Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bağlantı
Bağlantı

Bağlantı

M.T. Anderson

Bağlantı’yı özledim. İlk ne zaman yerleştirildiğini bilmiyorum. Belki bundan elli ya da yüz yıl kadar falan öncedir. Ondan önce, insanlar ellerini ve gözlerini kullanmak zorunda…

Bağlantı’yı özledim. İlk ne zaman yerleştirildiğini bilmiyorum. Belki bundan elli ya da yüz yıl kadar falan öncedir. Ondan önce, insanlar ellerini ve gözlerini kullanmak zorunda kalıyorlarmış. Bilgisayarlar, bedenlerinin dışındaymış. Bilgisayarlarını ellerine alıp dışarı çıkarıyorlarmış, tıpkı akciğerlerinizi bir çantanın içine koyup da nefes alması için açık havaya çıkarır gibi.

YÜZÜN BİR ORGAN DEĞİL 

Eğlenmek için Ay’a gittik, ama Ay tam bir rezalete dönüştü. Cuma günü gittik çünkü evde yapılacak hiçbir bok yoktu. Bahar tatilinin* başıydı. Evdeki her şey çok sıkıcıydı. Link Arwaker, “Çok geçersizim,” falan olmuştu, Marty de, “Ben de geçersizim, yünit,” falan diyordu, yani işte hepimiz felaket geçersizdik çünkü son bir saattir falan, duvardan çıkan yalıtımsız üç kabloyla oyalanıyorduk. Birbirlerine değdirip kıvılcım çıkarmaya çalışıyorduk. İşte o sırada Marty bize, Ay’da, düşük yerçekimi için eğlenceli olabilecek bir yerden söz etti. Düşük yerçekimi bayabiliyor, ama bunun iyi olduğu söyleniyormuş.

Adı Ricochet Salonu. Kızlarla birlikte oraya takılırız, sonra işte bir otelde kalıp dansa falan gideriz diye düşündük. Havalandık. Bağlantı’larımız, nerede kalacağımız ve ne yiyeceğimizle ilgili tüm o ayrıntılarla gurul guruldu. Kulağa da oldukça eğlenceli geliyordu, önce bir sürü dans ve işte tuhaf yüzgeçleri ve metal kanatları olan insanların fotoğrafları geldi, işte ben de, Müthiş, gerçekten müthiş olacak, falan oldum, ama sonra Ay’ın yüzeyinin üzerinde uçarken galiba o kadar da bombastik değildim, çünkü Ay her zamanki Ay’dı işte, ilk birkaç ziyaretten sonra, Heeey, yünit! İşte Ay! Ay’a bak lan! şaşkınlıklarına alışınca, geriye yalnızca kayalıklar, sonra işte rezillikler, artık kimsenin kullanmadığı kubbeler gibi, eski bok püsürlerle dolu kraterler ve ambalajlar ve pençeler kalıyordu. Uzayla ilgili en nefret ettiğim şey, onun ne kadar eski ve boş olduğunun hissedilebilmesi. Diğerleri de benim gibi mi hissediyor acaba, yani uzay hakkında?

Bence onlar da öyle hissediyorlar, çünkü hepsi daha çok gürültü yapıyor. Elleriyle Link’in penceresini daha çok işaret edip pencereye daha çok yanaşıyorlar. Arkadaşlarınızın gürültüsünü duymaya ihtiyacınız oluyor, uzaydayken. Tek başına yolculuk etmek zorunda olanlar için cidden üzülüyorum. Uzayda bu çok bayık bir şey olmalı. Yanınızda birileri varken seyahat ettiğinizde, böyle büyük bir grupla, herkes birbirinden destek alır, sonra işte herkes güler, sohbet açar, her şey harika olur; sanki bir pantolon ya da işte kozhelva reklamındaymışsınız gibi. Biraz gürültü olsun diye Link, Marty’nin dizlerine vurmak için, oturduğu koltuğu yukarıya ve geriye doğru hareket ettirmeye başladı. Bense uçuşun son birkaç dakikasında uyumaya falan çalışıyordum çünkü kırık dökük şeyler dışında uzayda görülecek bir şey yoktu, sonra işte böyle sağlam yolculuk yaptığımız zamanlarda benim bir de cidden çok kolay uykum geliyordu, Ay’daki yünetteler için de geçersiz olmak istemiyordum, yani işte oteldekiler için, eğer tabii fıstolarsa.

Dürüst olursam, galiba Ay’da birisiyle tanışmayı umuyordum. Bunun bir nedeni belki de kraterlerin getirdiği yalnızlıktır, ama aslında yine birileriyle çıkmayı istiyordum çünkü birkaç aydır yalnızdım. Partilerde, etrafta insanlar olsa da kendimi cidden yalnız hissetmeye başlıyordum, sonra işte partiden ayrılırken bu his daha da kötüleşiyordu. Sonra, uçtaşıtta tek başına eve doğru giderkenki yalnızlık vardı, işte Bağlantı’nın size söylediklerinin dışında hiçbir şey olmaz ya, Dinlediğin şarkı bu. Özlediğin şarkı bu. Yeni çıktı. Dinle. Şarkıları birlikte indireceğim birinin olması da hani gayet iyi olurdu.

Altınızda şehrin ışıkları ve iniş halindeki minibüslerin yarıaçık pencerelerinde gördüğünüz annelerin yeşil yüzleri ile eve doğru uçarken uçtaşıtta yanınızda birinin olması iyi olurdu. Ay’ın yüzeyinde uçtuğumuz sırada uyuyamadım. Hıyar Link koltuğuyla oynayıp duruyordu. İleri geri hareket ettiriyordu. Marty, kuşunu düşürmüştü, deli moda olan şu sahte kuşlardan, hani işte herkeste var artık, Marty’nin kuşu havada salınıyordu, çünkü burada yerçekimi yok denecek kadar az, sonra işte kuşunu tutmak için ne zaman uzansa, Link de koltuğunun arkasına sırtıyla öyle accayip hızla vuruyordu ki koltuk Marty’nin yüzünde patlıyordu, sonra işte ikisi kahkaha atmaya başlıyorlardı. Marty, “Yünit! Bi’ dur ya!” oluyor; Link de, “Hadi lan. Dene! Denesene!” oluyordu; Marty sonra,“Yünit! Sen var ya–” falan oluyordu. Sonra işte birlikte daha da çok kahkaha atıyorlardı, işte ben de kendimi, bunca eğlencenin ortasında uyumaya çalışan bir kılçık gibi hissediyordum. Hostes kızın bir şeyler söyleyip onları iki dakka susturmasını umuyordum, ama kız, Dünya’nın yerçekimi alanından çıkar çıkmaz kendini duty-free markete atmıştı. Uykulu, aptal gibi de olmak istemiyordum, ama bir gece önce deli gibi içmiştim ve arızaya geçmiştim, işte şimdi de kendimi bok gibi hissediyordum. Yani, koltuğun Marty’nin yüzüne vurup durmasıyla ve onun da, “Yünit! Kuşumu yakalamaya çalışıyorum!” falan olmasıyla tüm bu Ay gezisi çok da iyi başlamamıştı. Link, “Hadi!” deyip duruyordu. Marty de, “Linkhıyarı! Siktir! Dizime yüzüme accayip zarar veriyorsun!” oluyordu. “Büz bakayım dudağını. Öp şimdi koltuğu.” Yeniden kahkaha atmaya başladılar. “Tamam,” dedi Marty. “Anlaşıldı, madem öyle, bari hangi organıma vuracağını söyle lan.”

“Lütfen tepsilerinizi dik konuma getiriniz.”
“Hangi organ? Söylesene oğlum.”
“Bunlar organ değil.”
“Anlamadım?”
“Yüzün bir organ değil.”
“Yüzüm de bir organ. Canlı.”
“İnanmoyoromya, burada yeterli oksijen var mı?” dedi
bizim Calista. “Yani nöron ölümüne uğramış falan gibi duruyorsun da.”

“Uyumaya çalışıyorum,” diye şikâyet etti Loga. Esnedi. “Düzleşiyorum. Accayipmiş.” Sonra bir bam sesi daha çıktı ve Marty, yüzünü tutarak, “Hassiktir!” falan oldu, sonra işte ben de oturur duruma geçtim, bu moronların kolçağımın yanında yaptıkları gürültü patırtıyla hani işte uyumak mümkün falan olmadı. Hostes kız geldi ve Link durup kıza gülümsedi, kız da, Ne tatlı çocuk, gibisinden baktı. Çünkü Link duty-free’den kova yüküyle parfüm almıştı.

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıBağlantı
  • Sayfa Sayısı288
  • YazarM.T. Anderson
  • ISBN9789944717960
  • Boyutlar, Kapak12 x 18, Karton Kapak
  • YayıneviOn8 Kitap / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Aşkın Günahı ~ Sophie JordanAşkın Günahı

    Aşkın Günahı

    Sophie Jordan

    Fallon güzelliğini gizleyebilirdi… Peki ya arzularını? Biri maskelerin ardında yaşıyor… Fallon O’Rourke gibi bir güzelin iffetini koruyabileceği son yer, Londra’nın en çapkın dükü Dominic...

  2. Senden Geriye Kalan ~ Emily HenrySenden Geriye Kalan

    Senden Geriye Kalan

    Emily Henry

    New York Times çoksatan yazarı Colleen Hoover’dan muhteşem bir roman daha… Bu yürek parçalayıcı ama umut dolu hikâyede talihsiz genç bir anne kefaretini ödemek...

  3. Satranç ~ Stefan ZweigSatranç

    Satranç

    Stefan Zweig

    "Satranç daima kendini geliştiren ama kısır, hiçbir sonuca varmayan bir düşünüş tarzı, hiçbir şey hesap etmeyen bir matematik, eserleri olmayan sanat, materyalden mahrum bir mimari ve buna rağmen varlığının tüm kitaplardan ve eserlerden daha kalıcı olduğu ispatlanmış, bütün milletlere ve zamanlara ait, hangi Tanrı’nın can sıkıntısı gidermek, duyuları keskinleştirmek, aklı zorlamak amacıyla yeryüzüne gönderdiğini hiç kimsenin bilmediği tek oyun değil mi?"

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur