Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yazışmalar 1946-1959
Yazışmalar 1946-1959

Yazışmalar 1946-1959

Albert Camus

Sevgili René, İşte plaklar. Onlara ve size canım sevinçler borçluyuz. Size borçlu olduğum daha çok şey var; yüreğimin derinliklerinde hissettiğim bir arkadaşlığı, bir ortaklığı…

Sevgili René,

İşte plaklar. Onlara ve size canım sevinçler borçluyuz. Size borçlu olduğum daha çok şey var; yüreğimin derinliklerinde hissettiğim bir arkadaşlığı, bir ortaklığı hiç doğru dürüst anlatamadım size. Ama siz anlıyorsunuz.

Yorgunluğunuzu anlıyorum. Ben de şu sıralar yorgun hissediyorum kendimi. Ya dünya delirmiş ya da biz. Hangisine daha kolay katlanır insan?

On üç yıl süren ve ancak 4 Ocak 1960’ta, Albert Camus’nün trafik kazasındaki ölümüyle sona eren bu sadık mektuplaşma, edebî değerinin yanı sıra iki sanatçıyı harekete geçiren derin duyguları ortaya koyarken, Camus ve Char’ın savaş sonrası dönemdeki angajmanlarının, ortak çalışmalarının ve en yoğun haliyle bir kardeşliğin tanıklığını yapıyor.

ALBERT CAMUS
RENÉ CHAR

YAZIŞMALAR
1946-1959

IRMAĞIN KIYISIYLA DENİZİN KIYISI,
RENÉ CHAR’LA ALBERT CAMUS

Jacqueline Lévi-Valensi
ve Edwin Engelberts’ye

Yaratıcı kişiler kardeş gibi yakın olabilir mi birbirine? İki sanatçının buluşması, kimi zaman arkadaşlıkları, ortaya koydukları ve onlarda ortaya konan yapıtın dışında varolamaz. İşte bu yüzden, yazarların yazışmalarını okumak çoğu zaman okuru düş kırıklığına uğratır. Julien Gracq, En Lisant En Écrivant’da,1 iki ressamın (Matisse’le Bonnard örneğini ele alır) yazışmasının “çok benzer çalışmalarının ilerleyişi konusunda birbirine incelikle bilgi veren, bencillikten ve bayağılıktan uzak biçimde gerçekliğe yaklaşmak için yardımlaşan iki Benedikten”in2 yazışmasını ne ölçüde andırabildiğini vurgular. Ressamların yazışması ermişlerin yetkinlik yolundaki söyleşisini akla getirebiliyorsa da (şeytanca olanları da yok değildir), diye sürdürür Gracq, yazarlar söz konusu olduğunda bu olanaksızdır. Bu olanaksızlığı yazarın, sanatıyla olan ilişkisinin yapısına bağlar: “Yazın alanında ermiş yoktur [orada var olan] yalnızca kendilerine özgü sapkınlıklarına kapanıp kalmış ve ermişlerin birliğini istemeyen sapkın mezheplilerdir.”3 Bu nedenle de, iki yazarın yazışması “karşılıklı ve uyarıcı eleştiri” aşamasını geçemeyebilir. İki büyük yazarın buluşma ânı, öncelikle her birinin yapıtının gelişim ya da ortaya konuş ânıyla ilişkilendirilmelidir. Aralarındaki ilişki başlangıçta, her birinin kendi özgünlüğünden, daha sağlam bir temele oturmamış o sesten kuşku duyduğu süreçte farklıdır. Bu süreçte, “[sanatçı] oldukları konusunda kararsızken, başka bir şey olmadıklarından emin olan”4 sanatçılar, her birinin yolunu yitirmemek için kendini sakınması gereken etkilere karşı uyanık davranırlar. Derken, sanatçının söyleyecek bir şeyleri olduğunu bildiği ve onu nasıl söyleyeceğini, kendine karşı bir bağlılık duygusuyla gitgide daha açık biçimde kavradığı olgunluk süreci gelir. İşte o zaman yapıt, kuşkulara karşın, gelip geçici kısırlıklara ve hatta kimi zaman tanık olunan vazgeçme eğilimine karşın, ortaya konar. Etki artık çok büyük bir tehlike olmaktan çıkıp bir kazanca dönüşür. Julien Gracq Char’la Camus konusunda şöyle yazar: “Savaş sonrası yıllarda, Char’la birlikte, Camus’yü de biraz tanıdım: Bir zamanlar La Littérature à l’estomac’yı1 onların Empédocle dergisinde yayımlamıştım. Onların kitapları bana hâlâ çok yakın gelir, üstelik karaltıları birbirinden çok farklı görünebilecek o iki arkadaş, zaman geçtikçe yapıtlarının anlamında da yakınlaşmaya başladı”. İnsanların, sanatçıların, yapıtlarından hareketle ve adına iyi kötü dünya ya da yapıtın arka bahçesi denen o gizem ve yaratı kaynağını her birinin kendi içinde taşıdığı koşullarda yöneldikleri amaç birliği.

Bu yazışmalar, bir yaşamın içinde gerçekten önem taşıyan, yaşamı kimi zaman anlık bir şans gibi daha güzelleştiren o koşullar üstüne düşüncelerimizi besleyecek bir buluşmaya ve arkadaşlığa tanıklık ediyor. “Manzara da, dostluk gibi, yeraltı ırmağımızdır bizim. Ülkesiz manzara,” diye yazar René Char. Bununla birlikte, o ırmağın geçiş noktalarını saptayabiliriz. Montaigne’in La Boétie’yle olan arkadaşlığı üstüne ileri sürdüğü eksiltili “çünkü o oydu, ben de ben” sözüne, biz René Char ve Albert Camus’yle ilgili olarak şunu ekleyebiliriz: “… yaşamlarının ve yapıtlarının o ânında.” Gerçekten de savaş öncesinde Char’la Camus’nün söyleşebileceğini pek düşünemez insan. Kişiler de, yapıtlar da birbirinden uzak gibidir. Char Camus’nün adını ilk kez duyduğunda, Céreste Maquis’sindedir [silahlı direniş örgütü]. Bir arkadaşı ona Yabancı’yı vermiştir. Ama Char’ın da yazdığı gibi, kendisinin o tanımadığı yazarın kitabında doyurucu, üstünde derinlemesine düşünülecek bir alan bulmasına engel olan koşullar gereği buluşma gerçekleşmez. La Postérité du soleil’in [Güneşin Torunları] sonsözünde, René Char kitabı karıştırdığını, ama ondan “çok da etkilenmediğini” anlatır. Buna karşın, ortak bir ırmak daha o zamandan akıyordur. Bu noktada, birkaç imge onun akışını bize gösterebilir. René Char 1931’de “Sömürge Sergisine Gitmeyin” adlı duyuruya imzasını attığında, Camus’nün birkaç yıl sonra Alger républicain’in sütunlarında benimseyeceği kimi anlayışları savunmuştur. 9 Şubat 1934’te, René Char 6 Şubat’ta aşırı sağ örgütlerin düzenlediği yürüyüşler sırasında meydana gelmiş olaylara karşılık olarak düzenlenen gösterilere katılır. Bu karşı gösteriler, Halk Cephesi’ni doğuracak akımın kökeninde yatacaktır. Camus’yse 1935’te Komünist Parti’ye katılır (sömürgeciliğe karşı savaş bir öncelik olmaktan çıkınca, 1937’de partiden ayrılacaktır), 1936’da İşçinin Tiyatrosu’nu kurar, Cezayir Kültür Evi’nin kurulmasına katkı sağlar ve Blum-Viollette2 tasarısını destekler. 1938’den sonra Alger républicain’e yazdığı makaleler yüzünden, Ocak 1940’ta Cezayir’den uzaklara sürülür. Siyasal şiddetin hüküm sürdüğü bir süreçte güdümlü olmak (o gösteriler sırasında yaralananları ve ölenleri, faşist İtalya’daki, Nazi Almanya’sındaki şiddet iklimini ve 1936’dan sonra İspanya Savaşı’nı unutmayalım) her şeyden önce fiziksel açıdan yürek isteyen bir iş olduğu kadar, kabul edilemez olana boyun eğmemek anlamına da gelir. Öte yandan, İspanya Savaşı o yıllara damgasını vuran acılara doğru ilerleyişin daha da hızlandığına işaret eder. 1937 tarihli Placard pour un chemin des écoliers’nin1 başındaki, İspanyol çocuklarına adanmış şiir, iki adamı açıkça birbirine yaklaştırır, her ne kadar yayımlandığı sırada Camus onu okumuş olsa da olmasa da. O andan sonra, ikisinin de en önemli özelliği bir güdümlülük; daha olgunlaşma aşamasındaki yapıtlarında söylenen ve savunulan şeyler adına benimsenen bir tutumdur. Camus’nün sözüyle söylersek, bu tarih “eğitim”i Direniş’teki güdümlülüğü hazırlar. Sanat yapıtından çok siyasetle kurulan ilişki, daha birbirini tanımayan iki adamı bir araya getiren şeydir. Camus her türlü siyasal aldatmacada ya da ödleklikte (ve aynı zamanda sömürgeciliğin özel durumunda), ilkelerle edimler arasındaki çelişkiyi yerer. Tutarlılık ve herkese saygı duyulmasını ister. Char’sa, herkesin özgürlüğe kavuşması ya da onu yeniden elde etmesi için, öncelikle bireyin başkaldırısına, ayaklanmasına bel bağlar. Savaş sırasında, ikisi de yine yaratıcı bir kişi, ozan olan bir arkadaşın ölümüne tanık olur. Camus, René Leynaud’nun ölümünden sonra yayımlanan şiirlerine, Char da gözleri önünde öldürülen, Maquis yoldaşı Roger Bernard’ın Ma faim noire déjà’sına2 önsöz yazacaktır. Bu koşullar altında, iki adamın savaştan hemen sonra buluşmasını çabuklaştıran temel metin “Francis Curel’e Pusulalar” olmuştur. Bu metnin tınısı (Char onu önce Empédocle’un ilk sayısında yayımlayacaktır), iki yıl sonra çıkacak Başkaldıran İnsan’la birlikte3 , ortak ve ivedi kaygıları açığa vurur. Tüm bunlardan sonra, “yaman ölümü gördükten, paylaştıktan” sonra nasıl yeniden “gündelikçilik”e dönülür? Simgeleri ölüm kamplarının bulunuşu ve nükleer yıkımın ortaya çıkışı olan dönemin ölçüsüzlüğü, insanın, ölçünün, adlandırılabilir olanla olmayanın yeniden düşünülmesini gerektirir. Sanatçının sanatında, reddettiği ya da kendine dayattığı sınırlarla savaşmaya alışkın olması, bunu başkalarına gösterirken ona özel bir yetkinlik kazandırır. Jean Grenier Carnets’de4 Louis Guilloux’nun Albert Camus’yle ilgili söylediği bir tümceyi anımsatır: “Albert Camus saf şiddetten yana biri olabilirdi, ama kafasındaki ülkü doğasına engel oluyordu.”5 Şiddet, hepimizin içinde varolan tüm o “kör ve içgüdüsel şeyler”6 , diktatörün boş özgürlüğüne yada onun “yandaş”larının, “yoldaş”larının kör uşaklığına kapılmadan dengelenmelidir. Dolayısıyla, René Char’ın Albert Camus’ye yazdığı ilk mektupta Caligula’ya gönderme yapılmasının aralarındaki “temas noktası”nın ne olduğunu açığa vuran önemli bir gösterge olduğu anlaşılır. Kişi içinde yaşadığı dönemin ölçüsüzlüğünü ve herkeste varolan ölçüsüzlüğü, kısır ve ölümcül bir tür deliliğe kapılmadan nasıl “üstlenebilir” ki? Tarihte ortaya konan bu sorunun yanıtı, ancak iş başındaki sanatçının sabırlı ve buna koşut çalışmasında aranabilir. “Sanatın kurak toprakları”nda attığı adımlar onu “deliliğin kıyısı”na götürebilir. Yapıtıyla savaşan sanatçı bir çare gibi görünebilir. Camus için olduğu kadar Char için de, bir yanda yapıt, öteki yanda güdümlülük yoktur. İkisi de aynı atılımın parçasıdır, ama kurtuluş yaratıcıdan gelecektir: “Karanlıklarımızın içinde, Güzellik’e bir yer yok. Her yer Güzellik’in.”1

Kaynaktan önce, onun doğduğu toprak vardır:

Emin olur olmaz bundan
Boğazı sıka sıka
Sözü kolaylaştırdı

Üç kuruşluk resimli dergilerin üstünde oynuyordu söz

Konuştu öldürürcesine
Yırtıcıyı
Ya da acımayı

diye yazar René Char2 . Yazı “doğal yoldan” gelmediğinde (şiddettir, söküp koparmadır o), şiirsel bir dille konuşan ve René Char’ın “Saydamlar” olarak adlandırdığı insanlarla yakınlıktan da doğar. Ama ozanın görevi “şiiri evrensel manzaraya yükseltmek için taşradaki gezintisinden söküp koparmak”tır. O herkes için konuşmalıdır. Névons çocuğu tekinsiz bir evden kaçar, çok fazla birlikte olamadığı babasının can çekişmesi, ardından ölümü, hoyrat ağabeyinin attığı dayaklar, annesinin de çoğunlukla düşmanca olan vurdumduymazlığı derken, genellikle özgürce yaşayıp düşünebildikleri için parmakla gösterilen insanların arasında bulur kendini. Şiir’in ortaya çıkışı ve onunla buluşma hem zorunlu hem de gönüllü bir sürgünde gerçekleşmiştir. Camus’de yazının doğuşu da annesinin sessizliğine (onun sessizliği sitemkâr değildir ama öyle bir vurdumduymazlığı yansıtır ki insanda hem acıma, hem sevgi, hem hayranlık hem de korku uyandırır), gözünde bile canlandıramadığı babasının ölümüne ve kendisinin doğup büyüdüğü o dünyadan sürülmesine bağlıdır. Char ırmak kıyısının insanıysa, Camus deniz kıyısının insanıdır.3 Biri acıyla özgürlüğün, korkuyla sevincin uzamını çayırlarda ve La Sorgue kıyılarında, “kaya gibi sağlam, kuş kadar duyarlı”1 insanların arasında bulmuştur. Ötekiyse Tipasa’nın güzelim kokuları arasında, deniz kıyısından ya da Djemila yelinin kurak çölünden geçer. Onun “Saydamlar”ı Cezayir ya da Oran’ın melezleşmiş halklarıdır. Sürgün, yazı seçimi hem içten hem de yaşamsal bir gerilimi zorunlu kılar. “Evet, güzellik de var, ezilenler de. Kalkışılan işin güçlüğü ne olursa olsun, ikisine de sadakatsizlik etmeyeceğim asla,” diye yazar Yaz’da. İki adam, iki sanatçı, yapıtları yüzünden, diledikleri şeyler yüzünden çaresizce yalnız olmalarına karşın münzevi değillerdir. René Char’ın dediği gibi, kendilerine yavaş yavaş ortak bir “arka bahçe”, L’Isle-sur-la-Sorgue dolaylarına ve daha genel anlamda Ventoux’yla Luberon arasında, Le Vaucluse’e bakan bir yurt toprağı bulurlar. Buluşma arkadaşlıktan önce gelir, ama arkadaşlığı kardeşliğe dönüştürebilecek özel bir hava da kazandırır ona. 1946’da buluşan yalnızca iki insan değildir, onlar birbirinden çok farklı, buna karşın bir tek yapıtları sayesinde yaklaşabildiğimiz o “yeraltı ırmağı”nda birbirine yakın olan iki sanatçıdır. Arkadaşlık orada bireyleri aşan, her birinin sanatçı olarak uzamını genişleten bir keşiftir. René Char 3 Kasım 1951 tarihli bir mektupta şöyle yazar: “Bence bizim kardeşliğimiz –her alanda– düşündüğümüzden, hissettiğimizden çok daha ilerilere gidiyor.”2 Camus’nün de yazdığı gibi, “en sonunda birkaç kişi olununca birdenbire kalabalık hissediliyorsa”3 da, hayranlıkla ve bilgiyle yoğrulan bu kardeşlik yaratıcının yalnızlığına saygı gösterir. Buna karşın, nasıl ki “şiir yazma isteği ancak tam da çok ender yoldaşların sayesinde düşünülüp hissedildiği ölçüde gerçekleştirilebilir”4 , bir yapıtın tamamlanması sürecindeki kuşku ânı da sırtını yalnızca “bilen ve anlayan, kendisi de aynı yolun yolcusu olan arkadaş”a5 dayayabilir.

Franck Planeille

…..

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Mektup
  • Kitap AdıYolun Sonu
  • Sayfa Sayısı172
  • YazarAlbert Camus
  • ISBN9789750765575
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2025

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Asturya’da İsyan ~ Albert CamusAsturya’da İsyan

    Asturya’da İsyan

    Albert Camus

    Albert Camus’nün 1935 yılında, 22 yaşındayken Alger Emek Tiyatrosu’ndan üç dostuyla birlikte kaleme aldığı Asturya’da İsyan, 1934 yılında Asturya’da yaşanan işçi isyanını konu alır.

  2. Sıkıyönetim Bütün Oyunları 4 ~ Albert Camus Sıkıyönetim Bütün Oyunları 4

    Sıkıyönetim Bütün Oyunları 4

    Albert Camus

    Susmak haksızlık karşısında, kaybetmek demektir zeytin ekmeği ve yaşama hakkını! Ekmeğinize sahip çıkmak için dahi yenmeye mecbursunuz bugün korkunuzu! Uyan ey İspanya, uyan artık! Cádiz şehri kaderini tayin ediyor.

  3. Yabancı ~ Albert CamusYabancı

    Yabancı

    Albert Camus

      Albert Camus’nün ( 1913-1960) en tanınmış, en çok yabancı dile çevrilmiş, en çok incelenmiş ve hala en çok satan kitaplar arasında yer alan...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Nasıl Kadın Olunur? ~ Caitlin MoranNasıl Kadın Olunur?

    Nasıl Kadın Olunur?

    Caitlin Moran

    MoranSimone de Beauvoir, “Kadın doğulmaz; kadın olunur,” demişti; hepsi bu olsa iyi… Nasıl Kadın Olunur?, benim kadın olmayı yanlış anladığım onca zamanın öyküsünü anlatıyor....

  2. Haluk’a Mektuplar ~ Bilge KarasuHaluk’a Mektuplar

    Haluk’a Mektuplar

    Bilge Karasu

    Halûk’a Mektuplar, Bilge Karasu’nun dostu, şair ve eleştirmen Halûk Aker’e otuz yıl boyunca yazdığı mektuplarla, 1980’den itibaren Halûk Aker’in ona yazdığı mektupları bir araya...

  3. Üst Kat Komşusuna Mektuplar ~ Marcel ProustÜst Kat Komşusuna Mektuplar

    Üst Kat Komşusuna Mektuplar

    Marcel Proust

    Gerçek bir kısa roman olan bu yapıt bir sürpriz üstüne kurulu: Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir hanıma yazılmış yirmi üç mektubun (üç mektup da...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur