Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Destanlaşan Çanakkale
Destanlaşan Çanakkale

Destanlaşan Çanakkale

Mustafa TURAN

Çanakkale savaşları; tarihin akışını değiştiren, Türk’ün şan ve şerefini zirveye eriştiren, vatana sevgi duygusunu geliştiren, iman gücünü bayraklaştıran ve orada savaşanları kutsallaştırıp kahramanlaştıran görkemli…

Çanakkale savaşları; tarihin akışını değiştiren, Türk’ün şan ve şerefini zirveye eriştiren, vatana sevgi duygusunu geliştiren, iman gücünü bayraklaştıran ve orada savaşanları kutsallaştırıp kahramanlaştıran görkemli bir destandır.

Dünyayı yenenlerin ve kendilerini yenilmez sananların yenilgiye uğradığı Çanakkale; dünya tarihinde ve Türk milletinin belleğinde abideleşen, ebedileşen, heykelleşen, efsaneleşen bir büyük zaferdir.

Çanakkale, 250 bin şehidin kefensiz yattığı, Türk’ün şanına şan kattığı ve bir devrin battığı yerdir.

***

ÖNSÖZ

I. Dünya Harbi nin, gerek  Türk, gerekse dünya tarihi açısından en önemli bölümünü hiç şüphe yok kİ Çanakkale savaştan İşgal eder. Zira. Çanakkale’nin o dehşet anını görenler kıyametin koptuğunu zannederler. Dünya tarihi, metrr kareye altı bin merminin düştüğü böylesi bir savaşı ne görmüş, ne de tanımıştır. İki taraftan tanı yarım milyon insanın hayatına mal olan büyük bir savaştır Çanakkale…
Çanakkale savaşları: tarihin kaderini değiştiren. Türk’ün şan ve şerefini şahikaya eriştiren, vatana sevgi duygusunu geliştiren, iman gücünü bayraklaştıran ve orada savaşanları kutsallaştırıp kahramanlaştıran görkemli bir destandır.

Dünyayı yenenlerin ve yenilmez sanılanların yenilgiye ugradğı Çanakkale; dünya tarihinde ve Türk milletinin hafızasında abideleşen, ebedileşen, heykelleşen. efsaneleşen ve destanlaşan bir büyük zaferdir.

Çanakkale’de, iman ve azmin karşısında maddi güç ve teknik dize gelmiş, mana maddeyi-delmiş. Hakkın ve haklının zaferi tescil edilmiştir.

Çanakkale’de, kibirle gelenlerin nasıl hüsranla döndüğüne. Haçlı zihniyetinin ümit ışıklarının nasıl söndüğüne tarih şahit olmuştur.

Çanakkale 250 bin şehidin kefensiz yattığı, Türk’ün şanına şan kattığı ve bir devrin battığı yerdir.

Aslını, esasını, özbenliğini. kimliğini, kişiliğini, inancım. tarihini, kültürünü ve misyonunu bilmeyen milletlerin. yeryüzünde uzun müddet payidar olduklarına tarih
bugüne kadar şahit olmamıştır.

İnsanın kendisinde olmayanı başkasına vermesi nasıl mümkün değilse, bizim de millet olarak milli bir şuur kazanmadığımız sürece, bu şuuru gelecek nesillere aktarmamız mümkün olmayacaktır. Çünkü başka milletler sığ bir göl gibi olan kısa ve kısır tarihlerini, kendi nesillerine tarih yerine destan diye okuturken ve geçmişlerine İhtişam kazandırmaya çalışırken, biz engin bir derya misali olan zengin tarihimizle güçlü kültür ve medeniyetimizi nesillerimize gereği gibi tanıtamamaktayız. Kendi kendimize yaptığımız bu kötülüğü, dünyada hiçbir düşmanın yapması mümkün değildir. Artık bu acı gerçeği itiraf etmenin ve gerekli tedbirleri alma zamanının geldiğini düşünmek gerekir.

Her Çanakkale’ye gidişimde oradan ayrılırken ruhum, soğuk bir demir kızgın ateşten nasıl çıkarsa öyle üzgün ve kırgın dönerdim. Zira tarihimiz açısından müstesna yerlerden birisi olan Çanakkale’ye gelen ziyaretçilerin pek çoğu Şairimizin:
‘Bastığın yerleri toprak diyerek geçme taru
Düşün altında binlerce kejensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır alanı…’

Mısralarında ifadesini bulan bir şuur ve bilinçten uzak bir vaziyette, dolaştıklarını, hatta şehitliklere aşk sloganı yazacak kadar, meselenin özünden habersiz gezdiklerini üzülerek müşahade etmişimdir. Eger bu davranış: cehaletten değilse, gaflet ve duyarsızlıktandır, diye iç çekmişimdir.

Çanakkale’ye ziyarete gidecek tüm kafilelere önceden; nereye ve niçin gittikleri, varlığımızı, vatanımızı ve hürriyetimizi orada kefensiz yatan şehitlerimize borçlu olduğumuz anlatılarak, temelde bir altyapı oluşturulup bir şuur ve bilinçlendirme yapıldıktan sonra gezinin gerçekleştirilmesinin daha faydalı olacağını hep düşünmüşümdür.

Ben bu kitabı, bu mantık içerisinde ve SUR dergisinde aşağıda gelecek makaleyi okuduktan sonra yazmaya karar verdim.

Artısıyla eksisiyle bir döneme damgasını vuran devlet adamlarımızdan merhum Turgut Özal, milli değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Japonların Batı’ya meydan okuyan ilerleyişi karşısında, 1980’li yıllarda Japon eğitim sistemine ilgi duyar. Bu sebeple inceleme ve araştırma yapmak üzere bir Japon Pedagog heyetini Türkiye’ye davet eder. Alanında uzman olan bu Japon heyeti, ülkemizin çok değişik yerlerinde inceleme ve araştırmalar yapar. Görüşme ve temaslarda bulunur. Sonra da bütün bu faaliyetlerin sonuçlannı takdim etmek üzere, zamanın Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler’le birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkar. Eğitim alanında U2man olan Japon heyetinin kararı kısa ve kesindir. Derler ki:

“Sizin gençlerinizde milli şuur yok.”

Bu karar; Başbakanlıkta bulunan Türk yetkililer üzerinde bomba tesiri meydana getirir ve büyük bir şok yaşatır. Biraz şaşkınlık, biraz da hayret içinde:

“Nasıl yani…?” diyerek şu soru sorulur:

“Peki siz Japonlar, gençlerinize milli şuur verme adına ne yaparsınız? Hangi programı, nasıl uygularsınız?”

Bunun üzerine Japonlar ilginç, ilginç olduğu kadar da bizim açımızdan acı acı düşündürücü olan şu cevabı verirler:

“Biz, sizden aldığımız “AMİN ALAYI“ (Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca Amin Alayı denen bir törenle eğitime başlatılırdı. Anlaşılan Japonlar bunu alarak kendilerine uyarlamışlar) ile eğitime giriş yapanz. Ve ilk eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şok olan çocuklarımıza deriz ki:

“Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar; daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız.” Daha sonra bu çocukları Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp gezdiririz.

II. Dünya savaşında atom bombasıyla yerle bir edilen bu bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye aynen koruruz. Buraları çeşitli bilgiler vererek onlara gezdirir ve gösteririz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri çocuklanmız büyük bir dikkat ve hayretle seyrederler. Bu gördükleri şeyler onların taze hafızalarında hiçbir zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Ve yine deriz ki:

“Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz, milletinizi sevmezseniz, birlik ve dirlik içinde olmazsanız: işte böyle düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz bir hale getirirler. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız düşmanlar size saldırmaya cesaret edemezler. Vatanınız yücelir, milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün İnsanlar size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin…”

Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışkan bir Japon olmaya doğru ilk adımı atmış olurlar. Böylece de MÎLLÎ BİR ŞUUR kazanırlar.’
Tam bu sırada orada bulunan Türk yetkililerinden biri:
‘İyi de bizim Hiroşima ve Nagazaki’miz yok ki’ der.
Bunun üzerine Japonlar der ki:
‘Sizin binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz var.
Bizimkilerden çok daha etkili ve tesirli tarihi bölgeleriniz var. I. Dünya Savaşı içinde meydana gelen ve bir metre kareye altı bin merminin düştüğü Çanakkale zaferinin kazanıldığı bu bölge: çocuklarınız ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile…
Dünyanın en gelişmiş ve en güçlü ordularına karşı ve üs tün teknolojiye rağmen Türkler olmazları olduruyor ye bütün dünyayı hayretler içinde bırakan bir zafer kazanıyorlar. İmanın, azmin ve iradenin tekniği yendiğini ispatlıyorlar. Bütün dünya ya meydan okuyorlar.
İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi gençlerinizin milli şuur kazanmalarına yetecek mahiyettedir. Bu sebeple gençlerinizi gruplar halinde Çanakkale’ye götürüp gezdirmelisiniz. Her Türk genci Çanakkale savaşlarının olduğu bölgeyi mutlaka gezerek görmeli ve öğrenmelidir. Daha sonra onlara demelisiniz ki Sizler birlik ve beraberlik içinde çalışmazsanız, güçlü ve kuvvetli olmazsanız, düşmanlar yine Çanakkale’ye gelirler. ülkenizi işgal eder ve özyurdunuzda hür yaşamayı size çok görürler. Ama çalışırsanız, birlik ve dirlik içinde olursanız, teknolojiyi yakalarsınız. Ülkenizi kalkındırır ve müreffeh bir hale getirirsiniz.
Gençlerinize bunları telkin ettikten sonra, bu zaferin destanını en İyi şekilde ifade eden Mehmet Akif i ve Safahatım okutmalısınız…’
Japonların verdikleri bu ibretli ve acı ders, bizim İçin çok manidardır. Bu tablo bize, maalesef  yen İçinde kolumuzu kaybetmişiz de haberimiz yok dedirtmektedir ve kafalara dank eden düşündürücü manzaramızı sergilemektedir.

Şimdiye kadar yazdığım kitapların hiçbirinin, beni bu kadar derinden etkilemediğini belirtmek isterim. Çünkü Çanakkale’yi yazarken ruh dünyamda o kadar derin akisler ve depremler meydana geldi ki, çoğu konulan tüylerim ürpererek ve gözyaşlanma hakim olamayarak yaz dun. Okurken sizlerin de aynı duygulan yaşayacağınıza eminim.

Çanakkale savaşlannın nasıl ve ne şekilde cereyan ettiğinden. belki daha önemlisi, o dev düşman güçlerine Çanakkale’de geçit vermeyen, şanlı Mehmetçiğin yüksek ruhu. imanı, azmi ve vatan sevgisidir.

Çanakkale zaferinin madde ile değil, mana İle kazanıldıgına dair elimizde sayısız belge ve bulgular mevcuttur.

Düşmanın Akdeniz Kuvvetleri Komutam HamıKon: “…Sadece büyün 1800 şarapnel attık. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz Tîırk mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri koruyan CENAB-I ALLAH’larından ayırmak için başka ne yapılabilir?… ’ diye sorduktan sonra şöyle diyordu:
‘Bizi Türkler’in maddi gücü değil manevi gücü mağlup etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz. gökten inen güçleri müşahede ettik. Sanki biz daha buralara gelmeden, akıbetimiz kararlaştırılmıştı. Ve şimdi de üzerimizde icra ediliyordu”
Bir İngiliz Amirali de: “…Toprağı şarapnellerimizle delik deşik ettik. Bir kalburun yüzü gibi birbirine temas eden daireler haline getirdik. Artık bu toprakta bir canlının mevcudiyetine müspet ilim ve akıl inanamazdı. Fakat biraz sonra kabarttığımız bu tümseğin altından elinde süngüsü ile bir Türk neferinin Allah diye fırladığını görünce aczimizi anladık.’ dîye çaresizliğini belgeliyordu.

Öte yandan bu harekatın fikir babası ve uygulayıcısı olan İngiliz Deniz Bakanı Çörçll ise. o rezil mağlubiyetten sonra mahkemede tazyik altında kalınca çaresiz şöyle haykıracaktır: “Arılamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türkler ile değil. ALLAH ile harp etlik. Tabii ki yenildik…”
Bu İşin başka da bir izah tarzı yoktur. Gerçekten Çanakkale’de öylesine ulvi hadiseler cereyan etmiştir ki, bunları hiçbir İdrak, akıl ve mantık açıklayamaz. Koca Seyid’in fizik kanunlarına alt üst eden 276 kiloluk mermiyi kaldırmasından. İngiliz Kraliyet Alayı’nın kaybolmasına, Gelibolu ormanlarında korkunç ve yırtıcı Aslanların görünmesinden. küflü, paslı esrarengiz 26 Türk mayınının gizemli ve görkemli başarısına kadar olayların tamamı mâna ile ilgilidir.

Yılmaz Tartan ın ifadesine göre: “Dün kıtlık çekirgesi gibi boğazın mavi sularına kan içmek için üşüşenlerin torunlarına. Çanakkale destanının mânâ ve maksadı anlatılmalı. Böylece yeni hatalara düşmesinler buna rağmen bir çılgınlığa teşebbüs edebilecekler de ‘hafiza-i beşer nisyan ile maluldür’ tezine sarılmasınlar. Çanakkale destanını öğrenerek ve yeni nesillere öğretmek Türk milletinin şeref borcudur. ”

Uzun zamandır üzerinde çalıştığımız bu kitabı, beş bölüm halinde hazırladık:
I. Bölümde: fazla teferruata girmeden Çanakkale’nin siyasi ve askeri yönünü İnceledik.
2. Bölümde; mektup. anı. hatıra ve menkıbe diye ifade edebileceğimiz konulara yer verdik. Çünkü Çanakkale’nin geniş bir mana ve yüksek bir ruh yönü vardır. Zaten Çanakkale’yi de Çanakkale yapan, hadisenin bu boyutudur. Savaş esnasında o bölgede öylesine esrarengiz olaylar cereyan etmiştir ki. artık akıl ve idrak iflas etmiştir. Fizik kanunları alt üst olmuş, insan hafsalası. muhakemesi ve muvazenesi sarsılmıştır. Mânâ maddeyi felç etmiş. düşünce ve mantık geçersiz kılınmıştır. Dolmazlar doldurulmuş, olmazlar oldurulmuştur. İnanç, iman ve azim, tekniği yenmiştir.

Savaşın seyri boyunca meydana gelen bu ilginç olayların anılarım yerli ve yabancılar, anlatmak suretiyle tarihe zenginlik kazandırmışlar, bize de düşünme, muhakeme etme, ibret alma ve istikbale daha sağlıklı bir şekilde hazırlanma fırsatı vermişlerdir.

Çünkü bu hatıraların pek çoğunda acı vardır. Feryat, özlem ve gözyaşı vardır.

Bunlar okunduğu zaman; insanı sarsan, tüylerini diken diken eden, düşündüren, heyecanlandıran ve gözleri yaşartan bir ortam oluşacağına inanıyorum. Böylelikle başlangıçta da belirttiğimiz gibi, özellikle anlatılan bu hakikatler gençlerimize, eksikliğini duyduğumuz milli bir şuur, vatan sevgisi, tarih bilinci, çalışma ve başarma azmi ve şehitlerimize karşı da minnet ve şükran duygusu kazandıracağım düşünüyorum.

Genelde bu tür kitaplarda aşağı yukarı aynı olaylar değişik İfadelerle verilmektedir. Biz bu anıları, çok değişik kitap, dergi ve gazete gibi bibliyografyada gösterdiğimiz kaynaklardan derledik.

III. Bölümde de: siyasi, askeri ve edebi şahsiyetlerin, değişik açılardan, çeşitli değerlendirmeleriyle Çanakkale’yi verdik

IV. Bölüme ise: Şiirlerle Çanakkale dedik.

Dünya tarihinde, hakkında en çok konuşulan ve en çok kitap yazılan Çanakkale’yi, biz de değişik boyutlardan İncelemeye çalıştık. Bununla aziz milletimize, özellikle de gençlerimizin tarih bilincine bir nebze katkı sağlayablldiysek ne mutlu bize. Bu duygular içinde en derin selam sevgi. ve saygılarımla…
Mustafa TURAN

***

I. BÖLÜM
SİYASİ VE ASKERÎ AÇIDAN ÇANAKKALE
ÇANAKKALE SAVAŞLARI NASIL BAŞLADI?
Çanakkale savaşlarım daha iyi anlayıp değerlendirebilmemiz için. I. Dünya harbine gitmemiz. Savaşın mantığını anlayıp kavramak İçin do. yaklaşık yanm asır geriye dönerek meydana gelen gelişmelerin bir tahlilini yapmamız gerekiyor. Uu tahlilin ardından. Çanakkale savaşlarının nasıl ve ne şekilde cereyan ettiğini kronolojik bir for- matta günbegün verdikten sonra, konu daha İyi anlaşılıp takip edilecektir.
Öncelikle şu hususu belirtmemiz gerekir ki. 1789 Fransız ihtilali, beraberinde milliyetçilik akımı Uc bağımsızlık ve özgürlük cereyanım önce Avrupa, bilalıere de dünya gündemine getirmişti. Bu fikirler, yüzyıllar boyunca oluşmuş ve kendine özgü çok uluslu yönetim sistemlerinin tamamım temelinden sarsmış bir ölüm fermanı niteliğindeydi. Avrupa, dolayısıyla dünya 19. asra bu yeni fikirlerin ortaya çıkardığı kanşıklıkla toz duman içinde girmişti.

Ûç asır boyunca dünya nizamında söz sahibi olan OsmanlI gücü. 17. yüzyılın sonlarına doğru durağanlaşmanın ardından, silkelenmeye ve sarsılmaya başlanmıştır. Bu devin tökezleyip sarsılması, etrafındaki düşmanları daha bir cesaretle harekete geçmeye yöneltmişti. Dört buyandan saldırıya geçen Avrupa’lı büyük güçler, bir yandan da Osmanlıdaki azınlıkları kışkırtarak ve silahlandırarak ayaklanmaya teşvik ediyorlardı. Osmanlı ise sürekli kan kaybediyordu.

Avrupah devletler Osmanlının yumuşak karnı olan azınlık sorununa daha fazla el atarak, siyasi, dini ve hukuki anlamda içişlerine karışmayı sürdürünce. Osmanlı’nın bu sorunları çözmek maksadıyla yaptığı Tanzimat. Islahat ve Meşrutiyet de meselelere köklü çözüm getirememişti.
Avrupa’da 19. yüzyılın ikinci yansında. Batı’yı temelinden sarsacak ve ileride konumuz olan Çanakkale’yi de doğuracak olan siyasi bir gelişme ortaya çıkıyordu. Bu gelişme; 1871’de İtalya ve Alman birliklerinin kurulmasıydı. Özellikle Almanya’nın kara Avrupa’sında hakimiyetini genişletme politikası takip etmesi, denizlerde ve sömürgelerde ise. İngiltere ile rekabete girmesi. Birinci Dünya Savaşına giden yolu açacaktır. Bu yüzden genelde tarihçilerin İttifak ettikleri gibi, Umumi Harbin ana çıkış sebebi İngiltere ile Almanya’nın arasındaki bu silahlanma yarışıdır, bu silahlanma yarışı zamanla İngiltere ve Almanya etrafında bütünleşen siyasi bloklar çıkaracaktır ki. biz İngiltere’nin başını çektiği Fransa ve Rusya’nın katıldığı bloka İtilaf devletleri bloku derken. Almanya’nın başım çektiği İtalya ve Avusturya -Macaristan’ın katıldığı bloka da ittifak devletleri bloku demekteyim. Avrupa’da oluşan bu iki bloku güç gösterisi düellosuyla girdikleri tünelin öbür ucu 1. Dünya savaşına çıkmıştır.

Batı’nn dilinde “Hasta Adam” diye nitelenen Osman
lı 20. yüzyıla kolu kanadı budanmış olarak girmişti. Buna rağmen hala dünyanın büyük devletleri içinde sayılmakdaydı.

Dünyanın sömürgeleşebilecek yerlerini uzun zamandır İngiltere, Fransa. Hollanda. Portekiz. İspanya gibi devletler sömürgeleştirmişlerdi. Bu sömürge yarışında birliklerini geç kuran İtalya ve Almanya geri kalmışlardı. Onlar da sömürge ekle etmek için nereye el atsalar, el atılan yer bir başkasının sömürgesi çıkmaktaydı. Topraklarının Önemli bir kısmını kaybetmesine rağmen hala elinde geniş topraklar bulunduran ve can çekişmekte olan Osmanlı topraklan, bunlar için tam bir fırsat oluşturmaklaydı. İtalya derhal harekete geçerek 1911’de Trablusgarb’a saldırır ve Osmanlı-İtalyan harbi başlar. Türk subayların yeril halkı örgütlemeleri ile başlayan mücadelede. İtalyanların tam hezimete uğrayacakları bir anda. Rusya’nın kışkırtmasıyla Balkan ittifakını meydana getiren devletler Osmanlıya saldırmışlardır. Zaten zayıf bir durumda olan Osmanlı iki cephede birden savaşamayacağını düşünerek Trablusgarp’da bir anlaşma yolunu tercih etmiştir. 1912’de Uşi’de imzalanan anlaşma ile Osmanlı hem 1 milyon 759 km kare toprağı, yani iki Türkiye büyüklüğü kadar bir toprağı kaybediyor, hem de artık Afrika kıtasına veda ediyordu. Böylece Osmanlı 11 yıl sürecek ve 1922’de bitecek bir savaşlar zincirine dahil olmuştu. Bu süreçte de Osmanlı kabuk değiştirerek yeni bir devlet şeklinde ortaya çıkacaktır.

1908’de ilan edilen Meşrutiyetten bir süre sonra İttihat ve Terakki idareyi ele geçirmiş ve asker de bu dönemde fiilen siyasetin içine girmişti. Hatta askeri kesim ‘İttihatçı’  ve “Halaskar” diye iki gruba ayrılmıştı. Böyle bir ortamda girdiğimiz ve daha önce bizim birer vilayetimiz olan Balkan devletleri karşısında. Adriyatik’ten Çatalca’ya kadar büyük bir hezimet içinde neredeyse hiç savaşmadan çekilmişdik. Bereket ikinci Balkan savaşında Meriç’e kadar olan bölgeyi kurtarabildik. 550 yıllık Türk yurdu olan Rumeli’nin geniş topraklan 1908 ila 1914 arasında kumara verircesine kaybedilmiştir. Diğer yerlerdeki kayıpları da İlave edecek olursak, bu altı senede neredeyse Devletin yarısı beceriksiz politika sonucu elden uçup gitmiştir.
Balkan savaşları Avrupa’yı genel bir savaşın eşiğine getirmişti. Bu noktada İttifak ve İtilaf devletlerinin nüfus ve asker durumuna bir göz atacak olursak şöyle bir tablo çıkar karşımıza:
İngiltere’nin başını çektiği, Fransa ve Rusya ile sömürgeler dahil blokun nüfusu 1 milyarı, asker sayısı da 40 milyonu geçiyordu. Bu dev güce karşı Almanya’nın başını çektiği Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın toplam nüfuslan 168 milyonu ancak buluyordu. Asker sayılan da 22 milyon civarındaydı.

28 Temmuz 1914’de Avusturya’nın Sırbistan’a harp ilan etmesiyle başlayan 1. Dünya harbi, kısa zaman içinde tüm Avrupa’ya yayılmıştı. Almanların öteden beri olası bir savaşta uygulayacakları taktik ana batlarıyla bilinmekteydi. Buna göre Almanya Belçika üzerinden var gücüyle Fransa’ya saldıracak, yıldırım harekatıyla Fransa’yı ezdikten ve devre dışı bıraktıktan sonra, olanca gücüyle Rusya’ya saldıracaktı. Ama bu plan tutmadı. Zira Almanlar plan gereği harekete geçip, hakikaten Lüksemburg. Belçika ve Kuzey Fransa’yı işgal ettiler. Lakin Paris’e 30- 40 km kala Marne ırmağı civarında yapılan Marne savaşları ile İngiliz desteğindeki Fransız ordusu Almanları durdurdu. Dolayısıyla uzun süre devam ederek olan siper savaşları da başlamış oldu . Bu şekilde Alman planı suya düşmüş oluyordu. Aynı zamanda böyle bir savaşı Almanların kazanacağı yolundaki genel kanaat de yok oldu ve Almanların müttefikler karşısında kaybedeceği de anlaşılmıştı. Artık Perşembe’nin geleceği Çarşamba’dan belli olmuştu. Ama bu gerçeği dünyada anlayamayan tek kişi Enver Paşaydı.

Enver Paşa, başarı merdivenlerini basamak basamak değil, sıçrayarak çıkmış ve kurmay yarbayken birden tümgeneralliğe yükseltilmiştir. Bu da yetmemiş, aynı anda hem harbiye nazın, hem de genel kurmay başkanlığına gelmişti. Saraya damat girmiş ve 33 yaşında Başkumandan vekili sıfatıyla söz sahibi olmuştu. Deneyimsiz, ve basiretsizlikle verilen kendi başına buyruk bir yanlış kararla, koca bir Osmanlı Devleti’nin idam fermanını da Enver Paşa bizzat imzalamıştı.
2 Ağustos 1914’de Türk-Alman saldırmazlık paktı imzalandı. Bu anlaşmaya göre Rusya. Almanya ve Avusturya’ya savaş açtığı takdirde. Osmanlı da kendini Rusya ile savaş halinde sayacaktır. İşin enteresan tarafı, bu tarihte zaten Almanya Rusya’ya savaş açmış bulunuyordu. Rusya’ııın da buna karşılık vereceği gün gibi aşikardı. Osmanlı’nın Almanya’nın yanında savaşa girmesi. Almanya’nın menfaatine uygundu. Çünkü bu şekilde Almanya’nın doğu cephesindeki yükü azalacak ve İngiliz sömürge yolları kesilecek. Halife vasıtasıyla tüm Müslümanlar Almanya yanında yer alacak ve Berlin-Bağdat demiryolu kullanılarak Musul-Kerkük petrollerinden yararlanılacaktı. Böylece Almanya kendi çıkarları için, bir ölçüde kendi oynayacağı bir rolde. Enver paşa marifetiyle Osmanlı’yı figüran gibi kullanacaktı. Uzun yıllar boyunca savaşlarda yorgun ve yoksul düşmüş bir millet, bir anda kendisini ateş çemberinin içinde buluyordu. Hem de 7-8 cephede birden ki bu cephelerden en büyüğü Çanakkale cephesi idi…

Eklendi: Yayım tarihi

“Destanlaşan Çanakkale” için 4 yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Önemli Olaylar Tarih
  • Kitap AdıDestanlaşan Çanakkale
  • Sayfa Sayısı184
  • YazarMustafa TURAN
  • ISBN9789756476826
  • Boyutlar, Kapak14x21, Karton Kapak
  • YayıneviCihan Yayınları / 2010

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur