Ateşle Yaklaşma, Kadire Bozkurt’un ilk iki kitabı Küçük Dertler ile Bir Kalbin Boyutları’nı bir araya getiriyor. Üçüncü öykü kitabı Buzkandilleri’nin hak ettiği büyük ilgiden sonra Ateşle Yaklaşma da Kadire Bozkurt’un daha baştan ne denli yetkin, olgun bir öykü dili oluşturduğunu gösteriyor.
Bu öykülerde acıyı, umutsuzluğu, şiddeti içselleştirmiş hayatlar var. Sıradan, küçük dünyalarında yaşayan insanların hikâyeleri unutulmaz izler bırakıyor. Kadire Bozkurt öykücülüğümüze yeni boyutlar getirirken okuma biçimimizi zenginleştiriyor.
Tedirgin eden, insanın içine işleyen öyküleri Kadire Bozkurt’un edebiyatımız için büyük bir kazanım olduğunu gösteriyor. Ateşle Yaklaşma yüksek nitelikli anlatım biçimi ve diliyle başucumuzdan ayıramayacağımız bir mücevher kitap.
“Kadire Bozkurt anlattıkları kadar anlatımıyla da öne çıkan ve tekniğinden, dilinden mutlaka söz edilmesi gereken bir yazar. Hayatın tam içinden seçip çıkardığı öyküler minimal dili, ayrıntı ustalığı ve olabildiğince az açıklama yapıp sezgiyi okura bırakmasıyla daha da etkili oluyor.”
– Banu Yıldıran Genç
*
MARLİN
Yüzüm günbatımına dönük. Denizin üzerindeki renk cümbüşünü sığdırabildiğim iki çizgi yapıyorum gözlerimle. Dünya bu oluyor. Yüzüme vuran sıcak. Denizin şıpırtısı. Sınırlarını benim çizdiğim manzara. Puslu şehirlerde geçen ömrüme yanıyorum. Geride bıraktıklarım iyiden bulanıklaştı. Kömür kokulu, sıkışık beton yığınlarının içinde solup gitti. Özlediğim kimse yok. Gülnur geçmiş zaman parçalarında hapis.
Çayları tazeleyeyim mi?
Gözlerimi açıyorum.
İçelim mi birer tane daha, diyor Ali İsmail.
İçelim.
Bir karabatak denizin içinden yükselen beton direğe tünemiş, tüylerini kurutuyor. Kuruyana dek yine acıkacak. Yine dalacak. Akşama kadar bu böyle.
Bizden ne farkı var şu kuşun be, diyorum.
Nasıl abi?
Az konuştuğu için seviyorum Ali İsmail’i. Üniformasının omuzundaki tozu silkeliyor. Bankaya bir hırsız girsin istiyor en çok. Televizyonda, “Kahraman güvenlik görevlisi” diyecekler. Akşam haberlerinde çıkacak. O sürekli seyrettiği
Amerikan dizilerindeki gibi hırsızın kolunu bükmüş geriye. Tutuklusun ne demekti Ali, diyorum.
Yu andır erest, diyor. Gülüyoruz.
Sandalye boş mu?
Ali İsmail fırlıyor.
Tabii, buyurun. Siz zahmet etmeyin. Ben getireyim masanıza.
Karabatak, kurumaya yüz tutmuş kanat tüylerini düzeltiyor. Gözü denizde. Kalkmalı yavaştan. Kerahet vaktine kadar bir iki saat kestiririm.
Ali İsmail pantolonunu ütü çizgisinden çekmeden yığılır gibi oturuyor iskemleye. Yanakları kızarmış. Hali bir tuhaf. O zaman dönüyorum arkama. Sesin sahibine bakıyorum.
Bankada işe başladığımın haftası, ilçenin büyükbaşlarıyla içiyoruz. Durmuş’un Yeri’nde.
Yarın balığa çıkacağız, katiyetle geliyorsunuz siz de, diyor Kaymakam.
Olurdu olmazdı, denizde buluyorum kendimi sabahın kör karanlığında. Tekne kaymakamın zengin kayınbiraderinin. Yanımızda denizi avucunun içi gibi bilen Turan Reis. Hepimizde Amerikan malı alengirli oltalar. Uskumrulanı canlı canlı kancaya geçiriyor Reis, yüreğim kaldırmaz ya bir şey demiyorum.
Marlin uskumruyla kolyoza gelir, diyor Reis.
Marlin ne?
Siz de dinleyin bak, diyor Doktor İbrahim kolumdan çekerek. Rahibeli falan rezil bir fıkra anlatıyor. Küçük, seyrek dişlerini göstere göstere en çok kendisi gülüyor fikraya. En sevmediğim heriflerden. Çapsız.
Buzluktan bir bira alıp açıyorum. Rüzgâr hafif, hava şurup gibi. Bir şey oltayı kuvvetle aşağı çekiyor, can havliyle yapışıyorum.
Balık, diyorum. Reis koş.
Marlin bu, diyor.
Ali İsmail’i bunca heyecanlandıran kadına bakıyorum. İnsanın canını acıtacak kadar güzel. Ağzının kenarındaki gamzeye, rengini seçemediğim gözlerine, yanındaki yaşli hanımla konuşurken kımıldanan ellerine yakalanıyorum. Bakışı bana ilişince gözlerini eğiyor hemen, dudağının kenarında kaçamak bir gülüş belirip kayboluyor.
Doktor İbrahim var ya, onun karısı, diyor Ali İsmail. Marlin bu, diyorum.
Suları yara yara geliyor. Reise bırakmıyorum oltayı, bu balık benim. Gümüş sırtı bir batıp bir çıkıyor. Kıvranıyor. Hayatımda gördüğüm en güzel yaratık. Hiç olmadığım kadar güçlü duyuyorum kendimi, erkekliğimi. Dört kişi anca çekiyoruz tekneye. Reisin Marlin dediği, bildiğimiz Kılıçbalığı. Bir metreye yakın. Hepimiz gülüp duruyoruz. Sırtıma vuruyorlar. Kanı beyaz zemine damlıyor. Uskumrunun kancaya takılışını yüreği kaldırmayan ben, balık kucağımda, Kaymakam Bey’e poz veriyorum.
Doktor, Bir de beni çekin balıkla, diyor.
Karabatak şimşek gibi dalıyor ardımızdaki denize.
KÜÇÜK DERTLER
Örtünmem için verdikleri kumaş parçasını fırlatıp koridora çıkıyorum, kıçım ortada. Bekleme salonundaki herkes ağzı açık bakıyor. Serkan ceketini belime sarıyor, suratı kıpkırmızı. Ne yapıyorsun, delirdin mi?
Hemşire külotumla eteğimi Serkan’ın eline tutuşturup söylene söylene kliniğe dönüyor. Oracıkta giyiniyorum. Hadi çıkalım şurdan, diyorum.
Serkan peşimden koştururken, İçeride ne oldu, diye soruyor. Söylesene ne oldu?
Bahçedeki banka oturup bir sigara yakıyorum, titreyen elim sinirime dokunuyor.
Bir şey yok, diyorum. Hiçbir şey olmadı.
Serkan tepemde dikilip hastaneye bakıyor. Birilerine dayılanacağı zaman kolları iki yana açılır.
Aydın’ı arasana, diyorum. Onun çevresi geniştir. Bir muayenehane bulsun bize. Büyük, yapamayız dediler.
Aydın’la Sakarya’da buluşuyoruz. Öğlen vakti her yer tıklım tıkış. Boş bir masa görünce koşuyor Serkan. Oturuyoruz. Konuştukları beni hiç ilgilendirmiyormuş gibi etrafı seyrediyorum. Konuşan, gülen, yiyen ağızlarına bakıyorum insanların. Arılar gibi uğulduyorlar.
Serkan masanın üstündeki elimi tutuyor.
Üzülme, diyor. Düzelecek her şey.
Evet enişte, diyor Aydın telefonda. Yok, valla benim değil. Bir arkadaşın. Tamam enişte. Şimdi gidiyoruz o zaman. Muayenehanede sorulunca bir isim uyduruyorum kendime. Yaşımı büyütüp 20 yazıyorum.
Ne kadar, diye soruyor Serkan. Kredi kartıyla ödüyor. Bu kadar. Başka soru yok. Kır saçlı hemşire sırtımı sıvazlıyor.
Yirmi yaşındaki Okşan Ateş soyunuyor. Damarlarına yayılan tatlı sarhoşlukla güzel güzel konuşup kıkırdıyor. Sonuna doğru, Sıkıldım, bitsin artık, diyor. Bacaklarının arasından çıkıp gülümsüyor doktor.
Çok az kaldı, bitiyor.
Tatli herif. Üniversite hastanesindeki asistan oğlanlar gibi değil. Onlar habire parmaklarını daha derine itip gözlerinin içine bakarak. Kampüste hepsiyle karşılaşmış olmalı. Onları yine görecek. Kantinde, yemekhanede. Belki bırakır okulu. Şehri. Belki ölür.
İlaçlar sehpanın üstünde. Gece içtiğimiz biraların kokusu sinmiş odaya. Bardaklardan ağzına ruj bulaşmış olanı devrilmiş. Ağrım yok. Bacaklarımın arasında ılık bir akış. İçim bulanıyor hâlâ. Serkan fermuarlı dolaptan yorganı çıkarırken telefonum çalmaya başlıyor. Annem.
Deli oldum, diyor. Niye açmıyorsun telefonunu? Sınav vardı, diyorum.
Sabahtan beri kaçıncıya aradım, hep mi sınavdasın?
Hep, diyorum.
İyi geçti mi bari? Yurtta mısın şimdi?
İyi geçti anne. Şimdi geldim yurda.
Canın mı sıkkın senin?
Yorgunum. Banyo yapıp yatarım, sabaha bir şeyim kalmaz.
Tamam annem. Bak baban da selam söylüyor.
Beceriksizce saçımı okşuyor Serkan. Aramızda boktan bir yabancılık.
Dinlen sen, diyor. Uyu biraz.
Saatine bakıyor belli etmemeye çalışarak. Televizyonu falan açayım ister misin?
Hayır, diyorum.
Bana bakıp durmasa artık. Aydın kapıyı tıklatıp başını içeri uzatıyor.
lyi misin?
Nedense o sorunca ağlayasım geliyor. Kapıyorum gözlerimi.
Uyusun biraz, diyor Serkan.
Maç başlayacak, diye fısıldıyor Aydın.
Serkan’ın fişi çektiğini, televizyonu kucakladığını duyuyorum.
Kapı usulca kapanıyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıAteşle Yaklaşma
- Sayfa Sayısı200
- YazarKadire Bozkurt
- ISBN9786057643919
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviNotos Kitap / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kayıp Kitaplıktaki İskelet – 2 Yaşayan Ölüler ~ Aytül Akal & Mavisel Yener
Kayıp Kitaplıktaki İskelet – 2 Yaşayan Ölüler
Aytül Akal & Mavisel Yener
Mavisel Yener ve Aytül Akal’ın yayımlandığı günden bu yana on binlerce çocuk tarafından ilgiyle okunan Kayıp Kitaplıktaki İskelet kitabının sabırsızlıkla beklenen devam macerası üç yıllık bir sürenin ardından...
- Kızıl Kahkaha ~ Leonid Nikolayeviç Andreyev
Kızıl Kahkaha
Leonid Nikolayeviç Andreyev
Rus dışavurumculuğunun öncülerinden Leonid Andreyev, Kızıl Kahkaha’da savaşın dehşet vericiliğini içeriden bir gözle, derin etki bırakacak bir kesit sunarak ifade eder. İçeriğine ustalıkla uydurulmuş...
- Güz Nehri ~ John Cheever
Güz Nehri
John Cheever
“Hiçbir şeyimiz yok, hiçbir şeyimiz! Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?” Fabrikalar, işçiler, bahisler, hipodromlar, jokeyler, simsarlar, kumarbazlar, işsizler, otel odaları ve gece kulüpleri…...