Seksenlerden kalma oturma takımı salonun bej duvarlarını hüzünlendiriyor, fiskos masasının üzerindeki sigara paketleri ve kristal kâsenin içindeki şekerler, bakanı zamanda seyahate davet ediyordu… “Benim baktığım yerden hiç bakmamışlardır salona” dedi belli belirsiz. “Benim gördüğüm gibi görmemişlerdir hiç.” Bir süre olduğu yerde kaldı ve öylece salonu izledi.
Camlı vitrinin karşısına geçip elleri belinde içerideki biblolara, kahve fincanlarına, üzeri desenli tabaklara baktı. Kapakları açıp alt raflardaki minik geyik biblosunu cebine attı. İçtiği kahve fincanını dolaptakilerden biriyle değiştirip aldığını ceketinin sağ cebine yerleştirdi. Acele etmeden, sakince kapakları kapatıp askılığa yöneldi ve şeffaf şemsiyeyi kemerine takıp aynadaki aksine gülümsedi. “Bunlar da yaşadıklarını sanıyorlar” dedi.
Odalar, apartman boşluğu, asansör, otopark, kazan dairesi… Apartmanın her köşesini sinsice mesken tutan tekinsiz öyküler… Göktuğ Canbaba’dan mekânların ve zihinlerin çatlaklarında tuhaf ve keyifli bir yolculuk…
İçindekiler
Apartman Boşluğundaki Hediye Paketi………………………11
Karanlığa Gülümsemek……………………………………………..21
Siz… Biz……………………………………………………………………31
Bir Kabartı, Bir Çıkıntı, Bir Dağınıklık ………………………41
Tatlı Niyetine ……………………………………………………………53
Babamın Eşyaları …………………………………………………….65
Karşı Komşu……………………………………………………………..73
Siluetler ……………………………………………………………………91
İrili Ufaklı Yavuz Beyler…………………………………………..107
İçler Dışlar Çarpımı…………………………………………………121
Apartman Boşluğundaki Hediye Paketi
Gök gürledi ama apartman boşluğu dışarıdaki gürültüyü emip yok etti. Tenine çarpan ışık patlamalarını içine almayı reddetti. Devasa bir canlının hastalıklı soluk borusundan hırıltılı nefesler yükseldi. Servet Efendi boşluğa bakarak sarma sigarasını kökledi. Ortaya çıkan korun sönük ışığında adamın kirli sakalının ardındaki gülümsemesi göründü. Dudaklarına yapışan tütün parçalarını dilinin yardımıyla içeri alıp tükürdükten sonra sigarayı söndürmeden aşağı attı. Yere çarpan izmarit minik bir havai fişek gibi patladı apartmanın ayakucunda. Kasketine iki yanından bağlı naylon ipi çenesinin altına çekip kafasına sabitledi. Üzerine küçük gelen ceketinin düğmelerini ilikledi ve uçları apartman boşluğuna bakan kösele ayakkabılarını birbirine yaklaştırdı. Yara bere dolu ince bilekleri bacaklarına kısa gelen pantolonunun altında tahtakuruları tarafından yenmiş bir çift sopa gibi görünüyordu. Servet Efendi’nin en sevdiği yerdi apartmanın en üst katındaki boşluğa açılan oda. Alt katta, kazan dairesinin dibinde uyuduğu odacığın anahtarı apartman yöneticisinde olsa da oranın, apartmanın beyninin, her daireye uzanabileceği o kutsal odanın anahtarı bir tek Servet Efendi’de vardı. Bu da onu kimsenin olmadığı kadar değerli kılıyordu.
Servet Efendi bismillah çekip yandaki boruya tutundu ve kendini aşağı sarkıttıktan sonra ayağıyla duvardaki girintilerden birine basıp esnedi. İki metreye yakın boyu duvardaki girinti ve çıkıntılara ulaşmasında ona yardımcı oluyordu. Bizzat duvara çaktığı demirlere tutunup, oyduğu girintilere basarak bir örümcek gibi gezinmeye başladı apartman boşluğunda. Kısa süre içinde ritmini buldu. Apartman boşluğu onun yıllar içinde ördüğü, sakinlerini ağırladığı ağıydı. Suratındaki gülümsemeyle bir süre bir aşağı bir yukarı inip çıktıktan sonra evlerden birinin penceresinin önünde durdu. Boşlukta belli belirsiz bir esinti oldu. İki elini pencerenin tepesindeki rengi solmuş tahtalara kenetledi. Dizlerini kendine çekmiş, kıçını bir içeri bir dışarı vererek esniyordu. Apartman boşluğuna sırtüstü stilde kendini bırakacak gibiydi. Dördüncü kattaki Akın Bey ve eşi Nesrin Hanım’ın eviydi karşısındaki. Oraya da diğerlerine olduğu gibi defalarca girip çıkmıştı. Onların evine girmeyi en sevdiği gün perşembeleriydi çünkü perşembeleri ikisi de çalıştıkları yerde mesaiye kalıyor ve eve geç dönüyorlardı. Pencereyi ayağıyla itip açtıktan sonra boyundan beklenmeyecek bir atiklikle içeri süzülüverdi.
İçerisi uzun zamandır dokunulmamış küskün eşyalarla doluydu. Kim bilir en son ne zaman girmişlerdi bu küf kokan odaya. Eşyaların üzerine özensizce örtülen çarşafları güveler delik deşik etmiş, uzun zamana yayılan bir yemek ziyafeti çekmişlerdi. Servet Efendi o odaya o kadar çok girip çıkmıştı ki eşyaların yerlerini bir bir ezberlemişti. Profesyonelce sekerek kapıya yönelip odayı terk ettikten sonra ara bölgeyi geçip eve ulaşmıştı artık. Otomatik koku spreyi eve tarihi geçmiş bir bahar havası getirirken Servet Efendi soluğu her zaman yaptığı gibi mutfakta aldı. Ekmek sepetinden bir dilim aşırıp onu önceki günden kalan buz gibi tencerenin içine daldırdıktan sonra ağzına götürdü. Nesrin Hanım yine türlü yapmıştı ve tuzu her zamanki gibi yine fazlaydı. Kendi kendine cıkcıkladı ekmeği çiğnerken. Eski kaşardan bir parça alıp ağzının tadını yerine getirdi. Birkaç zeytini mideye indirdikten sonra meyvelerin olduğu yerden bir tane muz alıp buzdolabının kapağını kapattı. Sonra tekrar açıp kola ile sütün yerini değiştirdi. Böyle daha iyi olmuştu. Mutfakta son geldiğinden bu yana bir değişiklik olmuş mu diye kontrol etti. Yoktu. Dolabın tepesinde içinde bir zamanlar kurumuş bitkiler olan ama geçtiğimiz haftalarda Servet Efendi’nin içine kum doldurduğu eski kavanoz bile aynı yerinde duruyordu. Ne sıkıcıydı şu Akın Bey’le Nesrin Hanım. Muzu mideye indirdikten sonra lavabonun altındaki cezveyi kapıp kendine şekerli bir Türk kahvesi yaptı, ardından salona geçti.
Seksenlerden kalma oturma takımı salonun bej duvarlarını hüzünlendiriyor, fiskos masasının üzerindeki sigara paketleri ve kristal kâsenin içindeki şekerler bakanı zamanda seyahate davet ediyordu. Servet Efendi kahvesini höpürdeterek içtikten sonra bir tane şeker alıp ağzında evirip çevirerek emdi. Sonra uzun diliyle kahve fincanını yalayarak temizledi, pırıl pırıl yaptı. Ağzında biriken telveleri birkaç defa sertçe yutkunarak midesine gönderdi. Sonra ayağa kalkarken kafasını kristal avizeye geçirip kendi kendine kıkırdadı. Kıkırdarken iri ön dişleri dudaklarının arasından göründü. “Benim baktığım yerden hiç bakmamışlardır salona” dedi belli belirsiz. “Benim gördüğüm gibi görmemişlerdir hiç.” Bir süre olduğu yerde kaldı ve öylece salonu izledi. Şehrin iki yakasını birbirine bağlayan bir köprü gibi hissetti kendini. Etrafında martılar uçuşurken salonun içindeki belli belirsiz hava akışını dinledi.
Camlı vitrinin karşısına geçip elleri belinde içerideki biblolara, kahve fincanlarına, üzeri desenli tabaklara baktı. Kapakları açıp alt raflardaki minik geyik biblosunu cebine attı. İçtiği kahve fincanını dolaptakilerden biriyle değiştirip aldığını ceketinin sağ cebine yerleştirdi. Acele etmeden, sakince kapakları kapatıp askılığa yöneldi ve şeffaf şemsiyeyi kemerine takıp aynadaki aksine gülümsedi. “Bunlar da yaşadıklarını sanıyorlar” dedi.
Apartman boşluğuna bakan odaya geri dönüp pencereyi ardından kapatarak evi terk etti. Boşlukta huzurlu bir gezintiye çıktı. Bir aşağı bir yukarı hareket etti. Sonunda ikinci kattaki Celal Bey ve Simge Hanım’ın evine girmeye karar verdi. Kullanılmayan odayı ardında bırakıp eve girdiğinde önceki gün balık yapıldığını anladı hemen. Celal Bey de, Simge Hanım da muhasebeciydi, son iki yıldır çocuk yapmaya çalışıyorlardı, evleri hep dağınıktı ve haftada iki, belki üç defa balık yerlerdi.
Servet Efendi duvarları çiftin evlilik resimleriyle dolu holü ardında bıraktı. Güneşi içine alan salonda gözlerini kapatıp bir süre durdu. Perdelerin arasından sızan gün ışığı kapamış olduğu gözlerini birisi onlara dokunuyormuş gibi ısıttı. Gözlerini tekrar açtığında duvarda yeni bir resim olduğunu fark edip sırıttı ve ardından bir iki defa aksak bir tempoyla alkışladı ev sakinlerini. Resim birkaç hafta önce gittikleri Sapanca tatillerinden olmalıydı.
Servet Efendi parmak uçlarında yükselip elleriyle tavana dokunarak orada bir süre esnedi. Sonra odaları teker teker ziyaret etti. Celal Bey’den yaşça bir hayli küçük Simge Hanım’ın iç çamaşırlarının yerlerini kıkır kıkır kıkırdayarak değiştirdi. Kadının beyaz külotlarından birini pantolonunun cebine tıktı. Celal Bey’e ait olan siyah spor şapkayı iç ceplerinden birine koyup odanın köşesindeki askılıktaki şeffaf şemsiyeyle Akın Beylerden aldığını değiştirdi. Sonra mutfağa gidip Nesrin Hanım’ın kahve fincanını Simge Hanım’ınkilerin arasına soktu ve oradan da bir fincan alıp tekrar cebine attı. Keyfi iyice yerine gelmişti. Onlar istedikleri kadar birbirlerini görmezden gelsinler, komşuculuk oynamaktan kaçınsınlardı bakalım. Servet Efendi biliyordu ki aslında hepsi birbirinin içinde yaşıyordu. Apartman onun sayesinde yer değiştiriyor, nefes alıp veriyordu. Servet Efendi heyecandan yumruklarını sıkıp kendi kendine inledi. Turuna bir an önce devam etmeliydi.
Teker teker bütün evlere girip çıktı. Akşam olana kadar eşyalar yer değiştirdi, Servet Efendi nasıl istiyorsa öyle bir hal aldı. Nihayet çöpleri toplama zamanı gelmişti. Şansı varsa yarattığı eserleri görebilecekti.
“İyi akşamlar Servet Efendi” dedi on dört numaradaki Hilmi Bey ağzında bir aşağı kattaki Selin Hanım’ın diş fırçasıyla. Hilmi Bey kutsal odaya en yakın olan dairenin sahibiydi o yüzden Servet Efendi’nin Hilmi Bey’e özel bir ilgisi mevcuttu. Onu bir şekilde kendine yakın görüyordu.
“İyi akşamlar Hilmi Bey” dedi Servet Efendi adamın ağzındaki diş fırçasını görür görmez gülümserken.
“Bugün erken yatacağım da” dedi adam açıklama yapma ihtiyacı duyup. “Yarın büyük gün, önemli bir sunumum var.” Migros ne iyi etmişti de promosyon olarak birbirinin aynı diş fırçalarından hediye etmişti geçenlerde. Bu diş fırçası nereden baksa üç haftadır tüm sakinleri dolaşmıştı. Asıl sahibi Selin Hanım’dı ve elbet bir gün ona geri dönecekti.
“Başarılar, başarılar” dedi Servet Efendi. “Var mı bir isteğiniz benden?”
“Yok Servet Efendi, haydi iyi akşamlar.”
Servet Efendi heyecanı giderek artarken karşı daireye yöneldi. Kasketini düzeltti, ceketini ilikleyip kapıyı çaldı. Meryem Hanım kapıyı açar açmaz içi içki şişeleriyle dolu bir çöp torbası uzattı Servet Efendi’ye.
“İyi akşamlar” dedi kadın yorgun argın gülümseyerek. “Size de” dedi Servet Efendi o an kadının Simge Hanım’ın iç çamaşırını giyme ihtimalini düşünürken. Onu Meryem Hanım’ın iç çamaşırlarıyla dolu çekmecesinin en üstüne koymuştu bilerek. Giyiyor olsa gerekti.
“Var mı benden bir istediğiniz?” diye sordu Servet Efendi
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıÇatlaklar
- Sayfa Sayısı128
- YazarGöktuğ Canbaba
- ISBN9786258495317
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yedi Boş Ev ~ Samanta Schweblin
Yedi Boş Ev
Samanta Schweblin
Kendimi bildim bileli evlere bakmak için dışarılarda geziniriz, yakışmayan çiçek ve saksıları bahçelerden alırız. Sulama aletlerinin yerini değiştirir, posta kutularını düzeltir, ağır olduklarından çimlere...
- İyi İnsan Bulmak Zor ~ Flannery O'Connor
İyi İnsan Bulmak Zor
Flannery O'Connor
i İnsan Bulmak Zor, yirminci yüzyıl Amerikan edebiyatının en ilginç isimlerinden biri olan ve "güney gotiği" diye adlandırılan akım içinde başarılı eserler veren Flannery O'Connor'ın on öyküsünü içeriyor.
- Bagombo Enfiye Kutusu ~ Kurt Vonnegut
Bagombo Enfiye Kutusu
Kurt Vonnegut
İroninin Karanlık Tonlarıyla Boyanmış Bir Dünya! Psikoloji olmasaydı herkes aynı hataya düşmeye devam edecekti, birbirine kibar davranma hatasına. Bagombo Enfiye Kutusu, Vonnegut’un İkinci Dünya...