Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Dünyayı Değiştiren Gizli Anlaşmalar
Dünyayı Değiştiren Gizli Anlaşmalar

Dünyayı Değiştiren Gizli Anlaşmalar

Jacques Peretti

Bugüne kadar birçok “komplo teorisi” duymuş olabilirsiniz. Şimdi sıra gerçeklere geldi.

Hiç düşündünüz mü neden alışverişte nakit para kullanırken adeta acı çekiyoruz da kredi kartı kullandığımızda son derece rahatız? Şirketlerin ödemeleri gereken vergiden kaçmak için parayı yatırdıkları vergi cennetleri nerede ve kimlerin denetiminde? Son yıllarda bilimsel bir gerçek olarak herkesin başvurduğu “vücut kitle indeksi”nin bir sigortacı tarafından daha fazla müşteri bulmak için uydurulduğunu biliyor muydunuz? Neden önce bol kalorili ürünleri satın alarak şişmanlıyor, ardından da diyet ürünlerle zayıflamaya çalışıyoruz? Hemen her yıl bizleri akıllı telefonlarımızı en yeni çıkan modeliyle değiştirmeye yönlendiren temel duygu nedir? Veya McKinsey nasıl bir şirkettir ve dünya ekonomisini nasıl yönetir?

Genelde hayatımızdaki en temel belirleyicinin, seçtiğimiz siyasetçiler olduğunu düşünürüz. Oysa, anlaşmalar her zaman siyasetçiler ve devletler arasında yapılmıyor. Özellikle son bir yüzyıldır yapılan anlaşmaların çoğunluğu şirketler arasında ve gizlice yapılanlar… Bizlere sürekli olarak ürün ve hizmet satan bu şirketler ürünleriyle hayat tarzımıza, alışkanlıklarımıza, vücut yapımıza ve belki hayatımızın bir kısmına hükmetmeye başladılar bile. Bugünkü iş dünyası, önce insanlar için bir sorun icat edip, ardından da bu icat edilen soruna bir çözüm bulmak üzerine kurgulanıyor. Bizler ise, farkında bile olmadan bu çemberin içinde yerimizi alıyoruz. Hangi ilacı kullanacağımıza, ne zaman tatile çıkacağımıza, cep telefonumuzu hangi sıklıkla yenileyeceğimize hep onlar karar veriyor.

Bu kitap; gıdadan ilaç sektörüne, teknolojiden bankacılık ve medyaya kadar sıradan insanın hayatına giren, onu belirleyen ve çoğunlukla da köklü bir biçimde değiştiren firmaların kendi aralarında veya siyasi karar vericilerle birlikte yaptıkları gizli anlaşmaları deşifre ediyor. Gazeteci Jacques Peretti, yirmi yıldır çokuluslu şirketlerin CEO’larından politikacılara, ekonomistlerden bilim insanlarına kadar hayatımızı değiştiren kararların arkasındaki insanlarla yaptığı röportajlardan edindiği deneyimle bu çarpıcı kitabı kaleme aldı.

Bugüne kadar birçok “komplo teorisi” duymuş olabilirsiniz. Şimdi sıra gerçeklere geldi.

Birinci Bölüm

NAKIT: KIM , NEDEN ORTADAN KALDIRMAYA
ÇALIŞIYOR?

2014 senesinde yeni bir dünyaya adım attık. Yaşadığımız büyük değişim ne televizyonda duyuldu, ne Wall Street’te dişe dokunur bir yükselişe sebep oldu ne de Twitter’ın gündeminde kendine yer bulabildi; kısacası küçük bir tantana bile olmadan yaşadık bunu: Tarihte ilk kez, 2014’te kartlı ve temassız ödemeler, nakit ödemeleri tahtından etti. 2025 yılına girdiğimizde torbacılar bile nakit parayla çalışmıyor olacak bu gidişle. Nitekim Güney Kore, 2020’ye kadar nakit parayı ortadan kaldırmayı planlıyor.

1 Nakit para kullanımını ortadan kaldıran ilk Avrupa ülkesi olan İsveç’te, sokak sanatçıları temasız ödeme makineleri kullanıyorlar. BuSK adında yeni bir uygulamaysa Londralıların aynı şeyi yapmalarına olanak sağlıyor. Hollanda’da evsizler için geliştirilen bir mont, insanların kol yenlerine kart okutarak evsizlere para vermesine imkân tanıyor.2 Kabul edelim ya da etmeyelim, şu anda cebinizde bulunan ve İsa’nın doğumundan 600 yıl önce kullanılmaya başlanmış bir ödeme sistemi olan nakit paranın artık sonu geliyor. Hatta Apple’ın CEO’su Tim Cook’a göre bir sonraki nesil “paranın ne olduğunu dahi” bilmeyecek.

Para ilk kez MÖ 6. yüzyılda üç kıtada birden tedavüle girdi. O zamanlar iPhone kadar kapsamlı ve son derece teknolojik bir buluştu. İstenilen bir bedel karşılığında küçük metal diskler alınıyordu. Para, güvenin vücut bulmuş haliydi ve iki yabancı arasında ortak bir paydada buluşmak gibi müthiş derecede karışık olan bir işi, kolay yoldan halletmenin şekliydi. Vikingler ve Güney Hindistan’daki tekstil üreticileri bu sayede ipek satışında anlaşmaya varabilmişlerdi. Para, pankartların üzerinde sömürünün bir çeşidi olarak yerini almadan çok daha önce “küreselleşme” kavramını yaratmıştı.

1860’lı yıllarda sadece ABD’de dolaşımda olan sekiz binden fazla, birbirinden farklı para birimi mevcuttu. Muhtelif bankaların, demiryollarının ve perakendecilerinin hepsinin kendine ait para birimi vardı: makbuzlar, döviz sistemleri ve çok sayıda farklı kredi şekli… 1863 tarihli Ulusal Banka Yasası bütün bu kaosu bitirmeyi amaçladı ve ABD’yi, dolar adı verilen tek bir para birimi altında birleştirdi.3 Nakit kullanımının sona gelmesiyle birlikte sekiz bin farklı para biriminin olduğu o günler artık yeniden geri geliyor.

Mobil para, Bitcoin, dijital kuponlar, Apple Pay, iTunes, değiştirilebilir alışveriş hesapları ve denizaşırı döviz transferlerinden tutun da bir blokzincirin ucundaki dijital bir el sıkışmayla elde edilen milyar dolarlık anlaşmalara dek. Hepsi de para… Ancak, nakit paranın ortadan kalkması yalnızca ödeme yöntemlerinin değişiminin doğal bir sonucu değil. Bu değişim ayrıca ödemeyi daha kusursuz ve tüketici dostu bir hale de getiriyor. Paranın ortadan kalkması, bankaların ve hatta hükümetlerin para üzerindeki kontrolünü ele geçirmeye çalışan ve bu kontrolü yeni oyuncuların eline, teknoloji devlerine vermeyi amaçlayan bir planın da sonucu aynı zamanda. Ve aslında bütün bu plan, daha önce sıklıkla nakit kullanmış herhangi biri için bariz olan bir şeyi ispatlamak adına yapılan bir deneyin sonucunda ortaya çıktı. Hepimizin sıklıkla yaşadığı nörolojik süreç şuydu: Nakit parayla ödeme yaparken çoğumuz acı çekiyoruz!

Anlaşma ve Deney

Ödemelerimizi nakit olarak yaptığımızda beynimizdeki nöronlar bir yılbaşı ağacının üstündeki süsler gibi parlamaya başlıyor. İşte bu, paranın bizden ayrılacağını anladığımız ve bundan kaçınmak istediğimiz an oluyor. Tam bu sırada beyin, elinize parayı vermemesi için sinyaller gönderiyor. İstediğimiz bir şeyi almak ve nöral acıyı yaşamamak arasında iki arada bir derede kalıyoruz ve bu da işte kaçınmak istediğimiz ânı yaratıyor. Elimizde bulunan nakit para, vurdumduymaz bir şekilde harcama yapabileceğimiz anlamına gelmiyor aslında. Tam tersine, nakit paranın olması harcama yapmamızı engelliyor. Yani nakit kullanımını ortadan kaldıran bir ödeme sistemi oluşturduğumuzda nöral acıyı, o kaçınmak istediğimiz anı ortadan kaldırmış oluyor ve zihinsel anlamda limitsiz şekilde para harcamanın kapısını da beynimize açmış oluyoruz. 1998’de bir araya gelen iki adamın yapmaya karar verdiği şey de tam olarak buydu işte.

O ana kadar iki yabancı olan Max Levchin ve Peter Thiel, Stanford Üniversitesi’ndeki boş bir amfide bir araya geldiler. Buluşma tesadüfen gerçekleşmişti. “Öylesine, döviz piyasası hakkında ücretsiz ders veren Peter Thiel adındaki adamı görmeye gitmiştim,” diyor Levchin. “Amfinin ağzına kadar dolu olacağını düşünmüştüm, fakat gittiğimde sadece altı kişinin katıldığı bir ders olduğunu gördüm. Sonrasında onunla iletişime geçmek de kolay oldu.

Yanına gidip ‘Merhaba, şu Max dedikleri adam benim. Beş gündür Silikon Vadisi’ndeyim ve yeni bir şirket kurmayı planlıyorum. Siz nasılsınız?’ deyiverdim.4 O zamanlar Levchin vahşi ve başıboş bir enerji kaynağı gibiydi. Geçmişte birkaç girişimi olmuştu elbette. Ama bunların hepsi de başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ona göre bu tarz işler, tıpkı insanın Las Vegas’daki bir kumar makinesinde gözüne kestirdiği ilk kişiyleevlenmesine benziyordu. “Vurgun da yapabilirsiniz. Ama her şeyin mahvolması daha büyük bir olasılıktır,” diyordu.

Thiel ise farklıydı. Günümüzde Silikon Vadisi’nin en önde gelen isimlerinden biri olan ve Başkan Trump’ın beyin takımında bulunan Thiel’in, genç kalmak için on sekiz yaşındaki genç kızların kanını içtiğine dair söylentiler dahi var! (Durun, hemen telaş yapmayın; kimsenin kanını filan içmiyor.) Daha 1998 yılında Thiel çoktan farklı bir sebepten ötürü Silikon Vadisi’nde ün yapmaya başlamıştı aslında. Thiel nasıl olacağını bilmemesine rağmen geleceğin kendi ellerinde olduğuna inanıyordu. Thiel, gezegen üzerinde Levchin’in sonu olmayan hırsını paylaşan ve direkt görüşme imkânı olan az sayıdan insandan biri olduğundan dolayı Levchin onunla bir anlaşma yapmak istedi. Thiel, Güney Afrika’da, kuralların en ufak bir ihlalinde bile öğrencilerin dövüldüğü, oldukça katı yatılı bir okulda büyümüştü. Gençlik yıllarında bile kendisini çoktan, sorgusuz itaate karşı nefret güden bir özgürlükçü olarak tanımlamaya başlamıştı. 1998’de Levchin ile buluştuğunda, emin olduğu tek bir şey vardı: Dünyayı değiştirmek istiyordu. Thiel, Mimetik Arzu Teorisi’ni ortaya koyan Fransız felsefeci René Girard’ın ve “taklidin gerçek yeniliği yok ettiği” inancının sıkı bir takipçisiydi. Ona göre ancak başkaları gibi olmaya çalıştığınız mimetik hapishaneyi yıkarak başarılı olabilirdiniz.

Siz sadece kendiniz olmalıydınız, başkalarına ne kadar garip geliyorsa gelsin. 2007’de mortgage krizi başladığı sıralarda Thiel, Washington Post’a verdiği bir demeçte, toplum olarak bilim ve teknolojiye çok fazla güvence verdiğimizi ve sonunda hayal kırıklığına uğradığımızı söylüyordu. Ancak olaya mimetik açıdan bakacak olursak yanlış yere güvence vermiştik. Sadece Silikon Vadisi’ndekiler geleceğe sahip olacakken elit teknokrat kesim, bizlere giderek artan varlık üretimine inanmamızı söylemişti. Bu bağlamda mortgage krizi biraz da kendi suçumuzdu.

Levchin, 1998 senesinde Thiel ile görüşmek için o boş amfiye gittiğinde, Thiel dünyayı ele geçirecek mimetik zihniyete sahipti, fakat bunu gerçekleştirecek bir aracı yoktu. Birkaç başarısız girişimin tecrübesine sahipti yalnızca ve şimdiyse ufukta umut vaat eden hiçbir fikri yoktu. 1998’de internet daha yeni yeni ortaya çıkmaya başlamıştı. O yıllarda henüz kimse bunun üzerinden nasıl para kazanılacağını bilmiyordu. Silikon Vadisi’ndeki kutsal kâse, güvenilir bir online ödeme sistemi bulmaktı. Tam da Thiel ve Levchin ikilisinin yapmak istediği şeydi yani. Levchin, şifreleme konusunda bir dâhiydi, fakat finanstan anlayan kişi Thiel’di ve Levchin’in şifreli bir online ödeme sistemi fikrini sağlama alarak önceki fikirleri gibi duman olmayacağından emin olmak için Thiel’a ihtiyacı vardı. Thiel ve Levchin arasındaki diyalog on dakika bile sürmedi. Confinity adında bir şirket kurmaya karar verdiler.

“Max ve ben zamanımızın çoğunu muhtelif piyasalardaki farklı fikirler üzerine beyin fırtınası yaparak geçirdik,” diyor Thiel. “Sonunda şifreli parayla Palm Pilot cihazları üzerinde bir şey deneme kararı aldık. Bu deneyeceğimiz şeyin dünyanın geleceğini belirleyeceğine inanıyorduk.”5 Bu kadar hırslı olmalarına rağmen işin gerçeği şu ki, tıpkı Thiel ve Levchin gibi, o sırada Kaliforniya’nın dört bir yanındaki farklı kafelerde sıra bekleyen binlerce teknoloji girişimcisi vardı. İnternetteki büyük altın yarışında elekten eleğe koşan altın arayıcıları gibiydiler. Bu ikili yalnızca bir açıdan diğerlerinden farklıydı.

Palm Pilot’larda kimsenin görmediği bir şeyi görmüşlerdi: hem alım hem de satım yapılabilecek bir iPhone prototipi. Oradan yaklaşık beş bin kilometre ötede MIT’de Sırp asıllı bir profesörse farklı ödeme yöntemlerinin beynimizde nasıl bir etkiye sahip olduğunu görmek için bir deney yapmaktaydı. Drazen Prelec, insanların para söz konusu olduğunda gösterdiği irrasyonel davranış şekilleri karşısında büyülenmişti. Neden piyango biletleri alıp bir yandan kendimize sigorta yaptırıyorduk? Çünkü harcama konusunda tutarlı bir yaklaşıma sahip değildik. Bunun yerine Prelec’e göre yaşamlarımız boyunca para konusunda rastgele kurallar ve fikirler üretiyorduk ve bunlar daha sonra beyinlerimizde irrasyonel bir şekilde birlikte yer etmeye devam ediyordu. Marketlerde en ucuz olan markayı tercih ederken sırf otobüsü sevmediğimizden dolayı taksiyi kullanmamız gibi.

Ya da ayda bir spa masajı yaptırırken nispeten ucuz olan kozmetik ürünleri tercih etmemiz gibi. Prelec, nakit kullandığımızda paraya karşı olan bu irrasyonel davranışın nasıl ortaya çıktığını bilmek istiyordu ve bu yüzden beynin nakit ve kredi kartı ile yapılan ödemelere verdiği tepkiyi ölçmeye karar verdi.

Sırp araştırmacı, MIT kampüsündeki beş yüz öğrenciden, biletleri tükenmiş olan bir basketbol karşılaşmasının biletleri için yapılan sessiz bir müzayedede kapalı teklifler vermelerini istedi. Öğrencilerin yarısından nakitle, diğer yarısından da kredi kartıyla ödeme yapması talep edildi. Prelec’in içinde zaten kredi kartı ile teklifte bulunanların daha yüksek miktarlarda teklifler sunacağına dair bir his vardı. Ancak kredi kartıyla yapılan tekliflerin yüksekliği aklını başından aldı. Kredi kartıyla yapılan teklifler nakitle yapılan tekliflerden ortalama olarak iki kat daha yüksekti. Hatta bazıları nakitle yapılan tekliflerin altı katı kadardı.

Nakitle teklifte bulunanlar paralarından ayrılmayı reddederken kredi kartı kullanıcıları verecekleri teklif konusunda herhangi bir sınır görmemişlerdi. Prelec, şaşkına dönmüştü: “Tam bir delilik! Bu, kredi kartından bir dolar harcamanın psikolojik maliyetinin yalnızca elli sent olduğunu gösteriyor.” Prelec’e göre bunun nedeni, kredi kartının herhangi bir psikolojik acı neden olmadan alışveriş keyfini yaşatıyor olması: “Ahlaki yükümlülük bulanıklaşıyor. Tüketirken yapmanız gereken ödemeler hakkında düşünmüyor ve ödeme yaparken de, aslında ne için ödeme yaptığınızı bilmiyorsunuz.” Kredi kartlarının özgürce bir harcama gücü verdiği yönündeki aldanmaya olan inanç oldukça güçlü. Prelec’e göre bu inanç, çoğu bankamatik kartının üzerinde ayrıca bir kredi kartı logosunun olmasının da sebebi. “Logonun kendisi bile harcama yapmak için güçlü bir teşvik niteliğinde. Tüketicilerin heyecanlanması için kredi kartı logosunu görmesi yetiyor. Tıpkı aç birinin önüne dumanı tüten bir yemek konulması gibi.6 ” Kredi kartlarının cazibesi aşikârdı ancak Prelec, nakit ödeme sırasından neden bu kadar sorun yaşadığımızı da bilmek istiyordu. Nakit harcamaya olan direnişimizin temeli daha derinlerde bir yerlerde miydi? Prelec, sessiz müzayedede nakitle teklifte bulunan öğrenciler üzerinde MRI taraması yaptırdı. Taramaların sonucunda bulduğu şey, paranın rotasını değiştirecekti. Prelec, bir şeyi almak için nakitle ödeme yaptığımızda belirli bir nöral yolun parladığını fark etti. Beynin paradan ayrıldığı ânı algıladığı, ölçülebilir miktarda acı hissettiğimiz saniyenin milyarda biri kadar olan o “kaçınma anını” keşfetmişti. Tam anlamıyla kaybı hissettiğimiz o zaman dilimini. Deneyde müzayede sırasında kredi kartıyla teklifte bulunanlar böylesi bir acıyı değil yalnızca alışveriş yapmanın verdiği hazzı yaşamışlardı. Prelec’in keşfi çok geniş kapsamlı etkilere sahip olacaktı. Nakit kullanımının harcamanın önünü açmadığını ancak bilfiil harcamayı engellediği sonucuna vardı. Nakdin ortadan kaldırılması ve ödemenin anında gerçekleştirilmesiyle beynin acıyı algılayacak vakti olmuyordu. Limitsiz bir şekilde harcama yapmak üzere özgür bırakılıyorduk çünkü yapılan işlem beynin takip edemeyeceği kadar hızlı gerçekleşiyordu. Peter Thiel ve Max Levchin Silikon Vadisi’nin kutsal kâsesini kırmaya, şifreli bir ödeme sistemi geliştirmeye çalışıyorlardı. Prelec ise gerçek kutsal kaseyi çoktan keşfetmişti. Bunu gerçekleştiren internetin de sahibi olacaktı.

Sahnenin Solu: Işıklar Demir Adam’da 2000 yılında, Confinity kurulduktan bir yıl sonra Levchin ve Thiel, Prelec’in ödeme ve nöral acı üzerine yürüttüğü çalışmanın önemini anlayan başka bir girişimci olan Elon Musk ile bir araya geldiler. Musk, tıpkı Thiel gibi başkalarının görüşlerine açık, vizyon sahibi biriydi. Yirmi yıl sonrasındaysa artık, gezegen çapında bir göç ile insanlığı küresel ısınmadan kurtarmak ve Mars’ı kolonize etmek için elinden geleni ardına koymayacak olan adam olarak tanınıyor. Hatta Musk, Demir Adam serisindeki Tony Stark karakterinin sinema halinin bazı özelliklerine de esin kaynağı oldu.

Thiel gibi Musk da Güney Afrika’da büyümüştü ve yine Thiel gibi çocukluğunda yaşadığı bir travmadan dolayı kendisine oldukça hırslı, otorite karşıtı bir kimlik oluşturmuştu. Musk’ın eğitim gördüğü okuldaki istismar o kadar kötüydü ki bir defasında yediği dayak sonrasında bayıldığı için hastaneye kaldırılması gerekmişti.7 Musk, 2000’de ilk ticari girişimi olan Zip2’dan elde ettiği birikimi, Thiel ve Levchin’in kurduğu Confinity’ye ortak olmak için kullandı. İkilinin vizyonunu paylaşıyordu. Musk’a göre, Confinity şifreli güvenli ödemeyi bulduğu takdirde, limitsiz harcama krallığının kapısını açan anahtar ellerinde olacaktı.

Ancak bunu tüketicilere nöral acıyı ortadan kaldırmanın bir yöntemi olarak satmak için, yani Silikon Vadisi’ndeki diğer zeki ve küçük teknoloji şirketleri tarafından çalınmadan gezegeni ele geçirecek bir dünya markası haline gelebilmek için, oldukça önemli bir şeyi yapmaları gerekiyordu: Tüketiciye ödemenin anında, sadece “bir tık ötede” olduğu vaadini vermeliydiler. Thiel, müthiş derecede zeki ve paradan anlayan biri olan Jack Selby adındaki bir adamı Wall Street’ten getirtti. Ben Selby ile San Francisco’da, George Lucas’ın ofisinin hemen bitişiğinde olan ofislerinde buluştum. Yirminci yüzyıl İskandinavyası’nın mobilyalarıyla ve raflarında Kierkegaard, Ayn Rand, Marx gibi düşünürlerin yapıtları ile Donald Trump’ın bütün eserlerinin sıralı olduğu kitaplıklarla döşenmiş devasa bir ofisti bu. Jack, Muhteşem Gatsby hikâyesinin esas kahramanı gibi arkaya taranmış saçları ve ezilmiş tekne ayakkabılarıyla sanki yatını yeni demirlemiş gibi (aslında uçağını yeni indirmişti) zarafetle ofise girdi: “Sanki her şey öylece yapılıvermiş, her şey oldubittiye gelmiş gibi, anlatıyorsun,” dedi Jack. “Bu tür hikâyeler uyduruluyor tabii. Aslına bakarsan başarılı olup olmayacağımız pamuk ipliğine bağlıydı. Son derece riskli bir işti bu.”

“Ancak Peter bir dâhiydi ve bütün bu noktacom balonu patlamadan önce çalışmaya koyulmamız gerektiğini fark etti. Balon patladıktan ve başarısız olanları ıskartaya çıkardıktan sonra geride ayakta kalmayı başaranların ileride devler olacağını biliyordu. Biz de ayakta kalanların arasında olmak istedik.” Yeni şirketlerinin adını PayPal koydular, vaatleriyse “bir tık ötenizde”ydi. İnternetin kapılarını sonuna kadar açacak anahtar artık bu dört adamın elindeydi. Bir yıl sonra, 2002 yılında, PayPal eBay ile 1,5 milyon dolar değerinde bir anlaşma yaptı. İnternet üzerinde artık PayPal aracılığıyla alışveriş yapılabilecek bir piyasa da vardı ve eBay’deki bütün müzayedelerinin %70’inde artık PayPal ile ödeme kabul ediliyordu.

PayPal’ın kurucuları Silikon Vadisi’nde birer efsane haline gelmişlerdi. Dörtlü daha sonra “PayPal Mafyası” olarak adlandırılmaya başlandı. Hatırlatmam karşısında Selby, Gatsby gibi gülümsedi. “Evet, bize öyle derlerdi.” Drazan Prelec’in MIT’de nakit ile nöral acı arasındaki ilişki üzerinde yürüttüğü çalışma aslında, uçsuz bucaksız, şaşalı ve zincirinden boşanmış yeni bir online ödeme dünyasına girmekte olduğumuz konusunda bize uyarı niteliğinde olmalıydı.

Bunun yerine Prelec’in çalışması nakdin ölüm fermanını vermişti. Prelec’e göre nakit ile aramızdaki ilişki, ayağımızı yorganımıza göre uzatmamızı sağlayan tek bağdı. “Ne kadar boyumuzdan büyük harcamalar yaptığımızı öğrenmek ister misin?” diye sordu Prelec buluştuğumuzda. “Bir haftalığına sadece nakit kullanmayı dene. Mortgage’ını nakitle öde. Binlerce dolardan oluşan bir dağ göreceksin. Paraya bakışın asla bir daha eskisi gibi olmayacak.” dedi.

Halka Kredi Kartı Vermek, “Diyabeti Olana Şeker Vermek Gibidir”

“Elverişli” olmasından dolayı kredi kartı kullanımını nakit kullanımına tercih etmenin teşkil edeceği tehlikeler karşısında bize ilk uyarıları yapan Prelec değildi. Yalnızca ticari alanlarda kullanılan kredi kartları 1950’li yıllarda halkın kullanımına sunulmaya başlanmıştı. Alım satım işlerinde nakitten daha çabuk ve etkili oldukları vaadiyle dağıtılıyorlardı. Tüketici için asıl çekici olan yanlarıysa büyük bir servete sahip olduğunuz yanılgısını verirken, dileğinizi gerçekleştirecek bir cin ya da bir sihir numarası olmadan yalnızca bir kartı okutarak istediğiniz yeni bir koltuğu, bir deri montu veya arabayı büyülü bir şekilde ayağınıza getiriyor oluşlarıydı. American Express için çekilen ilk reklamlarda, güler yüzlü bir işadamı, havalı bir şekilde kredi kartını cebinden çıkarıyor ve elindekini, sanki bir çeşit VIP ID kartıymış gibi etkileyici bir şekilde karşısında nefes nefese kalmış olan hostese uzatıyordu. Kredi kartları, başarısız orta kademe yöneticileri James Bond’lara dönüştürüyordu. Gerçek olamayacak kadar iyiydi. Ki gerçekle hiç alakası da yoktu zaten. Kısa bir süre sonra en yüksek hükümet kademelerinde de konuya ilişkin endişeler dillendirilmeye başlandı.

Başkan Johnson’ın Tüketici İşleri Özel Asistanı Betty Furnace, kredi kartlarının sunduğu umudun büyük bir yanılgıdan başka bir şey olmadığını düşünüyordu. 1967’de “borçlanmaya yatkın” olan halka kredi kartı verilmesinin “diyabeti olana şeker vermek” kadar sorumsuz olduğu yorumunda bulunacaktı. Ama halk gerçekten “borçlanamaya yatkın” mıydı? Kitleler ve özellikle yoksullarla ilgili en yaygın düşünce, para ve bütçe yönetimi konusunda yetersiz oldukları ve bu sebepten ötürü güvencesiz hayatlarını daha “idare edilebilir” hale getirmeye “yardımcı olacak” yeni teknolojileri talep ettikleri inanışıdır. Gerçek aslında bunun tam tersidir. Yoksullar para yönetimi konusunda geriye kalan herkesten daha katıdır.

1950’lerde kullanılmaya başlanan kredi kartlarından günümüzde kullanılan mobil paraya kadar, ortaya çıkan her yeni ödeme yöntemiyle birlikte yeni teknolojiler iddia ettiklerinin tam tersini yaparak kullanıma girdiler. Kitlelere “para idaresi” konusunda “yardımcı olmak” yerine, insanların daha çok borçlanmasına sebep oldular.

2016’da ortalama bir Amerikan ailesinin 16.061 dolar kredi kartı borcu vardı.9 Amerikan nüfusunun %70’i en azından bir kredi kartına, %50’si iki kredi kartına, %10’uysa üç taneden fazla kredi kartına sahipti ve bir ailenin ortalama 40.000 dolar kadar borcu vardı. İngiltere’deki borç miktarı da farklı değil ve bu miktar artmaya da devam ediyor. 2016’nın son çeyreğine gelindiğinde ortalama bir İngiliz ailesi son üç yılda, daha önce tarihte benzerine rastlanmamış bir şekilde borca batmıştı. Ekonomik yükselişin başladığı 1950’li yıllarda halk, ileride geri ödenmesi şartıyla borçlandırılmaya teşvik ediliyordu. 1980’li yılların ortalarında kredi kartları taksit yapmak için kullanılmaya başlandı ve 1990’lı yıllara gelindiğinde adını yazıp altına imza atabilen herhangi biri kredi kartı sahibi olabiliyordu. Hatta köpek sahipleri, evcil hayvanlarının adını kullanarak kredi kartı alabiliyorlardı, çünkü hiç kimse kartın kime gönderildiğini kontrol etmeye tenezzül etmiyordu. Borcun geri ödenmesi gereken bir kavram olduğuna dair bütün anlayış ortadan kaybolmuştu. Bunun yerine borçlanma, bir yaşam tarzı haline gelmişti. Her geçen gün kullanımı daha kolay ve daha hızlı hale gelen kredi kartlarından dolayı, daha yüksek miktarda borçlanmayı normal karşılamaya başladık. Her ekonomik durgunlukta (1980’li ve 1990’lı yılların başları ve 2007 sonrası) kredi kartları kendilerine, insanların hayatta kalmalarını sağlamak gibi yeni bir rol edindi. Kredi kartları artık ısınmak, karnımızı doyurmak ve aylık kiramızı ödemek için kullandığımız bir geçim aracı oldu.

Borç ayrıca hükümetlerin, kredi kartıyla yapılan tüketici harcamalarını GSYİH’ye ekleyerek “kalkındıklarını” göstermek için kullandıkları bir yöntem haline de geldi. Aynı zamanda, sahte bilançonun gerçekmiş gibi gösterilerek durağan bir ekonominin yükseliyormuş gibi gösterilmesinde de politik bir rol oynuyor.

Sahne eBay’de: Webin Bir Satış Makinesi Haline Getirilmesi

PayPal, eBay ile 2000’deki o anlaşmayı yaptığında amaç oldukça basitti: İnternetin varlık sebebini tanımlamak. Anlaşmanın yapıldığı tarihe kadar Web 1.0; sadece akademik camia, hükümet ve askeriyenin fikir alışverişi için kullandığı statik bir forum sayfasından ibaretti. Ancak Web 2.0 ile birlikte internet, bağlantısı olan her insanın beslediği, genişlettiği ve zenginleştirdiği yaşayan bir varlık haline geldi. Bu yeni ve yaşayan internetin kullanıcılara verdiği “güçlendirme”, “merkezsizleşme” ve “ulaşılabilirlik” gibi görkemli vaatlerin altındaysa acı bir gerçek yatıyordu: PayPal, Web 2.0’ı devasa bir otomat haline getirecekti. eBay’le yapılan anlaşmadan sonra, Web 2.0’ın ilk büyük başarısı olan internet aldı başını yürüdü. eBay’in sahibi Pierre Omidyar şimdilerde toplumdan elini eteğini çekmiş bir şekilde vaktini Honolulu’daki bir kumsalda, online araştırmacı gazetecilik yapan Honolulu Civil Beat’e yatırım yaparak geçiriyor. Omidyar, 1998’de otuz bir yaşındayken eBay’i kurmuştu. O zaman anlatılanlara göre eBay, üzerinden Pez drajeleri için kullanılan şekerliklerin satılmasının amaçlandığı spekülatif, kumarvari bir girişimdi.

Ama aslında, Omidyar tam olarak ne yapacağını biliyordu. eBay ile birlikte Omidyar bilinçli bir şekilde, ilk kez iki bin yıl önce paranın kullanılmaya başlandığında ortaya çıkan hareketli piyasayı tekrar oluşturmuştu. Fiyatların sürekli değiştiği pazar odaklı bu alanda her şey mübadeleye açıktı. Günümüzdeyse her teknoloji platformu bir pazaryeri haline geldi. Bilgi için Google, ulaşım için Uber, konaklama için Airbnb ve gıda için Deliveroo kullanılması gibi. Ancak bu dijital devlerin ilki eBay’di. Ayakkabı ve eşyalardan tutun da konser biletlerine,süpürgelere, tatillere, cinselliğe, eski kameralara, yedek insan organlarına ve hatta istenmeyen kocalara kadar envai çeşit döküntüyle doldurulacak boş bir alandı.

eBay, kapitalizmin en saf haliydi. Müşterinin aksine satıcının piyasayı kontrol ettiği ve mal değerinin tamamen alıcının belirli bir ürüne ne kadar ödeme yapmak istediğine göre belirlendiği devasa bir ticaret merkeziydi. İlanlar akıl almazdı: Papa’nın şapkasına benzediğinden dolayı 1.209 dolara satılan bir Doritos (üzerinde Meryem Ana’nın yüzünün olduğu kızarmış peynirli dürümü alan kişi tarafından satın alındı). Kurt Cobain’in sandalyesi. Britney Spears’ın çiğnediği sakız, 55.000 dolara satılan kavanozdaki hayalet. Birinin alnının reklam alanı olarak kiralanması ve belki de ilanların en dokunaklısı; yalnızca 3,26 dolara satılan yaşamın anlamı. Bütün ülkeler eBay kullanıyor. Örneğin Avusturalya nüfusunun %60’ı online alışverişte eBay’i tercih ediyor. Avusturalya ayrıca arktik dairede yer alan Jan Mayan adındaki, on sekiz kişilik nüfusa sahip küçük bir Norveç adasının en çok ticaret yaptığı ülke. Küçük adanın sakinleri 2014 yılında Avusturalyalı eBay satıcılarından toplamda yirmi altı ürün satın aldı.

Buysa Avusturalya’da kişi başına düşen ihraç ürününden sadece bir adet daha fazla.11 eBay, nakit paranın sunmadığı bir şeyi, online müzayedenin bağımlılık yapıcı heyecanını sunuyordu. Kumar oynandığında yaşanan adrenalin patlaması gibiydi.

Bununla karşılaştırıldığında nakit kullanımı sönük kalıyordu. Online alışveriş, online kumarla aynı yıllarda, 2000’lerde hızla yayılmaya başladı. Her ikisi de aynı şeyi, artık herhangi bir kısıtlama olmadan kapalı perdelerin ardında keyfine bakmanın sarhoş edici kalitesini sunuyordu. Antropolog Benjamin Barber’e göre online alışveriş, “anında hazzın sağlandığı bir şeker dükkânının” kapılarını araladı. Yetişkin tüketiciye çocukmuş gibi davranarak, hepimizi çocukluğumuza geri döndürdü. “Bir çocuk, ‘Şunu istiyorum! Şimdi istiyorum, şimdi!’ dediğinde ebeveyni, çocuğa ‘hayır’ cevabını verebiliyor. Ancak benzer bir davranışı online alışveriş sırasında bir yetişkin gösterdiğinde,onu durdurabilecek hiçbir şey olmuyor.”12 Para elimizden çıkarken yaşadığımız nöral acı ortadan kalkıyor ve bizi sınırsız bir şekilde alışveriş yapmaktan alıkoyacak hiçbir şey kalmıyor. Ebeveyn figürü ortadan kaldırılıyor.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Popüler Bilim
  • Kitap AdıDünyayı Değiştiren Gizli Anlaşmalar
  • Sayfa Sayısı448
  • YazarJacques Peretti
  • ISBN9786050828788
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2019

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur