkadaşlarımdan, isimlerini bile bildiklerim vardı. Hemen hepsi okulun eskileriydi. 1106 Cahit Efendi diye, bildiği şiirlerden birini okumaya davet edilmiş öğrenciyse, Galatasaray’ın yenisi sayılırdı. O imtihan vererek, ortanın son sınıfına girmiş, şimdi de lise bire geçmişti. Bu bir yıllık Galatasaraylılık, ona arkadaşları arasında bir lakap kazandırmaya yetmişti bile: Faşist! Galatasaray’dan önce devam ettiği Kadıköy, Saint Joseph Fransız Lisesi’nin, anlaşılan, iyi öğrencilerindendi. Sınıfta, öğretmen bir şey sorunca hemen atılıyor, parmak değil de el kaldırıyordu. Galatasaray’da da, alışageldiği gibi devam etmek istemiş, ikide bir el kaldırayım derken faşistvari selamlar vermişti. Ama Cahit, Galatasaray usullerine; sual doğrudan doğruya kendisine sorulmadıkça cevap vermemeye çabucak alışmıştı. Yeni geçtiği sınıfta bu lakabı adeta çoktan unutulmuş, tutmamış göründüğü gibi kendisi de çoktan Galatasaraylı olmuş görünüyordu.

Şimdi, Galatasaray’ın o yılki lise birinci sınıfını; benim yine kendim gibi bir “çakmış”la paylaştığım, kapıya yakın sırayı, bütün o sıra topluluğunu gözlerimin önüne getirmeye çalışırken, Cahit tam arkamızda mıydı yoksa aramızda bir sıra var mıydı, diye düşünüyorum: Aramızda bir sıra yok muydu ya; herhalde, doğrudan doğruya, elime vermekten sıkıldığı şiirini, aramızdaki sırada oturan bir arkadaş vasıtasıyla göndermemiş miydi bana? Demek, daha önceden, belki Saint Joseph’ten beri şiire heves ediyor, şiir yazmayı deniyordu. Bana verdiği şiir, yanılmıyorsam üç kıtalık, epey kötümser ve şüphesiz acemiceydi. Adını, bir mısrasının bir parçasını olsun hatırlamıyorum ama altındaki imza iyice hatırımda: Pirinççizade Cahit Sıtkı. Soyadı Kanunu’nun çıkmasına, Cahit’in Tarancı olmasına daha yıllar vardı. Yalnız, Latin Harfleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesine pek az kalmış, Meşale dergisi, Arap harfleriyle dizilmiş makalelerin ortasına, arasına deneme ve alıştırma olarak Latin harfleriyle dizilmiş şiirler koymaya başlamıştı. Çok geçmeden de Meşale kapanmış, Pirinççizade’nin dergiyle daha çok ilgilendiği ve Yusuf Ziya’yı daha sık gördüğü için Yaşar Nabi’ye vermiş olduğum şiirinin yayımlanmaya değer olup olmadığının konuşulmasına bile hacet kalmamıştı.

O yıl, o sınıfta, Cahit’le dostluğumuzun belki yalnız tohumu atılmakla kaldı. Bunda, benim o yıl, nihayet ikinci defa okuyacağım dersleri yatılı olarak okumaya güya hacet görmediğimden, bütün lise hayatımda ilk ve son defa gündüzlü oluşumun da büyük payı vardı. Sonra henüz hiçbir şiirini yayımlayamamış bir Cahit Sıtkı’nın yanında ben, iyi kötü bir Yedi Meşale şairi değil miydim? Cahit’in yanında kendimi yüksek gördüğümü itiraf edeyim. Dostluğumuz asıl ertesi ders yılıyla gelişmeye başladı. Lise ikiye geçtiğimizde, yeni sınıfımızda, herkes kendine yer beğenir, çalışkanlar önleri, daha az çalışkanlar daha gerileri seçerken Cahit’le ben, birbirimizi çekmiş gibi, bir sırada yan yana buluverdik kendimizi. Yine kapıya yakın bir sıraydı. Ama artık ben yeniden yatılı olduğum için iş sırayla, sınıfla kalmıyor, yemekhane, yatakhane, tam manasıyla okul arkadaşlığı başlıyor, günler ve gecelerimiz geçiyordu bir arada… O, iple çekilen denilen hafta başlarını adeta aynı ipin ucundan tutmuş, beraber çekiyor, cumartesi günleri, tatlılı öğle yemeğinden sonra yeni elbiselerimizi giymek üzere önce yatakhaneye, sonra tıraş olmuş, şıklaşmış, bütün haftanın ders sıkıntılarını, okul içinde giydiğimiz eski elbiseleri dolabımıza tıkıvermekle unutmuş, hafiflemiş, uçarcasına mesut, Beyoğlu Caddesi’ne1 çıkıyor, bir buçuk günlük hürriyetimize kavuşuyorduk. Yaz tatilleri Diyarbakır’a giden Cahit, hafta tatillerini, dayısı, Cumhuriyetimizin ilk nafia vekillerinden2 Feyzi Bey’ in, Kadıköy’de, tramvay caddesinde, Altıyol’a varmadan sol koldaki evinde geçiriyordu. Biz de o tarihlerde Feneryolu’nda oturduğumuzdan, biraz aynı semtli sayılabilirdik. İmtihanlara yakın, Cahit’le çalışmak üzere belki dörtbeş kere gittiğim; şimdi, önünden o günleri hatırlamadan geçemediğim evden, Cahit’in en yukarı kattaki aydınlık odasını, çok sevdiği yengesini, yine çok sevdiği emektar bir hizmetçiyi hatırlıyorum. Cahit’in bir ara yazdığı ve hepsini Cumhuriyet gazetesinde yayımladığı hikâyelerin en güzellerinden biri olan “Bir Kış Gecesi” adlısının, bu evin havasını taşıdığını, bende, bu evden ilham alınarak yazılmış tesirini bıraktığını da yeri gelmişken ilave edeyim. O üst katın aydınlık odasında, şiirlerinde lüzumsuz bir kötümserlikten henüz kurtulamamış Cahit, derslerden yana hep iyimser davranıyor. “Bak, göreceksin, nasıl geçeceğiz,” diyordu. Ve ben âdetimden şaşmayarak hep ikmalle de olsa neticede ikimiz de terfi ediyor, bu sefer artık, son sınıfın bir sırasında yan yana oturuyorduk. Bu arada, arkadaşımın biyografisini, aile durumunu da öğrenmiş bulunuyordum. Göbek adı Hüseyin’di. Ama bu Hüseyin’le Cahit’in yan yana gelişi rasgele değildi. Hüseyin Cahit Yalçın’ın hayranı olan babası ya da başka bir akrabası vermişti bu adı ona. Babasının adı Sıtkı, annesininki Arife’ydi. Hüseyin Cahit, aynı zamanda amcazade olan bu karıkocanın ilk evlatları olarak 1910 yılının güz aylarından birinde (ya ekim ya kasım, ne yazık ki bu ayı, hele günü unutmuşum) doğmuştu. İki kız (Nihal’le Hilal) ve iki erkek (Halit’le Yılmaz) kardeşi vardı. İlk şiirlerinden olup ilk kitabı Ömrümde Sükût’a aldığı, İstanbul’da gurbet yıllarında yazılmış “Odamda Sükût” adlı şiirinin ilk, “Tavan bir anne gibi eğilmiş üzerime / Dururlar etrafımda kardeşlerim gibidir” beytinde kardeşleşen dört duvar, bu dört kardeşti herhalde.

Evleri, çok sonra, “Akıbet” adlı şiirinde adını edeceği “Camiikebir” Mahallesi’ndeydi. Bana anlattıklarından, hayalimde, küçükken, Birinci Dünya Harbi’nin son yıllarında, daha elimizden çıkmadan gitmiş olduğum Halep’in evleri canlanıyordu: gösterişsiz bir cephede açılmış küçük bir kapıdan girilince bir avlu, ortasında bir havuz, avluya bakan, çepeçevre balkonlu odalar… Bilmem, Cahit’in evi de böyle miydi… Hastalığından sonra, bu baba evine yapılan ziyaretleri anlatan yazıları okurken, hayalimdeki evin gerçektekine pek aykırı düşmediğini gördüm. Kendisi, yüzmeyi bu evin avlusundaki havuzda öğrendiğini söylüyor; yaz geceleri biraz serinlemek için, bu evin taraça halindeki damına çıkılıyor, hatta orada yattıkları oluyor ve yıllarca sonra, bu gecelerden, Ömrümde Sükût’taki, şöyle başlayan, “Gece Bahçelerinde” adlı şiir doğuyordu:

Gece bahçelerinde
Işıldayıp da bazen,
Olgun meyva halinde
Sallanırken yıldızlar

Hemen hemen aynı sıcak, yıldızlı gökler altında yaşamış Bağdatlı Ahmet Haşim’le Diyarbakırlı Cahit Sıtkı yıldızlara bakarken hemen hemen aynı şeyleri duymuş olacaklardı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Mektup
  • Kitap AdıZiya'ya Mektuplar
  • Sayfa Sayısı296
  • YazarCahit Sıtkı Tarancı
  • ISBN9789750732447
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Otuz Beş Yaş / Bütün Şiirleri ~ Cahit Sıtkı TarancıOtuz Beş Yaş / Bütün Şiirleri

    Otuz Beş Yaş / Bütün Şiirleri

    Cahit Sıtkı Tarancı

    Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. / Dante gibi ortasındayız ömrün. / Delikanlı çağımızdaki cevher, / Yalvarmak yakarmak nafile bugün, / Gözünün yaşına bakmadan...

  2. Gün Eksilmesin Penceremden ~ Cahit Sıtkı TarancıGün Eksilmesin Penceremden

    Gün Eksilmesin Penceremden

    Cahit Sıtkı Tarancı

    Tarancı denilince akla önce Otuz Beş Yaş şiiri gelir. Tarancı’nın bir dönem öyküler yazdığı bilinir elbette ama özellikle genç kuşak bu öyküleri görmemiş, okumamıştır....

  3. Yağmurdan Sonra Güneş ~ Cahit Sıtkı TarancıYağmurdan Sonra Güneş

    Yağmurdan Sonra Güneş

    Cahit Sıtkı Tarancı

    Yaşamak! Göğe bakmak hürriyeti, çiçek koparmak keyfi, kedileri, köpekleri okşamak saadeti! Yürümek, durmak, etrafa bakmak, kaşınmak, kendi kendine söylenmek, taşın sertliğini, yaprağın yumuşaklığını, bulutların...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Sabah Uykum ~ Ahmet BatmanSabah Uykum

    Sabah Uykum

    Ahmet Batman

    Belki bir kitabın aynı sayfasında ağlamışızdır. İşte bu haberimiz olmadığı halde dünyanın en güzel karşılaşması olabilir. Ben anlam veremiyorum yani neden bittiğine değil madem...

  2. Ölümden Kalıma & Diyarbakır Cezaevi’nden Mektuplar ~ Orhan MiroğluÖlümden Kalıma & Diyarbakır Cezaevi’nden Mektuplar

    Ölümden Kalıma & Diyarbakır Cezaevi’nden Mektuplar

    Orhan Miroğlu

    Zor zamanlardan geçmiştik hep beraber. Anneler, babalar, kardeşler, eşler ve çocuklar dışarıda, bizler içeride, zor zamanlardan geçmiştik. ‘Ölümden kalıma’ bir hayattı söz konusu olan....

  3. Attila İlhan’la Hayatın İçinden ~ Erol ManisalıAttila İlhan’la Hayatın İçinden

    Attila İlhan’la Hayatın İçinden

    Erol Manisalı

    Ben onun sanki “ağlama duvarıyım.” Ne garip! O da benim ağlama duvarım sanki. Ben de hiç kimseyle konuşamadıklarımı onunla konuşuyorum. Ne büyük özgürlük, ne...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur