Julie Garwood güzel kadın kahramanların cesur erkekleri yanına çektiği gibi okuyucuları cezbediyor.”
-USA Today
New York Times’ın çok satanlar listesine giren, kalp atışlarınızı hızlandıracak bu romanda, Julie Garwood özgürlüğü için mücadele etmeye kararlı, aşkın nadir ve beklenmedik hediyesiyle hayatı değişen genç bir kadının görkemli hikâyesini zekice kaleme alıyor.
Leydi Johanna dul kaldığı haberini alınca bir daha asla evlenmeyeceğine yemin etmişti. Henüz on altı yaşındaydı ama şimdiden ona bakanları etkileyen güzellikte altın saçlara ve güçlü bir iradeye sahipti. Fakat Kral John tekrar evlenmesini emredince her şey değişti. Sadık üvey kardeşinin bulduğu damat adayı ise yakışıklı İskoç savaşçı Gabriel MacBain’di.
Johanna ilk başta ürkekti ama Gabriel paylaşacakları muhteşem zevkleri ona nazikçe gösterirken, birbirlerine âşık olmaya başlayacaklardı. Çok geçmeden bütün Kuzey İskoçya klanı da haşin ve cesur lordlarının kalbini ona tamamen teslim ettiğini anlayacaktı. Ancak hiçbir mutluluk bedelsiz kazanılmazdı elbette. Korkunç bir kraliyet entrikası Gabriel’i karısından ayırmakla tehdit ettiğinde ikisi de birbirleri için savaşacaklardı.
“Dua etmeliyim,” diye fısıldadı. “Kocam öldü. Dua etmeliyim.”
Gözlerini kapatıp ellerini birleştirdi ve nihayet duasına başladı.
“Teşekkür ederim, Tanrım. Teşekkür ederim, Tanrım. Teşekkür ederim, Tanrım.”
*
AÇILIŞ
Barnslay Manastırı, İngiltere, 1200
“Kutsal Piskopos Hallwick, bize cennetteki ve dünyadaki hiyerarşiyi açıklar mısınız? Tanrı’nın gözünde kim daha değerlidir?” diye sordu öğrenci.
“Havariler Tanrı’nın gözünde daha değerli değiller mi?” diye sordu ikinci öğrenci.
“Hayır.” diye yanıtladı bilge piskopos. “Kadınların ve çocukların koruyucusu, masumların savunucusu baş melek Gabriel herkesten önce gelir.”
“Peki ondan sonra kim geliyor?” diye sordu ilk öğrenci. “Elbette, diğer bütün melekler,” diye yanıtladı Piskopos. “Sonra başta Peter olmak üzere havariler, ardından peygamberler, mucize yaratanlar ve yeryüzünde Tanrı’nın sözlerini öğreten öğretmenler gelir. Cennette son sırada azizler bulunur.”
“Peki yeryüzünde en önemli kim, Piskopos Hallwick? Burada Tanrı’nın gözünde en saygın olan kim?”
“İnsan,” diye yanıtladı Piskopas Hallwick hiç düşünmeden. “Ve insanların arasında en önemli ve saygın olan kutsal papamızdır.”
İki öğrenci bu dikteyi kafalarını sallayarak kabul ettiler. İki genç adamdan yaşça büyük olan Thomas ibadethanenin dışındaki taş duvarın üzerinde oturduğu yerde öne doğru eğildi. Düşünceli bir şekilde kaşlarını çattı. “Papanın ardından Tanrı’nın gözünde sırasıyla kardinaller ve emrindeki diğer insanlar gelir,” diye araya girdi.
“Öyle,” diye ona katıldı Piskopos, öğrencisinin tahmininden memnundu.
“Peki önem sırasına göre onlardan sonra kim gelir?” diye sordu ikinci öğrenci.
“Elbette, yeryüzündeki krallıkların hükümdarları,” diye açıkladı Piskopos. Tahta sıranın ortasına oturup özenle süslenmiş siyah cüppesini yaydıktan sonra ekledi: “Kilisenin hazinesini besleyen liderler, elbette, kendi zevkleri için altın biriktirenlere kıyasla Tanrı tarafından daha çok sevilirler.”
Kutsal liderin öğütlerini dinlemek için üç genç adam daha da yaklaştı. Piskopos’un ayaklarının dibinde yarım daire oluşturdular.
“Sırada evli ve bekar erkekler mi var?” diye sordu Thomas.
“Evet,” diye yanıtladı Piskopos. “Tüccarlar ve şeriflerle aynı konumdalar ama toprağa zincirli kulların üzerindelerdir.”
“Sonra kimler gelir, Piskopos?” diye sordu ikinci öğrenci.
“İnsanın en sadık dostu köpeklerle başlamak üzere hayvanlar gelir,” diye yanıtladı Piskopos, “ve beyinsiz öküzlerle
son bulur. İşte böyle, yemininizi edip Tanrı’nın hizmetkârı olduğunuzda öğrencilerinize anlatacağınız bütün hiyerarşiyi size öğrettim.”
Thomas kafasını evet anlamında salladı. “Kadınları unuttunuz, Piskopos Hallwick. Tanrı’nın gözünde onlar nerede yer alıyor?”
Piskopos bu soruyu düşünürken kaşlarını ovuşturdu. “Kadınları unutmadım,” dedi en sonunda. “Onlar Tanrı’nın gözünde son sırada yer alırlar.”
“Beyinsiz öküzlerden sonra mı?” diye sordu ikinci öğrenci.
“Evet, öküzlerden sonra gelirler.”
Yerde oturan üç genç adam hemen kafalarını evet anlamında salladılar.
“Piskopos?” dedi Thomas.
“Ne var, oğlum?”
“Bize Tanrı’nın hiyerarşisini mi yoksa kilisenin hiyerarşisini mi anlattınız?”
Piskopos bu soru karşısında şaşırdı. Ona dine hakaret gibi geldi. “İkisi de aynı şey, öyle değil mi?”
Yüzyıllar önce yaşayan erkeklerin çoğu Tanrı’nın görüşlerinin kilise tarafından her zaman doğru yorumlandığına inanırlardı.
Ancak bazı kadınlar bunun doğru olmadığını biliyorlardı. Bu o kadınlardan birinin hikâyesi.
BİRİNCİ BÖLÜM
İngiltere, 1206
Haber onu mahvedecekti.
Hanımına kötü haberi verme sorumluluğu Baron Raulf Williamson, Kral’ın özel bir işi yüzünden aceleyle İngiltere’den ayrıldığından beri en kıdemli kişi olan sadık hizmetkârı Kelmet’e verilmişti. Hizmetkâr korkunç görevi ertelemedi, çünkü Leydi Johanna’nın Londra’ya dönmeden önce iki haberciyi sorgulamak isteyeceğini biliyordu, tabii çok sevdiği kocası hakkındaki haberi aldıktan sonra hanımı konuşabilirse.
Evet, tatlı hanımefendiye haberi bir an önce vermeliydi. Kelmet görevini çok iyi anlıyordu ve bu işi halletmek için sabırsızlansa da Leydi Johanna’nın öğleden sonra duasını ettiği, yeni inşa edilen şapele doğru ilerlerken dizlerine kadar çamura batmış gibi ayaklarını sürtüyordu.
İskoçya’daki MacLaurin topraklarından gelen ziyaretçi
din adamı Peder Peter MacKechnie dış avludaki dik bayırdan yukarı tırmanırken Kelmet onu gördü. Hizmetkâr rahatlayarak nefes aldıktan sonra suratsız pedere seslendi.
“Yardımınıza ihtiyacım var, MacKehnie,” diye seslendi Kelmet şiddetli rüzgârda.
Peder kafasını evet anlamında salladıktan sonra kaşlarını çattı. Son iki gündür küstah davranışları yüzünden hâlâ hizmetkârı affetmemişti.
“Günah çıkarmak mı istiyorsun?” diye koyu aksanında bir alaycılıkla seslendi Peder.
“Hayır, Peder.”
MacKehnie kafasını iki yana salladı. “Kara bir ruhun var, Kelmet.”
Hizmetkâr onun bu sözüne karşılık vermeyip koyu saçlı İskoç’un yanına gelmesini bekledi. Peder’in gözlerindeki neşeyi görünce ona takıldığını anladı.
“Günah çıkarmamdan daha önemli bir mesele var,” diye söze başladı Kelmet. “Az önce bir haber aldım…”
Peder onun açıklamasını bitirmesine izin vermedi. “Bugün Kutsal Cuma,” diye sözünü kesti. “Hiçbir şey bundan daha önemli olamaz. Bugün günah çıkarıp Tanrı’nın seni affetmesi için yalvarmazsan, Paskalya sabahı benimle görüş alışverişi yapamazsın. Kabalık gibi nahoş günahınla başlayabilirsin, Kelmet. Evet, bu uygun bir başlangıç olur.”
Kelmet sabrını korudu. “Sizden özür diledim, Peder, ama gördüğüm kadarıyla beni hâlâ affetmemişsiniz.” “Affetmediğim doğru.”
Hizmetkâr kaşlarını çattı. “Dün ve önceki gün de açıkladığım gibi Baron Raulf o yokken kimsenin kale içine girmesine izin vermememi özellikle emrettiği için içeri girmenize müsaade edemem. Ziyarete gelirse, Leydi Johanna’nın kardeşi Nicholas’ın bile girmesine izin vermemem söylendi. Peder, anlamaya çalışın. Bir yıl içinde burada çalışan üçüncü hizmetkârım ve diğerlerinden daha uzun süre işimi korumaya çalışıyorum.”
MacKechnie burnundan güldü. Hizmetkâra eziyeti henüz son bulmamıştı. “Leydi Johanna müdahale etmeseydi, hâlâ kale duvarının dışında kamp yapıyor olurdum, değil mi?”
Kelmet kafasını evet anlamında salladı. “Evet, öyle olurdu,” diye itiraf etti. “Nöbetinizden vazgeçip evinize dönmediğiniz sürece.”
“Baron Raulf’la konuşup kullarının MacLaurin topraklarında sebep olduğu karışıklık hakkında onu hizaya getirmeden hiçbir yere gitmeyeceğim. Masumlar öldürülüyor, Kelmet, ama umarım senin Baron, Mareşal’in ne kadar kötü ve güce aç bir adam olduğunu bilmiyordur. Baron Raulf’un onurlu bir adam olduğunu duydum. Umarım bu övgü doğrudur, çünkü bu vahşete bir an önce dur demeli. Şimdi bile MacLaurin askerlerinden bazıları yardım için MacBain’e sığınıyor. Ona sadakat yemini edip onu lordları ilan ettiklerinde kıyamet kopacak. MacBain Mareşal’e ve MacLaurin topraklarında avlanan bütün İngilizlere karşı savaş açacak. İskoç savaşçı öfke ya da intikama karşı yabancı değil, MacBain, senin baronunu sorumlu tayin ettiği kâfirlerin MacLaurin topraklarının nasıl ırzına geçtiklerini gördüğünde, Baron Raulf’un bile hayatının tehlikeye gireceğine ruhum üzerine bahse girebilirim.”
İskoçların durumuyla ilgisi olmasa da, Kelmet hikâyeye kendini kaptırdı. Peder’in korktuğu görevini yerine getirmesini farkında olmadan engellediği doğruydu. Kelmet birkaç dakikanın zararı olmayacağını düşündü.
“MacBain savaşçısının İngiltere’ye geleceğini mi ima ediyorsunuz?”
“Ima etmiyorum,” diye karşı çıktı Peder. “Sadece bir gerçeği dile getiriyorum. Senin baronun, MacBain’in bıçağını boğazında hissedene kadar burada olduğundan haberi olmaz. Elbette, o zaman çok geç olur.”
Hizmetkâr kafasını iki yana salladı. “Asma köprüye ulaşamadan, Baron Raulf’un askerleri onu öldürür.” “Fırsatları bile olmaz,” dedi MacKehnie kendinden emin bir sesle.
“Bu savaşçı yenilmezmiş gibi konuşuyorsunuz.”
“Öyle olabileceğini düşünüyorum. Açıkçası, onun gibi biriyle hiç karşılaşmadım. MacBain hakkında duyduğum hikâyelerle içini ürpertmeyeceğim. Bu kalenin onun gazabına uğramasını istemeyeceğini söylemem yeterli olur.”
“Artık hiçbirinin önemi yok, Peder,” diye fısıldadı Kelmet yorgun bir sesle.
“Ah, elbette önemi var,” diye çıkıştı Peder. “Ne kadar gerekirse gereksin, baronunu bekleyeceğim. Mesele sabırsızlığa izin vermeyecek kadar önemli.”
Peder MacKehnie kendini kontrol altına almak için duraksadı. MacLaurin meselesinin hizmetkârı ilgilendirmediğini biliyordu ama açıklamaya başlayınca dikkatle içinde sakladığı öfke dışarı taşmaya başladı ve sesinin öfkeli çıkmasına engel olamadı. Konuyu değiştirirken kendini daha sakin bir tavırla konuşmaya zorladı.
“Yine de yaşlı bir köpeğin ruhuna sahip bir günahkârsın Kelmet ama işini yapmaya çalışan dürüst bir adamsın. Kiyamet Günü’nde Tanrı’nın karşısında dururken bunu haurlayacaktır. Günah çıkarmanı dinlememi istemiyorsan, o halde benden ne istiyorsun?”
“Leydi Johanna konusunda yardımınıza ihtiyacım var, Peder. Az önce Kral John’dan haber geldi.”
Hizmetkâr açıklamasına hemen devam etmeyince, “Evet?” diye üsteledi MacKechnie.
“Baron Raulf ölmüş.” “Tanrım, ciddi olamazsın.” “Bu doğru, Peder.”
MacKechnie nefesini tuttu, sonra hızla haç çıkardı. Başını eğip ellerini birleştirdi ve Baron’un ruhu için fısıldayarak dua etti.
Rüzgâr Peder’in siyah cüppesini bacaklarına çarptı ama bütün dikkatini duasına veren MacKechnie bunu fark etmedi. Kelmet bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Bulutlar kara ve devasaydı, ısrarcı, uluyan bir rüzgâr onları tepelerine doğru itiyordu. Yaklaşan fırtınanın sesi ürkütücü ve uğursuzdu.
Peder duasını bitirdikten sonra bir kez daha haç çıkardı ve dikkatini tekrar hizmetkâra verdi. “Neden bana hemen söylemedin? Neden konuşup durmama izin verdin? Sözümü kesmeliydin. Tanrım, şimdi MacLaurinlere ne olacak?” Kelmet kafasını iki yana salladı. “Baron’un İskoçya’daki toprakları konusunda size verecek yanıtım yok, Peder.” “Sözümü kesmeliydin,” dedi Peder tekrar, hâlâ kara haberin etkisindeydi.
“Birkaç dakikanın önemi yok,” diye karşılık verdi Kelmet. “Belki de sizinle konuşarak bu işi yapmayı erteliyordum. Leydi Johanna’ya haber vermek benim görevim ve bana yardımcı olursanız minnettar kalırım. O çok genç ve hainlik nedir bilmez. Kalbi çok kırılacak.”
MacKechnie kafasını evet anlamında salladı. “Hanımı…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHiç Umudum Yokken
- Sayfa Sayısı520
- YazarJulie Garwood
- ISBN9786051734392
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2018
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Her Şey Aşk İçin ~ Megan Gressor / Kerry Cook
Her Şey Aşk İçin
Megan Gressor / Kerry Cook
“Seni nasıl mı seviyorum? İzin ver, anlatayım.” Elizabeth Barret Browning’in ünlü dizesi, elinizdeki kitabı nefis biçimde özetliyor. Her Şey Aşk İçin, tarihten günümüze kadar...
- Büyük Defter – Kanıt – Üçüncü Yalan ~ Agota Kristof
Büyük Defter – Kanıt – Üçüncü Yalan
Agota Kristof
Agota Kristof’tan savaş, yıkım, göçmenlik, kimlik, insanlık ve yazmak üzerine tüyler ürpertici bir üçleme… Zamanın ve adın olmadığı bir coğrafyada, savaşın, felaketin, yoksulluğun ortasında...
- Korkudan Güçlü Bir Duygu ~ Marc Levy
Korkudan Güçlü Bir Duygu
Marc Levy
Suzie Baker, Mont Blanc’ın buzları arasına hapsolmuş bir uçakta vatana ihanetle suçlanan ailesini temize çıkaracağını umduğu bazı belgeleri araştırırken, peşine takılan düşmanlarla birlikte dünyanın...