Franz: eski bir Nazi. Isabel: Franz’ın Meksikalı sevgilisi. Javier: yaşlanmakta olan devrimci bir şair. Elizabeth: Javier’in hırçın karısı. Bu ilginç dörtlü, bir zamanlar Azteklerin tapınaklar kenti olan Cholula’da uzun bir gece geçirir. Sıcak, boğucu gece boyunca umulmadık tutkular ortaya dökülür, yıllardır bastırılmış gerçekler su yüzüne çıkar, pişmanlıklar ve itiraflar birbirini izler…Artemio Cruz’un Ölümü, Terra Nostra, Yanık Sular, Aura, Körlerin Şarkısı gibi yapıtlarıyla tanıdığımız Carlos Fuentes’in en önemli romanlarından biri Deri Değiştirmek. Büyük bir romancının usta işi kurgusu ve şiirsel dilinden okuyacağınız bir “gece ayini”. Yitik bir dünya için yakılmış insancıl bir ağıt olarak da nitelenebilecek şaşırtıcı bir roman.
Önsöz
Günümüz Meksika yazınının dünya çapında yankı uyandırmış yazarlarından biridir Carlos Fuentes. 1928 yılında México’da doğmuş, babası diplomat olduğundan öğrenimini Şili, Arjantin ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yapmıştır. Meksika Üniversitesi ve Cenevre’de uluslararası hukuk öğrenimi gördükten sonra, kısa bir süre diplomatlık mesleğini sürdürmüş, Amerika Birleşik Devletleri ve Güney Amerika’da görevlendirilmiş, 1975-1977 yıllarında Meksika’nın Paris büyükelçiliği görevinde bulunmuştur. Şimdi Amerika Birleşik Devletleri’nde öğretim üyesidir. Yapıtları arasında kısa öyküler ve iki oyun da yer almakla birlikte, Fuentes ününü romancı olarak kazanmıştır. Başlıca yapıtları “Duru Hava”, Artemio Cruz’un Ölümü, Kutsal Bölge, Körlerin Şarkısı, “Tansökümü Törenleri”, “Tek Gözlü Kral”, “Ejderhanın Başı” ve yazara en çok ün kazandıran Bizim Toprak / Terra Nostra’dır. Deri Değiştirmek, ilk bakışta iki çiftin öyküsüdür: (Amerikan Yahudisi, kırklarında, mutsuz) Elizabeth ile (devrimci ve yazar olarak gerçekleştirmek istediklerini Elizabeth uğruna harcadığına inanan) Javier. İkinci çift genç Meksikalı Isabel ve Südet kökenli, İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler için bir toplama kampı yaptığını anımsayan mimar Franz. Elizabeth’in sevgilisidir Franz; Javier de Isabel’in sevgilisi. Romanın çok iyi özümlenmiş düğümü, bu dört kişinin geçmişine birbiri ardı sıra dalışlarla gelişir. México’dan Veracruz’a giderken, Kolomb öncesi anıtlarıyla ünlü ve XVI. yüzyılda Cortés ordularının Montezuma’nın güçlerini yenik düşürdüğü savaşta üç bin Aztek’in kanlarıyla sulanan tarihsel Cholula kentinde dörtlünün arabaları bozulur. Cholula’da bir gece geçirmek zorunda kalırlar. Anlatının süresi –ya da daha doğrusu, şimdiki zamanla ilgili bölümü– Cholula’da duraklayışın süresi kadardır tam: yirmi dört saat. En başında, romanın Anlatıcısı olarak betimlenen kişi, anlatının dışında kalmaz, zaman zaman roman kişileriyle diyaloglar kurar; giderek, bir Son Yargı havasına bürünen bir tür trajik olgu içinde, dört kişinin maskelerini indirmek, onların –yıllar yılı bastırılmış– gerçeklerini ortaya çıkarmak için araya giren, romanın beşinci kişisi olur. Böylesine bir kitabı, onun dokusunu oluşturan sayısız temalardan birine indirgemek olanaksızdır, bir bildiri gibi açıkça ortaya konmuş, neredeyse saldırgan modernizm temalarıdır bunlar. Ama bu temaların tümü de, Meksika dramının artalanında ayrışırlar: Bu, bir uygarlığın bir başka uygarlık tarafından yok edilmesidir. Ara ara pop yazınının sınırlarına yaklaşan duruşmalardan yararlanarak, roman kişilerinin arasına sık sık kişisel olmayan düşünlerin, duygusal özlemlerin, roman kişilerinin her birinin kültürel esin perisinin evrenini sokan yazar, parçalanmış bir dünyanın –olabilirse– bütünsel imgesini, zengin bir dille sunma çabası içindedir. İnsanoğlunun çağlar boyu süregelen temel sorunlarına, eski bir uygarlığın artalanında, yazarın çağdaş, soğukkanlı –kişiye zaman zaman sevgisiz bile gelebilecek– yaklaşımıyla romanın destansı kurgusu arasındaki çelişki roman boyunca sürüp gidiyor. Fuentes’in bu yapıtı için söylenebilecek birçok şey arasında, onun kurgusu ve şiirselliğiyle gerçek bir sanat yapıtı olduğu özellikle belirtilmelidir.
ŞADAN KARADENİZ
1
Olanaksız bir şölen
Anlatıcı, bir eylül gecesi Coupole’de öyküsünü
bitirir ve kullanıla kullanıla aşınmış son söz
yöntemine başvurmaya karar verir.
Bitişik masada oturan Alain Jouffroy, bir
Le Temps d’un Livre1
uzatır ona:
… comme si nous nous trouvions à la
veille d’une improbable catastrophe ou
au lendemain d’une impossible fête…2
Bu bitince, kitap başlar. Olanaksız bir şölen. Ve
anlatıcı, tıpkı baladın kahramanı gibi, şarkı söylemeye başlamadan önce izin ister.
Bugün dördünüz buraya girdiğinizde bütün gördüğünüz, daracık pis sokaklar, hepsi birbirine benzeyen üst üste yığılı evler oldu: tek katlı, penceresiz, tahtaları çatlamış kocaman kapılı, hepsi de sarı ve mavi kireç boyalı evler. Biliyorum, kuşkusuz, ara sıra, parayla böbürlenen bir konutun, pencereleri sokağa bakan ve Meksikalıların öylesine dayanılmaz buldukları ayrıntılarla süslü oymalı kafesler, balık sırtı kabarık çizgili yelken bezinden yapılmış çıkıntılı tentelerle kurumlanan zarif bir evin önünden geçtiniz. Ama, o pencerelerin ardında yaşayan o iyi yurttaşlar neredeydiler, Isabel? Size, kasabaya hoş geldiniz demek için dışarı çıktılar mı, yoksa bu görevi, toza toprağa, çevrenizde kaynaşan yoksulluğa, şallara bürünmüş esmer yüzlü yalınayak kadınlara, ağır gebe karınlara, çıplak çocuklara, sokak köpeği sürülerine mi bıraktılar? Hiçbir yere gitmeksizin ortalıkta başıboş dolaşan melez köpek sürüleri. Çakal atalarına ihanet eden, kimileri sarı, kimileri kara, hepsi de yitik, isteksiz, güçsüz, aç, her yanlarını saran yaraları, pire yeniklerini kaşıyan, burunlarını suyollarına sokup çöp kırıntıları arayan, sakat, sıska, çekik kırmızı ya da sarı gözlerinden irin damlayan köpekler; ak burunlu, tüyleri dökük, çıplak derileri yara bere içinde, bir zamanlar eski bir Meksika dünyasının anıt yapısı olan bu uyuşuk ve amaçsız kentin ağır ritmine uyarak sızlanan uyuşuk ve amaçsız köpekler. Bugün bir yoksulluk kenti olan, bugün, 1965 yılının 11 Nisan Cumartesi günü, hasta köpekler ve çıplak ayaklarıyla sessizce tozda yürüyen, işitilemeyen seslerle, çekimi yetersiz sözcüklerle, birbiriyle kaynaşmış, duyulmaz hece zincirleriyle şakacıktan gizlerini ve gizli şakalarını birbirlerine anlatırken usulca gülen karınları şiş kadınlarla çürüyen Cholula. İspanyol Hernán Cortés, yiyecek yerine kuru bir yanıt getiren Cholulalı dört Macehuale habercisini gözlemliyor: Reislerimiz bugün size katılamadıkları için üzülüyorlar, Teul. Kendilerini rahatsız, buraya gelip armağanlarını sunamayacak kadar hasta hissediyorlar. Dört Macehulaeli onunla alay ederken, Cortés dinliyor; eski düşmanları, şimdiyse dostları olan Tlaxcalalılar kaşlarını çatıp homurdanıyorlar. Cholula’dan ve México’nun gücünden sakının, diye uyarıda bulunuyorlar. Cortés gülümsüyor. Yalnız bir kişiye gerek var. Barışı yankılayarak yürüyecek. Barışı yankılayarak İspanyollar yürüyorlar, günün sonunda Cholula’ya ancak beş kilometre uzaklıkta kamp kuruyorlar. Kızılderililer onlara kulübeler yapıyorlar ve onlara katılarak nöbet tutuyorlar. Karanlıkta sesler, çalılıkta görünmeyen bir hareketin hışırtısı. Soğuk gece. Gece boyunca, kentten elçiler tavukla mısır ekmeği getirip Cortés’in kulübesinin önündeki ateşin çevresine yığıyorlar. Saçları dağınık, gömleğinin yakası açık, Cortés, çevirmenlerine teşekkürlerini dile getirmelerini buyuruyor. Jerónimo de Aguilar: kısa çizmeler, bez pantolon. Yüzbaşının hem metresi hem rehberi ve çevirmeni olan, kara örgüleri ve alaycı gülümseyişiyle Malinche. Bugün onların çocuklarını gördün, Isabel. Dar alınlı, küçük dişleri kalın damaklarına gömülü, saçları kısa örgülü kadınlar, zamanından önce yaşlanmış, şallara sarınmış genç kadınlar, karınları doğacak çocuklarıyla şişkin, sonuncu çocukları sıkı sıkı ellerinden tutmuş ya da kucaklarında uyumuş ya da şalın altından sırtlarına binmişler. Beyaz gömlek, iş pantolonu giymiş, başlarında verniklenmiş kaskatı hasır şapkalar, bisikletle ağır ağır giden ya da iş araç gereçleri ellerinde yürüyen erkekler. Derileri pürüzsüz çikolata renkli, ama kara saçları diken diken, ince düzensiz bıyıklı, aşınmış çizmeli, kolalı gömlekli şişman erkekler. Bellerinde tabancaları, bereleri yan yatmış, yanaklarında, şakaklarında ya da boyunlarında soluk renkli derin bir bıçak yarası izi, enseleri tıraşlı, dişlerinin arasında bir kürdan; geniş, bomboş, çürüyen meydana bakan sıra kemerlerin dikmelerine dayanmışlar. Siz dördünüz o meydanı gördünüz, ama çok kalmadınız orada. Kurumuş bir bahçe gibiydi. Çardakta, ardı arası kesilmeksizin “ça-ça-ça”lar öğüten kakafonik bir bant. O keyifli küçük bant hoşuna gitmedi mi, Pisipisi? Bant susunca da, birbiri ardı sıra, her birini bir yerli señoritaya, adadığı twist plakları çalan, yerli bir radyonun diskcokeyine bağlanmış olan hoparlörünü de beğenmedin mi? Sıra kemerlerin önünde duran korkunç yontuların önünden geçip gittiniz: Bronz Hidalgo, Guadalupe’nin sancağı ve “Gelecek Kuşakları Anımsa” söylencesi; altına boğulmuş, yüzü ciddi Juárez: Çoban, yalvaç ve kurtarıcıydı o. Gün ışığında kutsal kentin kırk bin ak evi parladı. Kentin çevresinde uzanan, yoğun nüfuslu, zengin ekili toprak kuşağını geçerek evlere doğru yürüdüler. Cortés, at sırtında, büyük sığır sürülerini besleyebilecek su ve otlaklar görüyor, ama aynı zamanda kentten çıkmış, evden eve, pazardan pazara dolaşan dilenci ordusunu da görüyor: yalınayak, pırtılar içinde bir sakatlar, öne doğru uzanmış eller ve çürük başak tanelerini geveleyen ağızlar kalabalığı. İspanyollar, biber, mısır, sebze ve sisal bahçelerini artlarında bırakarak yüksek kuleli kente yaklaşıyorlar. Açlıktan ölmekte olan köpek sürüleri karşılıyor onları. Cholula, dört yüz kulesi, oratoryosu, piramitleri olan anıt kent. Kulelerden, açıklıklardan, meydanlardan borazan ve davul sesleri yükseliyor. Şimdi onları tunik biçiminde kesilmiş işlemeli pamuklu binişler giymiş, mis kokulu reçine buhurdanlıkları sallayan yerli kabile reisleri ve papazlar alayı karşılıyor. Papazlar, binlerce Tlaxcalalıyı görünce buhurdanlıklar indiriliyor. Hayır, diye karşı çıkıyorlar, düşmanlarımızın girmesine izin veremeyiz. Cortés, Tlaxcalalılara kentin dışında konaklamalarını buyuruyor, kendisi yalnızca İspanyollar, Cempoaltecalılardan oluşan koruma alayı ve topçularıyla ilerliyor. Cholula halkı, düz çatıların tepesinden şaşkınlıkla ve gülerek bakıyorlar aşağıya. Atlar, o kır ve doru canavarlar. Tatar yayları, top, horozlu karabinalar. Davullar gümbürdemeyi sürdürüyorlar. Şimdi, kentin içinde, Cortés sesleniyor onlara. Putlara tapmayı bırakmalıdırlar. İnsan kurban etmekten vazgeçmelidirler. Kendi türlerinden olanların etini yememelidirler bundan böyle. Eşcinsellikten ve öteki yozlaşmalardan vazgeçmeli, birçok başka güçlü kabile reislerinin yaptıkları gibi İspanya kralına bağlılık andı içmelidirler. Cholulalılar karşılık veriyorlar: Kralınıza boyun eğeceğiz, ama tanrılarımızı bırakmayacağız. Gülümseyerek, yüzbaşıyı ve mini mini ordusunu büyük konukevlerine götürüyorlar. Sıvaları dökülen sıra kemerler boyunca yürüdün, Isabel, yanında Franz, arkanda Elizabeth ve Javier. Yeşil, gri, açık sarı. Küçük bir bakkaldan sabun ve bayat peynir kokusu geliyordu. Bitişikte, bir istiridye dükkânı vardı. Sahibi iki alüminyum masa ile yedi hasır iskemle atmıştı kaldırıma. Ama kimse oturup geniş uzun kavanozlarda bulanık su içindeki istiridyelerden yemiyordu. Sıra kemerlerin orta bölümünde resmî daireler yer alıyor. Belediye sarayı, defterdarlık, Üçüncü Tabur karargâhı. Siyahlar giymiş üçkâğıtçılar ve arabulucular. Askerlerin uzak, kaygısız, soğuk bir gülüşle gülümseyen yüzleri. Kırmızı bir mozaiğin ardında polis karakolu. Sonra García Biraderlerin her şey satılan mağazaları: süpürgeler, fırçalar, çuvallar, kablolar, teller, paspaslar, söğüt dalından yapılmış sepetler, kapının üstünde de bir tabela: Kim olursa olsun, dedikodu istemiyoruz. İki gün barış içinde geçiyor. Ama üçüncü gün, artık yiyecek sağlanmıyor. Yaşlı adamlar yalnızca su ve yakacak odun getiriyorlar ve yiyecek kalmadığını söylüyorlar. Montezuma’nın son elçisi geliyor ve Cortés’in yanına götürülüyor; ona, “México’ya gelmeyiniz!” diye öğüt veriyor. Boğuk çığlıklar, Cholulalılar yengilerini kutlamak için kurbanlar keserken, belli belirsiz bir kan kokusu duyuluyor; gece boyunca Huitzilopochtli sunağında yedi çocuk kurban edildi. Cortés, sürekli silahbaşı buyruğu veriyor ve Büyük Tapınak’tan iki papazı yanına getirtiyor. Siyaha boyanmış pamuklu binişler giymiş papazlar, İspanyolların Doña Marina dedikleri Malinche ile görüşüyorlar. Montezuma’nın buyruklarını ve Cholulalıların gizli tasarılarını açıklıyorlar. İspanyollar yakalanacak ve içlerinden yirmisi, doğrudan doğruya Montezuma’nın buyruğuyla tapınakta kurban edilecek; kabile reislerine vaatler, mücevherler, giysiler, som altından bir davul göndermiş. Yirmi bin Aztek savaşçısı göndermiş, savaşçılar, silahları tetikte, kentin çevresindeki fırça gibi sık çalılık ve koyaklarda, hatta kentin içindeki evlerde pusuya yatmışlar. Damlardan ateş edecekleri korumak için sokaklarda derin çukurlar kazılıp üstleri hasırla örtülmüş. Kimi sokaklara da barikatlar kurulmuş. Yürürken hiçbiriniz konuşmuyordunuz. Kentin yaşayan ölümü bulaşmıştı size, meydandaki hoparlörün şamatasının çelişmekten çok vurguladığı bir ölüm. Bir bisikletçide yarı bellerine kadar çıplak üç genç tekerlekleri döndürerek yağlıyorlar, alçak sesle şakalaşıyorlardı aralarında, siz geçerken aptalca bir gülümseme takındılar. Bir kadının eşikte, içeri girmek istemeyen küçük bir oğlanın kıçına şaplak atarak, pembe kalçalarını gösterdiği hamamdan kükürt kokusu yayılıyordu. Seçim bürosunun önünde bir ressam, fırçasını yapının önyüzünde bir ileri bir geri götürüp getirerek, her vuruşta yavaş yavaş eski seçimin savsözü ADOLFO LÓPEZ MATEOS İLE CROM’u ve bir önceki seçimin savsözü GUSTAVO DÍAZ ORDAZ İLE CROM’u siliyordu. Bilardo salonu, “Anneler Günü”, üstünde “Küçükler giremez” yazılı yaylı kapısının ardında bomboş. Yakasız çizgili bir gömlekle düğmesiz bir yelek giymiş yaşlı bir adam bilardo sopasının ucuna yavaş yavaş tebeşir sürüyor, dişlerindeki kara boşlukları göstererek esniyordu. Köşede, bir adam, siyah üstüne gümüş harflerle, “Çocuk hastalıkları, deri, kadın hastalıkları. Kan, idrar, tükürük ve dışkı tahlilleri” yazılı doktor muayenehanesinin önünde bir bambu iskemlede oturuyordu. Cortés bir kurul topluyor. Bir ses başka bir yol izlemelerini, Huejotzingo üzerinden ancak yüz kilometre uzaklıkta olan México’ya gitmelerini öneriyor. Bir başkası, Cholulalılarla anlaşmaya varmayı, sonra da Tlaxcala’ya dönmeyi öğütlüyor. Bir üçüncüsü, Cholulalıların ihanetine göz yumulacak olursa, bunu daha başka ihanetlerin izleyeceğini öne sürüyor. Onlarla savaşmalıyız, yok etmeliyiz onları. Dört köşe çeneli Cortés, ertesi gün kentten ayrılıyormuş gibi davranmaya karar veriyor. Geceyi, silahlı, tetikte geçiriyorlar. Ağır ağır yürüyen nöbetçiler birbirini izliyor, meşaleler yanıyor. Gecenin bir vaktinde, ağzında hiç diş kalmamış bir yaşlı kadın sürüne sürüne içeri girerek Doña Marina’yı bir yana çekiyor: Montezuma öç almaya niyetli, ama Malinche dilerse kaçabilir. Yaşlı kadın, evlensin diye ona bir oğul verecek, o da böylece güvenliğe kavuşacak. İspanyollara gelince, onlar yok olmaya yazgılı, ölmeleri için her şey hazırlandı. Malinche teşekkür ediyor. Yaşlı kadına, takılarıyla giysilerini toplayıncaya dek beklemesini söylüyor. Oysa, gidip durumu Cortés’e anlatıyor. Ertesi sabah tanyeri ağardığında İspanyollar, Cholula’nın yankılanan gülüşüyle uyanıyorlar. Tuzak hazırdır: Zembereğine dokunulup salıverilecektir. Ama Cortés ve yardımcıları dinginlikle topçunun bir bölümünün eşliğinde Büyük Tapınak’a doğru ilerliyorlar. Cortés, orada, tapınağın avlusunda Kızılderili reisleri ve rahiplerle yüz yüze geliyor. Altın Koltuğun İmparatoru, Montezuma’nın kurban edilmesini buyurduğu yirmi İspanyol’un eti için daha şimdiden kazanlar dolusu tuz, biber ve domates hazırlanmış. Cortés, at sırtında, dingince buyruk veriyor ve toplar patlıyor. Cholulalı kabile reisleri düşüyorlar, pamuklu hırkaları kırmızıya dönüşüyor; karalara bürünmüş rahipler düşüyorlar. Bu, toptan bir savaşın belirtisidir. Kişneyen atlar ileri atılıyorlar. Tüylü miğferler kentin dışındaki fundalıkların üstünde yükseliyor ve koşarak ilerliyor. Davul sesleri, ıslıklar, ağaç kabuğundan yapılmış borular, borazanlar, büyük davullar ve top seslerinden oluşan bir şamata. Tatar yaylarının tıngırtısı. Mancınık taşlarının çatırtısı. Çift kabzalı kılıçlarla silahlanmış, pamukluyla kaplanmış kalkanlarla korunan bin Tlaxcalalı çığlıklar atarak kente giriyor ve kapıları kırarak, ortalığı ateşe vererek, kadınların ırzına geçmek için damlara tırmanarak ilerliyorlar. Öte yandan, aşağıda, sokaklarda çarpışmalar teke tek, göğüs göğüse sürüp gidiyor, tüylü başlıklar ve demir miğferler, vınlayan oklar ve kargılar, esmer etle beyaz et, pamuklu yeleklerle çelik göğüslükler, boydan boya yarılmış çinçilla pelerinler….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıDeri Değiştirmek
- Sayfa Sayısı568
- YazarCarlos Fuentes
- ISBN9789750708466
- Boyutlar, Kapak12.5 x 19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2013
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Zehir ~ S. J. Bolton
Zehir
S. J. Bolton
“Tüyler ürpertici, esrarengiz ve çarpıcı. Bu, uyumadan önce okunacak bir roman değil.” News of the World Kâbus görmeyeceksiniz… Çünkü Uyuyamayacaksınız Her şey nasıl mı...
- Arsen Lüpen – Sekiz Yüz On Üç ~ Maurice Leblanc
Arsen Lüpen – Sekiz Yüz On Üç
Maurice Leblanc
Paris’te esrarengiz bir adamın peşine düşen “Pırlanta Kralı” Rudolf Kesselbach, bir sabah otel odasında ölü bulunur. Cesedin üzerinde Arsen Lüpen’in kartviziti vardır.
- Saraydan Sürgüne ~ Kenize Murat
Saraydan Sürgüne
Kenize Murat
Üç kıtayı zangır zangır titreten büyük bir imparatorluğun çöküşüne tanık olduğu sıralarda Selma Sultan yedi yaşındaydı. İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda dünyaya gelmesiyle başlayan hayat çizgisi...