Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Cebimdeki Taşlar
Cebimdeki Taşlar

Cebimdeki Taşlar

Kaouther Adimi

Zenginliklerimiz’in ödüllü yazarı Kaouther Adimi’nin yeni kitabı Cebimdeki Taşlar, başkent Cezayir ile Paris arasında, iki farklı kültürün ortasında ait olduğu yeri bulmaya çabalayan genç…

Zenginliklerimiz’in ödüllü yazarı Kaouther Adimi’nin yeni kitabı Cebimdeki Taşlar, başkent Cezayir ile Paris arasında, iki farklı kültürün ortasında ait olduğu yeri bulmaya çabalayan genç bir kadının hüzün ve mizahla harmanlanmış öyküsünü anlatıyor.

Adimi bu romanıyla, geleneksel toplumun kadına, evliliğe bakış açısını, çocukluktan itibaren bedenler ve zihinler üzerinde kurduğu baskıyı, silinmesi zor izleri ve korkuları görünür kılarak deyim yerindeyse cebindeki tüm taşları döküyor.

Uzun ve dokunaklı bir monoloğu andıran içten, gerçekçi ve alaycı anlatımıyla Cebimdeki Taşlar, kişisel bir yolculuğun arka planındaki toplumsal tarihe de ayna tutuyor.

25 yaşında Cezayir’i geride bırakıp Paris’e taşınan ve kendine yeni bir hayat kurmaya çalışan genç kadın, kız kardeşinin evleneceği haberiyle birlikte küçük bir nostalji atağına tutulur. Düğün için Cezayir’e gideceği tarih günden güne yaklaşırken genç kadın evliliği, yetiştiği kültür ile yerleştiği kültür arasındaki taban tabana zıt hayatı; Cezayir’deki iç savaş yıllarını; yalnızlığı; kadın olmanın gerçeklerini; göçmenliği ve beraberinde getirdiklerini sorgulamaya koyulur. Anlatı boyunca Cezayir’in Akdenizli sıcak, samimi, kalabalık yalnızlığı; Paris’in ışıklı, özgürlük vadeden bireysel yalnızlığıyla çatışır.

Toplumun dayattığı evlilik baskısı ve cinsiyetçi klişelerden yılmış, ne “Batılı” ne de “Doğulu” olmayı başarabilmiş kültürlerin kadınlarını keskin bir dil ve etkileyici bir anlatımla yansıtan Cebimdeki Taşlar, aynı zamanda cebine doldurduğu taşlarla nehre atlayarak intihar eden Virginia Woolf’a bir saygı duruşu niteliğinde.

“Tek başına ölmek. Ahenk veren tek bir nefes olmadan geçen günler. Fırtınanın şemsiyenizi kırdığı akşam, yanınızda kimse yok. Doğa size karşı olduğunda, sıcak bir çay uzatan tek bir el bile yok. Sizinle ağlayacak bir erkek yok, öyle ya bazen sadece buna ihtiyaç duyarız: biriyle ağlamaya.”

“Cebimdeki Taşlar, Akdeniz’in iki yakasında kadının özgürlüğünü kısıtlamak isteyen, kadınları geleneksel bir modele, şekillendirilmiş bir kadınlığa hapsetmek isteyen herkese fütursuzca meydan okuyor.”

Sophie Joubert, L’Humanité

İlk kez. Paris’e taşındıktan sonra başkent Cezayir’e ilk dönüşümde yirmi beş yaşındaydım ve aileme kavuşmak için sabırsızlanıyordum. Uçak, Houari Boumédiène Havalimanı’na henüz inmişti. Belgelerimi kontrol eden bıyıklı ve huysuz polis memuruna gülümsüyordum. Başını kaldırıp bana dik dik baktı ve böğürdü: “Bir derdiniz mi var?” Olanca masumiyetimle başımı salladım. Ona, ulusal havayolu şirketine ait uçuşta yaşanan müthiş rötardan ve neden olduğu kaygıdan, gelen yolcu bölümünde cumhurbaşkanının her yolcuyu izliyormuş gibi görünen ürkütücü portrelerinin sayısından söz ettim. Sırtını duvara vermiş, tıraşsız, saçları jöleye bulanmış, ağzında sigara, ayakkabıları tozlu, aklından uçkuru gevşek düşünceler, dudağındansa alaycı sözcükler eksik olmayan şu bir düzine aylak herif de cabasıydı. Adımlarımı sıklaştırmama karşın, ısrarcı bakışları bunaltıyordu beni.

Bu herifler, yirmi birinci yüzyıl Cezayir’ine bir girizgâhtı. Buna karşılık olarak bıyıklı polis memuru, travesti gibi makyaj yapmış bir meslektaşından çantamı tepeden tırnağa aramasını istedi. Kadın, yapmacık bir gülümsemeyle, arasına bir gazeteci,yazar ya da insan hakları savunucusu sıkıştırmış olmam ihtimaline karşı uzun uzun memelerimi mıncıkladı, şıllık. Gelmiştim. Bir pazar öğleden sonrasında, Paris’te nostalji atağına tutulmuştum. Bana yuvamdan uzak geçirdiğim ayların sayısını hatırlatan feci bir ataktı bu. Onca yıldan sonra bugün bile, kalbimin daha hızlı atması ve artık yaşadığım bu Avrupa şehrinde ruhumun birazını yitirmiş olma korkusuyla panik içinde bir bilet almaya çalışmam için çocukluk anılarımda yer edenlere benzer kırmızı bir karınca görmem yetiyor. Babamın mezarı, kız kardeşimin gülüşü, annemin kaygıları düşüyor aklıma ve derhâl annemi arıyorum: “Haftaya dönüyorum.” “Temelli mi?”

“Hayır canım… birkaç günlüğüne.” “Peki, ya ne zaman temelli dönmeyi düşünüyorsun?” “Bilmem… yakında…” Ulusal havayolu şirketiyle seyahat etmek, iştah açıcı bir başlangıç âdeta. Şiddetle takırdayan baş üstü dolapları, ter kokuları, çocukların tiz çığlıkları, yaşlı kadınların patavatsız soruları, hosteslerin saldırganlığı ve kalkışta tekdüze bir şekilde mırıldanılan Kuran ayetleri, beni yuvama daha da yaklaştıran ayrıntılar. Çok kısa bir süre sonra, bu topraklara yeniden ayak basacağım, insanı kör eden ve kuşatan ışıkla buluşacağım.

Paris’te geçen altı ayın ardından başkent Cezayir’e ilk dönüşüm işte. Bir başkasına dönüşmüş olmaktan korkarak. Herhangi bir değişimin işaretlerini saklama arzusuyla. Kalın, canlı bir kırmızıyla üstü çizilmiş bir sigarayı gösteren panonun altında sigara içen polis memuru da belgelerimi görmek istedi. Cezayir pasaportumu ve Fransız oturma iznimi uzattım. Yüzüme bile bakmadan, küçümseyen bir somurtuşla geri verdi. Israrlı bir teşekkür geveledim. Dört yaşından on yedi yaşına dek, tüm okul yıllarım boyunca, haftada bir kez okul bahçesinde sınıf arkadaşlarımla birlikte millî marşı söylemiştim. İyice ütülenmiş, boğazıma kadar ilikli pembe önlüğüm; temiz yüzüm, kısa kesilmiş tırnaklarımla, bir elim göğsümde, Cezayir bayrağının kahramanca göndere çıkışını izlemiştim. Mavi gökyüzünde yeşil ile beyaz, kırmızı hilal ve yıldız. Düşmana cesurca karşı koyan üniformalı adamlar resmetmiştim. Ordumuzun ihtişamına ve polisimizin cesaretine düzülmüş şiirler ezberlemiştim. Yiğitlerdi, korkusuzlardı; onlara sonsuz şükran borçluyduk.

Otoriteyle karşı karşıya geldim mi kendimi teşekkür etmek zorunda hissederim. Polis memuru tenezzül edip tepki vermedi. Buradakiler, orada yaşayanları sevmezler. Onların gözünde, vatan hainleri ile muhalefet aktivistleri arasında bir yerdeyizdir. Baş belası tipler. Namussuzlar. Alınmıyorum. Ben de böyleydim. Birkaç yıl önce, henüz başkent Cezayir’de yaşadığım sırada, ülkelerini orada yaşamak için pişmanlık duymadan terk eden ve bir pazar öğleden sonra bir nostalji atağına tutuldular diye birkaç günlüğüne evime gelen o insanları sevmezdim. Gebersinler, diye düşünürdüm o zamanlar. Gebersin, benimle göz göze gelmekten kaçınan polis memuru da böyle diyordur içinden. Çocukluk arkadaşım Amina’ya verdiğim sözü tutmak için gülümsedim. İddiasına bakılırsa biraz sevgi, ülkemizi şiddetten kurtarırmış; birlikte yaşamayı öğrenmek gerekirmiş, kötülüğe ve taşlara rağmen. Oysa pek çoklar, şu taşlar.

Belgelerimi bilmem kaçıncı kez bir diğer kanun temsilcisine göstermek için kuyrukta beklerken on beş yaşında karşılaştığım polisler geliyor aklıma. O zamanlar üç kırmızı sivilce süslüyor alnımı. Saçlarımı örüyorum ve annemden habersiz pembe, payetli bir oje sürmüşüm. Fark edecek diye ödüm kopuyor. Kız kardeşimin ağzı sıkılığından eminim; zaten o da gizli gizli sürüyor, on yaşından beri. Benden ancak biraz büyük üç cılız oğlan, ortaokul yolunda peşime takılmış; örgümün ucundan çekip beni itip kakarak dağarcıklarındaki tüm şehvet düşkünü küfürleri üzerime yağdırıyorlar. Canımdan bezip polis memurlarından yardım istiyorum. Gülerek ikilememizi emrediyorlar. Birkaç küfür daha ettikten sonra tacizcilerim başka bir kızı gözlerine kestirip onun peşine takılıyor, bu kez kızın ojesi kırmızı. Eve bu ilk dönüşüm sırasında, bagaj taşıma bandının önünde, korkunç döner sistemin bavulumu tükürürcesine fırlatmama olasılığından ürktüm. Bunun üzerine içimden, bavulumu tanıyabilmek ve şüphe duyanlara her ne kadar orada yaşasam da Cezayirli olduğumu kanıtlamak için, bir dahaki sefere üstüne bir Cezayir bayrağı asacağıma yemin ettim… Bunlar beş yıl önce oldu ve o zamandan bu yana hiçbir şey değişmedi.

“Annen ben.”
“Biliyorum, anneciğim.”
“Neredesin?”
“Dışarıdayım.”
“Dışarıda nerede?”
“Apartmanın önünde.”
“Ha, eve dönmekte çok gecikmeyesin.”
“Ne oldu anneciğim?”
“Haberlerim var, aramam lazımdı. Öyle mutluyum ki: Küçük
kız kardeşin evleniyor!”
“…”
“Duydun mu? Bir tek sen kaldın!”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıCebimdeki Taşlar
  • Sayfa Sayısı140
  • YazarKaouther Adimi
  • ISBN9786052349724
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviDelidolu /

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Zenginliklerimiz ~ Kaouther AdimiZenginliklerimiz

    Zenginliklerimiz

    Kaouther Adimi

    Ödüllü yazar Kaouther Adimi’nin imzasını taşıyan Zenginliklerimiz, Edmond Charlot adında Cezayirli bir kitapçının genç yaşta giriştiği muazzam yayıncılık ve editörlük serüveninin izlerini süren, sürükleyici bir...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Karain ~ Joseph ConradKarain

    Karain

    Joseph Conrad

    Karain, Conrad’ın en büyük, en görkemli ve en içsel öyküsü olmayabilir ama yine de Conrad’ın yazını içinde tartışılmaz bir önemi vardır. Conrad, yazdığı deniz,...

  2. Şehvetin Kölesi ~ Kresley ColeŞehvetin Kölesi

    Şehvetin Kölesi

    Kresley Cole

    Nefes kesen öpücüğü aklından çıkmıyordu… Lykae klanından Bowen MacRieve, eşinin ölümüyle yıkılmıştır. Acımasız savaşçı kalpsizleşmiş ve o günden sonra hayatına kimseyi sokmamıştır… ta ki...

  3. Neşter Müziği ~ David CarnoyNeşter Müziği

    Neşter Müziği

    David Carnoy

    Parkview Tıp Merkezi’nin acil servisinde travma alarmı yankılanıyordu. Hastaneden dört mil uzakta bir kaza olmuştu. Bir sağlık görevlisi, Parkview’daki triyaj hemşiresine telsizle, “Motorlu araç kazası geçirmiş on altı yaşında bir kız getiriyoruz,” diye haber verdi.

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur