Yusuf Atılgan, 68 yıllık ömründe dört kitap yayımladı – Aylak Adam 1959’da, Bodur Minareden Öte 1960’ta, Anayurt Oteli 1973’te, çocuklar için yazdığı Ekmek Elden Süt Memeden 1981’de basıldı; ölümünden sonra öyküleri tek bir ciltte toplandı, tamamlayamadığı romanıysa Canistan adıyla çıktı. Can Yayınları Atılgan’ın bütün yapıtlarını 2017’de okurlara sundu, 2018’deyse yazarın kitaplarına girmemiş yazılarını, şiirlerini, söyleşilerini ve çevirilerini Siz Rahat Yaşayasınız Diye adlı kitapta bir araya getirdi.
Bugün Yusuf Atılgan’ı Türk edebiyatının en büyük yazarlarından biri olarak kabul ediyoruz; Aylak Adam ve Anayurt Oteli de birer başyapıt olarak kanondaki yerini aldı. Ancak bu görüş birliğine hemen ulaşılmadı; kitapların değerini hemen anlayanlar vardı ama ilk aşamada tepki duyanlar, anlam veremeyenler de oldu. Bu tepkilerin ana nedeni Yusuf Atılgan’ın cinselliği ele alış biçimi olduğu kadar, şehirli ve taşralı bireyi hem kişisel alanda hem de toplumsal çerçevede kurgulayış biçimiydi. Atılgan’ın metinleri, o zamana kadar edebiyatımızda az görülmüş yenilikler barındırıyordu ve kendisinden sonraki yazarlar için ilham kaynağı olacaktı ama kitapların yayımlandığı dönemde bunun kabul edilmesi o kadar da kolay olmadı.
Cem Akaş’ın yayına hazırladığı bu hacimli derleme, kuşaklar boyunca Fethi Naci, Can Yücel, Selim İleri, Füsun Akatlı, Ahmet Oktay, Nurdan Gürbilek, Orhan Koçak, Semih Gümüş, Behçet Çelik, Faruk Duman, Murat Gülsoy ve Fatih Özgüven gibi yazarların, akademisyenlerin ve eleştirmenlerin Yusuf Atılgan’ın yapıtlarına yönelik yorum ve değerlendirmelerindeki çeşitliliği, zaman içindeki değişimleri gösterebilmeyi hedefliyor.
Atılgan – bir başvuru kaynağı ve Yusuf Atılgan okurları için bir yol arkadaşı.Yusuf Atılgan, 68 yıllık ömründe dört kitap yayımladı – Aylak Adam 1959’da, Bodur Minareden Öte 1960’ta, Anayurt Oteli 1973’te, çocuklar için yazdığı Ekmek Elden Süt Memeden 1981’de basıldı; ölümünden sonra öyküleri tek bir ciltte toplandı, tamamlayamadığı romanıysa Canistan adıyla çıktı. Can Yayınları Atılgan’ın bütün yapıtlarını 2017’de okurlara sundu, 2018’deyse yazarın kitaplarına girmemiş yazılarını, şiirlerini, söyleşilerini ve çevirilerini Siz Rahat Yaşayasınız Diye adlı kitapta bir araya getirdi.
Bugün Yusuf Atılgan’ı Türk edebiyatının en büyük yazarlarından biri olarak kabul ediyoruz; Aylak Adam ve Anayurt Oteli de birer başyapıt olarak kanondaki yerini aldı. Ancak bu görüş birliğine hemen ulaşılmadı; kitapların değerini hemen anlayanlar vardı ama ilk aşamada tepki duyanlar, anlam veremeyenler de oldu. Bu tepkilerin ana nedeni Yusuf Atılgan’ın cinselliği ele alış biçimi olduğu kadar, şehirli ve taşralı bireyi hem kişisel alanda hem de toplumsal çerçevede kurgulayış biçimiydi. Atılgan’ın metinleri, o zamana kadar edebiyatımızda az görülmüş yenilikler barındırıyordu ve kendisinden sonraki yazarlar için ilham kaynağı olacaktı ama kitapların yayımlandığı dönemde bunun kabul edilmesi o kadar da kolay olmadı.
Cem Akaş’ın yayına hazırladığı bu hacimli derleme, kuşaklar boyunca Fethi Naci, Can Yücel, Selim İleri, Füsun Akatlı, Ahmet Oktay, Nurdan Gürbilek, Orhan Koçak, Semih Gümüş, Behçet Çelik, Faruk Duman, Murat Gülsoy ve Fatih Özgüven gibi yazarların, akademisyenlerin ve eleştirmenlerin Yusuf Atılgan’ın yapıtlarına yönelik yorum ve değerlendirmelerindeki çeşitliliği, zaman içindeki değişimleri gösterebilmeyi hedefliyor.
Atılgan – bir başvuru kaynağı ve Yusuf Atılgan okurları için bir yol arkadaşı.
İçindekiler
Önsöz ……………………………………………………………………. 13
Açıkoturum ……………………………………………………………. 15
Aylak Adam
Demirtaş Ceyhun ……………………………………………….. 35
Bodur Minareden Öte
Hikmet Dizdaroğlu ……………………………………………… 39
Aylak Adam
Fethi Naci ………………………………………………………….. 44
Bir Yazarın Dünyası
Rauf Mutluay ……………………………………………………… 52
Yazık Oldu Zebercet Efendi’ye
Bedrettin Cömert ……………………………………………….. 57
Bir Roman: Yusuf Atılgan
Y. Kenan Karacanlar …………………………………………….. 67
İnsana Karşı Çıkış ve Anayurt Oteli
Mücahit Gültekin ……………………………………………….. 74
Bir Roman – Bir Eleştirmen
Selim İleri ………………………………………………………….. 79
Yabancılaşmanın Romanı
Halil Şahan ………………………………………………………… 85
Bir İletişim Çıkmazı: Zebercet
Ülker Onart ……………………………………………………….. 91
Gündelik Yaşamın Eleştirisi: Aylak Adam
Ekrem Işın ……………………………………………………….. 121
Aylak Adam ve Anayurt Oteli: Yabancılaşma mı
Yalnızlık mı.
Ertuğrul Özkök …………………………………………………. 143
Daralan Dünyalar
Füsun Akatlı …………………………………………………….. 158
İki Taşralı: Bilbaşar ve Atılgan’da Yabancılaşmış
Birey Üzerine Notlar
Ahmet Oktay ……………………………………………………. 166
Yine Zebercet: Anayurt Oteli’nde Suçluluk Suçsuzluk
İkilemi
Dr. Sevinç Özer ………………………………………………… 180
Aylak Adam’dan Anayurt Oteli’ne
Berna Moran …………………………………………………….. 193
Anayurt Oteli’nde Zebercet’in İkilemi
Kemal Bek ……………………………………………………….. 217
Bodur Minareden Öte
Mustafa Öneş …………………………………………………… 225
Anayurt Oteli: Zebercet’in Dünyası
Prof. Dr. Cengiz Güleç ……………………………………….. 234
Taşra Sıkıntısı
Nurdan Gürbilek ………………………………………………. 241
Yusuf Atılgan’ın Bitmemiş Son Romanı Canistan
Behçet Çelik …………………………………………………….. 271
Yusuf Atılgan’a Doğru “Yaşanmazdaki Yaşam”
Gökhan Tunç ……………………………………………………. 280
Yusuf Atılgan’ın Dünyamızdaki Yeri
Semih Gümüş …………………………………………………… 288
Yusuf Atılgan’ın Kişileri, C. ile Zebercet
Faruk Duman ……………………………………………………. 291
Aylak Adam ve Anayurt Oteli’nde Rastlantıların ve
Simgelerin İşlevi
İnan Çetin ………………………………………………………… 295
Küçük Yağmacının Otomobil Sevdası
Murat Gülsoy …………………………………………………… 301
Hastalığı İyileştirmenin Bir Bedeli Vardır:
Atılgan’ın Öfkesi
Oylum Yılmaz ………………………………………………….. 315
Tutkulu Okurlar Cemiyeti / Yusuf Atılgan’ı Okumak
Tuğba Doğan ……………………………………………………. 323
Aylak Adam’la Yürüyüş
Fatih Özgüven ………………………………………………….. 331
Atılgan’da “Asılanlar”
Hilmi Tezgör …………………………………………………….. 338
Aşk ve Profanlaşma: Bir Anayurt Oteli Konaklaması
Yüce Aydoğan …………………………………………………… 347
Taşralı Bir Aylak: Yusuf Atılgan
Ekrem Işın ……………………………………………………….. 366
Yusuf Atılgan Bıyığı
Çağlayan Çevik …………………………………………………. 374
“Öte”deki Öyküler
Alper Beşe ……………………………………………………….. 381
Yusuf Atılgan’ın “Kaçışsız” Dünyasındaki Israrlı
Tekrarlar Ne Anlatır?
Jale Özata Dirlikyapan ……………………………………….. 388
“Arzunun O Belirsiz Nesnesi”
Orhan Koçak ……………………………………………………. 396
Defterimde Yusuf Atılgan
Selim İleri ………………………………………………………… 454
ÖNSÖZ
Yusuf Atılgan, 68 yıllık ömründe dört kitap yayımladı – Aylak Adam 1959’da, Bodur Minareden Öte 1960’ta, Anayurt Oteli 1973’te, çocuklar için yazdığı Ekmek Elden Süt Memeden 1981’de basıldı; ölümünden sonra öyküleri tek bir ciltte toplandı, tamamlayamadığı romanıysa Canistan adıyla çıktı. Can Yayınları Atılgan’ın bütün yapıtlarını 2017’de okurlara sundu, 2018’deyse yazarın kitaplarına girmemiş yazılarını, şiirlerini, söyleşilerini ve çevirilerini Siz Rahat Yaşayasınız Diye adlı kitapta bir araya getirdi.
Üretken denemeyecek bir yazardı Yusuf Atılgan ama Türk edebiyatı ve okuru üzerinde çok büyük ve günümüzde hala süren bir etkisi oldu. Bu cildin hazırlanma nedeni de elbette bu etki – 1959’da İlhan Başgöz, Can Yücel, M. Sunullah Arısoy ve Fethi Naci’nin katılımıyla Aylak Adam’ın tartışıldığı yuvarlak masa söyleşisinden bugüne dek yazılmış onlarca yazı, bu etkiyi tartmaya, analiz etmeye, Cumhuriyet döneminin edebi üretimi içinde bir yere oturtmaya çalışageldi.
Bugün Yusuf Atılgan’ı Türk edebiyatının en büyük yazarlarından biri olarak kabul ediyoruz; Aylak Adam ve Anayurt Oteli de birer başyapıt olarak kanondaki yerini aldı. Ancak ilerleyen sayfalarda da görüleceği gibi, bu görüş birliğine hemen ulaşılmadı; kitapların değerini hemen anlayanlar olduğu kadar, ilk aşamada tepki duyanlar, anlam veremeyenler de oldu. Bu tepkilerin ana nedeni Yusuf Atılgan’ın özellikle Anayurt Oteli’nde erkek cinselliğini ele alış biçimiydi; bu cinselliğin edebi alan içindeki temsili önceleri aykırı ve “edepsiz” bulundu, Atılgan’ın yaklaşımının ve dilinin sanatsal değeri sorgulandı. Bugün bu kitaplarda cinselliğin kullanımı sadece edebiyatımız için bir dönüm noktası olarak görülmekle kalmıyor, queer kuramı çerçevesinde yeniden değerlendiriliyor.
Tepkilerin bir başka nedeniyse Atılgan’ın şehirli ve taşralı bireyi hem kişisel alanda hem de toplumsal çerçevede kurgulayış biçimiydi. Bu açıdan da Atılgan’ın metinleri, o zamana kadar edebiyatımızda az görülmüş yenilikler barındırıyordu ve kendisinden sonraki yazarlar için ilham kaynağı olacaktı ama kitapların yayımlandığı dönemde bunun kabul edilmesi o kadar da kolay olmadı.
Bu hacimli derleme, kuşaklar boyunca başka yazarların, akademisyenlerin ve eleştirmenlerin Yusuf Atılgan’ın yapıtlarına yönelik yorum ve değerlendirmelerindeki çeşitliliği, zaman içindeki değişimleri gösterebilmeyi hedefliyor. Yine de bir bu kadar yazının dışarıda kaldığını söylemem gerekir; bu zor seçimi yaparken bir yandan sözünü ettiğim çeşitliliği sağlamaya çalıştım; dolayısıyla benzer değerlendirmelerin bir bölümünü elemem gerekti, bir yandan da kişisel okuma notları kıvamında, öznellik dolu daha yüksek yazıları çok gerekli olmadıkça dahil etmedim. Özellikle eski yazılarda, dönemin ve yazarının yayın özelliklerine bağlı kalındığını da belirtmek isterim.
Bu haliyle Atılgan, Yusuf Atılgan’ın edebi veriminin yaklaşık 60 yıllık bir zaman dilimi içinde nasıl tartışıldığını derli toplu bir biçimde sunmaya çalışan bir başvuru kitabı niteliği taşıyor. Bu alanda bundan sonra yapılacak çalışmalar için bir kaynak olduğu kadar, edebiyat dünyamızın evrilişini izlemek ve Atılgan’ın yapıtına farklı giriş kapıları bulmak isteyen edebiyat okuru için de bir yol arkadaşı olmasını diliyorum.
Cem Akaş
İstanbul, 2024
AÇIKOTURUM
Nisan ayının açıkoturumu 19 Nisan 1959 Pazar günü, Dost dergisi yazıhanesinde yapıldı. Suut Kemal Yetkin, bayram tatilinde Sivas’a yaptığı geziden hasta döndüğü için, Muhtar Körükçü’nün de mazereti olduğundan gelememişlerdi. Oturum, İlhan Başgöz, Can Yücel, Sunullah Arısoy, Fethi Naci’nin katılması ile yapıldı. Oturumu Salim Şengil açtı. Gelen arkadaşlara teşekkür etti. Konuşma, başlayamamaktan doğan bir-iki sessizlik ânı ve gülüşmelerden sonra açıldı.
İLHAN BAŞGÖZ: Hadi konuşalım.
SUNULLAH ARISOY: Evet.
FETHİ NACİ: Konuşalım. Çok geciktik zaten. Öğle oldu. Fenerbahçe’nin maçına yetişemiyeceğim diye korkuyorum.
CAN YÜCEL: (Fethi Naci’ye) Hadi sen yazı yazdın, gene sen başla.
F.N.: Yo reis, iş yok onda! Ben konuşmaya başlayınca kitabı bırakıp bana yükleniyorlar. Ben de bütün söyliyeceğimi bitirmiş gibi susup kalıyorum. Bu defa da başkaları başlasın konuşmaya.
(Bu şuna benziyor diye başlandı, konu dağıldı.)
C.Y.: Şimdi ne diyelim!
F.N.: Romanın biçimi üzerinde konuşmaya başlayalım isterseniz.
C.Y.: Ben, bu romanın senin anladığın yolda (Fethi Naci, Aylak Adam için P.P.’de bir yazı yayımlamıştı) bir sosyal davranışın incelenmesinden çok, psikolojik bir çözümleme olduğu kanısındayım. Kahramanı da yolunu bulmamış aydın gençliğin tipik bir örneği olmaktan çok, cinsel refulmanlar içinde kıvranan maraz bir genç adam. Bu bir çeşit gençlik çağı romanı. “Aydın adam bunalımı” diye tanımlayacağımız ve bir noktada toplumsallaşan ruh halini ele almaktan çok uzak bu roman. Zaten böyle bir şey anlatmak istediğini de sanmıyorum yazarın.
F.N.: Bence aksine. Genç adam romanı, doğru. Ama sıkıntıları olan bir genç adamın romanı. Yusuf Atılgan (Ne berbat adı var bu yazarın! İnsan Yusuf Atılgan’ı duyunca arkasından “Doğruluk Bakkaliyesi” gibi şeyler bekliyor.) toplumsal oluşun henüz bilincine varmamış bir aydın kişinin bunalmalarını, sıkıntısını, yıkımını anlatıyor. İyi anlatıyor hem.
C.Y.: Romanın gelişiminden, kuruluşundan da ortaya çıkan bir özellik olduğuna inanıyorum söylediklerimin. Dikkat edilirse yazar, kahramanı bile bile toplumdışı kılıyor, onu ancak asosyal bir ortamın içinde verebileceğini baştan aklına koymuş ve romanı bu temel üzerinde kurmuş. Toplumla çatışmaları asgariye indirilmiş bir adam; insanla, daha doğrusu kızlarla, kadınlarla ilintisi, içinde yaşadığı psikolojik çıkmazı elle tutulur hale getirmesi bakımından değerlendiriliyor, ortaya konuyor. Romanın öteki tiplerini göze batacak kadar gölgelendiren tek bir kahraman üstüne kurulmuş olması da bundan.
İ.B.: Konuşmanın gelimi Aylak Adam’daki tedirginliğin, sıkıntının nerden çıktığını araştırmaya yöneldi. Bu meseleye ben romandaki kişilerin psikolojilerini ve çevrelerini ele alarak bakmak istiyorum. C. var ilkin, Aylak Adam. Sonra çevresinde Ayşe, Güler, B. gibi kızlar. Bir de resim atölyesine gelip gidenler. C.’nin çevresindeki kızları hemen daima cinsel davranışlariyle tanırız. Sinema localarında el ele tutmalar, buluşmalar, yatıp kalkmalar. C.’nin bu yönden onlara yaklaşması, uzaklaşması, C. de dahil, yazar kişilerin hep bu yönüne ışık tutuyor. Bunun dışındaki insan münasebetleri, iş ve okul hayatı, aile düzenleri hakkında hiçbir bilgi verilmiyor. Tiplere buralardan gelen tesirler, değerler yahut değer çatışmaları üzerinde aydınlanamıyoruz. C. romanın başından sonuna kadar bir çocukluk anısının ondan gelen cinsel baskıların elinden yakasını hiç kurtaramıyor. Bu, romanda açıkça izah edilmektedir. C.’nin çevresiyle uyuşamamasının en belli sebebi olarak yazar cinsî refulmanları göstermektedir. Gerçi yer yer toplumla, aileyle anlaşamamak gibi sözler edilir; fakat bunlar söylenen sözler halinde kalırlar. C.’nin romandaki davranışı bunu açıkça çok geri planlara atar. Böyle olunca da Aylak Adam’ın davranışına sosyal etkilerden ağır bastığı söylenemez.
F.N.: İlhan Başgöz romancıdan ille de toplumsal açıklamalar bekliyor. Romancı böyle direkt açıklamalara girmeden de söyliyeceğini söyliyebilir. Atılgan, söylemek istediklerini pekâlâ söylemiş. Belki de söylemek istediklerini daha iyi söyliyebilmek için Aylak Adam’ı toplumdan tecrit etmiştir. Aylak Adam, toplumdan kopmuş, toplumla ilişkilerini en aza indirmiş bir tip. Romanda toplum hep fon olarak kalıyor. Atılgan, nedenlerine girmese de bir toplumsal yaşayışın belirtilerini, etkilerini bulup çıkarmak güç değil. Toplumun çözülüş yıllarının aydını olan, bağsız, ülküsüz bir aydın kişiyi gerçek sevgi denen nesnenin kurtaramayacağını görüyoruz. Öyle ki bu koşullar içinde sevgi bile sevgi olmaktan çıkıyor. Sisyphos efsanesindeki kaya gibi bir şey oluyor. Atılgan üst tarafını okura bırakıyor.
C.Y.: Bunaltı değil bu, can sıkıntısı. Egzistansiyalizmin ortaya attığı bu bunaltı veya bunalım teriminin bu romanla ilgili olarak kullanılması doğru olmıyacak. Burdaki aksiyon, karşısında yollardan birini seçme zorunluğunun, daha doğrusu çıkmazının getirdiği bir bunalım değil. Bir çıkmazın varlığını görmezlikten gelemiyoruz bu romanda; ama bu çıkmaz, seçme zorunluğundan değil, birtakım komplekslerin kahramanı belirli bir yoldan gayrısında yürümeye bırakmadığı için. Bu psikolojik özgürlüğe henüz ermemiş bir adamın dramı; aksiyon karşısında seçme özgürlüğü ve özgürlüğün yol açtığı bunalım gelse gelse bu psikolojik özgürlükten sonra gelebilir. Bir paradoksla anlatayım, bu genç adamın psikolojik önyargıları var, özgür hareketine engel olan önyargılar.
İ.B.: Aylak Adam toplumsal bir oluşun değil, psikolojik bir oluşun tipi asıl. Yazar da sanırım bunu vermek istiyor. İşi sevgiye bırakmıyor hiç. Bu oluşun sebebini açıkça belirtiyor. Bu yapılmamış olsaydı nedenleri arama, sezme meselesi o vakit ortaya çıkabilirdi. Bu kadar açık bir psikopatolojik izahtan sonra birtakım sosyal etkilerin Aylak Adam’ın yapısını kurduğu zoraki bir izah yapmak olur. O vakit hani toplumsal etkilere romancının öncelikler ya da ağırlıklar tanımış olduğu gibi sorular ortaya çıkar. Böyle sorulara romanda cevap bulamayız sanırım.
C.Y.: Osborne’un bir lafı var. Şöyle bir şey: “Toplumsal olmak yeni bir sevgi çeşidi arayıp bulmaktır,” diyor. Şimdi düşünelim, Yusuf Atılgan’ın kahramanı bu tanım içinde toplumsal sayılabilir mi? Fethi de parmak basmış: C., Steinbeck’de geçen bir sözü benimsiyor bir ara. Sevişen iki kişinin kurduğu toplum. Değerlerini yitirmiş veya değerlerini beğenmediğimiz toplum düzenine karşı bir dişiyle bir erkekten kurulu savunma kaleleri. Böyle bir kale aslan ağzında. Toplumla bir çatışma sonunda kurulabiliyor, devam ettirilmesi de süreli çatışmayla mümkün. Bir sürü engel var.
İ.B.: Çevre kıymetleri engel oluyor.
C.Y.: İşte bu dış engeller anlatılmıyor bu romanda. Böyle bir savunma kalesini kuracak olan adamın kendi içindeki psikolojik, daha doğrusu patolojik engeller ele alınıyor. Erken ölmüş C.’nin anası. Teyzesini ana yerine koymuş. Babası pis bir zampara, domestik düşmanı. Tam kritik çağında çocuk, babasına karşı birlik olduğunu sandığı teyzesinin de posbıyıklı pederin mantinetosu olduğunu anlıyor. Bu ikinci ana da böylece sıfırı tüketiyor. Yeni bir ana arama serüveni başlıyor. Roman boyunca bu böyle gidip geliyor. Kızlarla kadınlarla ilintisi, hep bu ana tutkusunun pençesinden kurtulamıyor. C. dediğimiz savunma kalesini birlikte kuracağı kadını değil, bir ana arıyor.
F.N.: Çocukluğumda okuduğum bir roman vardır… (Can lafını keser.)
C.Y.: Örneğin şu Güler’le geçen üç gözlü ev hikâyesi. Kız normal kız. Bir erkeği, bir evi olsun istiyor. Başka bir kusuru yok. Demek istediğim, o savunma kalesini kurmak istiyor belki de; becerir becermez ama istediği o. Ve o çapta bir kız olmadığını saptar bir özelliği de anlatılmıyor bize. Kızı bırakıp gidiyor C. Sebebi de olsa olsa, amacının yuva kurmak olmaması. Bir kadın değil, bir eş değil, bir ana istiyor da ondan. Şaşı orospudan bile beklediği anne şefkati.
İ.B.: Bu bir anne aramak meselesi değil bence de. Burada Fethi Naci’ye hak verdirecek gibi görünen bir izah yapılabilir: Eli paketli ev erkeği olmamak, bu sıkıntıya girmemek denebilir. Fakat yukarda da söylediğim gibi bu sözle yapılan bir izah. C.’nin davranışı bu izahları hep geri plana atıp ön plana psikolojik uyuşmazlıkları çıkarıyor.
C.Y.: Ayşe’den niye ayrılıyor? Kız, hatıra defterine, “Ölü babasından bile kurtulamazken…” diye yazdığı için değil mi? Kadınımız olacak yaratık, bizim ağlama duvarımız, günah çıkarma hücremiz değil a! Niye bir kız bizi, annemiz gibi kayıtsız şartsız kabul edecek olsun? Kadınla erkek ilintisi, bir benzeşmeden çok bir çatışma üzerinde kurulan bir uyuşma olduğuna göre kahramanımızın kızlarla ilintisi hep yarım kalıyor. Hepimizin ilkgençlikte buna benzer sıkıntılar çektiğimizi rahatça söyliyebiliriz. C. bu ilkgençlik çağından kurtulamıyor. Bizler kurtulduk mu? Onu da Allah bilir. Bu bir türlü büyüyemiyen bir gencin, erkek olamıyan bir gencin romanı. (Fethi Naci’ye) Oysa senin yazında Rus romanlarından verdiğin örnekler, hep vakitsiz ihtiyarlamış, kocamış tipler. Oblomov da, Peçorin de öyle.
F.N.: Ben de Aylak Adam, Peçorin’in tıpkısıdır demedim ki. Peçorin, sevgiyi umursamaz. Oysa Aylak Adam “dünyada dayanacak tek şeyin sevgi” olduğunu söyler. Benzer yanları ikisinin de gençlik enerjilerini nasıl kullanacaklarını bilememeleri. Aragon da, La semaine sainte adlı romanı dolayısıyla, romanının 1815 yıllarında yaşayan kahramanı ile James Dean’i bu bakımdan karşılaştırıyordu.
C.Y.: (Zamanımızın Kahramanı’nı açar.) Tiplerinden biri. Doktor bir yerde şöyle diyor: “Bana gelince, inandığım bir şey var; er geç güzel bir sabah öleceğime inanıyorum.” Peçorin’in cevabı şu: “Ben sizden daha zenginim. Benim bundan başka bir inancım var. O da pis, murdar bir akşam doğmak felaketine uğramıştım.” Anlaşılıyor değil mi, bu ihtiyar doğmuş bir adam. Peçorin vakitsiz olgunluğun, kocamışlığın acısını çekiyor. Vücutça genç, ruhça kocamış bir insan. Oysa C. toyluğun, bir türlü ruhça büyüyememenin, yaşınca olgunlaşamamanın sıkıntısını, daha doğrusu can sıkıntısını çekiyor.
F.N.: Bu asosyal oluştan.
C.Y.: Ama asosyal oluşun da dereceleri ve çeşitleri var. Psikolojik bir temele dayanan bu iki asosyal örneği iki ayrı kutuptan kalkarak bir asosyallik noktasında buluşuyor da denebilir. Biri toyluktan, öbürü vakitsiz ihtiyarlıktan toplumla ilintiye geçemiyor. O çağın Rusya’sında belirli bir sınıfın insanları çabuk yaşlanıyor, vakitsiz kocuyordu. Bizde ise bir türlü olgunlaşılmıyor, erkek olunamıyor.
F.N.: Peçorin de, Çatski de bunalmalarını, sıkıntılarını yaşıyorlar. Onlarda bunalma bir hareketle patlak verebiliyor. Bir boşalma. Peçorin düello yapar; uçurumun kenarında. Bir başka yerde kendini durup dururken tehlikeye atar. James Dean’in Asi Gençlik’teki uçuruma doğru otomobil yarışı hikâyesi gibi. Bizde Aylak Adam yaşıyamıyor; sıkılıyor, bunalıyor. Bir şey yapılabileceğine de inanmıyor. Kendinden de, insanlardan da umudunu kesmiş. Bu bakımdan yaklaşıyor Peçorin’e, Peçorin’in şu sözlerine: “Bizse yeryüzünde itikatsız, gurursuz, zevksiz yaşayan… serseri serseri dolaşan onların âciz torunları artık ne insanlığın hayrı ne de kendi saadetimiz için büyük fedakârlıklara muktedir değiliz; çünkü saadetin imkânsızlığını biliyor, bir tereddütten öbürüne lakaydiyle geçiyoruz, bunu onlar gibi ne bir ümit besliyerek ne de ruhun insanlarla veya kaderle herhangi mücadelede duyduğu o belirsiz fakat şiddetli zevki duyarak yapıyoruz.”
C.Y.: C. kızı tavladı, ardından kız evlenme sözü etti diye kirişi kırıyor. Peçorin’de de evlenmeğe karşı bir direnme var. Ondaki hiçbir şeyi ciddiye almayan, mutlak bir kayıtsızın ne olursa olsun kendini angaje etmeme tutkusu. Karşısına çıkan kadın tam istediği kadın bile olabilir. Ama o isteklerinden de soğumuştur. Devamlı bir aksiyon otomatizmi içinde, aşırı aksiyon perdesi altında ruhi aksiyonsuzluğunu örtmeye çalışır. Bir hareket yapar ama o hareket sırasında bile başka yerdedir, o harekete ruhça angaje değildir. Hareketin sonucu Peçorin’i ilgilendirmez. Oysa C. hareketlerinin sonucuyla ilgili. Önünde engeller bile olsa, ana ararken kadın arıyorum diye kendisini aldatsa bile, belirli bir şey aramaktadır ve bu arayışında ruhça angajedir. Ama sonuca eremiyor o başka, sonuçla ilgili ya!
F.N.: Bu, umutsuzluğun bir çeşidi değil mi?
C.Y.: Bence değil. C. sonuna dek umutsuz değil. Sonra umutsuz olmadığını B. adlı kızı araya sokmasından da anlıyoruz. Yazar, istediği kızın B. olabileceği izlenimini dolayısiyle, dolambaçlı olarak bizde yaratmak istiyor.
F.N.: Oradaki (B) bir sembol bence. (B), gerçek sevgiyle kurtulmak umudunun ta kendisi. Aylak Adam’ın dayanabileceği tek dayanak. Romanın sonunda Aylak Adam, bu dayanağı, kendisini ayakta tutan, yaşatan bu umudu da yitiriyor. Aylak Adam’ın yıkımı demektir bu. Aklıma Sezer Tansuğ’un çok güzel söylediği bir türkü geliyor; içinde,“Kimsem yoktur verse arka” gibi, “Kaldım evlerde yalınız yalınız” gibi sözler vardı.
C.Y.: Böyle bir sembolün oluşu bile, C.’nin sonuna dek umutsuz olmayışını gösterme bakımından önemli. Bizde bugünlerde ortaya çıkan bunalım akımı da hep aynı özelliğe sığdırılabilir. Refulmanlar içinde bir gençliğin erkek olmada, olgunlaşmada çektiği sıkıntının yankısını görüyoruz bu akımda. Toplum içinde iş görme, aksiyona girme, dolayısiyle aksiyon içinde kendini bulma, erkekleşme, yurttaşlaşma olanağı bulamıyan bir gençliğin bocalaması da denilebilir buna. Ama bu romandaki işin sadece psikolojik cephesi. Belirli psikolojik komplekslerden ötürü erkekleşmiyen bir adamın romanı.
F.N.: Adam toplumla ilişiğini kesmiş, toplumun dışında bir şeyler arayıp bulmaya çalışıyor. Bir şey bulamayışının, mutluluğa yaklaşıp yaklaşıp uzaklaşışının asıl sebebi de bu ya zaten.
C.Y.: Belki ama, bu aramada kızlardan çok daha ürkek. Evine onunla yatmak için geldiklerinde bile türlü bahaneler çıkarıp işi sonuna götüremiyor.
F.N.: Burada araya bir ahlak anlayışı karışıyor.
C.Y.: Asıl orada geri işte.
F.N.: Geriden çok, yaygın bir ahlak. Biraz da kişisel erdemlerle karışık bir anlayış. Şu, içkinin etkisi dışında kızın kendini vermesini istemek falan.
İ.B.: Sinemadaki kız var. Hani bacağını okşar filan ses çıkarmaz. Sonra, “Kız mısın?” diye bir patavatsızlık eder. Kız o vakit bunların önem verdikleri şeyi gidip tanımadığım bir erkeğe vereceğim yollu bir izah yapar. Bunun ehemmiyetli olmadığını söylemek ister. Ona vermek istediklerinin yanında bu değersizdir. Kızın anlayışı burda erkeğinkine bakarak daha çok çevreyle çatışacak cinsten.
C.Y.: Kızlar da bu toplumun kızları. Onlarda da miadını doldurduğu halde sürüp giden refulmanlar var tabii. Örneğin B.’nin sinemadaki direnişi. Öpüşmeye, sevişmeye var, bacaklarını elletmeye var. Ondan ötesine yanaşmıyor. Erkek kabalık ediyor, bayağılık ediyor. Anladık ama cinsel ilintinin de alabildiğine nezih, güvercin kılıklı bir nesne olduğu da söz götürür. (Burada söz karıştı.) F.N.: İşte (B), belikten çıkıp bir sembol oluyor. Sevgili değil, kurtarıcı.
C.Y.: Peçorin, dikkat ediyor musun? Kurtarıcı filan aramıyor.
F.N.: Yusuf Atılgan burada toplumdan kopan bir aydın kişinin bir halini çok iyi belirtiyor: kendini beğenmek, bütün insanlara yukardan bakmak, kendi zekâsını herkesinkinden üstün görmek.
C.Y.: Kesin bir şey söylemek güç. Uzun sözün kısası, dediğin Rus romanlarıyla bu roman arasında bir paralellik kurmak zor olacak. Bir kere o romanlardaki tipler yaşları ne olursa olsun ihtiyar, burdaki ise fazla toy. Bu Sagan tarzı bir gençlik çağı romanı. Sagan’da refulman toplumun el verişiyle çabuk atlatılıyor. Bizde ise uzadıkça uzuyor.
Zamanımızın Kahramanı’nda Gruşnitski şöyle diyor: “Azizim, insanları hor görmemek için onlardan nefret ederim. Yoksa hayat çok iğrenç bir komedya olurdu.” Daha aşağıda Peçorin onu taklit ederek şunları söylüyor: “Azizim, kadınları sevmemek için onları hor görürüm. Yoksa hayat çok gülünç bir melodram olurdu.”
F.N.: İşte bu, Aylak Adam’la Peçorin’in ayrılığını veriyor. Söylemiştim ya, Peçorin sevgi yoluyla kurtuluşu reddediyor; bununsa bütün umudu o. Bu umudun adını “gerçek sevgi” koymuş. Kurtuluşu bunda arıyor.
C.Y.: Romanın bütünlüğü ancak motif tekrarlarıyla, sembol tekrarlarıyla bu refulman açısından bakıldı mı görülebiliyor. Toplumsal yönünden alırsak bir yere bağlaması çok güç. Toplumsallığın başlangıcını kadın erkek ilintilerinden başlar kabul etsek bile, yine roman havada kalıyor. Çünkü o ilintinin toplumsal plana çıkması için gereken cinsel ve ruhi yetkinlikten yoksun bir insanla karşı karşıyayız. Oysa kadın erkek ilintilerini dinamik bir yönden ele almak romancılığımız için yeni bir çığır olabilirdi.
F.N.: Turgut Uyar, Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda buna bir başka yönden giriyor. Yusuf Atılgan’ın davranışına karşıt bir davranış belki; ama çok gerçek, çok insancıl. Yusuf Atılgan ise kendisinin dişisini arıyor. Çünkü böylece sevgisinde bir çatışma, bir uygunsuzluk olmayacak. Tahammülü yok Aylak Adam’ın böyle şeylere.
C.Y.: İşte o annesidir. F.N.: Değil, annesi değil. Aylak Adam dünyaya kadın olarak gelse idi nasıl olacak idiyse işte tıpkı öyle birini arıyor.
İ.B.: Bu izah zorlama bir izah. C.’yi rahatsız eden ve bir ucu da çocukluğuna varan ruhi sıkıntılar olmasa önüne çıkan kızlardan biriyle anlaşarak “iki kişilik” bir toplum kuracak, ona sıkı sıkı tutunacak, aylaklığını böylece terk edebilecektir. Bu sevgiyi ona haram eden kendi yüreği. Ama bu psikolojinin düzensiz bir aile yapısından geldiği, böylece çevreye bağlanması gerektiği söylenmek istenirse o vakit bu çok uzak bir ilişki olur.
C.Y.: Bunda bir önem derecesini, önceliği gözetlemek zorundayız. C. asosyal olduğu için refulmanlar içinde değil, refulmanlar içinde olduğu için asosyal.
F.N.: Can’ın aldığı gibi alamıyorum ben romanı. Romancının söylemek istediği asıl şey o zaman arada kaynıyor. Önemli olan mutluluk sorunu bence; o tip bir aydın kişinin yıkımı sorunu.
İ.B.: Biraz da dil konusuna değinsek. Dil dikkat etmişsinizdir başlangıçta çok çetrefil.
S.A.: Evet, tam on beş sayfa.
İ.B.: Aslında dil sağlam. Hiçbir şekil oyununa kaçmadan söylemek istediklerini iyi söylüyor. Ne anlaşılmaz bir uydurmacılığa düşüyor ne eski. Ancak Fethi Naci’nin yazdığı gibi her cümlesi, her kelimesi uzun uzun ölçülüp biçilerek yerli yerine konmuş bir dil de değil. Daha birinci sayfadaki şu cümleye bakalım: “Ona bir yardımda bulunmam gerektiği, bu yardımın onun iş gururunu incitmemesi bahanesinin ardında gizli, o derin localardan birine onun girmek isteğinden korkuyordum.” Aynı dikkatsizliği 17. sayfada da görmek mümkün. “Bizi tanıştırır tanıştırmaz gözlerindeki pırıltıdan sezdiğime göre resmini nasıl bulduğumu soracağı sıra az ötemizdeki topluluktan birisi onu çağırarak, ben dayanamayıp sarıdaki tedirginliği söyliyeceğim zaman ‘yine mi Van Gogh?’ Yüzyıllarımızın renk anlayışına getirdiği verilere benzer bir yığın lâf dinlemek sıkıntısından beni kurtardı.” (s. 30.) Ama romanda bu örnekler çoğaltılamaz. Romanın dili büyük meziyetleri ve büyük kusurları olmayan ortalama, sağlam bir dil.
S.A.: Aylak Adam gerçekten üzerinde durulacak bir roman. Ne var ki, bana yetersiz gibi geldi. Eksik yani. Yusuf Atılgan geniş, bir o kadar da ilginç bir konuyu daraltmış, sınırlamış. Kişideki tedirginliğin, kişiyi aylaklığa sürükleyen tedirginliğin yalnız bir yüzünü, bir yüzünü de değil bir yanını vermiş. Romanın ölçülerini böylece sınırlar da üzerinde konuşursak, o zaman bu ölçüler içinde gerçekten başarılı bir roman karşısındayız diyebiliriz. Ama bana göre iş böyle değil. Bir kere Yusuf Atılgan, romanındaki başkişiyi, kendi deyimiyle “zengin değil paralı” olarak seçmesi, romancıya bir kolaylık kazandırıyor. Nedir bu kolaylık? Ha, bakın bu kolaylık C.’nin aylaklığını vermede başlıyor. Yaşamak, geçinmek için bir para kazanma sorunu olmayan kişinin tedirginliklerinden doğan aylaklığın hikâyesi oluyor. Eh, hiç geçinme kaygısı çekmeyen bir kişi de, çalışmak gereksinmesini duymayan bir kişi de biraz kolay aylak olur gibi geliyor bana. Sonra C.’nin, “Ben zengin değil paralıyım,” demesi de, gerçekte C.’nin kendi kendini savunması bir çeşit, “zengin” sözcüğünün baskısından kendisini kurtarmak için giriştiği bir çeşit savunma. Oysa C.’nin para yönünden bizde bıraktığı izlenim, pekâlâ “zengin” tanımlamasına girebilir. Bir de romandaki başkişinin öbür koşullarını gözden geçirelim. C. bir aydın kişi. Üstelik sanatla birtakım ilişkiler kurmuş bir aydın kişi. Böyle bir kişinin, davranışlarını daha sağlam nedenlere bağlama zorunluğu var. Teyzesiyle babasının durumunun yarattığı tedirginlikten çok, toplumsal nedenlere bağlanan birtakım tedirginlikleri olması gerekir, işi böyle alınca, Aylak Adam’ın toplumdaki yerini, aydın kişinin aylaklığını düşüneceğiz.
F.N.: Ama aydın kişi kavramı pek geniş bir kavram. Memet Fuat da haklı olarak değiniyor buna. Çeşit çeşit aydın var.
S.A.: Evet ama ortası bulunabilir gene de. Hiç olmazsa hangi çeşit aydın tipini ele aldığını kesin olarak bilmek zorundayız. Hangi tip aydın ele alınırsa alınsın, “aydın” sözcüğü bize birtakım toplumsal sorunları da birlikte getiriyor. İşi şöyle alalım ele. Kişi için iki çeşit tedirginlik kaynağı var. Biri toplumdan gelen, öbürü kişisel yönden, aileden gelen. Kişinin toplumdaki yerine göre, aile çevresine göre, yetişme koşullarına göre bu iki kaynaktan gelen tedirginlikleri değişebilir. Sözgelimi, Cebeci durağında değnekçilik yapan ya da hamallıkla hayatını kazanan bir kişiyle aydın olarak kabullendiğimiz, bize öyle tanıtılan C.’nin aynı olaydan duyacakları tedirginlikler, bu tedirginliklerin belirtileri, üzerinde duyacakları etki ve tepkiler değişiktir. Aydın kişi birtakım tedirginliklerinin nedenleri üzerinde durabilir, bunları açıklayabilir, hareketlerini düzenleyebilir.
C.Y.: Bu adam aylak adam değil bir kere. Bir işi var. Bir kadın arıyor, daha doğrusu kendini birtakım komplekslerden kurtarmak için kendi kendisiyle savaşıyor. Bu işe vermiş kendini, ruhça angaje. Şu halde aylak değil.
S.A.: Bu, bana göre aydın adamın aylaklığı değil. Demin dediğim gibi, ben aydın kişinin aylaklığını anlıyorum ama aydın kişiyi aylaklığa iten nedenler için romandaki “neden”i yeter bulmuyorum. Onun için de Yusuf Atılgan işi çok dar açıdan ele almış diyorum. Bir de Türk aydınının tedirginliğini, böyle ya da buna benzer bir ruhsal tedirginlikle birlikte ele alınması, aydın kişinin hangi toplumsal nedenlerin dürtüsüyle aylaklık gereksinmesini duyduğunu anlatmak var! Geniş soluklu, doyurucu, dört başı mamur bir roman olurdu bu Aylak Adam o zaman. Ama şunu da söylemek gerekir: Yusuf Atılgan, kişinin psikolojik belirtilerini yer yer gerçekten çok güzel vermiş. Kişinin, psikolojik yönden birleşik yanlarını ustaca yakaladığını söylemek gerekir. O bölümlerde, okur kendisini bulabiliyor, onun için de seviyor oraları. Daha çok seviyor.
Aylak Adam, bana göre, tek yanlılığının eksikliği içinde.
İ.B.: Atılgan’ın şu başarısını belirtmek lazım. İyi gözlemci. Kişinin içine aydınlık getiriyor. Sık sık öyle yerlere rastlıyoruz ki tamam ben de böyle düşünürüm ama ifade edemem diyoruz. Baştan on sayfayı okumanın zorluğunu bir tarafa bırakırsak tekniği de iyi kurmuş. İlkin okuyanı yakalıyamıyan roman, kısa bir zaman sonra bizi havasına alıyor. Değişik anlatma yolları denediği halde Aylak Adam’ı zevkle takip ediyoruz.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Derleme Edebiyat
- Kitap AdıAtılgan - 1959’dan Günümüze Yusuf Atılgan Üzerine Yazılar
- Sayfa Sayısı484
- YazarKolektif
- ISBN9789750764004
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İçimizdeki Ermeni ~ Yiğit Bener
İçimizdeki Ermeni
Yiğit Bener
“Ermeni meselesi” nicedir her yılın nisan ayında gündeme gelerek hummalı tartışmalara yol açıyor. Gelgelelim bu tartışmalar genellikle siyasi temelde ve milliyetçi bir söylem içinde gelişiyor, esas olarak da 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki Ermeni aydınlarının tutuklanmasıyla başlayan sürecin “tehcir” olarak mı yoksa “soykırım” olarak mı nitelendirileceği sorununa kilitleniyor. Sonuçta işin insani ve toplumsal boyutu ne yazık ki hep gölgede kalıyor.
- Ütopya ~ Thomas More
Ütopya
Thomas More
Ütopya, yorumları hâlâ birbiri ile çelişen, birbirini tamamlayan bir politik ekonomi klasiğidir. Karşımızda, o dönemde keşfedilmiş “Yeni Dünya”yı cennet olarak tasvir eden ikinci bir...
- Ütopya ~ Thomas More
Ütopya
Thomas More
İngiltere kralı VIII. Henry’nin elçisi olarak ülke ülke dolaşan Thomas More, seyahatleri esnasında tanıştığı filozof arkadaşlarıyla uzun konuşmalar yapmaktadır. İdeal bir ülkenin nasıl olması...