Dünya’nın geçmişinde yapılmış bir hata eğer düzeltilmezse, tüm insanlık felakete sürüklenecek. Tek çözüm yıllardır aranan seçilmişlerden birini bulmak. Peki ya bu seçilmiş kişi bir çocuksa?.. Özgür, bedeninde gezegenin kadim bilgisinin saklı olduğundan habersiz, uykusundan başka bir evrende uyandırıldı. Ondan istenen çözüm ise boyunu misliyle aşacak gibi görünüyor. Onu ve bu yolculukta tanıştığı atalarından, dedesi Komutan Akirra’yı, birlikte yürütecekleri gezegenler arası, zorlu bir mücadele bekliyor…
Kitaplarında okurlarını farklı çağlarda yolculuklara çıkaran Bilgin Adalı, bu romanında gezegenimizin bugününe hem çağlar öncesinden hem de ışık yılı uzaklığında bir mesafeden bakıyor. Doğan Gençsoy’un resimleriyle canlanan kitap, okuru Dünya’nın acil eylem gerektiren meseleleri ve nedenleri üzerine düşündürüyor.
İçindekiler
Yeşil Giysili Cüceler …………………………………………………………9
Çok Eski Bir Saray………………………………………………………….18
Düşler……………………………………………………………………………23
Dört Yüz Milyar Yıl Sonra ………………………………………………28
Dede ile Torun Buluşması………………………………………………35
Liya, Hanti ve Huzzi……………………………………………………… 43
Derek Gezegeni ……………………………………………………………. 49
Büyük Gün …………………………………………………………………….52
Komutan Akirra’nın Önerisi…………………………………………..58
Bomba gibi Haber ………………………………………………………….63
Ve Dünya ……………………………………………………………………….70
Silahlar………………………………………………………………………….78
Birleşik Dünya Yönetimi ………………………………………………..83
Yetmiş İkinci Saat ………………………………………………………….89
Uzun Bir Yol…………………………………………………………………. 94
Yeşil Giysili Cüceler
Tatlı bir bahar gecesiydi. O gün arkadaşlarla maç yapmıştık, çok yorulmuştum. Yemekten sonra hemen yattım. Tam uykuya dalmıştım ki anlayamadığım bir şey oldu. Sanki beni biri dürttü. Uyandım. Yeşil bir ışık vardı odamda. Başparmağım büyüklüğünde, yeşil giysili cüceler sarmıştı yatağımın çevresini.
Cüce dediysem, masallardaki cücelere hiç benzemiyorlardı. Boyları küçülmüş normal insan gibiydiler. Tam on iki kişiydiler. Birinin elinde, içinde kırmızı şerbet bulunan minicik bir bardak vardı. “Biz masal cüceleriyiz. Dünya’yı ancak sen kurtarabilirsin. Al, iç bunu,” diyerek uzattı bardağı bana. Tam şerbeti içmek için minik bardağı almak üzereydim ki cücelerden biri, “İçmeee!” diye bağırarak bardağa vurdu. Bardak yere düşüp kırıldı. Şerbet de elbette yere döküldü.
On bir cüce, hep birden elime vuran cüceye saldırdılar. Sonra da ortadan kayboldular. Odamı aydınlatan yeşil ışık söndü, her yer gecenin karanlığına gömüldü yeniden. ‘Düş gördüm galiba,’ diyerek yatıp uyudum.
Ertesi sabah, kırılan minicik bardağın parçalarını, şerbetin döküldüğü yerdeki yüzlerce minik mantarı görmesem, gece ziyaretime gelen yeşil giysili cücelerin düş olduğuna inanacaktım. Ama kırılan bardağın parçaları, yere serpilmiş yaldız parçacıkları gibi orada duruyordu işte. Dökülen şerbet, minik koyu bir leke bırakmıştı kilimin üstünde ve lekenin bulunduğu yerde yüzlerce kırmızı minik mantar oluşmuştu. Her an, pıt diye yeni bir mantar beliriyordu.
Kimdi o yeşil giysili cüceler? Niye gelmişlerdi? Dünya’yı nasıl kurtarabilirdim? Verdikleri şerbeti içsem ne olacaktı? Cücelerden biri neden engel olmuştu şerbeti içmeme? Kafamda yüzlerce soruyla kalkıp giyindim. Kırılan bardağın parçalarını parmak uçlarımla topladım, temiz bir kâğıdın üstüne koydum. Şerbet mantarlarından da toparlayabildiğim kadarını bir maket bıçağıyla yerden kazıyıp bir çay tabağının içine yerleştirdim. Her şeye burunlarını sokan meraklı kız kardeşlerim odama girmesinler diye kapımı kilitleyerek doğruca Bilgin Amca’nın yanına koştum.
Yaşadığım olay inandırıcı görünmese bile, kanıtları ortadaydı.
“Masal cüceleri onlar,” dedi Bilgin Amca, “bilirim onları. Küçükken beni de ziyaret etmişlerdi. Onlarla gitmek istememiştim nedense. Bir tür korku diyebilirsin buna. Yine geleceklerdir.”
Yaşadığım bu olaya inanabilecek birini bulduğum için pek mutluydum. Bu olayı duyan herkes gülecekti bana. Düşle gerçeği birbirine karıştırdığım için alay edecekti. Oysa Bilgin Amca öyle birisi değildi. Önce kırık bardak parçacıklarını büyüteçle inceledi. Minicik bir parçayı ateşte ısıtıp eritti. Erittiği minik cam damlacığı soğuduğunda, bu kez mikroskopla inceledi.
“Tahmin ettiğim gibi,” dedi, “on dördüncü yüzyılda yapılmış bir cam bu. Bana getirdikleri bardağın bir benzeri. Demek ki sorunları neyse hâlâ çözememiş masal cüceleri. Çözememişler ki onca yıl sonra yardım istemek üzere senin yanına gelmişler.”
“Peki, ama bu masal cüceleri kim? Yardım için geldilerse, içlerinden biri niye engel oldu şerbeti içmeme?”
“Bilmem. Herhalde kendince bir gerekçesi vardır onun da. Yanıtını bulamayacağımız sorularla uğraşacağımıza şu mantarları inceleyelim biraz da… Benimle kırk yıl önce iletişim kurduklarında bugünkü araştırma, inceleme olanaklarımız yoktu. Bakalım neler bulacağız.”
Bilgin Amca büyüteçle bakarak soğan zarı gibi incecik dilimler hâlinde kestiği mantar parçalarını, kocaman bir mikroskobun altında incelemeye koyuldu. Arada bir, “Hımmm… Hımmm…” diye mırıldanıyordu. Sonunda getirdiğim mantarlardan birkaçını küçük kapların içine koydu. Üzerlerine çeşitli sıvılar damlatmaya başladı. Sıvıların bazılarını kokularından anlayabiliyordum. İlk kaba alkol damlattı. İkinci kaba gülsuyu damlattı. Üçüncü kaba damlattığı sıvı deterjandı. Benim bilmediğim bir sürü sıvı denedi. Hiçbir şey olmuyordu. Son kaba sirke damlattı. Kabın içindeki mantar birden köpürmeye, pembe buharlar çıkarmaya başladı.
“Tamam, bulduk!” diye bağırdı Bilgin Amca, “Senin kırmızı şerbet bu işte!”
“Şimdi ben bunu içersem ne olacak,” diye sordum.
“Bilmem. Herhalde masal cücelerinin dünyasına gidersin. Ama bu şerbeti ben içeceğim…”
“Hayııır!” diye bağırdım. “Bu benim şerbetim. Hem geriye dönmek gerektiğinde ben seni döndüremem, ama sen bir yolunu bulursun mutlaka.”
Bilgin Amca’nın karşı çıkmasına fırsat vermeden, küçük kabı kaptığım gibi içindeki kırmızı, köpüklü şurubu son damlasına kadar içtim. Birden dünya büyüyüverdi.
Çevremdeki her şey algılayamayacağım kadar büyümüştü. İlk şaşkınlıktan sonra anladım. Büyüyen dünya değildi, ben küçülmüştüm.
Tam karşımda Bilgin Amca’nın kocaman, şaşkın yüzü duruyordu. “Şimdi ne yapıyoruz?” diye sordum ona.
“Gelip seni bulmaları için masal cücelerine haber yolluyoruz.”
“Nasıl?”
“Bir sarımsağı ezip pencerenin önüne koyarsam, kokusunu alıp gelir onlar.”
“Sonra?”
“Sonrasını ben de bilmiyorum. Bir gün rastlantıyla keşfettim bu yöntemi. Oturup konuştuk. Ama her neyse sorunları, ondan hiç söz etmediler. Yalnızca benim artık büyüdüğümü, işlerine pek yaramayacağımı, uygun bir çocuk bulana kadar araştırmalarını sürdürmek zorunda olduklarını anlattılar.”
“Yani şimdi sorunlarını çözümleyecek kişi, ben miyim?”
“Sana geldiklerine göre, öyle olmalı. Onca yıldır sorunlarını çözümleyecek birisini bulamamış olmalılar.”
“Sorunları ne olabilir Bilgin Amca?”
“Bilmiyorum ama önemli bir sorunları olmalı. Geldiklerinde konuşup öğreniriz. Belki boylarına yakın olduğunu görünce sana anlatırlar.”
Az sonra bir diş ezilmiş sarımsağı pencerenin önüne koydu Bilgin Amca. Bu arada ben de yeni boyuma alışmaya çalışıyordum. Başparmak boyutunda bir çocuk ne yapabilir ki?
Önce Bilgin Amca’nın bilgisayarından, bana gelen elektronik postaları okudum. Kendi posta adresime girebilmek için klavyenin tuşlarında sıçrayarak dolaşmam gerekti. Pek hoştu doğrusu. Ama birbirinden uzak harflere ulaşmak için klavyenin çevresini dolanarak yürümem gerekiyordu. Gelen iletilere yanıt vermemse olanaksızdı. Susamıştım.
Bilgin Amca bir damlalıkla su içirdi bana ve minicik parçalara ayırdığı bir köfteyi yedirdi. Sonra önceki geceden bir düş gibi anımsadığım şey gerçekleşti. Başparmak boyunda on iki masal cücesi, masanın üstünde beliriverdi.
“Merhaba dostlarım,” diye karşıladı onları Bilgin Amca.
“Biz senin dostun değiliz!” diye bağırdı masal cücelerinden biri. Tanıdım onu. Şerbeti içmemi engelleyen cüceydi bu. Öteki cüceler hemen atılıp ağzını bir bez parçasıyla bağlayarak susturdular onu.
“Merhaba,” diye karşılık verdi cücelerin en yaşlı görüneni.
“Merhaba,” dedim içim titreyerek. Sanırım nelerle karşılaşacağımı hiç bilmediğim bir serüvene başlıyorum şu anda. İçimden kaçmak geliyordu ama bir yandan da neler olacağını pek merak ediyordum doğrusu.
“Benim adım Gork,” dedi yaşlı cüce. “Siz farkında değilsiniz ama üstünde yaşadığımız gezegen büyük bir tehlike içinde.”
“Hani şu sera gazıyla oluşan aşırı ısınma mı?” diye sordum.
“Daha da beteri… Yalnızca seçilmişlerden birinin çözümleyebileceği bir sorun bu. Dünya patlayacak!”
Bu ‘patlayacak’ sözcüğü dehşete düşürmüştü beni.
“Ben küçük bir çocuğum. Gezegenimiz patlayacaksa ne yapabilirim ki?” diye sordum.
“Sen seçilmişlerden birisin,” diye yanıtladı yaşlı cüce.
“Bu sorunu yalnızca sen ya da senin gibi seçilmişlerden biri çözümleyebilir.”
Ben ne düşüneceğimi, nasıl düşüneceğimi bilmeden, şaşkın şaşkın bakınırken, sürdürdü konuşmasını yaşlı cüce.
“Kırk yıl önce senin Bilgin Amca dediğin kişi bize katılmış olsaydı, belki çoktan çözümlemiş olurduk sorunları. Ama o çok büyüdü, artık katılamaz aramıza. Bunca yıldır çocuklar arasında bulabildiğimiz uygun tek kişiyse sensin. Katılır mısın aramıza?”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye-Roman-Masal Roman (Yerli)
- Kitap AdıDünya’yı Kurtaran Çocuk
- Sayfa Sayısı96
- YazarBilgin Adalı
- ISBN9789750764110
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Çocuk / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hisli Kirpi ~ İlhami Algör
Hisli Kirpi
İlhami Algör
“Şuraya bir deniz yapalım. Dibine batıklar, demirden evler. Üzerine adalar, kenarlarına kıyılar, kıyılara farklı diller konuşan insanlar. Fakat herkesin bir omurgası, leğen kemiği ve...
- Z Yalnızlığı ~ Neslihan Acu
Z Yalnızlığı
Neslihan Acu
Sonuçta öğretmenler Uranüs’ten gelmedi. Onlar da insan. Onlar da mutlu olmak istiyor. Aşkı onlar da merak ediyor. Merak etmeseler dizi seyretmezlerdi. Ama seyrediyorlar. Kendi aralarında...
- Kayıp Kitap 397 ~ Serhat Ahmet Tan
Kayıp Kitap 397
Serhat Ahmet Tan
TÜRKİYE VE İSRAİL’İN GİZLİ TARİHİ, GEÇMİŞİ VE GELECEĞİYLE “KAYIP KİTAP”TA… PEKİ ŞİMDİ NE OLACAK?… GELECEKTEN GELEN ŞİFRE; 397 Yıl 2220… Ak sakallı ihtiyar, 2010...