…Bu çok acılı günlerinde çocuklarının ne kadar çok arkadaşı vardı ve hepsi de övgü dolu konuşmalar yapmışlardı. Keşke bu kalabalığı kendi kasabalıları ve köylüleri de görselerdi. Cenazede binlerce insanın olması onları çok mutlu ediyordu. Hayatlarında böyle kalabalık cenaze töreni görmemişlerdi. Ne yazık ki otobüs hareket edip de içinde sadece kendileri kalınca düşünmeye başladılar, kızları niçin ölmüştü? Bundan sonra onsuz ne yapacaklardı? Böyle yalnız başlarına bir gün bile yaşamak zordu onlar için. Neydi o kadar insanın devrim devrim diye bağırışı? Neydi bu devrim dedikleri şey?
1. BÖLÜM
Sabahın erken saatlerinde Gülhane’deki Adli Tıp Kurumu’nun önünde toplanan iki yüz kadar genç öldürülen arkadaşlarının cesetlerini alıp Yıldız Teknik Üniversitesi’nin bahçesine gelmişlerdi.
Yıldız. Teknik Üniversitesi Önünde toplanan kalabalık saatler ilerledikçe çoğalıyor, ellerindeki megafonlarla gençlik liderleri kürsüde arkadaşlarının intikamım almak üzere ant içiyorlardı. Bu ateşli konuşmaların heyecanıyla kalabalık yerinde duramıyordu. Her grup kendi arkadaşlarını kontrol etmek için kırmızı kolluklu görevliler belirlemişti. Kiralanan otobüsler üniversite bahçesine gelmek istemediklerinden, tabutlar Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Beşiktaş’a kadar gençlerin omuzlarında taşınacaktı. Böylece halkın yol boyunca eyleme katılımı sağlanmış olur diye düşünülmüştü. Ne yazık ki güvenlik güçleri cadde boyunca sağlı sollu dizilmiş olduğundan halkın korteje katılma imkânı yoktu. Gençler halk kitlelerinden soyutlanmış olarak sloganlar eşliğinde tabutları otobüslere kadar güvenlik güçlerinin gözetimi altında taşımak zorunda kalmışlardı. Devrimci gençliğin eylemi halk kulelerine mal edebilme gayreti böylelikle amacına ulaşamamış oluyordu.
Ara sokaklardan ve evlerinin penceresinde izleyenlerse olayı kendilerinin dışında, üniversiteli gençler ile polis arasındaki bir çatışma ya da üniversite içindeki karşı grupların kavgası olarak yorumluyor ve gençleri suçluyorlardı.
Bu tür eylemler yalnız bir ülkeye mahsus değildi, tüm dünyada yaşanıyordu. Gençlik kapitalizmin en zayıf halkalarından vurulduğunda kırı lacağına inandırılmış!]. Eylemler halkın dışında, halka rağmen, gençlerle polisler arasında, gizli güçlerin istedikleri biçimde gelişmekteydi.
Aileler çocuklarını yitirmenin acısıyla yıkılırken, öğrenci dernekleri ve sol gruplar bu olayı sanki grupları adına değerlendirmek istiyorlardı.
Öldürülen üniversiteli kızın ailesinin tüm umutları sönmüştü. Biricik kızlarını dişleriyle tırnaklarıyla kazandıkları parayla okutacaklardı. Kızları mühendis olacaktı. Soma da onları rahat ettirecekti. Kızlarının ölüm haberini aldıklarında İstanbul’a gelecek paralan bile yoklu. İstanbul’a gelirken cenazeyi getirebilmek için konu komşudan bir miktar borç almışlardı.
Ailelerin yalnız bir sevinci vardı: Bu çok atılı günlerinde çocuklarının ne kadar çok arkadaşı vardı ve hepsi de övgü dolu konuşmalar yapmışlardı. Keşke bu kalabalığı kendi kasabalıları ve köylüleri de görselerdi. Cenazede binlerce insanın olması onları çok mutlu ediyordu. Hayatlarında böyle kalabalık cenaze töreni görmemişlerdi. Ne yazık ki otobüs hareket edip de içinde sadece kendileri kalınca düşünmeye başladılar; kızları niçin Ölmüştü? Bundan sonra onsuz ne yapacaklardı? Böyle yalnız başlarına bir gün bile yaşamak zordu onlar için. Neydi o kadar insanın devrim devrim diye bağırışı? Neydi bu devrim dedikleri şey? Yoksa bizim kızımız devrim için mi öldü ya da öldürüldü diye düşünmeye başladılar Bu konuda kimse onlara bir şey söylememişti. Üstelik kimin niçin öldürdüğünü bilen de yoktu. Sadece tüm gençlerin kahrolsun faşistler, katil faşistler diye bağırdıklarını sık sık duyuyordu aileler. Kızlarını ya da oğullarını faşistler mi öldürmüşlerdi, bilmiyorlardı. Memleketlerine gidince soranlara ne diyeceklerdi? Bunu da bir türlü öğrenemediler. Otobüsler kalabalıktan dolayı bir süre hareket etmedi. Daha sonra da polis otoları tarafından ilden ile teslim edilerek yollarına devam etliler.
Ağustos sıcağının gündüzleri kasıp kavurduğu köylüler kırsaldan şehre geldiklerinde daha bir bunalıyorlardı. ilçelere ve köylere giden otobüsler için yapılmış yeni terminalin zemini ilkbaharda dökülen çakılla kaplıydı. Orta yerinde büyük bir boşluk bulunan, üç tarafı tahtadan yapılmış derme çatma barakalarala çevrili bir yerdi. Aslında köylüler buraya garaj diyorlardı. Garajın içindeki bu baraka dükkanlarda köylünün gereksinimi olan her şeyi bulmak mümkündü. Ona yerdeki boşlukta ilçe ve köylere giden otobüsler rastgele park etmişlerdi. Zemini belediyeye ait çöpçülerle dükkan sahiplerinin ücretini ödedikleri görevliler ara sıra süpürüyor olsalar da pislikten geçilmiyordu. Yerdeki çöplerin çoğu karpuz ve kavun kabuklarıydı.
Tabii ki seyyar satıcılar da çöplerini gelişigüzel yerlere atıyorlardı. Rüzgâr estiğinde meydanlık toz duman içinde alıyordu. Arada bir köylülerin getirdiği koyun ve tavukları için yapılan pazarlık gürültüleri neredeyse otobüslerin motor sesini bastırıyordu. Bir simsarın pazarlık için bir köylünün elini tuttuğunda bir daha bırakması imkânsızdı. Köylü bedava verdim dese bile kolunu kurtaramazdı. Simsarlar fiyatı artırmamak için aralarında kaş göz hareketiyle biri, diğeri için bile pazarlık edebiliyordu. Köylü elindeki malı garajdan çıkarabilse daha pahalıya verebileceğini biliyordu. Ama garajdan garajdan çıkarması çok güçtü. Garajın simsarları belli kişilerdi. Başkaları oradan mal almaya cesaret edemezdi. Bundan dolayı köylü ne kadar direnirse dirensin sonunda pes etmek zorunda kalırdı. Şayet çok direnen biri çıkarsa, onu karşıdan seyretmekte olan geldiği köyün otobüsünün şoförü bir göz işaretiyle bırakın onu derdi. Ve hemen köylüsünü simsarlardan kurtarırdı. O gün de bu olaylardan biri yaşanmaktaydı.
Şoförün elini kurtarmasıyla rahatlayan köylü sanki yük taşımış da yorulmuş gibi bir of çekti. Daha sonra da “Sağ ol! Sen olmasan bunların elinden kurtulamayacaktım, ne rezil insanlarmış be!” diye söylen di. Şoför sakin bir şekilde ondan yanaymış gibi davranarak “Ne verdiler?”‘ diye sordu. “İki yüz elli, dışarıda daha fazlaya vereceğimi biliyorum.
Simsarlar orayla artık bu, ilgilenmiyorlardı, çunku ısın bundan sonrasını köyün şoförü halledecekti Şoför koylusunu sakinleştirdikten sonra, “Bak, dışarıda daha fazlaya verebılırsın belki, ama ya satamayıp geri gelirsen, o zaman bunlar DA almaz dulumu anlarlarsa Çünkü bunlar çok namussuz heriflerdir Her yerde adamları vardır sene de sen bilirsin, benden demesi.
Bir şaşkınlık geçiren köylü biraz düşündükten sonra “Yirmi daha arttırsalardı verecektim,” diye sızlanmaya başladı. Bu durumda köylüsünü perişanlıktan kurtarmak isleyen şoför sakin bir şekilde “Sen bekle biraz” diyerek simsarlara yaklaştı. Ve zorla on lira daha kopardı.
Bu olaylar hep köylüsünün gözleri önünde gelişir. Çünkü şoför her zaman köylüsünden, yani yolcusundan yanadır. Otobüs şoförü ertesi gün geldiğinde beş lira çay parasını almayı da hiç ihmal etmeyecektir simsarlardan.
Bu gürültüler arasında pazarlığı merak ederek sonuna kadar izleyen ve yabancı olduğu belli olan düzgün giyimli bir genç şoföre yaklaşarak “İyi bir insana benziyorsunuz. Siz olmasaydınız bu adam o on lirayı da alamayacaktı,” dedi.
Neye uğradığını şaşıran şoför kısık ve ürkek bir sesle “Teşekkür ederim delikanlı,” diye cevap verdi.
Yabancı, “Şey… efendim size bir şey soracağım izniniz olursa,” dedi.
Şoför, “Buyurun!” derken şaşkınlık içindeydi; bu adam nereden musallat olmuştu. Polis olabilir miydi.’ Yoksa bir şeyler mi sezmişti? Neden olanları takip ediyordu? Başlarına olmadık şeyler açabilir diye düşünmeye de başlamıştı, şaşkın ve korku içinde beklerken.
Yabancı, “Ben Söğütlü Köyü’ne gitmek istiyorum da, hangi otobüsün gittiğini soracaktım.”
Hay Allah, kimdi bu adam, neden Sögütlü’ye, bizim köye gitmek istiyordu? Yoksa bu olayların, yani çevirdikleri dolabın farkına mı varmıştı? Bunun için önce muhtarla mı görüşecekti? Acaba koyunun sahibi Ahmet Amca’nın da bizim köylü olduğunu biliyor muydu diye aklından geçirdi. Tereddütlü bir şekilde “Ben, ben gidiyorum. Kusura bakma da niye sordun delikanlı? Bir işin mi var bizim köyde?”
“Şey ben öğretmenim. Söğütlü Köyü’ne tayinim çıktı da köyü bir görmek istedim.” Bir anda rahatlayarak yüzü gülen şoför şaşkın aynı zamanda mutlu bir şekilde elini uzatarak, “Hoş geldin. Zaten demişlerdi yeni bir öğretmen gelecek diye. Geçen seneki öğretmen ayrılmıştı. Neden baştan demedin kardeşim öğretmen olduğunu?”
“Sizi tanımıyordum ki. Nereden bilebilirdim sizin kim olduğunuzu? Rastgele sordum. Şansıma da siz çıktınız karşıma. Benim adım Ejder, Ejder İme.” Şoför, “Benimki de Fikri” dedi ve ekledi: “Durun size önlerden bir koltuğu kapatayım da arkalarda kalmayın,” ve hemen otobüsün içine girerek önlerden bir koltuğun üzerine kendisine ait olan deri ceketini bıraktı. Daha sonra da köylülerine duyurdu. Bütün köylüler “Hoş geldin hocam, hoş geldin,” diye saygılarını sunuyor, yaşlı insanlar bile oturması için ona yer vermek istiyorlardı.
Ejder çok fazla ilgiden dolayı biraz sıkılmıştı. Daha sonra şoförün kendisine ayırmış olduğu yen göstererek orada oturacağını söyledi. Otobüs saati dolup, son yolcularını da aldıktan sonra hareket etti. Tam bu sırada bir uğultudur koptu; Tüm insanlar birbirlerine uğurlar olsun diyorlardı.
Ejder yol boyunca….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıHayatın Gizemi
- Sayfa Sayısı288
- YazarYılmaz ATİK
- ISBN9944328258
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayınevi47 Numara Yayıncılık / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Uçurtmayı Vurmasınlar ~ Feride Çiçekoğlu
Uçurtmayı Vurmasınlar
Feride Çiçekoğlu
Burnun büyüdü mü İnci? Hani Pinokyo’nunki gibi… Sen anlatmıştın, Pinokyo diye bir kukla varmış. Yalan söyleyince burnu uzuyormuş. Yalan söylersen senin de burnun büyür...
- Yarın Yok ~ Ayşe Kulin
Yarın Yok
Ayşe Kulin
Ayşe Kulin Yarın Yok romanında, her zamanki ustalıklı ve sürükleyici üslubuyla bizi bu kez bambaşka bir zamana götürüyor. Günümüzden yüzlerce yıl sonra, Dünya’dayız. Aradan...
- Muinar ~ Latife Tekin
Muinar
Latife Tekin
Kim kimin hayatını yaşıyor belli mi bu, adaletiniz adalet olsa yapacağımı bilirdim ya, neyse… Hepinize sahte kimlik davası açardım, düşerdiniz topluca içeri, yeterince iyi...