Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Akıl Labirenti
Akıl Labirenti

Akıl Labirenti

Marcus Sakey

Kim olduğunuzu unutsaydınız kim olurdunuz? Adam gözlerini açar, çıplak ve üşümüş ve boğulmak üzeredir. O ıssız okyanus kıyısında ondan başka kimse yoktur. Tek hayat…

Kim olduğunuzu unutsaydınız kim olurdunuz?

Adam gözlerini açar, çıplak ve üşümüş ve boğulmak üzeredir. O ıssız okyanus kıyısında ondan başka kimse yoktur.

Tek hayat belirtisi az ilerideki içi boş bir BMW’dir. Bu pahalı arabada üstüne tam oturan bir kıyafet, hırpalanmış haldeki ayaklarına uyan bir çift ayakkabı, Rolex saat ve Daniel Hayes adına kayıtlı bir araba ruhsatı bulur.

Ancak bir sorun vardı. Kim olduğunu, orada ne yaptığını hatırlamıyordu. Geçmişi, anıları, pişmanlıkları silinip gitmişti. Hatırlayabildiği tek şey bir kadın yüzüydü. Onun kim olduğunu bulmaktan başka çaresi yoktu. Birden bu kadının hayali onun evi, dünyası, umudu olmuştu. Ve belki de kendine geri dönüşünün tek yolu. Ancak bu yol onu soğuk bir gerçeğe götürecekti: Oraya gittiğinde karşılaşacağı bu gerçek karşısında, akıl labirentinden çıkmak hiç de kolay olmayacaktı.

Farkında olmadığı şey ise; o geçmişinin peşindeyken, tüm ülke de onun peşindeydi.

“Sakey’i farklı kılan, onun detaycılığı, zekası, tutkusu ve heyecanı. Bu kitap akıllıca yazılmış satırlardan çok daha fazlası.”
Lee Child

***

1

Çıplaktı ve üşüyordu; soğuk, damarlarına kadar işlemişti. Sıyrıklarla dolan vücudu kasılmış, soğuktan tüyleri diken diken olmuş, tendonları gerilmiş, tir tir titriyorken, korkutucu ve oldukça yumuşak bir şey bacaklarına dolanıyordu. Güçlükle derin bir nefes alınca, deniz suyu boğazını yakarak ciğerlerine doldu, öğürerek suyu çıkardı ve kayalara tutunmaya çalıştı. Onu geri çekmeye çalışan okyanusa var gücüyle karşı koyup emekleyerek kıyıya çıktı.

Dalgaların geri çekilirken bıraktığı çakıl taşlan, bir çift zar gibi üst üste yuvarlanıp duruyordu. Bir martı, yalnızlığını anlatmak istercesine bir feryat kopardı.

Ciğerleri yanıyordu, döndü ve dirseklerinden destek alıp kusmaya çalıştı. Tuzlu su ve mide asidi karışımından oluşan bol miktarda sıvı, ağzından döküldü. Sonra yavaş yavaş azaldı ve nihayet son birkaç damlayı da tükürünce, bozulmuş balık gibi kokan havayı ciğerlerine doldurdu.

Nefes al. Öksür. İşte böyle.

Kireç gibi beyaz olan elleri ona ait değil gibiydi. Panik içinde zangır zangır titriyorlardı ve bunu durduramıyordu. Hiç bu kadar üşümemişti.

Burada ne işi vardı?

Uyurgezermiş ve bir anda uyanmış gibi, olup biteni hatırlayamadı. Zaten önemli de değildi. Soğuk, içine işliyor ve onu öldürüyordu. Yaşamak istiyorsa hareket etmek zorundaydı.

Yan döndü. Manzara kıyamet sonrası bir sahneyi andırıyordu. Titreyen gökyüzünün altında köpüren deniz, kumsalda uğuldayan, sazlıkları yerinden koparmaya çalışır gibi esen rüzgar… Görünürde hiç kimse yoktu.

Hareket etmek zorundaydı ama kaslarını hareket ettiremiyordu. Sendeleyerek doğruldu ve adım atmaya çalıştı. Düşünceleri, donmuş bir tel üzerinden aktarılmaya çalışılan sinyaller gibiydi. Neden sonra bacakları tepki verdi. Ayaklan kanlıydı.

Bir adım. Bir tane daha. Rüzgar, ıslak vücudunda adeta bir kamçı etkisi yaratıyordu. Son derece dik bir yamaçla yukarı uzanan plajda attığı her adımda kaslarına biraz daha fazla hükmedebiliyor, hareket ettikçe ısınıyordu. Tanrım, ısındıkça her yeri jiletlerle kesilmiş, vücuduna çiviler çakılmış, damarlarında dolaşan kan değil de asitmiş gibi inanılmaz bir acı duymaya başladı. Nefes almaya konsantre oldu, her nefesi sayıyordu. Bir sonrakine odaklan. Beş kez daha. Yirmiye kadar pes etme. Kahretsin, nefes al.

Okyanusun parçalayıp minik çakıl taşları haline getirdiği kayaları hâlâ büyük olanlar, rüzgar almayan tarafları yosunla kaplanmış yayvan taşlar ve onların aralarında bulunan, içlerinde dikenli şeylerin olduğu koyu renk su birikintileri izliyordu. Tepeye ulaşana kadar sendeleyerek bir kayadan diğerine geçti.

Daha önce hiç görmediği kadar ıssız ve harap olmuş bir yerdi burası. Koyu renkli kayalar, köpürmekte olan deniz ve yalnızca, uçuşan kuşların renklendirdiği bir gökyüzü. Hayır. Bir dakika.

Gözlerini kırptı ve odaklanmaya çalıştı. İki silik iz, kutu şeklinde renkli bir lekeye doğru gidiyordu. Bir araba. Bacaklarına kramp giriyor, nefesi yavaşlıyordu. Ciğerlerini zorlaşa da olmadı. Yeteri kadar. Hava Titremeye başladı. Kötüye işaret. Ayağı takıldı ve düştü. Birkaç santim ilerisinde, böceklerin neden olduğu beneklerle dolu açık renk otlar vardı. Zemin o kadar da kötü değildi, yumuşak bile sayılabilir. Rahatla. Gidebilirsin.

Hayır.

Emekle. Aşınmış dirsekler. Dizler. Moraran kollar. Böğürtlenler, mavi deniz, mavi gözler.

Otomobilin bagajına ulaştı ve kendini yukarı çekti. Metalin soğukluğu yakıcıydı. Sürünerek kapıya gitti ve kaskatı kesilmiş parmaklarıyla kapının kolunu tutmayı başardı.

Lütfen.

Kapı açıldı. Bir manevrayla içeri doğru atıldı ve kendini deri kokusunun ortasında buldu. Bacakları hareket etmediğinden, kollan yardımıyla onlan tek tek kaldınp içeri aldı. Cilalanmış kolu tutarak kapıyı kapattı ve rüzgarın uğultusu dindi.

Anahtarın olması gerektiği yerde bir düğme vardı. Bastı, olmadı. Bir kez daha denedi ve araba çalıştı.

Adam, ısıtıcıyı son kademeye getirerek koltuğa gömüldü.

*

Sonunda yumuşak bir yer. Ilık hava vücudunu sızlatıp karıncalandırdı ve nihayet rahatladı. Bir süre kafasını arkaya yaslayıp öylece tavana baktı. Gözlerinin önünde uçuşan ve yalnızca onlara odaklanmadığı zaman görebildiği noktacıkları seyretmek hoşuna gitmişti. Nerede olduğunu, neden orada olduğunu, arabanın sahiplerini ve döndüklerinde, çıplak ve ıslak bir adamın deri koltuklarında oturduğunu görmekten memnun olup olmayacaklarını düşünmedi.

Mağarasına saklanan bir hayvan gibi koltuğa gömüldü, kapılar kilitli, sıcaklık boğucuydu.

Uzun bir süre sonra – ne kadar olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu – kendine geldiğini hissetti. Kısa bir şekerleme yapıp da uyanmış gibi ayıldı. Kelimeler ve sorular zihninde, sonbahar yapraklan gibi uçuşup duruyordu.

Benzin. Biri buydu. Benzin. Ne oldu da…

Oh. Doğruldu ve gözlerini ovuşturdu. Kasları kuvvetsiz ve halsizdi. Benzin göstergesine göre, depo nerdeyse boştu. Motoru kapattı.

Ee, neredeydi?

Araba muhteşemdi. Direksiyondaki logoya bakılırsa bir BMW. Bir uçak kadar fazla göstergesi ve ekranı vardı. Deri koltuklar, alüminyum detaylar, gösterge panelinde bir bilgisayar ekranı. Ama arabanın içi oldukça dağınıktı. Sürücü koltuğu tarafında yere atılmış çoraplar ve bir çift Nike ayakkabı; yolcu tarafındaysa haritalar, çantalar, soda şişeleri, boş efedrin1 kutuları, benzin fişleri, yırtık bir Amerika yol haritası ve içinde yalnızca bir parmak kadar kalmış bir Jack Daniel’s şişesi vardı.

Merhaba.

Viskiyi açtı ve kalanın yansını tek yudumda içti. İçkinin boğazını yakarken yarattığı his harikaydı.

Şimdi güvende olmanın rahatlığıyla inceleyince, etrafın kendine has bir güzelliği olduğunun farkına vardı. Yine de oldukça boş ve kimsesiz bir yerdi. Arabanın park edildiği dar yolda hiçbir yönde insana ait bir belirti yoktu. Arabaya bindiği andan itibaren, bilinci ara ara kapansa da, kimseyi görmemişti.

Öyleyse…

Buraya nasıl gelmişti?

Bu lanet yer de neresiydi ve burada ne işi vardı?

Sakin ol. Panik yapma. Sadece neler olduğunu düşün. Nasıl oldu da buraya geldin. Sen… Sen…

Hiçbir şey hatırlamadı.

Gözlerini sımsıkı kapattı, sonra yine açtı.

Hiçbir şey değişmemişti. İçiyor muydu? Uyuşturucu mu almıştı? Hatırlamaya çalış. Şeydeydin…

Şeyde…

Bazı zamanlar değişik yerlerde, mesela bir arkadaşının karanlık oturma odasında ya da bir otelde uyanıp da afyonu patlayana kadar her şeyin otomatiğe alındığı, panik ve korku içinde, durumun netleşmesini ve normale dönmesini tetikte beklediği o korkunç anlar gibiydi. Ama hep geçerdi. Geçer, nerede olduğunu ve oraya neden gittiğini hatırlardı.

Değil mi?

Viskiyi bırakıp direksiyonu iki eliyle sıkıca kavradı. Odaklan.

Odaklan!

Dışarıdan rüzgarın sesi geliyordu. Ağaçlar sanki yanıyor, kapkara izler sarı ve turuncu renkteki bir avuç inatçı yapraktan oluşan devasa bacaklara uzanır gibi görünüyorlardı, son kıvılcımlar.

Tamam. Bir şey olmuş olmalı. Hipotermiden kaynaklanan bir etki, bir tür şok. Hiç zorlama. Ağır ağır düşün. Tatlılıkla çöz. Gözünün önündeki benekler gibi, bunu da tam önüne çekip netleştiremezsin. Etrafından dolaş.

Beynin çalışıyor gibi görünüyor. Kullan onu. Nerdesin?

Kayalık bir plaj. Soğuk. Dudaklarındaki tuzu tadabiliyor, bunun bir okyanus olduğunu biliyordu. Ama hangisi?

Soru çılgınca görünse de üstüne gitmeye devam etti. Bir başladı mı arkası çorap söküğü gibi gelirdi nasılsa. Otomobilin saati 7:42’yi gösteriyordu. Güneş dalgaların üzerinde gri bir gölgeden ibaretti fakat biraz öncekinden daha yüksekti. Bu, sabah olduğunu, o yönün doğu ve okyanusun da Atlantik olduğunu gösterir. Tabii hâlâ Amerika Birleşik Devletleri’ndeyse. Evet, yol haritası.

Tamam, burası Atlantik. Soğuk, kayalık ve her yerde yerleşim yok. Maine, belki?

Neden olmasın? Buradan ilerle. “Burası Maine.” Sesi çatladı, öksürdü ve devam etti. “Bir BMW’deyim ve hâlâ sabah.”

Değişiklik yok.

Bardak tutucuda, buruşturulmuş bir banka zarfı duruyordu. İçindeyse, yüklü miktarda yüzlüğe denk olacak kadar bir yığın yirmilik vardı. Zarfın altında paslanmaz çelik bir Rolex Dayton olduğu anlaşılan gümüş bir şey. Güzel saat. Oldukça güzel.

Başka? Uzanıp torpidoyu açtı. Baktı. Kullanma kılavuzu, bir BMW anahtan, üç tükenmez kalem, bir kutu naneli şeker, kapalı bir kutu efedrin ve büyük, siyah bir silah. Yarı otomatik. Nasıl olur da bunu bilip plajda uyanmadan önce nerede olduğunu hatırlayamazdı? Ya da daha kötüsü, kendi…

Dur. Düşünme. Yüzleşmezsen belki doğru olmaktan da çıkar.

Bagaj.

Dışarı çıktı. Rüzgar çıplak vücudunu döverken tüyleri diken diken oldu. Kan içindeki ayaklarıyla yavaşça, arabanın arkasına doğru ilerledi.

Bagajda bir ceset olabilir miydi? Elleri kelepçelenmiş ve başından vurulmuş ya da saçları ve botları dışarıda kalmış bir şekilde halıya sanlı bir ceset.

Hayır. Yalnızca birkaç elektrik kablosu ve üzerinde kırmızı beyaz bir dart tahtası resmi olan bir alışveriş poşeti. Poşeti açtı. İçinde tasarım bir kot pantolon, koltuk altları sararmış beyaz bir atlet, buruşuk bir boxer, top haline getirilmiş çoraplar. Birinin çamaşırları.

Tekrar etrafa bakındı. Başka bir seçeneği yoktu.

İç çamaşınnı şöyle bir silkeleyip giydi. Pantolon yumuşak ve eskitilmişti, pahalı görünüyordu. Target için fazla şıktı. Ve kirli. Belki de Target’ın tarzında bir değişiklik olmuştu. Tişörtü üzerine geçirip bagajı kapattı. Yeniden arabaya bindi. İçerideki hava harikaydı, sıcaklık insanı anında sarıyordu. Ayakkabıları giyerken havaya ekşi bir ayak kokusu yayıldı.

Sonra oturup pencereden dışarı baktı.

Kırmızı beyaz dart tahtasının Target’ın logosu olduğunu nerden bilmişti? Saatin Rolex olduğunu? Ya da Jack Daniel’s’ın bir viski olduğunu ve viskiyi sevdiğini?

Nasıl olup da uzaktan kumandalı BMW anahtarının arabayı çalıştıracağını, Maine’in kuzeydoğuda olduğunu, hipotermi semptomlarını, bir tomar yirmiliğe bakıp ne kadar edeceğini bilebiliyor ama kahretsin ki adını hatırlayamıyordu?

Silaha dokunmamaya dikkat ederek torpidodaki kullanma kılavuzunu aldı. Kitapçık siyah deri bir kılıftaydı. Kapağın altında, ikisi de Daniel Hayes adına, 6723 Wandermere Yolu, Malibu, California adresine kayıtlı olan sigorta belgeleri ve ruhsat vardı.

Arabadan çıkıp arka tarafa doğru yürüdü. Plaka California’ya aitti.

Kim doksan bin dolarlık bir arabayı, anahtarlarını da torpido gözünde bırakarak terk eder? Hem de böyle ıssız bir yerde?

Ve kıyafetler. Ayakkabılar ayağına uymuştu ve pantolon tanıdık geliyordu.

Daniel Hayes olduğunu düşünmek bir başlangıç olabilir. Dene hadi, tıpkı pantolon gibi.

Daniel arabaya bindi, saatini bileğine taktı ve arabayı çalıştırdı.

*

İzler toprak bir yola çıkıyordu, o da taş döşeli, diğerinden yalnızca biraz daha az engebeli olan bir yola. Sonunda iki şeritli, kuzeye doğru Machias’a, güneye doğru Ellsworth’e giden, asfalt US-1 yoluna çıktı. Arabayı kenara çekip etrafı izlemeye koyuldu. Güneye doğru giden eski bir pikap geçti, bir dakika kadar sonra da kuzeye giden bir Civic.

“Hayat devam ediyor,” dedi ve histerik bir şekilde güldü. Hep böyle kendi kendine konuşur muydu?

Belki. Belki şişe kapaklarını çiğnerdin. Belki cücelere tecavüz ediyor, belki de gizli bir devlet örgütü için adam öldürüyordun…

Otoyola çıktı ve güneye doğru yola koyuldu.

Gökyüzü yavaş yavaş açılıyor fakat gri bulutlar gitmek yerine berrak bir maviyle birbirlerinden ayrılan yoğun kümelere dönüşüyorlardı. BMW dışarıdaki dünyayı önemsiz bir vızıltı haline getiriyordu. Gözlerinin kuruduğunu, ellerinin ve başının ağırlaştığını hissetti. Ama “MAİNE” plakalı araçları görmek keyfini yerine getirmişti.

Demek ki aklını kaybetmemiş sadece biraz kafası karışmıştı.

İlk bilinçli hareketinin araba çalmak olmadığını varsayar ve sigortanın süresinin de hâlâ dolmadığını düşünürsek yaklaşık 5000 kilometre araba kullanmış demekti. Kalbini durduracak kadar soğuk bir okyanusta yüzmenin takip ettiği bir 5000 kilometre. Neden?

Daniel gözlerini ovuşturdu, elleri buz gibiydi. Gözlerini zar zor açık tutuyor, bir otel bulup bir hafta uyusa ancak kendine gelecek gibi hissediyordu. Uyandığında her şey daha iyi olacaktı hem. Belki o zaman kim olduğunu…

Bunu kabul etme. Yoksa delirebilirsin.

…burada ne yaptığım hatırlayabilir, kafasını toplamaya başlayabilirdi.

Yanından geçtiği küçük bir kasabaya göz atınca dış cephelerine kaplama yapılmış evler ve çökmek üzere olan bir kilise gördü. Bir kız gidonundan flamalar sarkan bisikletini sürüyordu. Banketler, kasaba merkezi, VFW2 ve bir Friday Fish Fry3. 1,5 km sonra diğer tarafta, otoyolun kenarında bulunan Pines Motel adında alçak, tuğladan yapılma bir

————

1     Bronş genişlelici olarak astım ve kronik bronşitle, damar daraltıcı olarak ani tansiyon düşmelerinin görüldüğü özellikle spiral anestezi altındaki hastalarda kullanılan sempatomimetik etkili bir ilaç. (Ed. N)
2     Veterans of Foreign Wars: Savaşa katılmış askerler için kullanılan bir kısaltma. (Çev.N.)
3     Kızarmış balık Ürünleri satan bir restoran. (Çev.N.)

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıAkıl Labirenti
  • Sayfa Sayısı440
  • YazarMarcus Sakey
  • ÇevirmenDilan Toplu
  • ISBN9786054629183
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviKoridor Yayıncılık / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Hercai ~ Mary Jo PutneyHercai

    Hercai

    Mary Jo Putney

    Bir centilmen borcunu ödemek için gerekirse hayatını bile verir… Grey Sommers, asıl adıyla Lord Wyndham, çekiciliği sayesinde çözemediği bir sorunla hiç karşılaşmamıştır. Fakat Fransa’da...

  2. Epepe ~ Ferenc KarinthyEpepe

    Epepe

    Ferenc Karinthy

    Macar yazar Ferenc Karinthy’nin başyapıtı kabul edilen Epepe bilinmeyen bir dil ve kültürde kaybolan bir dilbilimcinin hikâyesini anlatıyor. Helsinki Dilbilim Kongresi’ne katılmak üzere uçağa...

  3. Malte Laurids Brigge’nin Notları ~ Rainer Maria RilkeMalte Laurids Brigge’nin Notları

    Malte Laurids Brigge’nin Notları

    Rainer Maria Rilke

    Malte Laurids Brigge’nin Notları hem büyük bir şairin iç dünyasına yolculuk, hem derinlikli edebiyat. Malte Laurids Brigge’nin Notları, her ne kadar kendisi “düzyazı” demeyi...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur