Hayal âleminde yaşayanlar, kendisini her şeyin suçlusu olarak görenler, toplumsal rolleriyle barışamayan kadınlar ve erkekler, çıkış yolunu aşkta bulanlar. Hepsi aramızda. Cesaretimizi toplayabilirsek göz göze geleceğiz.
Aslında Her Şey Yolunda’da kendisiyle uzlaşamayan, toplumla uyuşamayanların Ankara sokaklarından Ege kasabalarına, şehrin göbeğinden dağ köylerine yolculuklarına tanıklık ediyoruz. Bazen rast makamından, bazen eski bir rock şarkısı eşliğinde hep yapılması gerekeni yaparken kişiliklerinden kaybettikleri parçanın peşine düşüyor, kendilerini avutuyorlar ama aslında her şey yolunda.
*
KOCAMIN GÜNEŞİ TERAZİ BURCUNDA
Dolunayın etkilerini hafifletmek için yüz sekiz kez tekrar etmem gerekiyor. Om chandraya namaha. Hecelerin yaydığı titreşimleri önce dudaklarımda sonra organlarımda hissetmeliyim. Mümkünse gözlerimi kapamalı ve sese odaklanmalıyım. Ay’ın yarattığı duygu karışıklıklarını atlatmamı, dengeye gelmemi sağlayacak.
Uzun süredir negatif enerjiye maruz kalıyorum, hem oğlum için endişeliyim hem de… on ikinci evimdeki Satürn’ün Neptün’le yaptığı kare açı… beni iyice insanlardan uzaklaştırdı, kafam allak bullak. İç dünyama döndüm. Kurtulmak için kendimle hesaplaşmam, geçmişe veda etmem gerek. Erteledikçe geçmiş hayatımdan getirdiğim kaçış karması beni iyice aşağı çekiyor. Hak ettim. Her şeyin suçlusu benim. Doğum haritasının kusursuzluğu onun suçu olamaz. Yaktığım adaçayı elimde, mantrayı tekrar ederken yatak odasından başlayıp bütün odaları gezdim.
Arkası örümcek ağına benzeyen mavi beyaz tarot destesini kitaplıktan aldım, karıştırdım. Üç kart seçtim, benim, onun ve kocam için. Ters çevirdiğim kartlara dokunup tek tek enerjilerini hissetmeye çalıştım. İlk seçtiğim kocaminki, Kılıç Yedilisi. Onun için destedeki en anlamlı kart. Kılıçların ikisi toprağa saplı, beşini elinde tutuyor. Uzak mesafeden bile olsa kılıçlarını saplamaya hazır.
Onun için seçtiğim ikinci kartı önüme alıp sağ elimi üstüne sol elimi kalbime koydum. On yaşındaydık, henüz yatılı okul sınavlarına girmemiştik. Urla’da her gün okul dönüşünde aynı bağa dalardık. Bu defa yakalanmıştık. Tarla sahibi kadının attığı taş bacağıma isabet etmiş, yere düşmüştüm. Geri dönmeye mecbur değildi. Dönerse ikimiz de yakalanırdık ama döndü. Bir yandan bana doğru koşuyor beri yandan yerden topladığı taşları kadına fırlatıyordu. “Ne olmuş be iki dal üzüm yediysek. Cimri kadın. Paylaşmayı bilmez misin sen!” O günden sonra birbirimize söz vermiştik. “Anca beraber, kanca beraber.” Sol ellerimiz kalplerimizin üstünde, sağ ellerimiz makine dişlileri gibi kenetlenmişken. “Ölüm bizi ayırana dek.” Avuçlarımızdaki yaprakları birbirine sürttük, tükürüklerimizle ıslattık. O koluna Nesrin yazdı, ben Tuba.
Elimi kartın üstünden kaldırdım. İki kulenin arasında, elleri arkalarında kenetlenmiş kadınlar gözyaşından şifalanmak için Ay’a bakıyor. Ay kartı. Dünyanın her yerinde, her yorumcuya göre aldatma demek. Başka ne bekliyordum ki.
Sıkıntı içimden taştı, evi doldurdu. Camları kırıp geçecek, sokaklardan caddelere önüne kattığı canlı cansız ne varsa bir çamur yığınına bırakmak üzere sürükleyecek. Her şeyi biliyorum. Maalesef harekete geçemiyorum. Güneş taşı kolyemi terli boynumdan çıkarıp bileğime sardım. Nabzımin üstüne. Bir göz kırpışı süresince sahneler geçti gözümün önünden. Kol kola alışveriş merkezinden çıkıyorlar. Kocamın huzursuz tarçın kokusuna zıt, beline kadar uzattığı dalgalı saçlarından gelen uçuş uçuş vanilya kokusu. Adım attıkça dans ediyor adeta. Bedeni her an partnerinin kolları arasında doksan derece geriye sarkmaya hazır, vals yapan bir kadın gibi esnek. Benim adımlarımsa Flamenko yapan bir kadınınkine benziyor, aceleci, öfkeli.
“Hayda, senin dersin yok muydu Nesrin? Nereden çıktın sen? Biz de Onur’la sana doğum günü hediyesi bakıyorduk. Tüh yakalandık.” Güldü. Bu onları ilk kez beraber görüşümdü.
“Her şeyi berbat ettin ya. Sana sürpriz yapacaktık.”
İnanmıştım. Yedinci evimi kesen terazi burcuma güveniyordum. Evliliğim sağlam temeller üzerine kuruluydu. Farklıydık ama birbirimizi tamamlıyorduk. Dengeli bir ilişkimiz vardı. Sürprizi bozduğum için neredeyse onlardan özür dileyecektim.
Astroloğumun da Ay’ı balıkta. Spiritüel dünyayla kurduğu bağ, aramızdaki bağ, doğum haritalarımızdaki benzerlik yüzünden. Telefonun çalışını duyduğumda onun aradığını biliyordum. Kendi kartımı açmadan bıraktım.
“Rüyamda gördüm sizi. Kış desem değil, güz desem daha soğuk. Dağ başı, ıpıssız bir yer. Uğultu, fırtına, koşturan yabani hayvanlar arasında sizi gördüm Mert’le. Kocana bakınıyorum, yok. Oğlunla yanan evden çıkıyorsunuz el ele.”
Telefonu masanın üstüne koyup hoparlörü açtım. Ondan gelecek kehaneti bekliyordum. Gözlerimi kapadım.
“Alevler bir canavarın elleri gibi size uzanıyor, kaçıyorsunuz. Bir daha ellerini uzatıyor, yine kaçıyorsunuz. Oh diyorum, neyse kurtuldular. Bir ferahlık kaplıyor içimi. Sonra koca bir ormanda yürümeye başlıyorsunuz. Önünüzden ağaçlar tek tek çekiliyor, ayaklarınızın altında bulutlar. Bir bulutun ucundan yere düşecek gibi olduğunuzda hemen öbürü yetişiyor. Buluttan buluta zıplayarak ilerliyorsunuz. Öyle karışık bir şey. İyi misiniz?”
Biliyordu. İyi olmadığımı, sona yaklaştığımızı. “Kocana sahip ol,” demişti iki yıl önce. “Hep beklemediğimiz anlarda ummadığımız kişilerden… Oğlana da dikkat et, ateş elementi yüksek. Kazaya belaya açık olur.”
Musluğu açıp sigaramı söndürdüm, havlu kâğıda sarıp tezgâhtaki plastik çöp kutusuna attım. “Bizim gibi sezgileri güçlü insanlar enerjileri hissedebilir,” demişti astroloğum. Kulaklarımı kapamam işe yaramadı. Mutfak masasında duran bulmaca gözüme çarptı. Yukarıdan aşağıya dört harf. Orkestralardaki en kalın sesli üflemeli bakır çalgı. Tuba. Boşluğu doldurdum.
Kızamazdım ona. Tek arkadaşımdı, en yakın arkadaşımdı. İlkokulda kalemlerimizi, ortaokulda kopyalarımızı, lisede ilk aşkın gözyaşlarını, üniversitede Winamp şarkılarımızı paylaşmıştık. Şimdi de kocamı paylaşıyorduk.
Onunla arkadaşlığımız dışarıdan tuhaf karşılanırdı. Ben saklanmayı seçmişken o kendini uluorta göstermekten çekinmezdi. Ortaokulda gömleğinin üstten iki düğmesi açık tek kızdı. Erken büyüyen memelerinin arasındaki çizgi içeride neler olabileceğine ilişkin hem bir gizem hem bir vaat taşırdı. Erkeklerle ilişkilerindeki rahatlığı onu çekici kılıyordu. Venüs’ün güçlü enerjisiyle donatılması kendi suçu değildi.
Bütün camların kapalı olduğundan emin olduktan sonra balkon kapısının altındaki beyaz havluyu düzeltip tekrar yerine koydum. Uğuldayan rüzgârın sesi kesilmedi. Mert’in odasını dinledim, ses oradan da gelmiyordu.
Ortaparmağımdaki nasırı başparmağımla okşadım, hayatım boyunca severek yaptığım en önemli şeyin izi. Okuduğum kitapların sevdiğim bölümlerinin altını çizmek, dizeler ve alıntılarla defterleri doldurmak astrolojiyle tanışmadan önce beni ben yapan şeydi.
Kitaplar sayesinde kendime saklanacak bir yer bulmuştum, iki araştırma görevlisiyle paylaştığım odadaki küçük masamı. Doktora tezine kadar idare etmiştim ama iş yeterlilik sınavına gelince o kadar da yeterli olmadığımı fark ettiler.
Jüri çıkışında beni bekliyorlardı. Aşık suratımı görünce ikisinin adına kocam konuştu. “Dedik sana, daha sıradan, daha kolay bir konu bul diye. Dinlemedin ki. Neydi o? Ses ve anlam ilişkilerinin…”
“Sözcüklerin oluşma sürecinde seslerin etkileri,” diye tamamladım.
“Adı önemli değil de içerik biraz alan dışı gibi gelmişti bana da,” dedi Tuba.
Tez konumu düşünmek kolay, anlatmak zordu. Ama asıl sorun ilerletilmiş haritamda, kariyer evimde beliren. Şiron’du. On beş gün boyunca orada kalacaktı. Savunmamın tarihini değiştirebilseydim böyle olmazdı.
Tekrar anlatmaya çalıştım. “Bazı sözcükler anlamlarıyla uyumlu harflerden oluşur. Yorgunum mesela. O ve u sesleri içine kapanmayı, çaresizlikten ellerini açmış Allah’a dua eden bir kadını hatırlatmıyor mu? Sondaki m sesi de çaresizliği. Sözcüğün kendisi mahpus birinin çaresizliğiyle baş başa bırakıyor insanı. Sembollerin çağrıştırdığı kavramları bir ben mi görüyorum allah aşkına?”
Ağlarken gülerken, yenilirken yenerken, Onur’la tanıştığımızda, evlendiğimizde, doğumda hastane odasında… onun içinde olmadığı tek anım yoktu. Ne zaman düşsem onun elini aradım, onun düştüğünü hiç hatırlamıyorum.
Hep popülerdi, hep aranan insandı, her zaman meşguldü ama benim için zaman yaratırdı.
Her şey doğumdan sonra değişmeye başladı. Ben lohusalıkla, Mert’in sorunlarıyla uğraşırken ikisini birbirine itmiş olmalıyım, bilmiyorum. Belki de babasını küçük yaşta kaybeden kadınların baba olan erkeklere çekilmesi gibi basit bir şey yaşadıkları. Bunların hepsi birer ihtimal, kesin olansa Tuba’nın her zaman en iyisine sahip olduğu ve kocamin seçenekler içinde en iyisi olmadığı.
Bu kadar sessizlik hayra alamet sayılmazdı. Kapı aralığından izlemeye başladım. Mert’in gözleri akvaryumdaki Axel* ve aynadaki kendi görüntüsü arasında gidip geliyor. Axel de yerleştiği çukura sığamamış iki bilye gibi görünen pörtlek gözleriyle Mert’e bakıyor. Başının yanından çıkan pembe yüzgeçleri ve sürekli gülümser görünen yüzüyle sevimli görünüyor. Mert Axel’in yüzündeki gülümsemeyi taklit etmeye çalıştı. İki eliyle dudak kenarlarını tutup yukarı kaldırdı. Yanakları tombullaştı ama Axel gibi gülümseyemedi. Memnuniyetsizliğini belli eden bir hırıltı çıkardı.
Kapıda beklediğimi fark etti. Gözleri yerde, başıyla mutfağı işaret etti. Ocakta kaynayan çaydanlığı unutmuştum. Üç kere sağ işaretparmağını salladı. Aynı parmağıyla kulağını tıkadı. Sesten korkmuştu. “Rahatsız mı oldun oğlum? Hemen kapıyorum altını.”
Astroloğumu Mert doğmadan önce tanısaydım ne yapardım bilmiyorum. İlk kez doğum haritama baktığında, “Sizin çocuğunuz,” deyip beklemişti, “farklı enerjilere sahip olabilir.” İki yaşına gelmeden otizm teşhisi konduğunu anlattım. “Onu kastetmedim,” dedi. “Sosyal alanda eksik kala-
*Julio Cortázar’ın “Axolotl” adlı öyküsünden esinlenerek.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıAslında Her Şey Yolunda
- Sayfa Sayısı128
- YazarDuygu Terim
- ISBN9786256469167
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviNotos Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tüfekle Vurulacak Şeyler ~ Vuslat Çamkerten
Tüfekle Vurulacak Şeyler
Vuslat Çamkerten
“O zamanki karmaşa, o zamanki keder, ihtiras, acılar, pişmanlıklar, bunların hepsi önce basit birer et acısına ve sonra morluğa dönüştü, en sonunda da bedenimin...
- Puslu Gri Parlak Sarı ~ Yapıncak Gürerk
Puslu Gri Parlak Sarı
Yapıncak Gürerk
Yapıncak Gürerk farklı disiplinlerden süzdüğü sanatsal dilleri Puslu Gri Parlak Sarı’da yazıyla buluşturuyor. Duygularını müzikle, dansla, sanatla dışavuran, sanatla iyileşen, sanat aracılığıyla hayatla yüzleşen...
- Eylül’ü Beş Geçe ~ Cezmi Ancil
Eylül’ü Beş Geçe
Cezmi Ancil
” 12 Eylül karanlığında mizah mümkün mü? Cezmi Ancil daha önce yayınlanan ” Binbaşının Düdüğü” adlı kitabı ile bunun mümkün olduğunu kanıtlamıştı. ” Eylül’ü...