Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İki Hitler Bir Marilyn
İki Hitler Bir Marilyn

İki Hitler Bir Marilyn

Adam Andrusier

  “Yine mi Naziler!” diye yakınıyor Adam’ın annesi, kahvaltıda babası gene Nazi İmparatorluğu’nun suçlarını heyecanla anlatmaya başlayınca. Ya da kayak tatiline gelmiş Alman bir…

 

“Yine mi Naziler!” diye yakınıyor Adam’ın annesi, kahvaltıda babası gene Nazi İmparatorluğu’nun suçlarını heyecanla anlatmaya başlayınca. Ya da kayak tatiline gelmiş Alman bir aileye, Nazilerin yıktığı sinagoglarla dolu kartpostal koleksiyonunu gururla gösterdiğinde. Her yıl bütün aileyi zorla İsrail halk dansları kampına götürdüğünde de tek çıldıran annesi değil.

Derken Adam’ın önünde tüm bu hezeyandan sıyrılmak için bir yol beliriyor. Yaşadıkları ücra Londra banliyösüne taşınan bir ünlüden imza kopararak atıyor ilk adımını. Çok geçmeden Sinatra’dan Mandela’ya kadar herkese yazmaya, onlarla tanışmaya başlıyor. Artık her şeyi gölgede bırakan bir tutkusu var.

İçindekiler

Yazarın Notu ix
ronnie barker 1
big daddy 11
sinatra 25
clint eastwood 43
liz taylor 61
garbo 75
ray charles 93
miles davis 107
nelson mandela 123
richard gere 139
boris yeltsin 155
steve reich 171
selman rüşdİ 185
harry secombe 201
jaws 217
marilyn 231
elvis 245
hİtler 261
monica lewinsky 275
sonsöz 289
Teşekkürler 305
Alıntı Kaynakçası 307

RONNIE BARKER

Çift anlamlı bir esprinin en harika yanı
yalnızca tek bir anlama gelebilmesidir.
Ronnie Barker

Babam fotoğraf makinesinin ardındaki kişiydi hep. Bir gözü kapalı, ağzında yarım bir gülümseme, yüzünün geri kalanı Kodak’ıyla gizlenmiş. Her fırsatta paparazzi gibi basıp dururdu makinesinin deklanşörüne. Fotoğraflar bulanık çıkardı ya da insanlar tuhaf, yarım yamalak ifadelerle yakalanmış olurlardı ama babamın hevesini kıramazdınız. Günde yirmi fotoğraf çekmiştir desek –ki bu bilerek az tutulmuş bir hesap– yalnızca 1980’lerde bile 73.000 fotoğraf çekmiş demek oluyor bu. “Gerçek tecrübeler edinmek istemez misin?” diye sorardı annem.

“Her şeyi belgelemek yerine…” “Tecrübe ediniyorum ben zaten,” diye karşı çıkardı babam. “Onları aynı zamanda belgeliyorum da.” Babam özellikle bir poza tutkuyla bağlıydı: Annemin, ablamın ve benim yan yana keyifsizce durduğumuz bir pozdu bu. “Hadi ama,” diye seslenirdi bize. “Mutlu görünün!” “Deniyoruz işte. O kadar kolay değil.” Triptiklerin* önünde, Venedik’te gondolda, Bilmemnereye Hoş Geldiniz tabelalarının yanında dişlerimizi gösterirdik. “Hayalperestsin sen,” derdi annem.

“Bunca fotoğrafa kimsenin bakacağı yok.” “Ben bakacağım onlara. Elimde bir belge olsun istiyorum!” Aslında babamın en çok baktığı şey, Nazilerin yok ettiği sinagogların kartpostallarından oluşan koleksiyonuydu. Kâselerden Frosties gevreklerimizi kaşıklarken ablam Ruth ve ben, babamın Hitler, Nazi Almanyası ve Soykırım üzerine kitaplarla dolu engin kütüphanesinden Kristallnacht’a* dair olayları dakikası dakikasına dinlerdik. Twister oyunlarımız Treblinka’daki ölü sayısıyla bölünüverirdi. Hafta sonları babam çalışma odasına gider, masasının üzerine astığı özel fotoğraf makinesiyle sinagog kartpostallarının fotoğrafını çekerdi. O makineyi kırkıncı yaş günü için kendisine hediye almıştı. Çalışmasını izlemeleri için arkadaşlarını davet ederdi bazen. “Çok güzel, Adrian,” dediklerini duyardınız. “Bir hobin olması çok hoş.” Pinner Birleşik Sinagogu’na neredeyse hiç gitmediğimiz halde neden sinagog fotoğrafları biriktirdiğini sordum bir gün babama.

“Devamlılık için,” dedi ilgisizce. “Bu binalar Hitler tarafından yok edildi. Ayakta kalabilenlerse şimdi kütüphane, spor salonu veya sinema olarak kullanılıyor. Bunlara dair belgelerin olması çok önemli.” “Yine başladı Nazi de Nazi,” diye seslendi annem mutfaktan. “Çocuk on yaşında. Keser misin şunu?” Bir gün babam aile fotoğraflarıyla dolup taşan kutusuna girişmeye karar verdi ve yüzlerimizi makasla kesip çıkardı. Kitaplardan ünlü resimler bulup yüzlerimizi üzerlerine montajladı, ardından özel makinesiyle yeni fotoğraflarını çekti.

Örneğin Rudolf Nureyev’in Margot Fonteyn’le dans ederkenki fotoğrafına annemle babamın yüzü montajlanmıştı. Fred Astaire ve Ginger Rogers’ın yerine ben ve ablam gelmiştik. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Times Meydanı’nda bir askeri öpen kızın fotoğrafı, babamın muhasebecisi ile karısının fotoğrafına dönüşmüştü. Çalışma odasının önünden geçerken fotoğraf makinesinin sesini babamın sanki dünyanın en komik insanıymış gibi kendi kendine gülmesini duyuyorduk. Ofisinin yakınında bir yerde bu fotoğrafları bastırıp, eve elinde 20×25 santimlik parlak baskılardan bir yığınla döndü ve bir sihirbaz gibi hepsini teker teker bize sundu.

“Saçmalık,” dedi annem, on yaşındaki bana dönüp açıklama
bekler gibi. “İnsan neden böyle bir şey yapar ki?”
“Eğleniyorum sadece,” dedi babam. “Şu nasıl?”
Ablamla ben Amerikan deniz piyadesi olmuş, Iwo Jima’da
Amerikan bayrağı kaldırıyorduk.
“Ya bu?”
Babamın iş ortağı Michael Rose, Nürnberg’de konuşma yapıyordu.
“Bir sonrakinde kullanacağım da bu!”

Babam en değerli malvarlığını hızla çıkarıp gösterdi – kartpostal fuarlarından birinden alınmış, Danny Kaye’in Hans Christian Andersen rolünde görüldüğü, bizzat kendisi tarafından imzalanmış bir fotoğrafıydı bu. Üzerine dolmakalemle “Sevgiler, Danny Kaye,” yazılmıştı. Babam Danny Kaye’e bayılırdı, bizi de onun filmlerinin başına oturtmayı çok severdi. Kaye sürekli eziyet verici durumlara düşer, mesela sahnede doğaçlama bale yapmak ya da İrlandalıymış gibi davranmak veya karşıdan karşıya geçmek için insanların arabalarının üzerine tırmanmak zorunda kalırdı. Aptal sesler çıkarır, insanları utandırırdı  tıpkı babam gibi.

Danny Kaye’i severdim ama aynı zamanda ona acırdım da çünkü her zaman su katılmamış bir salak gibi davranırdı. “Üzerinde bunu kullanmayı planlıyorum.” Babam sahte bir Hasidik Yahudi sakalı taktığı  makasla kesilmiş suratını Danny Kaye’inkinin üzerine getirdi. “Bence bir doktora görünmen lazım,” dedi annem.

İlk kez birinden imza istediğimde buna kendim bile şaşırmıştım; tuhaf bir tesadüftü sadece. Adam Brichto’ların evindeyken olmuştu bu. On yaşımdayken Adam benim en iyi arkadaşımdı. Amberley Close’daki beyaz bir evde yaşarlardı. Evin önünde Roma hamamı girişiymiş gibi sıra sıra sütunlar vardı. Bizim evimiz baştan aşağı kalın, kahverengi halılarla kaplıydı ama Brichto’larınki krem rengiydi ve her şey, sürekli etrafta dolaşıp kıyafet katlayan bakıcı Astrid sanki onları yeni cilalamış gibi duruyordu. Adam’ın babası Liberal sinagogda hahamdı ve evin ön tarafında bizim girmemize izin verilmeyen bir ofisi vardı. Brichto’ların evinde her şey çok sakindi. Adam’ın babası kendi halindeydi. Bir şey biriktirmiyor, insanlardan fotoğraflara bakmalarını istemiyor ya da SS subaylarının taklidini yapmıyordu.

Adam’la ben genellikle bilye oynardık. Oyuna onun yatak odasında başlar, sonra evin geri kalanına yayılır, en sonunda da Adam’ın annesinden ya da Astrid’den ufak bir azar işitirdik. Bir gün, Haham Brichto işteyken ve Adam’ın annesi de telefonla konuşmakla meşgulken dayanamayıp oyunumuzu evin önündeki ofise doğru ilerlettik. Bilyelerimiz ofise doğru hızla yuvarlandı ve biz kapıyı açtık. Benim babamın çalışma odasında her yerde kitaplar ve kâğıtlar vardı, içerisi küf kokuyordu ve annemin dediğine göre Dresden’in bombardımanlardan sonraki halini andırıyordu.

Öte yandan Adam’ın babasının ofisinde beyaz, yerden tavana kadar uzayan, içindeki kitaplar özenle yerleştirilmiş raflar vardı. Ortadaki başkan masasının üzerinde, Haham Brichto’nun resmî davetlerde, önemli gibi görünen insanların yanında dururken çekilmiş gümüş çerçeveli fotoğrafları duruyordu. Bir tanesinde başbakanın yanında durmuş gülüyordu. Adam’ın babası kendi yüzünü o fotoğrafa sonradan mı montajlamış diye kontrol etmek için dikkatlice incelemiştim.

“Baban Maggie Thatcher’ı tanıyor mu?” diye sordum. “Ah, bir kere görüşmüştü,” dedi Adam’ın annesi kapı eşiğinde belirerek. “Birkaç ünlüyle tanışmışlığı var.” Adam’ın annesi, kocasının çalışma odasına girdiğimiz için sinirlenmemişti ama zaten iyi huylu bir kadındı, güzel ve zayıftı. Bana “Adam A”, kendi oğluna da “Adam B” derdi. Adam bir sebzeyi yemek istemediğinde annesi onunla oyun yapar, ikimizi de güldürürdü. “Adam B, yemezsen ağlarım ama,” derdi yalandan ağlamaklı ses tonuyla. Sonra eklerdi: “Çok kötü davranıyorsun sen bana! Neden kötü davranıyorsun bana, Adam B?” Adam’ın annesi sürekli bir yerlere gitmek üzere giyinmekle ya da saçlarını kurutmakla uğraşırdı. Akşam yemeği sırasında telefon çalarsa cevap vermeden önce bir küpesini çıkarır, telefonda çok uzun süre kalıp arkadaşıyla güler, dedikodu yapardı.

Eve dönerken anneme söylediğimde bunun yanlış bir davranış olduğunu, akşam yemeği esnasında birisi ararsa onlara daha sonra dönmek gerektiğini söylemişti. “Adam B, Ronnie Barker’ın hemen şu ileriki köşede yaşadığını söyledi mi sana?” diye sordu Adam’ın annesi. İnanılmaz bir haberdi bu. Ailem bütün ülkenin yaptığı şeylerin çoğunu yapmazdı gerçi ama biz de tüm ülke gibi cumartesi akşamları oturup İki Ronnie’yi izlerdik.

Büyükannemle büyükbabam bile severdi bu diziyi. “Şu Ronnie Barker var ya…” derdi büyükbabam Çek aksanıyla, parmağını sallayarak, “işini biliyor, ha! Zehir gibi.” Ronnie Barker kadar ünlü birinin Adam Brichto’nun yakınında oturması bana çok tuhaf gelmişti, şansın çok garip bir örneğiymiş gibi. “Yolun sonunda, Moss Lane’de oturuyor,” dedi Adam’ın annesi. O odadan çıkınca “Ronnie Barker gerçekten de hemen köşede mi oturuyor? Yoksa annen şaka mı yapıyordu?” diye sordum.

“Gerçekten,” dedi Adam. “Hadi gidip bakalım, onu görebilecek miyiz!” Adam’ın annesine evin önünde futbol oynayacağımızı söyledik. Mutfakta salata hazırlıyordu, dikkatli olduğumuz sürece sorun olmadığını söyledi. Kapıyı çarparak kapattık, çaktırmadan Amberley Close’un sonuna çıktık ve Moss Lane’e keskin bir dönüş yaptık. “Annen bizi kontrol edip gittiğimizi anlamaz mı?” diye sordum. Benim annem olsa kalp krizi geçireceğini hayal edebiliyordum.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat
  • Kitap Adıİki Hitler Bir Marilyn
  • Sayfa Sayısı320
  • YazarAdam Andrusier
  • ISBN9786051982885
  • Boyutlar, Kapak13,5x20,5 , Karton Kapak
  • YayıneviDomingo Yayınevi / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur