Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Büyünün Rengi / Disk Dünya 01
Büyünün Rengi / Disk Dünya 01

Büyünün Rengi / Disk Dünya 01

Terry Pratchett

DiskDünya serisinin birinci kitabı “Büyünün Rengi”, düşünce ile gerçekliğin sınırlarında bir dünyaya açılıyor… Tüm zamanların en uzun soluklu dizilerinden biri sayılan DiskDünya, ilk kez…

DiskDünya serisinin birinci kitabı “Büyünün Rengi”, düşünce ile gerçekliğin sınırlarında bir dünyaya açılıyor…

Tüm zamanların en uzun soluklu dizilerinden biri sayılan DiskDünya, ilk kez okurla buluştuğu 1983 yılından bu yana, gerek özgün hikâyesi gerekse sıra dışı karakterleriyle her yaştan okurun ilgisini çekmeyi başaran asla eskimeyecek bir başyapıta dönüşüyor.

Eşsiz mizahı ve ironisiyle hayranlık yaratan Terry Pratchett, sınır tanımaz yaratıcılığını dâhiyane fikirleriyle buluşturarak, okurlarını, DiskDünya adında, devasa bir kaplumbağanın üzerindeki dört filin sırtladığı diskten oluşan, düşünce ile gerçekliğin arasında tutunmaya çalışan benzersiz bir âleme çağırıyor.

Bin bir çeşit büyünün, ateş püskürten ejderhaların, korkunç canavarların, konuşan ağaçların, kimliği belirsiz yaratıkların, gizemli tanrıların ve ölüme meydan okuyan trollerin arzı endam ettikleri DiskDünya’da, daha önce eşi benzeri görülmemiş detaylarla süslenmiş olağanüstü bir evren resmediliyor.

Pratchett’ın, yolculuk ve turizm temasını oldukça derinlikli bir şekilde işlediği serinin ilk kitabı Büyünün Rengi’nde tanıştığımız İkiçiçek karakteri, DiskDünya’nın en büyük şehri Ankh-Morpark’a ayak basan ilk turist oluyor. Burada çevresine adeta para saçarak garip davranışlar sergileyen DiskDünya’nın ilk turistine yol göstermesi için bir rehber gerekiyor. İkiçiçek’in imdadına Rincewind adında, heyecanlı tavırlarıyla dikkat çeken, ama okuldan bile atılmasına sebep olabilecek kadar başarısız sayılabilecek bir sihirbaz yetişiyor. Kısa sürede kaynaşan(!) iki yoldaş, ilerleyen zamanlarda tehlikelerle dolu bir maceraya sürükleniyor.

Olaylar sarpa sarmışken, DiskDünya’daki filozoflar Büyük A’Tuin adlı kaplumbağanın nereye gittiği ya da çiftleşip yeni diskdünyalar yaratıp yaratmayacağı üzerine kafa yormakla meşgul görünüyor. Geleceği değiştirmek isteyen ve Rincewind’in peşine düşmek için oldukça geçerli bir sebebi olan sihirbazların varlığı ise ortama tuz biber ekiyor…

Macera boyunca, ölümden hep kıl payı kurtulan Rincewind’in ve yoldaşının birinci romanın finalinde neyle ya da kimle yüzleşeceği, okur için de büyük bir sürprize dönüşüyor. Öykümüz, bu sürprizin ardından hızla ve sürükleyici bir şekilde serüvene kaldığı yerden devam ediyor. Rincewind, sahip olduğu ama kullanmadığı büyüyü keşfedebilecek mi? DiskDünya’yı sırtında taşıyan kaplumbağanın nereye gittiğini çözmeye çalışanlar sorularının yanıtlarını bulabilecek mi? İkiçiçek geldiği yere geri dönebilecek mi? Rincewind atıldığı okula yeniden kabul edilebilecek mi? Tüm bu soruların yanıtları efsane dizinin ikinci romanı Fantastik Işık’ta açığa kavuşarak serinin üçüncü kitabı için de iştah kabartıyor…

DiskDünya serisi, hayalgücünün sınırlarını zorlayan kurgusunun yanı sıra kuantum fiziğinden sanayi devrimine, popüler kültür klişelerinden Hamlet, Rüzgâr Gibi Geçti vb. edebiyat ve sinema klasiklerine uzanan değişik kültür unsurlarına saygı duruşunda bulunarak gerçek dünyadaki pek çok konuyla dalga geçmesini bilen göz kamaştırıcı bir edebiyat harikası…

“İnanılmaz yetenekli bir hicivci.”
The Times

“Akıl almaz mucitliği DiskDünya dizisini modern kurgunun sonsuz zevklerinden biri kılıyor.”
Daily Mail

*

GİRİŞ

Uzak, elden düşme bir boyutta, düz olsun diye tasarlanmamış bir astral düzlemde, kıvrım kıvrım yıldız-sisleri dalgalanarak aralandı…

Bak…
Büyük kaplumbağa A’Tuin geliyor. Hantal bacakları hidrojen kırağısı kaplı; dev, ihtiyar kabuğu meteor kraterleri ile delik deşik… Yıldızlararası boşluklarda ağır ağır yüzüyor. Asteroid tozu ve çapakla kabuk bağlamış, deniz büyüklüğündeki gözleri Hedef’e dikilmiş.

Bir şehirden de büyük beyni, jeolojik bir yavaşlıkla, Yük’ü düşünüyor yalnız. Elbette, yükün büyük kısmını Berilia, Tubul, Büyük T’Phon ve Jerakeen oluşturuyor; yıldız ışığında bronzlaşmış geniş sırtlarında, göz alabildiğine uzanan yüksek çağlayanların kuşattığı ve süt mavisi Gökkubbe’nin taçlandırdığı Disk Dünya’yı taşıyan dört dev fil.

Onların ne düşündüğünü astropsikoloji henüz keşfedemedi. Büyük Kaplumbağa da yalnızca bir hipotezden ibaretti; ta ki Kenar Dağları’nda kurulmuş küçük ve gizemli Krull Krallığı, Kenar Çağlayanı’nın üzerine sarkan en sarp yamacın ucuna bir vinç ve makara düzeneği kurana ve pek çok gözlemciyi kuvars pencereli, pirinç bir araca bindirip, sis perdelerinin ötesine bakmak üzere Kenar’dan aşağı sarkıtana kadar…

İlk astrozoologlar, kalabalık köle grupları tarafından sarkıtıldıkları yerden geri çekildikten sonra, A’Tuin ve filler hakkında pek çok bilgi verebildiler; ama bu, evrenin yapısı ve amacı hakkında en temel soruları yanıtlamıyordu.

A’Tuin’in cinsiyeti neydi, mesela? Bu yaşamsal soru, dedi astrozoologlar gittikçe artan bir yetkinlikle, uzayın derinliklerine ulaşabilecek daha büyük, daha güçlü bir vinç inşa edilerek yanıtlanabilir ancak. Bu arada, kozmosun görebildikleri kısmı hakkında ancak tahminlerde bulunabilirlerdi.

Örneğin, bir teoriye göre, A’Tuin hiçlikten geliyordu ve sonsuza kadar, sabit adımlar ve kararlı bir halle, hiçliğe doğru yol alacaktı. Bu teori akademisyenler arasında pek tutuluyordu.

Dindar eğilimlere sahip kişilerin tercih ettiği bir başka düşünceye göre, A’Tuin Doğum Yeri’nden, Çiftleşme Zamanı’na doğru ilerliyordu; yine dev kaplumbağaların sırtında taşıdığı, gökyüzündeki tüm diğer yıldızlar da öyle. Hedef’e vardıkları zaman, ilk ve son defa, kısa bir süre için, tutkuyla çiftleşeceklerdi ve bu hararetli birleşmeden, yeni ve farklı dünyalar taşıyacak, yeni kaplumbağalar doğacaktı. Buna, Büyük Patlama Hipotezi deniyordu.

Böylece, bu olaylı gecede, Kararlı Hal teorisinden genç bir kozmotosbağalog, Büyük A’Tuin’in sağ gözünün ışık yansıtma oranını kesin olarak ölçmek için kullanmayı umduğu yeni bir teleskopu sınarken, merkezyönünde, dünyanın en eski şehrindeki yangından yükselen dumanı gören ilk dışarlıklı oldu.

O gecenin ilerleyen saatlerinde çalışmalarına o kadar daldı ki, dumanı tamamen unuttu. Yine de, ilk gören oydu. 

Ama başkaları da vardı…

BÜYÜNÜN RENGİ

Yangın, iki yakalı Ankh-Morpork şehrini kasıp kavuruyordu. Sihirbazlar Mahallesi’ni yalarken alevler mavi-yeşile döndü ve hatta sekizinci renk oktarin renginde tuhaf kıvılcımlarla bezendi. Öncü alevler Tüccarlar Sokağı boyunca dizilmiş yağ dükkânlarını ve fıçıları bulduğunda, bir dizi patlama ve alev gayzeri biçiminde yoluna devam etti. Parfümcülerin sokaklarına geldiğinde tatlı tatlı yandı. Şifacıların depolarındaki kurutulmuş nadir ot demetlerine dokunduğunda, insanların delirerek Tanrı’yla konuşmasına sebep oldu.

Artık Morpork kesimi tümüyle alevlere boğulmuştu. Karşı yakadaki daha zengin, daha saygın Ankh kesimi durumu kontrol altına almak için yiğitçe, hararetle köprüleri yıkmakla meşguldü. Oysa Morpork rıhtımlarındaki tahıl, pamuk ve kereste yüklü, katranla kalafatlanmış gemiler şen şakrak yanıyorlardı. Palamarları yanıp kül olduğunda, yükselen gelgit dalgalarına kapılarak Ankh Irmağı’na açıldılar, boğulmamak için çabalayan ateşböcekleri gibi denize doğru sürüklenirken ırmak kıyısındaki sarayları, kameriyeleri tutuşturdular. Her durumda, kıvılcımlar rüzgâra kapılarak ırmağın çok daha açığındaki saklı bahçelere, uzak samanlıklara ulaştı.

Neşeli yangından yükselen dumanlar kilometrelerce yükseliyordu ve rüzgârın biçimlendirdiği bu siyah sütun, tüm DiskDünya’dan görülebiliyordu.

Birkaç fersah uzaktaki serin, karanlık tepeden bakıldığında kesinlikle etkileyiciydi ve o tepede iki şekil, yangını büyük ilgiyle izlemekteydi.

İkilinin uzun boylu olanı, orta boylu bir insandan azıcık daha kısa bir kılıca yaslanmış, bir tavuk bacağını kemirmekteydi. Adamdaki ihtiyatlı zekâ havası olmasa, Merkezyöre kıraçlarından bir barbar sanılabilirdi.

Arkadaşı çok daha kısa boyluydu ve tepeden tırnağa kahverengi bir pelerine sarınmıştı. Daha sonra, hareket etme zamanı geldiğinde, hareketlerinin kedi gibi hafif olduğu görülecekti.

İkisi, en güçlü patlamanın yağ toptancısında mı, yoksa Büyücü Kerible’ın atölyesinde mi olduğu hakkında kısa ve sonuçsuz bir tartışma dışında, son yirmi dakikadır hiç konuşmamıştı. Duruma göre, para el değiştirecekti.

İri yarı adam kemiği sıyırdı ve hüzünle gülümseyerek çimenlerin üzerine fırlattı.

“Onca küçük ara sokak gitti işte,” dedi. “Seviyordum onları.”

“Tüm hazine odaları,” dedi ufak tefek adam. Düşünceli düşünceli ekledi: “Acaba mücevherler yanar mı? Kömürle akraba oldukları söyleniyor.”

“Eriyip oluklardan akan onca altın,” dedi iri adam, onu duymazdan gelerek. “Ve fıçılarda kaynayan onca şarap.”

“Sıçanlar vardı,” dedi kahverengili yoldaşı. 

“Sıçanlar… evet.” 

“Yaz ortasında yaşanacak yer değildi.”

“O da doğru. Ama insan yine de, eh, bir anlığına…” Sesi solup gitti, ama sonra yine neşelendi. “Kızıl Sülük’teki ihtiyar Fredor’a sekiz gümüş borçluyduk,” diye ekledi. 

Ufak tefek adam başını salladı. 

Bir süre konuşmadan, dünyanın en büyük şehrinin, o ana dek karanlık kalan kesimini kırmızı bir çizgi halinde aydınlatan patlamaları izlediler. Sonra iri yarı adam kıpırdandı.

“Çakal?” 

“Evet?” 

“Acaba yangını kim başlattı?”

Çakal olarak tanınan ufak tefek savaşçı yanıt vermedi. Kırmızımsı aydınlıkta, yolu izliyordu. Deosil Kapısı kor beyaz bir köz yağmuru altında yıkıldığından beri –ilk yıkılan kapıydı– o taraftan kimse gelmemişti.

Ama şimdi yolda iki kişi vardı. Çakal’ın, loş havada ve yarım ışıkta her zamankinden iyi gören gözleri, iki atlı adamın ve yanlarında bir tür bodur hayvanın silüetini seçti. Kuşkusuz, taşıyabildiğince çok hazineyle kaçan, çılgına dönmüş zengin bir tüccar. Çakal bunu arkadaşına da söyledi ve arkadaşı içini çekti.

“Haydutluk bize yakışmıyor,” dedi iri yarı adam, “ama dediğin gibi, zaman kötü ve bu gece bize yumuşak yatak yok.”

Kılıcını kavradı ve öndeki atlı yaklaşırken yolun ortasına çıktı. Elini kaldırdı ve yüzüne, aynı anda hem rahatlatıcı hem de tehditkâr olacak şekilde, özenle tasarlanmış bir sırıtış yerleştirdi.

“Affınıza sığınarak, bayım…” diye başladı. 

Atlı, atının dizginlerini çekti ve başlığını arkaya attı. İri yarı adam, derin olmayan yanıklarla lekelenmiş, sakalları tutam tutam kavrulmuş bir yüze baktı. Adamın kaşları bile gitmişti.

“Bastır git,” dedi yüz. “Sen Merkezyöreli* Bravd değil misin?” Bravd, işi eline yüzüne bulaştırdığını fark etti. 

“Dön git, olmaz mı?” dedi atlı. “Sana ayıracak zamanım yok, anladın mı?” Çevresine bakındı ve ekledi: “Bu, her nerede saklanıyorsa, gölge sevici, pire torbası ortağın için de geçerli.”

Çakal ata yaklaştı ve perişan şekle baktı. 

“Vay, sihirbaz Rincewind değil mi bu?” dedi sevinçli bir sesle, intikamını boş zamanında, rahat rahat almak için sihirbazın peş peşe sıraladığı lakapları hafızasına atarak. “Bu sesi tanıdığımı biliyordum.”

Bravd yere tükürdü ve kılıcını kınına soktu. Sihirbazlarla uğraşmaya değmezdi, bahse değer bir hazineye sahip oldukları nadirdi. 

“Bayağı bir sokak sihirbazı için pek büyük laflar,” diye mırıldandı.

“Hiç anlamıyorsun,” dedi sihirbaz bıkkınlıkla. “Sizden o kadar korkuyorum ki omurgam pelteye döndü, ama şu anda dehşetten sarhoş durumdayım. Demek istediğim, dehşetimi aştığım zaman, sizden doğru düzgün korkma fırsatı da bulabileceğim.”

Çakal yanan şehri gösterdi. 

“Oradan mı geliyorsun?”

 Sihirbaz kıpkırmızı, yanık eliyle gözlerini ovuşturdu. “Başladığında oradaydım. Onu görüyor musun? Arkadakini…” Yol arkadaşının, her birkaç saniyede bir eyerden düşme yöntemini kullanarak yaklaşmakta olduğu yeri gösterdi.

“Ee?” dedi Çakal. 

“O başlattı,” dedi Rincewind kısaca. 

Bravd ve Çakal, şimdi bir ayağı üzengide, yolda sekmekte olan şekle baktılar. 

“Kundakçı mı?” dedi Bravd sonunda.

“Hayır,” dedi Rincewind. “Tam olarak değil. Kusursuz, mutlak kaos, yıldırım olsa fırtınada ıslak bakır zırh giyerek tepeye tırmanacak ve ‘Tanrıların hepsi onun bunun çocuğu!’ diye bağıracak türden biri diyeyim kısaca. Yiyecek bir şeyiniz var mı?” 

“Biraz tavuk var,” dedi Çakal. “Hikâyen karşılığında.”

“Adı ne?” dedi Bravd. Sohbetleri geriden takip etmek gibi bir alışkanlığı vardı.

 “İkiçiçek.”

 “İkiçiçek mi?” dedi Bravd. “Amma da tuhaf bir isim.” 

“Sen,” dedi Rincewind, atından inerek, “daha yarısını bile duymadın. Tavuk mu dedin?”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Burunotu ~ Terry PratchettBurunotu

    Burunotu

    Terry Pratchett

    Kanunlar yeterince adil olmasa bile hiçbir suç cezasız kalmaz! Hayalî evrenlerin azametli mucidi Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya”nın ilk kez Türkçeye çevrilen otuz dokuzuncu...

  2. Ucube Kocakarılar ~ Terry PratchettUcube Kocakarılar

    Ucube Kocakarılar

    Terry Pratchett

    “Müdahale etmeme meselesine ne oldu?” diye sordu Magrat. “Bu gerçek bir müdahale değil,” dedi Ogg Ana huzursuzca. “Bu yalnızca işlerin yolunda gitmesine yardımcı olmak....

  3. Muhafızlar! Muhafızlar! ~ Terry PratchettMuhafızlar! Muhafızlar!

    Muhafızlar! Muhafızlar!

    Terry Pratchett

    “Dünyanın onca kentinde o kadar bataklık dururken, o ejderha benimkine uçtu… Ankh-Morpork! Yüz bin ruhtan oluşan kargaşa dolu bir şehir! Ve o sayının on...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Aşka Karşı Koyma ~ Samantha GraceAşka Karşı Koyma

    Aşka Karşı Koyma

    Samantha Grace

    Leydi Vivian Worth bir hanımefendi gibi davranmasını çok iyi biliyor. Ama etrafta etkileyecek kimse yokken uygun tavırlar takınmak sadece aptallık. Neden yüzmek için kombinezonuna kadar soyunmasın ki? Nişanlısı onunla tanışmak için geldiğinde, Vivi tam bir hanımefendi gibi vakur, kibar, uysal davranacak. Yani ağabeyinin adama söz verdiği her şey olacak. Ama o zamana kadar, özgürlüğünün tadını çıkaracak.

  2. Hiç Bitmeyen Masal ~ Stephanie GarberHiç Bitmeyen Masal

    Hiç Bitmeyen Masal

    Stephanie Garber

    Sevgili Evangeline, Eninde sonunda onunla yine görüşeceksin, onu gördüğünde sakın ona aldanma. Tatlı gamzelerine, büyüleyici mavi gözlerine ya da sana Küçük Tilki dediğinde kalbinin...

  3. Şampiyonların Kahvaltısı ya da Elveda Dertli Pazartesi! ~ Kurt VonnegutŞampiyonların Kahvaltısı ya da Elveda Dertli Pazartesi!

    Şampiyonların Kahvaltısı ya da Elveda Dertli Pazartesi!

    Kurt Vonnegut

    GELİN GÖRÜN,SİZ DE AKLINIZIKAÇIRACAKSINIZ! Amerika’yı, insanların gerçek hayattan bu kadar uzak olduğu, tehlikeli ve mutsuz bir ülke yapan şeyi anlayınca, hikaye anlatmayı bırakmaya karar...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur