Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Genç Prens’in Dönüşü
Genç Prens’in Dönüşü

Genç Prens’in Dönüşü

Alejandro Guillermo Roemmers

O büyüseydi ne olurdu? Bir gence dönüşseydi? Yine masumiyetini koruyabilir miydi? Günümüz dünyasının yiten değerlerine, savaşlara, yaşanan acılara ve hastalıklara nasıl cevap verirdi? İşte…

O büyüseydi ne olurdu? Bir gence dönüşseydi? Yine masumiyetini koruyabilir miydi? Günümüz dünyasının yiten değerlerine, savaşlara, yaşanan acılara ve hastalıklara nasıl cevap verirdi? İşte A.G. Roemmers aklında bu sorularla kendini dokuz gün dokuz gece bir odaya kapatarak, ‘ruhunun derinliklerinden’ çıkacak bir hikâye yazmaya koyuldu. Sonuç Genç Prens’in Dönüşü oldu.”
El Pais

Genç Prens’in Dönüşü, yayımlanışından bugüne yediden yetmişe her yaştan okurun kalbine dokunmayı başarmış bir kahramanın, çocukluğumuzun Prensi’nin Dünya’ya dönüşünün hikâyesi… Patagonya’nın çorak topraklarında yalnız başına arabasıyla seyahat eden bir adam, yolda yardıma ihtiyacı olan bir gençle karşılaşır ve onu arabasına alır. Kahramanımız, yol boyunca hayat ve insanlık üzerine derinlikli sohbetler gerçekleştirir, birbirlerine hikâyelerini anlatırlar. Bir manevi yolculuğa dönüşen bu seyahatte paylaştıkları kalp kırıkları, mutlulukları, inançları, çocukluktan olgunluğa attıkları adımlar, vicdani sorgulamaları, coşkuları; okuyan herkese yeni kapılar açacak öğütler taşıyor.

Uluslararası bestseller Genç Prens’in Dönüşü, modern zamanlarda yitirdiklerimize vurgu yapan, sevginin gücüne ve mucizelere inancımızı tazeleyen bir kitap: Herkes içindeki Prens’i keşfedebilsin, kalbini hayata açabilsin diye…

***

ÖNSÖZ

Birkaç sene önce, Buenos Aires’te bulunduğum kısa süre içinde Alejandro Guillermo Roemmers ile tanışma fırsatı yakaladım. Saint-Exupéry’nin yeğenleri olan kuzenlerim François ve Jean d’Agay’a Arjantin ve Şili’deki Aeropostal şirketinin kurulmasına yardım eden pilotların izini sürmek istediğimi anlatmıştım. Onlar da Roemmers’in varlığından bahsederek hiç zaman kaybetmeden kendisiyle iletişim kurmamı önerdiler. Arjantin’e vardığımda kendisini aradım ve akşam yemeği için randevulaştık. İşte ilk kez o akşam Genç Prens’in Dönüşü’nün varlığından haberdar oldum.

Akşam boyunca sohbet ettikten sonra, Patagonya ve And Dağları’na yapacağım uzun seyahate hazır, elimde kitabın bir örneği ile ayrıldım. Kitabı okumak için açtığımda, Arjantin’de yapılan ilk baskısı için Saint-Exupéry’nin yeğeninin torunu ve o dönemde Antoine de Saint-Exupéry Vakfı’nın başkanlık görevini yürüten Frédéric d’Agay’ın kitap için kaleme aldığı bir tanıtım metnini gördüm. Şöyle yazıyordu: “Alejandro Roemmers çocuksu ruhunu korumuş, Arjantin’de bizim Prens ile karşılaştığında da dikkatimizi şiire ve hayatın aslına çekerek anlatmak istemiş.” Akrabam Frédéric haklıydı.

Tanınmış bir şair olan Roemmers, aynı zamanda sürekli seyahat eden meşgul bir iş adamı. Bu seyahatler sayesinde kitabını tanıtabiliyor, fikirlerini paylaşabiliyor. Okullara, kolejlere ve üniversitelere gidiyor; vermek istediği, inandığı mesajı dile getiriyor: Eğitim, inanç, cesaret, fedakârlık sayesinde yoksulluk, cehalet ve kuşkuculuğun üstesinden gelinebilir. Bunun yanında, günümüz dünyasının değer kaybıyla yüzleşebilmek için ihtiyaç duyduğumuz sevginin büyüsüne özellikle atıfta bulunuyor Roemmers.

Bu kitap bizlere Genç Prens’in, Patagonya’nın ıssız ve terk edilmiş topraklarında gerçekleştirdiği yolculukta, hiçliğin ortasında bulunan ayrıcalıklı bir yetişkinin, bir gençle yaptığı konuşmalar sayesinde, görünenin ötesine geçme hikâyesini anlatıyor. Sonunda bu genç adam, geçirdiği değişimle birbirlerinin algılama biçimlerini farklılaştırıyor; tüm bunları basit ve anlaşılır metafizik sorularla yapıyor. Bu kitap, gençler için bir yolun başlangıcı; bu yolda kaybolduklarına inanan yetişkinler içinse öze dönüş.

Genç Prens’in Dönüşü, ümitvar olma mesajını yayamayan bir eğitim sistemine karşı duran, başarısız politik yapıları reddeden 21. yüzyıl toplumunda, büyük bir değişiklik gerçekleştirme azmiyle yola çıkmış bir adam tarafından yazılmış bir öğreti kitabı, bir şans. Hiçbir zaman terk etmememiz gereken şeyleri hatırlatıyor bu kitap bize: İnsan sevgisi, kardeşlik, eğitim, aile gibi medeni toplumları güçlendiren değerleri.

Kahramanı aracılığıyla yazar bizlere, özellikle büyük pilot Antoine de Saint-Exupéry gibi Aeropostal’i görkemine kavuşturan, cesaretleri, fedakârlıkları, dünya görüşleri ve hatta bazen hayatlarıyla takip edilecek yolu gösteren insanları hatırlatıyor.

Genç Prens’in Dönüşü yolumuzu aydınlatıyor; sevginin büyüsüne ve onun her şeyi değiştirme gücüne olan inancımızı tazeliyor.

Bruno d’Agay
Antoine de Saint-Exupéry’nin akrabası

GİRİŞ NİTELİĞİNDE BİRKAÇ SÖZ

Savaş sebebiyle harap olan, masumiyetini ve yaşama sevincini hızla kaybeden bir dünyada, korkusuz bir Fransız havacı olan Antoine de Saint-Exupéry’nin yazdığı Küçük Prens, kısa süre içinde, kaybedilmiş değerlerin evrensel bir sembolü olarak kabul görecekti.

Saint-Exupéry’nin, kalbin sadeliği ve insanlığın erdemlerinin unutulmaya yüz tuttuğu bir dönem karşısında yaşadığı hayal kırıklığı ve üzüntü; -bir düşman taarruzuna kıyasla- genç yaşında Akdeniz’de bir keşif görevi esnasında ortadan kaybolmasının en önemli sebeplerindendi muhakkak.

Küçük Prens’i okuyan birçoğumuza olduğu gibi ben de, Saint- Exupéry’nin vermek istediği mesajın saflığını ve kalbimin en derinine temas eden o küçük çocuğun yıldızına dönmek zorunda oluşunun hüznünü paylaştım.

Bir zaman kadar, nefretin, anlayışsızlığın, dayanışmadan yoksun materyalist bir varoluş algısının ve daha başka birçok tehdit unsurunun, Prens’in bu dünyada yaşamasına engel olduğunu kavrayamadım. Birçok kez ben de senin gibi kendime sordum: Bu özel çocuk aramızda yaşamaya devam etseydi ne olurdu? Ergenlik yılları nasıl geçerdi? Kalbinin sükûnetini nasıl muhafaza edebilirdi?

Tüm bu sorulara uzun yıllar cevap bulamadım; bulabildiğim birkaç cevap da yalnızca benim için geçerlidir muhtemelen. Ama yine de umuyorum ki, her birimizin içinde taşıdığı o küçük çocuğun gittiği yolu, bir nebze olsun, aydınlatmaya yardımcı olabilir bunlar.

İşte bu yüzden sana yazmaya cüret ediyorum sevgili okur; yeni bir yüzyılın, bir milenyumun başında, içinde bulunduğumuz zamana daha umutla bak, bu kadar üzülme diye…

Bir fotoğraf görmeyi bekliyorsan, bu beklentini karşılayamayacağım için üzgünüm. Uzun zamandır seyahatlerimde fotoğraf makinesi veya kamera taşımıyorum; özellikle de arkadaşlarımın öykülerim yerine, görsellere yoğunlaştıklarını fark ettiğim günden bu yana. Yine de kitap çok ciddi olmasın diye içinde bazı çizimler olsun istedim. Yetişkinleri de çocukları da memnun etmeyecek birçok başarısız girişimden sonra, sevgili dostum Laurie Hastings’den yardım isteyerek güçlü bir şekilde hatırıma işlemiş bazı anları hayata geçirmesini rica ettim. Bu çizimlerin senin hayal gücünü etkilemesine izin verme; zira Laurie ne Patagonya’da bulundu, ne de bu öyküde yer alan gizemli genci tanıdı. Ama belki de bu çizimlerle birlikte sözcüklerim, Prens’in kutunun içindeki kuzuyu nasıl görebildiğini fark edebilmene yardımcı olabilir.

Olayların gerçekleşme anında doğan fikir ve hayalleri paylaştığım için beni affedeceğini umuyorum sevgili okur. Öyküyü yazıya dökerken, onların da varlığına saygı göstermek istedim.

Tüm bunları söylediğime göre, şimdi her şeyin nasıl gerçekleştiğini anlatacağım sana.

Eğer kendini yalnız hissediyorsan, eğer kalbin safiyetini koruyor, eğer gözlerin hâlen bir çocuğun hayretini muhafaza ediyorsa; belki de bu sayfaları okuduktan sonra yeniden yıldızların tebessümünü hissedebilirsin yüzünde, milyonlarca zil çalıyormuşçasına yakından duyabilirsin onları.

BİRİNCİ BÖLÜM

İsmini, vücutlarına oranla oldukça büyük ayaklara sahip yerli bir kabileden alan Patagonya’nın ıssız topraklarında, arabamla tek başıma seyahat ederken, bir anda yol kenarında garip bir karartı gördüm. Gayriihtiyari yavaşladım. Altından bir tutam sarı saç görünen, mavi battaniyeye sarılmış birini şaşkınlıkla fark ettim. Arabayı durdurup indiğimdeyse şaşkınlığım daha da arttı. En yakın kasabanın yüzlerce kilometre ötede olduğu bu noktada; ne bir ev, ne bir duvar, ne de bir ağacın olduğu bu arazinin orta yerinde, gencecik bir adam, masum yüzünde en ufak bir kaygı ifadesi taşımaksızın, huzur içinde uyuyordu.

İlk bakışta battaniye sandığım şeyin aslında apoletli bir palto olduğunu fark ettim. Paltonun astarı mordu. Paçalarının parlak bir çift siyah deri çizme içine sokulduğu beyaz pantolonu, binicilerinkileri hatırlatıyordu.

Tüm bu birleşim, genç adama bir prens havası vermişti ki bu da bulunduğumuz yer göz önünde bulundurulduğunda oldukça tuhaf görünüyordu. Buğday renkli şalı esen ilkbahar rüzgârıyla dalgalanarak saçlarına karışıyor, genç adama melankolik ve hülyalı bir hava veriyordu.

Bir süre orada öylece durdum, benim için açıklanamaz bir gizem teşkil eden bu durum karşısında kalakalmıştım. Dağlardan büyük girdaplar halinde inen rüzgârın getirdiği toz bulutları dahi, genç adama dokunmadan geçip gidiyordu sanki.

Onu orada uyur vaziyette bırakamayacağımı anladım; yalnızlığının ortasında savunmasızdı, ne suyu ne de yemeği vardı. Her ne kadar dış görünüşü insanda korku uyandırmasa da tanımadığım bu gence yaklaşırken tedirgin oldum. Biraz zorlanarak onu kollarımın arasına aldım ve şoför koltuğunun yanındaki ön koltuğa oturttum.

Tüm bunlar olurken hâlâ uyanmaması beni o kadar şaşırttı ki bir an öldüğünden endişe ettim. Fakat zayıf olmasına rağmen düzenli atan nabzı, bana hayatta olduğunu gösterdi. Narin elini koltuğa bırakırken, zihnim kanatlı varlıkların görsellerinden bu kadar etkilenmemiş olsaydı, karşımdakinin dünyaya düşmüş bir melek olduğuna inanabilirdim. O esnada, gencin tüm gücünü tükettiğini, bitap düştüğünü fark ettim.

Arabayı yeniden çalıştırdıktan sonra, yetişkinlerin bizi korumak amacıyla yaptıkları tüm uyarıların, verdikleri tüm nasihatlerin, bizi insanlardan ne kadar uzaklaştırdığını düşündüm. Öyle ki, birine dokunmak veya gözlerinin içine bakmak dahi içimizde nahoş bir bir duygu, bir huzursuzluk yaratıyordu.

“Susadım.” dedi ansızın. Yanımda olduğunu neredeyse tamamen unutmuşken gelen sesiyle yerimden sıçradım. Sesi, istediği suyun şeffaflığını yansıtıyordu.

Üç gün kadar sürebilen bu gibi uzun seyahatlerde benzin almanın haricinde durmadan ilerleyebilmek için arabada her zaman su ve biraz da yemek bulundururdum. Ona bir şişe su, bir plastik bardak ve alüminyum kâğıda sarılmış etli ve domatesli bir sandviç uzattım. Tek kelime dahi etmeden yiyip içti. O yemeye devam ederken, benim zihnim de gitgide sorularla dolmaktaydı: “Nereden geliyorsun?”, “Buraya kadar nasıl geldin?”, “Yol kenarına yatmış ne yapıyordun öyle?”, “Ailen var mı?”, “Neredeler?” vs. Merak ve yardım etme arzusuyla dolup taşan hevesli yapıma rağmen, genç adamın kendini yeniden toparlamasını beklerken, bitmek bilmeyen o on dakika süresince nasıl olup da sessiz kalabildiğimi düşündükçe hâlen şaşırırım. O ise, çöl benzeri bu yerde terk edilmiş yatarken, birinin çıkıp, ona içecek su ve bir etli sandviç vermesi, sanki dünyanın en normal şeyiymiş gibi yiyip içmeye devam etti.

“Teşekkürler.” dedi bitirdiğinde. Sonra başını yeniden cama yasladı, söylediği o tek sözcük tüm şüphelerimi giderebilirmiş gibi.

Bir anda, nereye gittiğini dahi sormadığımı fark ettim. Onu yolun kenarında bulduğumda güneye gittiğini varsaymıştım, ama aslında büyük ihtimalle kuzeyde bulunan başkente gitmeye çabalıyordu.

Diğer insanların da bizimle aynı yöne gitmeleri gerektiğini böyle kolay farz edebilmemizin ne kadar ilginç olduğunu düşündüm.

Bakışlarımı yeniden ona çevirdiğimdeyse artık çok geçti. Başka rüyalar gelmiş, onu buradan çok uzaklara götürmüştü bile.

İKİNCİ BÖLÜM

Onu uyandırmalı mıydım? Hayır, yola devam etmeliydik; güneye mi yoksa kuzeye mi gittiğimizin bir önemi yoktu. Hızlandım. Bu sefer zamanımı ve hayatımı, hangi yöne gitmem gerektiğini düşünerek boşa harcamayacaktım.

Bu düşüncelere gömülmüş şekilde uzun bir süre ilerledim; sonra bir an, beni merakla inceleyen bir çift mavi gözü üzerimde hissettim.

Yanımdaki gizemli gence dönerek selam verdim:

“Merhaba.”

“Bu seyahat ettiğimiz garip makine nedir?” diye sordu arabanın içine göz gezdirerek. “Bunun kanatları nerede?”

“Arabadan mı bahsediyorsun?”

“Araba mı? Dünya’dan ayrılamaz mı?”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıGenç Prens'in Dönüşü
  • Sayfa Sayısı128
  • YazarAlejandro Guillermo Roemmers
  • ÇevirmenDeniz Torcu
  • ISBN9786050804225
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2013

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. S.e.c.r.e.t – Kadınlığımın Romanı ~ L. Marie AdelineS.e.c.r.e.t – Kadınlığımın Romanı

    S.e.c.r.e.t – Kadınlığımın Romanı

    L. Marie Adeline

    Kocasının ölümünden beri Cassie Robichaud’nun hayatı pişmanlık ve yalnızlıkla doludur. New Orleans’taki köhne Kafe Rose’da garsonluk yapan Cassie, her gece evinin yolunu tutup tek...

  2. Yaratıcı Eylem: Bir Var Olma Biçimi ~ Karl DeisserothYaratıcı Eylem: Bir Var Olma Biçimi

    Yaratıcı Eylem: Bir Var Olma Biçimi

    Karl Deisseroth

    İnsanlar arasındaki fiziksel veya düşünsel her temasın zihindeki karmaşık örgüde nasıl iz bıraktığını ve duyguların hem biyolojik hem de evrimsel kökenlerini klinik hikâyelerle aydınlatan nefes kesici bir zihin yolculuğu....

  3. Bir İdam Mahkûmunun Son Günü ~ Victor HugoBir İdam Mahkûmunun Son Günü

    Bir İdam Mahkûmunun Son Günü

    Victor Hugo

    Hugo, aydınlanmacı hümanizmin geleneğinde, suç ile ceza ilişkisinin insansız bir mıntıkada tartışılmasının anlamsızlığına işaret eder gibidir. Onun kişisi, hayat ile ölüm arasındaki dar sınır...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur