Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Geçmişin Acıları – İhtiras Ve Gurur (Harlequin High Life – 2 Roman Bir Arada) 2/2013/03
Geçmişin Acıları – İhtiras Ve Gurur (Harlequin High Life – 2 Roman Bir Arada) 2/2013/03

Geçmişin Acıları – İhtiras Ve Gurur (Harlequin High Life – 2 Roman Bir Arada) 2/2013/03

Lynne Graham, Maisey Yates

GEÇMİŞİN ACILARI – Maisey Yates ~ BİRİNCİ BÖLÜM ~ ALEKSEI Petrov’un ses tonu her zaman bir kadını bastan çıkarabilirdi. Madeline, bir yıldan beri onun…

GEÇMİŞİN ACILARIMaisey Yates

~ BİRİNCİ BÖLÜM ~

ALEKSEI Petrov’un ses tonu her zaman bir kadını bastan çıkarabilirdi. Madeline, bir yıldan beri onun sirketinde çalısıyordu. Adamın zenginliğinden ve hafif aksanlı dilinden oldukça etkileniyordu.

“Bayan Forrester.” Telefonun ahizesinden gelen sesi gür çıkmıstı. “Bu gece, bir sorun çıkmayacağından eminim. Sana güveniyorum.”

Maddy, balo için gereken hazırlıkların her adımını kontrol ediyordu. “Her sey planlandığı gibi gidiyor Bay Aleksei. Masalar ayarlandı, dekorasyon tamam, ziyaretçi listesi kontrol edildi.”

“Beyaz elmas fiyaskosundan sonra hazırlıkları bizzat kontrol edeceğim.”

Madeline aniden gerildiğini belli etmemeye çalıstı. Sakinliğini koruyordu. İsinin avantajlarından biride yüzünü asla görmediği bir patronunun olmasıydı. Telefonda sabit ve yalın bir ses tonuyla konustuğu için patronu, onun gerçek duygularını asla anlayamazdı. Yüz hatlarındaki en ufak bir gerginliği ya da gözlerindeki bir imayı tahmin bile edemezdi. Gerginlikle yumruklarını sıktığında tırnaklarının izi avuçlarına kazınmıstı.

“Aslında, o sergi fiyasko olarak değerlendirilmemeli. Bazı davetsiz misafirlerimiz olduğu ve kendileri için ayrılmamıs yemekleri yedikleri doğrudur ama biz o sorunu halletmistik. Sadece bir kaç kisi yaklasık yirmi dakika boyunca aç kalmıstı ama gerçekten ortada abartılacak kadar zor bir durum yoktu.”

Bu balo, Petrova için önemliydi. Avrupa’ya adını duyuracağı ilk büyük organizasyon olacaktı. Madeline’nın Kuzey Amerika’da düzenlediği küçük sergilere asla katılmazdı. İslerini Moskova’daki ofisinden yönetir ve bazen Milano’daki sirketine geçerdi. Keskin zekâsını islerin önem sırasına göre kullanırdı. Balonun bir tımarhaneye döneceğinden emindi. Davetli ve davetsiz tüm misafirler ve basın ordusunun sorun olacağı su götürmez bir gerçekti.

Aleksei kendisini isine ve sirketine adamıs, oldukça zeki bir is adamıydı. Dünyadaki en imrenilen ve en müthis tasarımların çıktığı tasarım atölyesinin kurucusudur. Kendisine kesfedilmemislerin mucidi de denir. Basarısını söhretle birlestirmeden önce medyanın ilgisini çekecek bir adam değildi ama ünü onu basında ve insanların karsısında daha cazibeli hale getirmisti.

Bu, Maddy’nin patronuyla ilk kez yüz yüze geleceği bir organizasyon olacaktı. Nedenini bilmiyordu ama o geceyi düsündükçe midesine kramplar giriyordu.

“Aksam yemeğini beklemek zorunda kalanlara farklı davranılmasını rica ediyorum.” Buz gibi bir sesle söylemisti.

Gözleri avuçlarına kaydığında tırnaklarının iz yaptığını fark etmisti. Partiden önce bu izlerin düzeltmesi gerekiyordu. “O balo da olanlar, benim kontrolümde olmayan bir güvenlik sorunuydu.”

Telefonun ahizesinden kahkaha sesi yankılanmıstı. “Sizin acımasızlığınız her zaman ilham verici olmustur.”

Acımasızlık? Saka yapıyor olmalıydı. Evet, tamam belki biraz acımasız davranmıs olabilirdi ama isini severek yapıyordu, bu ise ihtiyacı vardı ve Aleksei mükemmellik bekliyordu. Maddy her zaman elinden gelenin en iyisini yapardı ama bu, baskasının yaptığı hatayı üstleneceği anlamına gelmemeliydi. Diğer insanların yaptığı yanlıslar çoğunlukla onun üstüne kaldığından Petrova Tasarım’da bir türlü terfi alamıyordu.

“Peki, bu geceki önlemler hakkında Jacob’la konustum, herhangi bir sorun çıkacağını sanmıyorum.”

“Bunu, duymak güzel.”

“Beni kızdırmaya çalısıyorsunuz, değil mi?” Aniden vücudunda büyük bir adrenalin patlamasıyla ağzından çıktı. Her zaman, herkesle arasını iyi tutmustur ama Aleksei Petrov’un günaha davet eden seksi ses tonu onu, hayatındaki her seyden daha fazla sersemletiyordu. Bu, ona has bir seydi… Diğer nedene gelince uzaktan da olsa bir is iliskileri vardı.

“Belki, seni cesaretlendirmeye çalısıyorumdur Madeline. Beceriksiz biri olduğunu düsünseydim kesinlikle ‘terfi bekleme’ derdim.” Dudaklarının arasından dökülen ismi, vücudunun her zerresinde dalgalanmıstı.

Kendini toplayıp sakince cevap verdi. “Peki, bunu bir iltifat olarak kabul ediyorum ve su an ki pozisyonumu daha ileriye tasıyacağım.”

Uzun zamandan sonra yeniden bir erkeğin dikkatini dağıtmasına izin veriyordu. Hayatının kontrolünü eline aldığında kendini kanıtlamıs ve yükselmisti. Artık, bes yıl önce arkasında bıraktığı o güçsüz kız değildi.

Aleksei’nin sesi aklını karıstırmamalıydı.

“Bu gece için her sey yolunda gidiyor.” Sesi hala sakin çıkıyordu. Aleksei’nin bir önceki konuya döneceğinden endise ediyordu.

“Güzel.”

Konusma bitiyordu, telefon kapandığında artık sesini duymayacaktı. Bu, yoğun ve derin bir hazdı. Bos balo salonunu doldurmak onu heyecanlanıyordu. Ensesi karıncalanıyordu, vücuduna söyle bir göz attığında oldukça erkeksi gelmisti. Giyinisi kapalı ve mütevazıydı, gömleği en üst düğmesine kadar ilikliydi ama bu, harika sıkı vücudu giydiği kapalı kıyafetler bile gizleyemiyordu.

Boğazı aniden kurumustu, sertçe yutkundu. Ellerinin titrediğini hissediyordu çünkü patronunun bastan çıkartan sesiyle kendinden geçmisti. Sesi bu kadar etkiliyorsa bakısları kim bilir nasıldı? Önceden gördüğü fotoğraflarıyla aynı olduğunu hayal ediyordu. Profesyonel fotoğraflar da olsa gerçeği kadar yakısıklı değildi, çoğu doğruyu yansıtmıyordu, hepsinde oldukça büyük, genis ve uzun çıkıyordu. Donuk bir yüz, koyu iyi sekillendirilmis kaslar, ölçülü bir çene yapısı, derin siyah gözler, buğulu ve gizemli sert bakıslar…

Fotoğrafları, dudakları hariç kendisini yansıtmıyordu. Dudakları, bir kadını nazikçe öpebilir gibi görünüyordu. Madeline düsüncelerle boğusurken fark etmeden parmağını dudağına götürmüstü. Dokunuyor ve hayal ediyordu, birden kendine geldiğinde aptallık ettiğinin farkına vardı. O, patronuydu ve maasını ödeyen adamdı. Oh, mükemmel.

“Bay Petrov.” Aniden telefonun hala kulağında olduğunu fark ettiğinde hemen parmağını dudağından çekmisti. “Ben…”

“Bayan Forrester.”

Patronuyla tokalasacağı anı, sıcak ve erkeksi ellerini hayal ediyordu. Onunla el sıkısırken sakin görünmeye çalısacaktı. Kusursuz hazırladığı balo da omzunun üzerinden ona bakacaktı. Her sey yerli yerinde takılar hariç, vitrinde değiller ve sonra skandal patlak verecek, ardından silahlı korumalar gelecekti. Aman Tanrım düsünmesi bile korkunçtu. Adamın bastan çıkaran sesiyle kendine geldiğinde aklındaki düsünceler bir anda dağılmıstı.

“Her sey, sizin istediğiniz gibi olacak.” Böyle olması gerekiyordu yoksa en ufak bir hatanın bedeli yarım maastı.

“Öyle olmalı!” Kesin bir ifadeyle belirtmisti.

“Emin olabilirsiniz.”

“Eminim.” Dudakları kavisli bir gülümsemeyle açılmıstı.

Adamın, derin ve ikna edici ses tonu Madeline’ı yine hayal âlemine sürüklüyordu. Daha önceden patronunun yüzünü görseydi, onun için bir sürpriz olmayacak ve bu kadar heyecanlanmasına gerek kalmayacaktı. Vücudunu hayal ediyordu, herhalde bronzlasmıs Adonis gibi değildi. Fantezi dünyasından sıyrılıp bir an önce gerçeğe dönmesi gerekiyordu.

Aleksei’nin öksürük sesi bir süreliğine onu kendine getirmisti.

“Takdir etmenize sevindim.” Telefona geri döndüğünde adam, onun hayallerinden habersizdi. Görmediği için telefonda konusmak daha kolaydı. Belki karsısında olsaydı bu kadar rahat olamazdı.

Aleksei elinde telefonla merdivenlerden asağıya indiğinde balo salonuna girmisti. Masa düzenlerini ve diğer dekorasyonları kontrol ederken Madeline da hatta bekliyordu.

“Benim için çok çalısıyorsun.”

Sonunda takdir edilmenin hazzıyla cevap verdi. “Evet, sanırım.”

“Neden bu kadar çok çalıstığını her zaman merak etmisimdir. Oldukça varlıklı bir aileden geliyorsun ve eminim, seni maddi yönden desteklemeye hazırlardır.”

Tabii ki patronu olarak ailesi hakkında her seyi biliyordu. Madeline’nin ailesinde seçkin ve basarılı insanlardı ama en az on yıldır ailesiyle konusmuyordu. Kızlarına herhangi bir destekleri olmamıstı. Kardesinden bir kurus bile almayı düsünmemisti. George, onun için yeterince çabalamıstı ama Madeline hayatının geri kalanını kendisi kazanmak istiyordu. George’un yardım etmesine izin vermiyordu.

En azından simdi dikkatini dağıtmak için ilgileneceği karısı ve çocukları vardı. Her zaman kardesinin kendisi için yaptıklarına minnet duyuyordu ama George kız kardesinin yaptığı hataları artık üstlenmemeliydi. Bu Maddy’nin hosuna gitmiyordu. Ondan bu sekilde yararlanamazdı.

“Hayatın tadını çıkarmakta baskaları gibi zevk alamıyor olabilirim ama kendi çabalarımla bir yere gelmek istiyorum. Ailemin yardımı olmadan kendi itibarımı kazanabilirim.”

Zamanında gençliğin verdiği cahillikle itibarı zarar görmüstü, medya onun üzerine çok gitmisti. Gazeteler, Madeline’nın aptallığını bir skandal olarak meraklı halka ifsa etmislerdi. Tüm olanlar kendi hatasıydı. Eski patronu onu bastan çıkartmıstı. Tek tesellisi gazetelerdeki onunla ilgili haberlerin hızlıca unutulup gitmesi olmustu ama her gün baska bir skandal çıkmasına engel olamıyordu, sonunda zarar veren o çevreden kurtulmustu.

“Kesinlikle itibarını kazandığını düsünüyorum. Son bir kaç ay içinde kaç sirketin seni, benden kapmak için ne kadar uğrastıklarından haberin var mı?”

“Sekiz.” Net bir sesle cevap vermisti. “Sizin bildiğinizin farkında değildim.”

“Sirketimde ne olup bittiğini bilmek benim isim, özellikle de biri joker oyuncumu çalmak istiyorsa…”

“Ben onları geri çevirdim. Petrova için çalısmaktan memnunum.”

Becerisi sayesinde sirkette hem pratik ve hem uygulayıcı görevini üstlenmisti. Maddy için büyük bir bütçe ayrılmıstı. İs seyahatlerine çıkıyor ve dünyaca ünlü tasarımcıları bulup, onlarla uygun fiyata çalısmaya ikna ediyordu.

Patronu zor biriydi buna karsın rahat bir isi vardı. Her koordine ettiği tasarımlar dünyanın en popüler magazin dergilerinde yayınlanırdı. Bu, hayalindeki isti ve hiç bir sorun yoktu.

Avantajlı durumdaydı, bir sonraki cazip teklif için patronunu kıskırtıyordu.

Hayır. Bundan daha da fazlasıydı. Böyle gitmesine izin veremezdi… Yanlıs… Basarmak zorundaydı. Yakısıklı bir yüz ve iltifatlar onun dikkatini dağıtamazdı. Tabii ki, Aleksei de onu motive edecek övgüler sıralamıyordu.

Hayaline geri döndüğünde Aleksei kara gözleri ve delici bakıslarıyla balo da sadece onu izliyordu. Derin bir nefes aldı.

“Tasarımların sergileneceği vitrinlerin yakınında oturmayı tercih ederim.” Elindeki kâğıda bir seyler karalıyordu.

“Tabii ki, Bay Aleksei.” Beyninde oturma planları sekillendiriyordu. Bazı insanlar mücevherlere yakın masalarda oturmak isterdi ve bunu da dikkate almalıydı. Aleksei için salonun en ön masasını düsünmüstü, tabii ki patronu olduğu için bunu hak ediyordu.

“Siz ve size eslik edecek bayan için mi soruyorsunuz?” Baloya sevgilisiyle geleceğini tahmin ediyordu. Aralarında asılmaz bir bariyer olduğunun farkındaydı.

“Hayır, yalnız katılıyorum. Sevgilim gelemiyor, onun baska bir daveti var.”

Oh, hayır. Gerçekten bir kadınla geleceğini sanmıstı.

Sevinmediğini inkâr edemezdi. Yeniden derin ama daha güçlü bir nefes aldı. “Sorun değil.”

Bir erkeğe sadece bakıslarıyla bile etki edebilen bir kadındı. Bu, Aleksei için de geçerliydi. Erkek ve kadınlar arasındaki çekim kuvveti normaldir ve her gün olan seylerdir. Ayrıca adamın ondan etkilenmemesi için bir sebep yoktu. İki insan, ayrı yerde olsa da telefonda iletisim halindeydiler.

“Son koleksiyon vitrinde olacak mı?”

“Evet. Güvenlik önlemlerini alır almaz mücevherleri sergileyeceğiz.”

Adamın karakasları çatılmıstı. “Bence vakit kaybetmeden hemen yapmalısın.” Adam ofisin penceresini açmıstı.

“O kadar güvenli değil.”

“Güvenli olmalı.” Israr ediyordu.

Dislerini sıktı. Onu, oraya götürmek ve göstermek zorundaydı. Güzel. Baloya bes saat kala bunu yapmak o kadar kolay değildi.

“Estetik açıdan sizinle aynı fikirdeyim ama güvenlik ekibi mücevherlerin kapı ve pencerelerden uzak yerlerde sergilenmesi gerektiğini söyledi. Böylece her seyi daha kolay kontrol altında tutarlarmıs.”

“Amacımız tasarımların en iyi sekilde sergilenmesi değil mi? Yoksa nasıl para kazanacağız?”

Gözlerini devirdi. Telefonda değil de karsısında olduğunu düsününce geriye tek bir seçeneği kalıyordu, bu da yapmacık gülümsemekti.

“Dediğim gibi güvenlik nedenlerinden dolayı…”

Omzunu silkti. “O zaman güvenlik önlemlerini iki kat daha arttıracağız.”

Sasırmıstı. “Partiye bes saat kala mı?”

Kaslarını çattı. “Bana, bunu yapamayacağını mı söylüyorsun?”

Üstüne yüklenen sorumluluk onu eziyordu. Tabii ki ne yapması gerektiğini iyi biliyordu ama her seyi kontrol altında tutması neredeyse imkânsızdı. Kan damarlarında hızlı bir sekilde pompalanmaya baslamıstı. Adrenalini derinlerinde hissediyordu. Bu gereksiz bir istek değil miydi? Evet öyleydi. Madeline, bunun üstesinden gelebilir mi? Tabii ki imkânsızı olur yapmak, zoru kolaylastırmak onun isiydi. Bu gücü içinde hissediyordu ve kontrol etmesini de iyi biliyordu.

Yüzüne yayılan bir gülümsemeyle cevap verdi. “Tabii ki sorun değil Bay Petrov, Jacob’la irtibata geçip neler yapabileceğimize bakacağız.” Sözünü kesti. “Bu koleksiyonun, en iyi etkiyi bırakacak sekilde sergilenmesini istiyorum.”

“Doğal olarak haklısınız ama endise ediyorum, çünkü söz konusu çok değerli ve nadide parçalar.”

Adamın gülüsü kulağında yankılanmıstı. “Farkındayım Madeline, onları ben tasarladım.”

“Bence bütün dünya da bunun farkındadır.” Gerilen sinirlerinin rahatlamaya ihtiyacı vardı

Bu Aleksei’nin altı yıldan beri tasarladığı ilk koleksiyondu.

Petrova Mücevherat’ın koleksiyonları son bir kaç yıl içinde çok saygın tasarımcılardan tam not almıstı. Mücevherlerin her bir parçası Aleksei tarafından tasarlanmıs ve ihalelerden milyonlarca dolar gelir getirmisti.

Bu, medya anlamına geliyordu. Daha fazla haber… İsi rahat ve güvenliydi ama tüm bunların arkasında uğrasması gereken seyler vardı. Basınla arasının pekiyi olduğu söylenemezdi.

“Tabii ki dünya farkında Madeline. Bunun yolu isin doğru tanıtımı ve medyanın ilgisinden geçiyor. Bu da etkili bir reklam yapmak anlamına geliyor. Bize büyük paralar kazandırması lazım, bu benim isimin bir parçası.”

“Siz aslında bu baloyu basının ilgisini çekmek için yapıyorsunuz değil mi?”

“Tanıtım diyebiliriz.” Basitçe söylemisti. “Bu sergi için çok masraf yaptım. İsler planladığım gibi gitmezse bizim için tam bir fiyasko olur

…..

* * *

İHTİRAS VE GURURLynee Graham

~ BİRİNCİ BÖLÜM ~

LİMUZİN kilisenin önüne yanastığında, orada toplanmıs sık giyimli insanlardan hosnutsuzluk homurtuları yükseldi. Daha önce iki araba koruma gelmis, gözlerinde günes gözlükleri, ellerinde telsizleriyle etrafı kolaçan etmislerdi. Simdi de bir koruma duvarı olusturmuslardı. Güvenlik sefi basıyla isaret verince, soför limuzinin arka kapısını açtı. Ortalığı bir sessizlik kapladı. Herkes gözlerinde büyük bir merakla, basını arabaya döndürdü.

Leonidas Pallis, limuzinden indi ve bakısların çekim noktası oldu. Bir metre doksan bes santim uzunluğundaki boyuyla oldukça zengin bir Yunanlıydı. Dikkat çekici bir yakısıklılığı vardı. Üzerindeki özel dikilmis siyah takım elbisesi ile oldukça sık ve seksi görünüyordu. Soğukkanlı ve acımasız bir görünüsü vardı. Dünyanın en zengin ve köklü ailelerinden birinin oğluydu ve is dehası oldukça parlaktı. Bu milyarder adam, ailesinin altın çocuğuydu ve herkes ondan çekinirdi.

Onun anma törenine katılıp katılmayacağı merak konusu olmustu. Imogen Stratton, iki yıl önce uyusturucu madde alarak araba kullanırken kaza yapmıs ve ölmüstü. O sıralar, Leonidas’la yakın bir iliskisi yoktu ama üniversiteden beri ara sıra görüsürlerdi. Imogen’in annesi, Hermione bu önemli konuğunu karsılamak için kosusturdu. Leonidas’ın katılımı anma törenini önemli bir olay haline getirmisti. Ama Yunanlı milyarder konusmayı kısa kesti—Stratton ailesi ona yabancıydı. Imogen hayatayken, ailesiyle tanısmamıs ve tanısmayı da istememisti. Simdi de bu dalkavukları çekmeye de niyeti yoktu.

Kilise de görmeyi umduğu bir kisi vardı. Imogen’in ailesinden tanıdığı tek kisi, kuzeni Maribel Greenaway. Ama maalesef onu daha görememisti. Ön sırada oturma tekliflerini reddeden Leonidas göze fazla batmayan bir yer seçti ve bir panter sessizliğiyle etrafı gözlemeye koyuldu. Neden buraya geldiğini düsünmeye basladı. Imogen böyle seylerden hiç hoslanmazdı. O bir modeldi ve eğlenceye düskündü. Fark edilmek ve beğenilmek için yasıyordu. Uyusturucuya bulasana kadar Leonidas’ı memnun etmek için çok çalısmıstı ama isin içine uyusturucu girince Leonidas onunla olan iliskisini kesmisti. Sert hatlı ağzı çizgi halini aldı. Leonidas, onu tamamen hayatından çıkarmıstı. Cenazesini katılması bir meydan okuma ve iç çatısmasının dısa vurumu idi. Artık geçmis, geçmiste kalmıstı ve o da, pismanlık gibi Leonidas’ın asla alısık olmadığı duygulardı.

.

Maribel eski arabasını otoparka park etti. Çok geç kalmıstı ve hummalı bir telas içindeydi. Hızla, bir elinde toka diğerinde fırça saçlarını dikiz aynasına bakarak toplamaya çalısıyordu. Henüz yıkanmıs ve hala ıslak olan kahverengi ve omuz hizasındaki saçları asiydi. Sabırsız parmakları arasındaki toka kırılıverdi. Fırçayı bir kenara atarak saçlarını elleriyle düzeltmeye çalıstı ve arabadan indi. Sabah uyandığından beri her sey ters gidiyordu. Belki de ufak felaketler dün geceden baslamıstı. Yengesi Hermione telefon etmis ve anma törenine katılamazsa anlayısla karsılayacağını söylemisti.

Maribel dislerini sıkmıs ama yorum yapmamıstı. Son on sekiz aydır akrabaları onu istenmeyen kadın olarak kabul etmislerdi. Maribel aile bağlarına önem veren biri olduğunu için buna incinmisti. Ama yine de onları anlıyordu. Stratton aile kalıbına uymadığı gibi, kuralları da yıkmıstı.

Dayısı ve yengesi için görünüm, para ve sosyal statü önemliydi. Maribel, on bir yasındayken öksüz kalınca annesinin erkek kardesi onu evine almıs ve üç çocuğu ile birlikte büyütmek istemisti. Kasvetli yıllardı bunlar doğrusu. Tek dayanağı Imogen’di. Gerçi onunla hiçbir ortak yönü yoktu ama Maribel, kendisinden üç yas büyük kuzenine derinden bağlanmıstı.

İste bu nedenle, Maribel bu törene katılmaya ve kuzenine karsı son görevine getirmeye kararlıydı. Hiç rahatsızlık duymuyordu. Buna sasırdı. Neredeyse iki yıl geçmisti. Artık duyarlı olması için bir sebep yoktu— zaten o adamın duyarlı kelimesinden bile haberi yoktu.

Menekse moru gözlerinde bir kıvılcım çaktı ve çenesini yukarı kaldırdı. Yirmi yedi yasındaydı. Üniversitede, antik tarih konusunda doktoralı bir eğitmendi. Zekiydi, aklı basında ve pratikti. Erkekleri arkadas ve meslektas olarak seviyordu ama daha fazla yakın olmanın sorundan baska seye sebep olmayacağını iyi biliyordu. Imogen’in ani ölümünün yarattığı dehset ve arkasından tuttuğu yas döneminden sonra çok sıkı çalısmıstı. Imogen sonunda huzura kavusmustu. O hayatını severdi, çok severdi. O adamın ne düsündüğü neden umurunda olsundu ki? Zaten herhalde kendisini bir daha aklına bile getirmemisti.

Bu ruh haliyle kilisenin merdivenlerinden çıktı ve içeri girip ilk bos yere oturdu. Altıncı hissi sanki onu uyarmıs gibi sağa sola bakmadan doğrudan kürsüye doğru bakmaya basladı. Yanakları renklenmeye baslamıstı. Onun orda olduğunu biliyordu. Bir süre sonra merakına yenik düsüp etrafa bakındı. İste orada, birkaç sıra önünde oturuyordu. Pallis’in iri ve genis yapılı bedeni gözden kaçacak gibi değildi ve kadınların çoğu bakıslarını ona dikmisti. Gönülsüzce gülümsedi. Leonidas ender bulunan bir hayvan gibiydi ve nesli çoktan yok olmus olmalıydı. Ama dizleri titretecek kadar yakısıklı ve ıslah olmaz bir çapkın olarak orada oturuyordu. Bu kötü halinin kadınları çektiği asikârdı. Ve tören bitmeden önce ona yakın olmak için yanıp tutusuyorlardı.

Leonidas birden döndü ve Maribel’e baktı. Koyu renk ve derin bakısları bir kursun gibi içine isledi. Ona bakarken yakalanınca, Maribel donakaldı. Oltaya takılmıs balık gibi, tuzağa düsmüs hissetti. Kendini hızla kontrol altına alarak basıyla buz gibi bir selam verdi ve dikkatini törene verdi. Elleri titriyordu. Yavas ve derin nefesler alarak sakinlesmeye ve beynine üsüsen anılar kovmaya çalıstı.

Tam arkasında oturan muhtesem sarısın, Maribel’e doğru eğildi. Hanna da Imogen’le aynı modellik ajansında çalısıyordu. Rahibin konusmasına aldırıs etmeden, konusmaya basladı.

“Beni Leonidas Pallis’le tanıstırır mısın?” diye fısıldadı yeni boyanmıs dudaklarıyla. “Seni onu uzun zamandır tanıyorsun.”

Maribel töreni izlemeye devam etti. Bir kez daha, bir kadının, Leonidas’a ulasmak için onu kullanmalarına izin vermeyecekti. Zaten onu tanıdığını bile unutmak istiyordu. “Senin sandığın sekilde değil.”

“Ama Imogen hayattayken neredeyse ona yapısık yasıyordun. Leonidas hala seni hatırlıyor olmalı. Bunun ne kadar ender bir durum olduğu hakkında bir fikrin var mı? Çok az insan onu doğrudan tanıyor.”

Maribel yorum yapmadı. İsteri krizi geçirecek tipte bir kadın olmamasına rağmen, simdi sanki kriz geçirmek üzereydi. İçi acıyarak Imogen’i düsündü. Asla sahip olamayacağı bir erkeği istemisti ve bu ona pahalıya mal olmustu. Aslında kendisi de kör bir sekilde aynı hatayı yapmıs ve aynı asağılanmaya maruz kalmıstı. Bu ona unutamayacağı bir ders olmustu.

Hanna, sessizliğini kabullenmesine yordu. “Sen tanıstırırsan normal ve planlanmamıs görünür,” dedi.

Normal mi? Hanna’nın giydiği kıyafet daha çok düğüne uygundu, bir anma törenine değil. Nasıl normal görünecekti?

“Lütfen… Lütfen. O kadar çekici ki,” diye ısrarını sürdürdü.

Ve lanet olası biri, diye düsündü Maribel. Kilisede böyle bir konusma dinlediğine inanamıyordu. Utançla kızararak, aklından geçen acı düsünceleri kovdu.

.

Leonidas, Maribel’in buz gibi selamına sasırmıstı. Simdiye kadar ondan etkilenmeyen tek kadındı doğrusu. Buna meydan okumaya karar verdi. Kısık gözlerle onu incelemeye basladı. Maribel zayıflamıstı ve bu, dolgun göğüslerini ve kıvrımlı kalçalarını daha fazla ortaya çıkarmıstı. Vitray camlardan süzülen ilkbahar günesi saçlarında parıldıyordu. Teni pürüzsüz ve ağzı kocamandı. Güzel hatta hos bile değildi ama nedense her zaman dikkatini çekiyordu. Bu defa, nihayet, bu kızın neden ona çekici geldiğini anlamaya kararlıydı. Onun disiliğinin uyanmasından sorumlu olup olmadığını düsündü. Ve hemen arkasından, onu bir kez daha bastan çıkarıp çıkaramayacağını merak etti. Evet, bunu yapmalıydı.

.

Anma töreni bitmek üzereyken, Maribel geldiği kadar hızlı bir sekilde oradan ayrılmak üzereydi. Ama Hanna yolunu kesti.

“Neden bu kadar acele ediyorsun?” diye tısladı. “Leonidas bu tarafa bakıyor. Beni fark etti. Senden küçük bir iyilik istiyorum sadece.”

“Senin kadar güzel birinin tanıstırılmaya ihtiyacı yok.”

Hanna güldü ve arkasını dönerek hedefine doğru yürümeye basladı. Maribel de hemen onun arkasından çıkısa yöneldi. Leonidas’tan kaçmak çok soğukkanlı bir hareket sayılmazdı ama bunun önemi yoktu. Yengesi onu artık ailenin bir üyesi saymak istemiyordu. Maribel çok fazla ortalıkta görünmemesi gerektiğinin farkındaydı. Buna sebep olan adam her yerde boy gösterirken, bütün günahı neden kendisinin çektiğini anlamıyordu. Omuzunu silkti ve hızla otoparka gitti.

.

Dikkatini çekmeye çalısan pek çok kisiyi bertaraf eden Leonidas, kilisenin verandasında durdu. Avının ruh hali ve telası onu sasırtmıstı. Çünkü Maribel muhafazakâr ve kurallara uygun davranan biriydi. İstemeden de olsa, onun kendisiyle konusacağını sanmıstı. Ama o, Stratton ailesi ile konusmak için durmamıstı. Korumaları bir paparazzinin fotoğrafını çekmesini önlemeye çalısırken, Maribel’in küçük kırmızı bir arabaya binmesini izledi. Bu kadar ufak tefek bir kadın için, oldukça hızlı hareket ediyordu. Tembel bir sekilde, hayatı boyunca ondan kadar kaçan tek kadının o olduğunu düsündü. Öfkeden deliye dönerek kafasını kaldırdı ve korumalarının bası olan Vasos’a basıyla isaret verdi.

Hermione Stratton, arkasında iki kızıyla nefes nefese yanına geldi. Leonidas kibarca üzüntülerini bildirdi ve derinden gelen sesiyle, “Maribel neden aceleyle ayrıldı?” diye sordu.

“Maribel mi?” Yaslı kadının gözleri büyüdü. Sanki bu ismi ilk defa duyuyormus gibi tekrarladı.

“Herhalde eve, bebeğinin yanına kosuyordur,” dedi uzun boylu sarısın kızı duygusuz bir sesle.

Yüzünde en ufak bir saskınlık belirtisi olmamasına rağmen, Leonidas tam anlamıyla dumura uğradı. Maribel’in bebeği mi vardı? Bir bebek? Ne zaman? Kimden?

Hermione dudaklarını hosnutsuzlukla büzdü. “Korkarım o, bir bekâr anne.”

“Ve pek kabul edilebilir bir sekilde de değil. Zor durumda terk edildi,” dedi kızı, Leonidas’a parlak bir sekilde gülümseyerek.”

“Her zaman ki sey iste,” diye konusmaya katıldı diğer kız. “O kadar akıllı olmasına rağmen, Maribel kitapta yazılı en büyük günahı isledi.”

.

Kiliseden ayrılıp yola çıktıktan bes dakika sonra Maribel üzerindeki ceketi çıkardı. Sıcaklamıstı. Zaten ne zaman sinirleri gerilse sıcak basardı onu. Kafasında istemediği bir görüntü belirdi. Leonidas’ın kilisedeki nefes kesici yakısıklı hali. Zaten nasıl görünecekti ki? Leonidas otuz bir yasında hayatının en güzel çağındaydı. Direksiyonu sıkmaya basladı ve eklemleri bembeyaz oldu. Sadece kısa bir an, duygularının kendisini esir almasına izin verdi. Sonra yavasça toparlandı. Herhangi bir duygusallık gösterisinde bulunmak istemiyordu. Leonidas’ın nasıl göründüğünün bir önemi yoktu. Simdiye kadar bu zayıflıkları çoktan asmıs olması gerekiyordu.

Acı dolu anılar, isyankâr beynine dolusmaya basladı ve dislerini sıktı. Ama hemen bu düsünceleri kafasından kovarak üzerlerine çelik bir kapı kapattı. Arabayı durdurdu. Kemerini çözerek, oğlunu almaya gitti.

Arkadası ve bebek bakıcısı Ginny Bell, kendi evine yakın bir yerde yasıyordu. Orta yaslı kadın eski bir öğretmendi ve kocası ölmüstü. İnce ve kırk yaslarında, siyah saçları her zamanki gibi topuz yapılmıs olarak kapıyı açtı ve Maribel’i görünce sasırdı. “Aman Tanrım, seni bu kadar çabuk beklemiyordum!”

Elias oyununu bırakarak, annesini karsılamak için fırladı. On altı aylıktı. Dalgalı siyah saçları ve kahverengi gözleriyle büyüleyici bir bebekti ve daha yeni yürümeye baslamıstı. Bütün doğal sıcaklığı ve enerjisi gülümsemesine yansımıstı. Ve kendisini annesinin kucağına attı. Maribel içinde sıcak bir sevgi seli akarak bebeğin kokusunu içine çekti. Elias doğduktan sonra anneliğin ne olduğunu gerçekten anlamıstı. Bebeğiyle birlikte olabilmek için isten bir yıl izin almıstı. Simdi part-time çalısıyordu. Oğlundan birkaç saat ayrı kalmak bile ona zor geliyordu ve eve döneceği saati sabırsızlıkla bekliyordu. Elias onun dünyasının merkezi olmustu.

Maribel’in erken dönmesine sasırmıs olan Ginny kaslarını çattı. “Dayın ve yengenin törenden sonra yemek vereceğini sanıyordum.”

Maribel kısaca dün aksamki telefon görüsmesini anlattı.

“Tanrım! Hermione Stratton seni nasıl böyle dıslayabilir?” dedi Ginny uzun zamandır arkadası olan Maribel’in tarafını tutarak. Bu ailenin Maribel’e neler borçlu olduğunu iyi biliyordu. Imogen uyusturucuya bulastığında ve ailesini ona destek olmadığı zaman, Maribel her zaman Imogen’in yanında olmustu.

“Elias’ı doğurarak kendimi lekeledim ve böyle olacağı önceden bana söylenmisti.”

“Yengen hamileliğini bir utanç olarak gördüğünü söylediğinde, haddini asmıstı. Sen bu bebeği istediğini ve bir yeni yetme olmadığını söylemistin zaten,” dedi Ginny onu teselli edercesine. “Senin bebeğe bakamayacağını söylemesine rağmen, sen simdiye kadar gördüğüm en iyi annesin.”

Maribel düsünceli bir sekilde ona baktı. “Sanırım yengem bunu iyi niyetinden dolayı söyledi. Ve adil olmak gerekirse—Hermonie genç bir kızken, gayrimesru çocuk doğurmak cidden bir utançtı.”

“Neden bu kadar iyi niyetlisin? O kadın sana, fakir bir akraba gibi davrandı her zaman.”

…..

Eklendi: Yayım tarihi

“Geçmişin Acıları – İhtiras Ve Gurur (Harlequin High Life – 2 Roman Bir Arada) 2/2013/03” için bir yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur