Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Denizler Ejderi
Denizler Ejderi

Denizler Ejderi

Ahmet Yılmaz Boyunağa

Batılı korsanların korkulu rüyası ‘dragut’ yani ejderha lâkabını taktıkları Akdeniz’in yürekli korsanı Turgut Reis… Türk denizcilik tarihine altın devrini yaşatan denizcilerden Turgut Reis’in denizlerde…

Batılı korsanların korkulu rüyası ‘dragut’ yani ejderha lâkabını taktıkları Akdeniz’in yürekli korsanı Turgut Reis… Türk denizcilik tarihine altın devrini yaşatan denizcilerden Turgut Reis’in denizlerde Venedik korsanlarıyla, Rodos şövalyeleriyle, din ve millet için yaptığı savaşlar; kahramanlıklarla dolu hayatı…

Ahmet Yılmaz Boyunağa, Denizler Ejderi kitabıyla okurlarını Türk denizcilik tarihine altın devrini yaşatan denizcilerden Turgut Reis ile tanıştırıyor. Hikâyelerinde milli ve manevi değerlere yer veren yazar genç okurlara iyi örnekler sunuyor. Macera dolu hikâye okurları içine çekecek.

DENİZDEN GELEN HABER

1498 yılının bir ağustos günüydü. Bodrum’un Karatoprak beldesinin sahil köylerinden birini deniz tatlı şıpırtılarla okşuyordu. Kumsalda, yedi-sekiz çocuk güreşiyordu. Kumda oturmuş ve gözlerini denize dikerek hayale dalmış bir çocuk da denizin şarkısını dinliyordu. Bu çocuk, sahilden altı-yedi metre kadar uzakta, küçük bir cismin, suya batıp çıktığını gördü. Sahil çocukları, alışıktırlar böyle kıyıya vuran cisimlere… Başını başka tarafa çevirdi. Aradan az bir zaman geçti. Başını tekrar o cisme çevirdiği zaman, hafif bir dalga ile kıyıya vurmuş olduğunu gördü. Bu, bir şişeydi… Çocuğun, o zamana kadar görmediği, garip biçimli bir şişe… Yerinden kalktı. Dalgaların oynadığı şişeyi aldı. Şişenin ağzı kapalıydı. Merak etti. Çabucak şişenin ağzını açmak istedi. Beceremedi. O sırada, iki-üç çocuk da merakla yanına koştular. Biri:

– Kıralım, dedi. Kırdılar… Şişenin içinden, nemlenmiş, gri renk almış, bir bez parçası çıktı. Bezi açınca, bezin üstünde kırmızı boya ile yazılmış, fakat iyice solmuş bir yazı olduğunu gördüler. Çocuk, güreş edenlere bağırdı: – Hey!.. Turgut!.. Ali!.. Gelin, bakın ne buldum!.. Adının Turgut olduğu anlaşılan çocuk, güreştiği arkadaşlarının sırtını yere getirdikten sonra, koştu. Arkadaşlarının merakla inceledikleri bezi dikkatle gözden geçirdi. Bu çocuk, ancak on üç-on dört yaşlarında vardı. Derisi, denizden ve güneşten pul pul dökülmüştü. Şahin bakışlı, ateş gibi bir çocuktu. Granit gibi sağlam bir vücudu olduğu görülüyordu. Çekici ve etkileyici bir kişiliği vardı. Kendisinden daha büyük çocuklar olduğu hâlde, arkadaşları arasında en fazla sözü geçenin o olduğu anlaşılıyordu.

Sert bir bakışla, bezi okumaya çalıştı. Okuyamadı. Biraz daha gayret etti; yine okuyamayınca, – Haydi arkadaşlar! İmam Efendi’ye götürelim de okusun, diye bağırdı. Acaba ne yazıyor? Çok önemli bir şey olsa gerek… Çocuklar elbiselerine koştular. Giyinmeye başladılar. “Çok önemli bir şey olsa gerek!..” Evet çok önemli bir şeydi bu yazı… Akdeniz’e bir kasırga salacaktı. Denizin çağrısıydı bu… Bu yazı, Avrupalıları dehşet içinde bırakarak, haçlı sahillerinde fırtına gibi esecek; Rodos şövalyelerine, Venedik korsanlarına, Cenevizlilere kan kusturacak Müslüman Türk’ün intikam yumruğu gibi sahilden sahile koşacak olan Gazi Turgut Reis’in, denize açılmasını sağlayacaktı.

Bu yazı, Hristiyanlık dünyasının “Dragut” yani ejderha dediği ve kendisiyle karşılaşmamak için yol değiştirdikleri, o zamana kadar Müslümanlara yaptıkları zulümleri onlara birer birer ödetecek bir leventin1 hayatının dönüm noktasıydı. Bu şişe ve içindeki bu yazı, Avrupa’nın geleceğinde rol oynayacaktı. Acaba Haçlı dünyası, Dragut’un bir şişe yüzünden ortaya çıkacağını bilselerdi, ne yaparlardı? Rodos’ta bir tek şişe kalmayıncaya kadar, bütün şişeleri kırarlar mıydı?.. Yoksa denizi, İspanya, Portekiz, İtalya, Venedik ve Rodos şövalyelerine ait gemilerle tarayıp, o şişeyi bulmaya mı çalışırlardı?.. Kim bilir?.. Gerçek şu ki bu şişe, 16. yüzyılda, Haçlı dünyasının deniz üstünlüğünü allak bullak edecek Türk denizcilerinin en büyüklerinden birini, denize çağıracaktı.

Küçük Turgut, peşinde arkadaşları olduğu hâlde, imamın yanına koştu. İmam Osman Efendiyi, nerede bulacaklarını biliyorlardı; cami avlusunda. Boş zamanlarında İmam Osman Efendi, köylülerle oturur, dinî ve ilmî meselelerde herkesi aydınlatırdı. Köyde onu sevmeyen yoktu. Her konuda derin bir bilgisi vardı. Sözleriyle yaşayışı birbirine uyardı. Boş konuşmazdı. Köyün en haşarı delikanlıları bile ona hürmet ederlerdi. O, evliya gibi bir adamdı. Onu, tahmin ettikleri gibi cami avlusunda buldular. Çevresi yaşlı kimselerle çevriliydi. Çocukların heyecanlı hâlleri, önemli bir şey olduğunu gösteriyordu. Turgut’un uzattığı bezi alan Osman Efendi, herkesin sabırsız ve meraklı bakışları arasında, yazılara göz gezdirmeye başladı. Sonra, sabırsızlığın farkına vararak, acı ile mırıldandı: – Yardım isteyen bir din kardeşimizden. Heyecanlı çocuk sesleri yükseldi:

N’olur oku İmam Emmi!..
– Acaba ne yazıyor o bezde?..
Yaşlı kimseler de, meraklanmışlardı. Sabırsızlıkla sordular:
– Oku, Osman Efendi!..
– Bekletme bizi gayri!..
Osman Efendi okumaya başladı:
“Bismillâhirrahmanirrahim.
Allah’ın selâmı üzerinize olsun!..

Ey din kardeşlerim!.. Ulu Allah’a emanet ederek dalgalara bıraktığım bu şişe, sizlerin eline geçer mi geçmez mi, onu bilemem! Fakat Allahu Teâlâ’ya güvendim ve sığındım. Ümitliyim… Ben, Endülüs Müslümanlarından Hasan Bin Abdülmelik… Katolik2 kral Ferdinand’ın, yani Hristiyanların kanlı zulümlerine uğramış Müslümanlardan sadece biri… Ferdinand, teslim şartları arasında Müslümanların haklarını tanıdığını Müslümanlara haksızlık yapmayacağını belirttiği hâlde ülkemize girdikten üç hafta sonra, kanlı bir idareye başladı.

Antlaşma şartlarını unuttu. Kadınlarımızın, kızlarımızın namuslarına göz dikildi. Delikanlılarımız öldürüldü. Topraklarımız elimizden alındı. Köle durumuna getirildik. Küçük çocukları ve kadınları esir ettiler. Endülüs’ten ayrılmak isteyenleri bırakmıyorlar. Üstelik din baskısına başladılar. Bizleri, Hristiyan yapmak istiyorlar. Müslüman kızların, Müslüman erkeklerle evlenmesini yasakladılar. Namusumuz, mallarımız, hürriyetimiz elimizden alındı. Onların köleleriyiz. Bu durum, Allah’ın bize bir cezası… Çünkü son zamanlarda, oldukça bozulmuştuk. Birlik, beraberlik yolundan ayrılmıştık. Belki de bu belâ onun için başımıza geldi…

Ben, onların zulümlerine dayanamadım. Birkaç arkadaşla, bulduğumuz bir kayıkla kaçmaya kalktık. Bu defa da Rodos şövalyelerinin eline geçtik. Bu papaz şövalyelerin de kötülüklerinden, Allah bütün Müslümanları korusun. Bunlar, çok iğrenç ve pis insanlar… Merhametsiz kimseler. Tam bir Müslüman düşmanı bunlar… Beni, çok yaşlı olduğum için, küreğe mahkûm etmediler.3 Ama daha kötüsü, meyhanelerinde hizmetkâr yaptılar. Yüreğim kan ağlayarak, sarhoşlara içki taşıyorum. Tekmeleniyorum; dövülüyorum; alay konusu oluyorum. Bunları yazmamın sebebi, kendi canımı kurtarmak istemem, değil. Ben zaten oldukça yaşlanmış bir kimseyim. Bari bizden sonrakiler, bizim çektiğimiz işkenceleri çekmesinler. Rodos şövalyeleri, Türk sahillerine yaptıkları baskınlarda, pek çok esir ele geçirmişler. Kimisini satmışlar; kimisini de küreğe zincirleyerek inletiyorlar.

“Türkler karada kuvvetliyse, denizler de bizimdir.” diye gururlanıyorlar. Daha dün, İzmir sahillerinde yaptıkları baskında ele geçirdikleri Türk esirleri ve malları, Rodos’a getirdiler. Demek ki, bunları denizde de ezmek gerekli!.. Nerede o parlak zamanlarımız? Neden denizleri bu kâfirlere bırakıyorsunuz? Bizim, gözleri yaşlı olarak sizlerden medet umduğumuzu, sizleri beklediğimizi düşünmüyor musunuz? Din kardeşleriniz Hristiyan işkenceleri altında inlerken sizler, yataklarınızda rahat uyuyabiliyor musunuz?! Allah rızası için koşunuz!

Ey Memlüklû! Ey Osmanlı Müslüman kardeşlerimiz! Açılınız denizlere, din kardeşlerinizi kurtarınız. Gözleri yaşlı olarak, sizleri bekleyen din kardeşlerinizi unutmayınız!

İmza
Hasan Bin Abdülmelik

Okumayı bitiren İmam Efendi, başını kaldırdı. Gözleri nemliydi. Çevresindekilerin de gözleri yaşarmıştı. Küçük Turgut, haykırdı: – Niye yardım etmiyoruz İmam Emmi? Neden, din kardeşlerimizi düşmanların ezici yumruğu altında bırakıyoruz? – Evlât! Bu mesele bir devlet işidir. Beş kişinin, on kişinin başaracağı bir şey değildir. Mısır Memlük Sultanı, İspanya Kralı Katolik Ferdinand’ı tehdit etmişti. Müslümanlara zulüm yapmakta devam ederse, Mısır’daki ve Suriye’deki Hristiyanlara aynı şekilde davranacağını bildirmişti. – Peki sonra ne oldu? – Katolik Ferdinand bu tehdide kulak asmadı. – O zaman Memlük sultanı Hristiyanlara zulüm yaptı mı? – Hayır; İslâmiyet’te zulüm yoktur… Hristiyanlara yine şefkat ve merhametle yaklaşmaya devam etti. – Haçlı dünyası da bunu biliyor ya!.. Peki, bizim sultanımız ne yaptı? Yürüseydi üzerlerine!.. – Sultanımız, gerçi Kemâl Reis komutasında, Endülüs sularına bir filo4 gönderip, Malaga sahillerini tahrip ettirdiyse de bu yine de yeterli olmadı. Ayrıca, sultanımızı bağlayan bir sebep de vardı; Cem Sultan olayı… Papa5 ve Rodos şövalyeleriyle iyi geçinmek zorundaydı. Cem Sultan, taht kavgası sırasında Rodos şövalyelerine sığınmıştı… İşte Bayezıd Han, bir taraftan bu mesele yüzünden, diğer taraftan gemilerimizin sayısının azlığı yüzünden, çok uzak olan Endülüs’e devletçe pek fazla yardım gönderemedi. – Öyleyse, bizler açılalım denizlere!..

– Oğul! Bizler, daha ziyade toprak adamıyız. Bu iş, cengâverlerin6 işi… Turgut başını önüne eğdi. Biraz düşündü: – Sahillerimiz, zaman zaman Rodos şövalyelerinin saldırılarına uğruyor. Daha geçen ay, şövalyelerin köyde yaptıkları kanlı baskını, kaçırdıkları çocukları ve kızları unutacak mıyız? Bunlara seyirci mi kalacağız?! Rodos şövalyeleri nasıl birlik meydana getirmişse, biz de aynı şekilde hareket edelim. – Evlât! Onların durumu başka… Onlar, Hristiyanlık dünyasının dört bir tarafından yardım alıyorlar. İngiltere’den, Fransa’dan, İtalya’dan, Almanya’dan, Portekiz’den, İspanya’dan kısacası Hristiyanlık dünyasının dört bir tarafından, Müslümanlarla ölünceye kadar çarpışmaya yemin etmiş şövalyeler katılıyor onlara… Onları, papa ve bütün Avrupa devletleri besliyor. Silâhları, malzemeleri bol.

Onlarla, ancak devlet mücadele edebilir. – Biz de onlar gibi niye toplanmayalım? Niye onlara savaş açmayalım? Neden duruyoruz? Karada onları nasıl tepeliyorsak, denizde de ezelim! – Onun da zamanı gelecektir evlât! – Zamanı gelmiştir ve geçiyor. Yeter ki bizler niyet edelim. Durmakla olmaz! Vallah, ben durmam artık buralarda… Bir levent gemisine gönüllü yazılır, denizlere açılıp, o kâfirlerle mücadele ederim. Bu uğurda ya şehit olurum, ya da gazi…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Yasak Şehir ~ Ahmet Yılmaz BoyunağaYasak Şehir

    Yasak Şehir

    Ahmet Yılmaz Boyunağa

    Yasak Şehir, zulme boyun eğmediği için yok edilmek istenen, göçe zorlanan yüzlerce insanın altüst olan hayatının, acısının, hayatta kalma mücadelesinin hüzünlü öyküsüdür. Kasım Hanlığı,...

  2. Zafer Rüzgarları ~ Ahmet Yılmaz BoyunağaZafer Rüzgarları

    Zafer Rüzgarları

    Ahmet Yılmaz Boyunağa

    Bugün dahi, dalgalarıyla, bütün Akdeniz kıyıları, şanlı şehit ve gazilerin yiğitliklerini sahilden sahile fısıltılarla anlatır… Genç yaşta levent olan ve Akdeniz′de Haçlıların korkulu rüyası...

  3. Tufan (Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih) ~ Ahmet Yılmaz BoyunağaTufan (Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih)

    Tufan (Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih)

    Ahmet Yılmaz Boyunağa

    Allah, Hz. Nuh’a bir gemi yapmasını emretti. Bu öyle bir gemi olacaktı ki içinde her çeşit hayvan bulunacak ve Allah’a iman edenleri büyük tufandan...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Beyoğlu Rapsodisi ~ Ahmet ÜmitBeyoğlu Rapsodisi

    Beyoğlu Rapsodisi

    Ahmet Ümit

    Üç arkadaşın hikayesi bu. Biraz da Beyoğlu’nun hikayesi. Beyoğlu’nun karmaşasının, kalabalıkların arasına gizlenen sırların hikayesi. Sokakların, binaların, bildik bilmedik köşelerin, ama en çok da...

  2. Yarın Etkisi ~ Gamze AydenizYarın Etkisi

    Yarın Etkisi

    Gamze Aydeniz

    Zamana meydan okuyan iki yazarınçarpışan kalemlerinden mürekkep değil, görünmez kelimeler dağılır etrafa… Tükenmiş kelimeleriyle yazarlık kariyerininen durgun dönemini yaşayan ünlü yazar İnci Sözeri, kaleminin...

  3. Neredesin Şelale? – Şelale’nin Bez Bebeği 2 ~ Naşide GökbudakNeredesin Şelale? – Şelale’nin Bez Bebeği 2

    Neredesin Şelale? – Şelale’nin Bez Bebeği 2

    Naşide Gökbudak

    27 Mayıs 1960. Şelâle kendini bilmez bir halde, kucağında bez bebeğiyle köşkünden dışarı çıkar ve bir daha geri dönmez. Onun için bilinmeze doğru bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur