Gemi limanda güvendedir, ama gemiler limanda beklemeleri için yapılmaz. İleriye bakıyorum; manzara tekdüze, rehberim de hiçliğin ortasından fırlamış gibi görünen barda kahvesini yudumlamakta. Geriye bakıyorum; aynı tekdüze manzara, tek fark toprakta ayak izlerimin bulunması, ama bu geçici bir durum, rüzgâr hava kararmadan ayak izlerimi silecek. Her şey gözüme gerçekdışı görünüyor. Burada ne işim var? Yola çıkalı haftalar geçmiş olmasına rağmen bu soru hâlâ peşimi bırakmıyor. Paulo Coelho 1986’da, Fransa’dan İspanya’ya uzanan ve Santiago Yolu adı verilen zorlu yolu yürüyerek aştı. Hacıların Ortaçağ’dan beri yürüdükleri bu yolda Brezilyalı yazarın yaşadıkları, sonradan Simyacı’nın ruh ikizi olarak yorumlanacak Hac’a ilham verdi. Coelho’nun “yeniden doğuşumun hikâyesi” diye nitelediği Hac, yazarın Santiago Yolu’nda yaşadığı serüvenlerin olduğu kadar gerçekleştirdiği iç yolculuğun da öyküsü.
İçindekiler
Önsöz …………………………………………………………………….. 15
HAC
Öndeyiş…………………………………………………………………… 23
Varış……………………………………………………………………….. 29
Saint-Jean-Pied-de-Port……………………………………………… 35
Yaratan ve Yaratılan…………………………………………………… 49
Zalimlik ………………………………………………………………….. 63
Haberci …………………………………………………………………… 75
Sevgi ………………………………………………………………………. 89
Evlilik……………………………………………………………………. 105
Coşku……………………………………………………………………. 117
Ölüm ……………………………………………………………………. 129
Kişisel Kusurlar ………………………………………………………. 147
Fetih……………………………………………………………………… 151
Delilik…………………………………………………………………… 165
Emir ve İtaat ………………………………………………………….. 183
Gelenek ………………………………………………………………… 201
El Cebrero …………………………………………………………….. 219
Sondeyiş: Santiago de Compostela ……………………………. 239
Ey günah işlemeden hamile kalan Meryem,
dua et Sen’den yardım isteyen bizler için.
Âmin.
“‘Ya Rab, işte burada iki kılıç var’ dediler.
O da onlara, ‘Yeter!’ dedi.”
Yeni Ahit, “Luka”, 22:38.
Yolculuğumuza başladığımızda en büyük gençlik
hayallerimden birini gerçekleştirdiğimi sanmıştım. Sen
benim gözümde büyücü Don Juan gibiydin ve ben
olağanüstünün peşine düşen Castañeda’nın maceralarını
yeniden yaşıyordum. Ama benim seni kahramana
dönüştürme teşebbüslerime yiğitçe direndin. Bu durum
ilişkimizi epey zora soksa da sonunda esas
olağanüstülüğün Sıradan İnsanların Yolu’nda olduğunu
anladım. Bu anlayış günümüzde hayattaki en değerli
varlığım, onun sayesinde her şeye gücüm yetiyor; ve
sonsuza dek bana eşlik edecek. Şimdilerde başkalarıyla
paylaşmaya çabaladığım bu anlayış dolayısıyla, bu kitabı
sana adıyorum, Petrus.
– YAZAR
Öndeyiş
“Şimdi, RAM’ın kutsal yüzü önünde, ellerinle Hayat Sözcüğüne dokunmalı ve tüm dünyada o Sözcüğün tanığı olman için gereken gücü edinmelisin.”
Usta, hâlâ kınında duran yeni kılıcımı havaya kaldırdı. Açık havada yakılan ateşin alevleri çatırdıyordu; törenin sürmesi gerektiğini gösteren hayırlı bir işaretti bu. Diz çöktüm ve ellerimle toprağı kazmaya başladım. 2 Ocak 1986 gecesiydi; Brezilya’da, Agulhas Negras (Kara İğneler) diye bilinen kayalığın yakınlarında, Serra do Mar’ın yüksek doruklarından birinde, Itatiaia’daydık. Ustamla bana, karım, müritlerimden biri, yöreden bir rehber ve dünyanın dört bir yanındaki batıni tarikatlardan oluşan büyük kardeşlik topluluğunun –“Gelenek” diye bilinen kardeşlik topluluğunun– bir temsilcisi eşlik ediyordu. Beşimiz ve neler olacağı kendisine söylenmiş olan rehber RAM tarikatının Ustası olarak kutsanacağım törene katılıyorduk.
Çamurun içinde düzgün, geniş bir çukur kazdım. Büyük bir ağırbaşlılıkla, ellerimi toprağa koydum ve törensel sözleri söyledim. Karım, yanıma gelerek, on yıldan fazla bir zamandır kullandığım, yüzlerce tılsımı gerçekleştirirken büyük yardımını gördüğüm kılıcı bana uzattı.
Kılıcı kazdığım çukura yerleştirdim, çamurla örtüp üstünü düzlettim. Bunu yaparken, geçirdiğim onca sınavı, tüm öğrendiklerimi ve sırf o eski ve dost kılıç sayesinde gerçekleştirebildiğim tuhaf olayları geçirdim aklımdan. Artık toprak tarafından yutulacaktı, demir ağzı ve tahta kabzası toprağa geri dönecek, gücünü almış olduğu kaynağı besleyecekti.
Usta yanıma geldi, yeni kılıcımı eski kılıcımın mezarını örten toprağın üstüne bıraktı. Hep birlikte kollarımızı iki yana açtık; Usta, gücünü kullanarak, bizi kuşatan tuhaf bir ışık yarattı. Işık aydınlatmıyordu, ama açık seçik görülebiliyor ve oradakileri ateşten vuran sarımtırak renkten farklı bir renge büründürüyordu. Usta, biraz sonra, kendi kılıcını çekti, omuzlarıma ve alnıma dokundurarak dedi ki: “Seni RAM gücü ve aşkıyla, Tarikatın Ustası ve Şövalyesi kılıyorum, şimdi ve tüm hayatın boyunca. Ruh sağlamlığının R’si, aşkla tapınmanın A’sı, merhametin M’si; regnum’un1 R’si, agnum’un2 A’sı, mundi’nin3 M’si. Kılıcın uzun süre kınında kalmasın ki, paslanmasın. Ve kılıcını çektiğinde, bir iyilik yapmadan, yeni bir yol açmadan ya da bir düşmanın kanını tatmadan asla kınına girmesin.”
Kılıcının ucuyla alnımı usulca çizdi. O andan sonra, artık benden suskun kalmam istenmedi. Artık, ne güçlerimi gizlemek, ne de Gelenek yolunda gerçekleştirmeyi öğrendiğim mucizeleri gizli tutmak zorundaydım. O andan başlayarak, Müneccimdim artık.
Sağlam çelik ve ahşaptan yapılmış, siyah kınlı, kızılkara kabzalı yeni kılıcımı almak için uzandım. Tam kabzasından tutup kaldırıyordum ki, Usta fırladığı gibi var gücüyle parmaklarıma bastı. Çığlık atarak bıraktım kılıcı.
Şaşkınlıkla Ustaya baktım. O garip ışık yok olmuştu; ateşin alevleriyle büyüyen yüzü hayaleti andıran bir görünüme bürünmüştü.
Donuk gözlerle bana baktıktan sonra karımı çağırdı ve işitemediğim bir şeyler söyleyerek kılıcı ona verdi. Sonra bana dönüp, “Çek elini,” dedi, “elin seni yanılttı. Tarikat yolu, seçkin bir azınlık için değildir. Herkesin yoludur. Sahip olduğunu sandığın gücün bir değeri yok, çünkü herkesçe paylaşılan bir güç o. Kılıcı geri çevirmen gerekirdi. Eğer geri çevirseydin, kılıç sana verilecekti; çünkü yüreğinin temiz olduğunu göstermiş olacaktın. Ama korktuğum başıma geldi, en can alıcı anda sendeleyip düştün. Hırsın yüzünden artık kılıcını yeniden aramak zorundasın. Gururun yüzünden onu sıradan insanların arasında araman gerekecek.
Mucizelerin büyüsüne kapıldığın için, sana cömertçe verilmek üzere olan şeyi yeniden ele geçirmek amacıyla uğraş vermen gerekecek.” Sanki yer ayaklarımın altından çekiliyordu. Oracığa diz çöktüm, sersem gibiydim. Toprağa verdiğim eski kılıcımı geri alamazdım. Yeni kılıç da bana verilmediğinden, artık güçsüz ve savunmasız, yeni baştan onun peşine düşmeliydim. Göksel Kutsanma günümde, Ustamın buyurganlığı beni dünyaya geri döndürmüştü.
Rehber ateşi söndürdü, karım yerden kalkmama yardım etti. Yeni kılıç karımın ellerindeydi, ama Geleneğin kurallarına göre Ustamın izni olmadan ona dokunamazdım. Rehberin fenerinin ışığında, sessizce ormandan geçerek, arabaların durduğu dar, çamurlu yola indik. Kimse hoşçakal demedi. Karım kılıcı arabanın bagajına koyup motoru çalıştırdı. Arabayı yoldaki tümsek ve çukurların arasından dikkatle sürerken, uzun süre hiç konuşmadık.
Sonra, beni yüreklendirmeye çalışarak, “Merak etme,” dedi. “Kılıcı geri alacağından eminim.”
Ustanın ona ne dediğini sordum.
“Üç şey söyledi bana. Birincisi, ‘Yukarıları sandığımdan soğukmuş, keşke yanıma sıcak tutacak bir şey alsaydım,’ dedi. İkincisi, orada olanlara hiç şaşırmadığını, daha önce aynı durumun senin vardığın noktaya varan başkalarında da birçok kez görüldüğünü söyledi. Üçüncüsü, kılıcının seni doğru zamanda, doğru günde, geçmen gereken yolun bir yerinde bekleyeceğini söyledi.
Ama ne günü biliyorum, ne de zamanı. Bana yalnızca kılıcı nereye gizleyeceğimi söyledi.” Heyecan içinde, “Peki, hangi yoldan söz ediyordu ki?” diye sordum.
“Doğrusu, pek açık seçik anlatmadı. Yalnızca İspanya haritasında Santiago Yolu diye bilinen bir Ortaçağ yoluna bakman gerektiğini söyledi.”
Varış
Gümrük memuru, karımın yanında getirdiği kılıcı uzun uzadıya inceledikten sonra onu ne yapacağımızı sordu. Ben de kılıcı müzayedede satmak istediğimizi, o yüzden değer biçmesi için bir dostumuza göstereceğimizi söyledim. Yalan işe yaradı: Gümrük memuru, ülkeye kılıçla Bajadas Havalimanı’ndan girdiğimizi bildiren yazılı bir belge verdi bize ve ülkeden kılıçla ayrılmaya kalktığımızda bir sorunla karşılaşırsak, belgeyi gümrük görevlilerine göstermemizin yeterli olacağını söyledi.
Kiralık araba servisine uğrayıp araçlarımızı seçtik. Arabaların belgelerini de aldıktan sonra, ayrı yönlere doğru yola çıkmadan havalimanı restoranında bir şeyler atıştırdık.
Hem uçuş korkusundan, hem de vardığımızda neler olacağını düşünüp durduğumuz için, uçakta bütün gece uyumamıştık; şimdi de heyecandan uykumuz kaçmıştı. Karım, kim bilir kaçıncı kez, “Merak edecek bir şey yok,” dedi. “Sen Fransa’ya gideceksin, Saint-Jean-Pied-dePort’da Madam Lourdes’u bulacaksın. Madam Lourdes, sana Santiago Yolu boyunca rehberlik edecek biriyle buluşturacak seni.”
Ben de, kim bilir kaçıncı kez, “Ya sen?” diye sordum ne yanıt vereceğini bile bile.
“Ben gitmem gereken yere gidiyorum, bana emanet edileni oraya bırakacağım. Sonra, birkaç gün Madrid’de kalıp Brezilya’ya döneceğim. Dert etme, işleri yürütebilirim.”
Konuyu kapatmaya çalışarak, “Ondan kuşkum yok,” diye yanıtladım. Brezilya’da ardımda bıraktığım işler beni fazlasıyla kaygılandırıyordu. Agulhas Negras’daki olayı izleyen 15 günde, Santiago Yolu’yla ilgili bilmem gereken her şeyi öğrenmiştim; ama her şeyi ardımda bırakıp yola çıkmaya karar verene kadar yedi ay akla karayı seçmiştim. Bir sabah karım artık vaktin yaklaştığını, kararımı vermezsem Gelenek yolunu da, RAM tarikatını da unutmam gerekeceğini söyleyince aklım başıma gelmişti. Ona Ustamın bana yerine getirilmesi olanaksız bir görev verdiğini, işimi gücümü bir kalemde silip atamayacağımı anlatmıştım. Karım, gülümseyerek, boş yere bin dereden su getirdiğimi, yedi ay boyunca her gün sabahtan akşama kadar gideyim mi, gitmeyeyim mi diye arpacıkumrusu gibi düşünmekten başka bir şey yapmadığımı söylemiş, sonra da uçuş tarihleri çoktan belirlenmiş iki uçak biletini uzatıvermişti.
İşte şimdi havalimanı restoranındaydık. “Senin kararınla buradayız,” dedim somurtarak. “Kılıcımı arama kararını başka birine bıraktım ya, bu işin yürüyeceğinden bile emin değilim.”
Karım, saçmalamaya başlayacaksak vedalaşıp yolumuza gitmemizin daha iyi olacağını söyledi.
“Sen hayatında hiçbir zaman önemli bir kararını başka birine bırakmadın. Haydi, gidelim. Geç oluyor.” Kalkıp bavulunu aldı, park yerine doğru yürümeye başladı. Onu durdurmadım. Oturduğum yerden, kılıcımı acemice taşıyışını izliyordum; her an koltuğunun altından kayıp düşecekmiş gibiydi.
Birden durdu, dönüp masaya geldi, umarsızca öptü beni. Tek bir söz etmeden bir süre yüzüme baktı. İşte o zaman birden, artık gerçekten İspanya’da olduğumu ve geri dönüş olmadığını kavradım. Başarısızlığa uğramam için birçok neden olduğunu bilmeme karşın ilk adımı atmıştım. Ona olan tüm aşkımı o anda aktarmak istercesine tutkuyla kucakladım karımı. Ve o kollarımdayken, inandığım her şeye ve herkese dua ettim, Tanrı’dan karıma kılıcımla dönmemi sağlayacak gücü vermesini diledim.
Karım gittikten sonra, yan masadan, “Çok güzel bir kılıçtı, değil mi?” diye bir kadın sesi geldi.
Adamın biri, “Dert etmeyin,” dedi. “Size onun aynısını alabilirim. İspanya’daki turistik mağazalarda binlercesi satılıyor.”
Bir saat kadar yol aldıktan sonra bir gece öncenin yorgunluğu bastırdı. Ağustos sıcağı öyle yakıcıydı ki, açık yolda olmama karşın araba su kaynatmaya başlamıştı. Yol tabelalarında sit alanı olduğu belirtilen küçük bir kasabada durmaya karar verdim. Kasabaya giden dik yolu tırmanırken, Santiago Yolu hakkında öğrenmiş olduğum her şeyi gözden geçirmeye başladım.
İslamiyet, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti gibi, tüm inananların ömürlerinde en az bir kez Kâbe’yi ziyaret etmelerini gerektirir ya, Hıristiyanlar da birinci bin yılda üç yolu kutsal sayıyorlardı. Bu yolları aşanların kutsandığına ve günahlarının bağışlandığına inanılıyordu. Birinci yol, Aziz Petrus’un Roma’daki mezarına giden yoldu; bu yola gidenlere Gezginler deniyordu ve bunlar haçı simgeleri kabul ediyorlardı. İkinci yol, Hz. İsa’nın Kudüs’teki Kutsal Kabir’ine giden yoldu; bu yola gidenler, Hz. İsa Kudüs’e girdiğinde palmiye dallarıyla karşılandığından palmiye dallarını simgeleri sayarlardı; o yüzden onlara Palmistler denmişti. Bir de, Havari San Tiago’nun –İngilizcede Saint James, Fransızcada Jacques,
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHac
- Sayfa Sayısı240
- YazarPaulo Coelho
- ISBN9789750757518
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sınır ~ John Ajvide Lindqvist
Sınır
John Ajvide Lindqvist
Bazı sınırları isteseniz de aşamazsınız… Gir Kanıma adlı romanıyla tanınan İsveçli yazar John Ajvide Lindqvist’ten, şaşırma reflekslerini tümden kaybetmişlerin bile aklını başından alacak, imkânsız bir aşk...
- Doğu Ekspresinde Cinayet ~ Agatha Christie
Doğu Ekspresinde Cinayet
Agatha Christie
Gece yarısından sonra artan şiddetli tipi yüzünden Doğu Ekspresi artık yoluna devam edemeyecek durumdadır. Yılın bu zamanlarında lüks tren tamamen doludur. Ertesi sabah yapılan...
- Menekşe Kokulu Hikayeler ~ Ender Haluk Derince
Menekşe Kokulu Hikayeler
Ender Haluk Derince
“Menekşe Kokulu Kitap!” Hayata Bir Bardak Çay Molası Sevinçlerini Sakın Erteleme Her Yemekten Sonra Şükret Biri Seni Kucakladığında İlk Bırakan Sen Olma… Okurken içinizi...