
“… sana yalnızca hayatımı kurtardığın için müteşekkir değilim. Bu, seninle tanışmama ve bu geziye vesile oldu! Ve bu gezi, bana hayatın bir parçası olmayı ne kadar çok sevdiğimi hatırlattı. Yani, aslında, küçük hanım, sen bana hayatımı geri verdin!”
Sabah vakti etrafta kimseler yokken camdan dışarıyı izleyen Melody, komşusu Bayan Gertie’nin yere düştüğünü görür. Bayan Gertie’yi kurtarmak için etrafta Melody’den başkası yoktur ve Melody, acil yardımı arayarak Bayan Gertie’nin hayatını kurtarır. Melody’nin bu kahramanlığı büyük ses getirir ve televizyon kanalları Melody ile röportaj yapmak ister. Ancak daha büyük sürpriz, Melody’nin Londra’daki bir sempozyuma davet edilecek olmasıdır!
İçimdeki Müzik ile bir milyondan fazla okura oluşan Melody’nin hikâyesi, serinin üçüncü kitabı İçimdeki Hayal’de devam ediyor. Melody, bu kitapta dünyanın her yerinden Londra’yı ziyaret eden çocuklarla birlikte dünyayı herkes için daha eşit bir yer haline getirmeye çalışıyor.
İçimdeki Müzik serisinin yeni kitabı, okurları bir kez daha Melody’nin zihnine götürüyor ve dünyayı onun gözünden görmemizi sağlıyor. İçimdeki Hayal, sevilen bir karakterin yeni maceralarının anlatıldığı iç ısıtan bir kitap. -Kirkus Reviews
1. Bölüm
Dik ve kendinden emin bir şekilde kürsüye yürüdüm. Her adımımla hafifçe hareketlenen gül kurusu renginde, kadife bir elbise giyiyordum. Kombinimi ipek, siyah bir kuşak ve saten, pürüssüz ayakkabılarla tamamlamıştım. Kalabalığa döndüm ve el salladım. Alkışları duyabiliyordum -evet, alkışlar, hem de benim için, Melody Brooks için! “Seni seviyoruz Melody!” “Sen çok iyisin Melody!” “Seninle gurur duyuyoruz Melody!” “Senin diyeceklerini duymak istiyoruz!” Kocaman gülümsedim ve yanından geçtiğim her bir insanı tek tek selamladım. Annem, babam ve Penny en ön sıradalardı, onların yanında da komşularımız Bayan V. ve Bayan Gertie vardı; ve tanımadığım bir kız daha. Ah bir de, orada gördüğüm kamp tatilinden Noah mıydı? Aman Tanrım! Kalbim bir an için durmuştu. Gelmiş olduğuna inanamıyordum! Kürsüye vardığımda iki taraftan tutundum, kafamı kaldırdım ve derin bir nefes aldım.
Yüksek sesle ve anlaşılır bir şekilde konuştum, sesim mikrofonda yankılanıyordu. “Bugün burada toplanan bütün arkadaşlarıma ve akrabalarıma çok teşekkür ediyorum. Ve sürpriz bir tatilin hayatımı nasıl değiştirdiğini ve nasıl benim için yeni kapılar açtığını belki de bilmeyen sizlere, teşekkürler. Haydi, başlıyoruz!” Daha çok alkış. Arkada müzik mi başlamıştı? Dans etmek istedim. Ayaklarım ayakkabılarımın içinde kıpırdadı ve birden bire yumuşak bir Strauss valsinin güzel ezgileri eşliğinde ayağımı hafifçe yere vurmaya ve dönmeye başladım. Evet, dans ediyordum. Orada, sahnede, yüzlerce kişinin önünde. Notalar ve melodiler, tıpkı ismim gibi, kalbimde kendi danslarını yarattı. Etrafımdaki altın hava gibi hafif bir şekilde süzüldüm sahnenin üzerinde. Müzik beni havalandırdı ve gökyüzüne ulaştım. Daha da ileri doğru esnedim, daha ileri ve daha ileri, ve sonra… Rüya sabahın gerçekliğine dönüşürken gözlerimi açtım. Konuşamadığımı fark ettim; müzik yoktu, dışarıda öten kuşlar bile yoktu. Yatağımdaydım, annemin gelip beni uyandırmasını ve beni tekerlekli sandalyeme yerleştirip gün için hazırlamasını bekliyordum ve gün içinde dans olmayacağına da eminim! Ne garip bir rüya…
2. Bölüm
Şimdi tamamen uyanıktım, yatak odamın penceresinden dışarı baktım -en azından yastıklarıma yaslanarak uyuyakalmıştım da dışarıyı görebiliyordum- ama manzaram griydi, çok gri, daha da gri. Aradan gözüken ufacık bir mavilik bile yoktu, evet, sadece kalın gri bulutlar vardı. Bütün gece yağmur yağmıştı, kahverengi su birikintileri çimlerimizi çamur yapmıştı. Yapraklar bile su damlacıklarıyla ağırlaşmış, öyle halsizce sarkıyordu. Uzakta bir yerde gök gürledi. Eskiden gök gürültüsü beni korkuturdu. Şimdi ise bu yaz başındaki kamp gezisini hatırlatıyordu; sanat dersinde koyu ve yapışkan boya ile hislerimi ifade etmeyi öğrendiğimi hatırlatıyordu, özellikle de kafa karışıklığı ya da acı gibi zor olan hisleri. Şimdi resim yapıyor olsaydım, sayfam kahverengilerle, grilerle ve kirli mavilerle dolu olurdu. Ürperdim ve etrafa bakıp kazağımı aramaya başladım. Yatağımın ayak kısmında duruyordu koyu turuncu kazağım ama onu kendi başıma giyemezdim, pijamalarımı da tek başıma çıkaramazdım zaten. Of!
Annem gelene kadar pencereye öylece bakmaktan başka yapacak birşey yoktu. Her bir yağmur damlasının yere vuruşu küçük patlamalar gibi olmaya başlamıştı. Kimsenin tek bir yağmur damlasını duyabileceğini sanmıyorum ama her biri kendi müziğini yaratıyordu. Ritmik ve gri. Genellikle neredeyse her şeyde bir renk sezerim. Mesela yaprakların hışırtısı yeşil gibi geliyordu, saçımdaki rüzgar ise mavi. En sevdiğim kurabiyelerin tadı altın rengi gibiydi. Ama bugün yağan yağmurda herhangi bir renk sezmiyordum. Ve hala kuş cıvıltısı yoktu. Kuşlar koşup fırtınadan saklanacak bir yer mi bulmuşlardı? Islanmamak için sığınabileceğin yerin sadece birkaç yaprak ve birkaç ince dal olması zor olsa gerek. Ama belki de yağmurlu günleri seviyorlardır -bedava duş! Ve rüzgar -vay canına! Dışarısı gerçekten tüyler ürperticiydi. Ve dışarıda bir konuşma yapmam için beni bekleyen bir kalabalık kesinlikle yoktu! Belki de doğanın benimle ve bütün çocuklarla birlikte ağlama yoluydu yağmur: yaz tatili neredeyse bitiyordu. Sanki bana cevap verir gibi gökte bir şimşek çaktı. En azından güvendeydim, içeride ve sıcaktım. Fırtına da kendi resmini yapabilirdi gri damlalarla. Islanmış, sırılsıklam ve sıçramalarla dolu. (Ne garip, aklıma gelen bütün kelimelerde S harfi var!) Kelimelerle konuşulmamış bir gönül bağım var, belki de konuşamadığım için.
Kelimelerim sanki denizin altındaki baloncuklar gibi, etrafımda yüzüyor, benimle birlikte yüzüyor, içimde yüzüyor, duyulmak için çığlıklar atıyor sessizce. Aynı zamanda, kelimeler beni tamamlıyor da. Ki bu ironik çünkü, yani dediğim gibi, konuşamıyorum. Ama bu beni susturmuyor. O yüzden benim için kötü hissetmeye kalkmayın. Çünkü söyleyecek çok şeyim var.
3. Bölüm
Aslında konu şu. Söyleyecek çok da bir şeyi olmayan insanlar çok konuşuyor. Ama kelimeler benim süper gücüm gibi bir şey, onları anlamanın gezegenlerine uçmak için kullanıyorum. Piknik masasında arkadaşlarımla şakalaşmak için, ya da küçük kardeşim Penny’e köpeğimiz Butterscotch dışarı çıkıp çişini yapabilsin diye kapıyı açmasını söylerken kullanıyorum. Şanslıyım çünkü bana kelimeleri kullanabilmem için yardım eden bir cihazım var, Medi- Talker adında bilgisayarımsı bir alet. Baş parmağımla (en iyi onunla oluyor!) bir kaç kareye dokunuyorum ve o benim adıma konuşup tam cümleler oluşturuyor. Adını Elvira koydum -cihazın adını yani, başparmağımın değil, ha ha. Neden mi? “Çünkü neden olmasın?”, Penny’nin diyeceği gibi. Aslında isim babamın hep arabada çaldığı eski bir şarkıdan. Şu an yatağımın yanında özel yapım bir rafta duran Elvira’dan önce, dışarı çıkaramadığım zilyon tane düşünce sıkışıp kalırdı kafamda. Şimdi ise ailemle ve kampta tanıştığım arkadaşlarımla gündelik sohbetler edebiliyorum. Ama keşke cihaza yüklenmiş ses fena halde üşütmüş küçük bir çocuğun sesi gibi olmasaydı. Benim kafamda, sesim Beyoncé gibi çıkıyor olmalıydı. Belki bir gün düzeltirler. Ya da belki ben düzeltirim! Birkaç hafta önce Green Glades Kampı’nda daha önce yapabileceğimi hayal bile etmediğim birkaç şey daha yaptım. Ah, kampı gerçekten seviyorum! İşin aslı oraya ilk vardığımda seveceğimi hiç sanmamıştım. Korkmuştum, ilk kez evden uzaktaydım ve komfor alanımın çok çok uzağındaydım. Tabii korkarım; yürüyemiyorum, konuşamıyorum ve kampa gidip ormanlarda yürüyüş yapmam bekleniyor! Ama sonra başıma gelen en güzle şey oldu kamp, bir kokarcayla karşılaştığımızda bile! Genelde tekerlekli sandalyeyle taşınırım bir yerlere ama kampta ata bindim -hem de fırtınada, hem de tek başıma! Yani aslında öyle olmayacaktı ama yağmurda sırılsıklam olmuş olmama ve çok korkmama rağmen çok eğlendim. Ayrıca Zip-Line yaptım -evet, ben. Işıltılı kamp ateşinin etrafında, yıldızların altında takıldım, hatta yüzymeyi bile öğrnedim. Hayatım boyunca hiç bu kadar eğlenmemiştim. Daha da iyisi ne biliyor musunuz? İlk kez arkadaş edindim. İnce bileğime baktım ve kamptaki arkadaşlarımın da benim de kamptayken taktığımız renkli arkadaşlık bileziğine dokundum. Hayatımda gerçekten de ilk kez gülüşüp fısıldaşacağım benim yaşımda biri olmuştu. İlk kez. O günden beri dördümüz arada birbirimize mesajlar gönderdik, ama hiçbir şey kamp ateşinin yanında beraber şarkılar söylediğimiz zamanki gibi olmadı.
Büyük bir olay değilmiş gibi gelebilir kulağa ama bana sorarsanız öyle. Kampa gitmeden önce gerçekten arkadaşım diyebileceğim kimse olmamıştı. Evet, okuldan çocuklar tanıyordum ama kimse benimle takılmayı, hatta bir dakika bile geçirmeyi, gerçekten istemiyordu. Aslında bir çoğu beni görüyor gibi bile değildi. Etrafımdan yürüyüp geçerlerdi. Ya da görünmezmişim gibi davranırlardı. Bilin bakalım bu bana nasıl hissettiriyordu? Evet, görünmezmişim gibi. Ama kamptaki her çocuğun bir tür zorluğu vardı -sanırım diğerleri bizi böyle görüyor. Spina Bifida’sı olan çocuklar vardı mesela, ya da Down sendromlu, ya da hiç duymadığım hastalığı olan başka çocuklar. Hepimizin yardıma ihtiyacı vardı, başka konularda olsa da. Ve hepimiz ihtiyacımız olan yardımı aldığımız için, durum normal hissettirmeye başlamıştı. Tuhaf, değil mi? Sihirli geçen bir hafta boyunca, sıradan hissettik. Kabinlerde uyuduk, beraber yemek yedik, ilk danslarımıza beraber gittik ve neredeyse bir kokarca tarafından kokuya bulandık -aslında bir kaç çocuk gerçekten bulandı! Şimdi kadar kamp öncesi normaline dönmüştüm, hiç normal olmayan o normale. Beni etiketledikleri hastalığın adı Serebal Palsi. Çok kötü bir isim değil mi? Belki adını çok daha ilginç ya da komik bir şeye değiştirmek için bir kampanya başlatmalıyım; spagetti bacak ya da noodle parmak mesela. Ama şimdilik, durum bu. Ama bu, ben buyum demek değil. Ama şu demek: bir kaç hafta içinde okula geri döneceğim ve beni tanıyan çocuklar beni görmezden gelecek, yeni çocuklar ise koridorlarda motorlu elektrikli sandalyesiyle hareket eden yedinci sınıf öğrencisine dik dik bakacak. (Keşke daha hızlı gidebilse sandalyem!) Ben, okuldaki başkası tarafından beslenmek zorunda olan (evet, utanç verici) ve tuvalete gitmek için başkasına ihtiyaç duyan tek çocuğum. İki kez utanç verici! Ben, ağzı bazen kendiliğinden açılan çocuğum -salyalardan söz etmiyorum bile! Of. Ben kolları aniden fırlayan, tayt içinde bacakları kürdan gibi ince, ayakkabılarının altında tek bir çizik bile olmayan çocuğum. Onların gördükleri bu. Onlar beni görmüyor, Melody Brooks’u. On birinci sınıf matematik sorularını kafamdan yapabiliyorum ben. Bulmacaları da! Eskiden “özel sorunlarım” yüzünden “özel çocuklar” sınıfındaydım. Ama sonra okul çok zeki olduğumu fark etti ve bana sürekli yer değiştirtti, artık nereye ait olduğumdan emin değilim. Çok başarılı olduğum matematik derslerim hep gelişmiş seviyede, ama uygulamalı bilim dersinin bu sene zorlayıcı olacağını şimdiden biliyorum -büyük ihtimalle öğretmen için daha zorlayıcı bu. Deneylerden biri domatesi doğrayıp içindekilere bakmak olacak, bir elinde bıçak diğerinde de domatesi tutabilen çocuklar için oldukça kolay bir deney. Ama benim için… Domatese yanarım! Golden cinsi köpekleri seviyorum, ve kar tanelerini. Hayvanat bahçesine aslan ve kaplanları görmeye gitmeyi seviyorum. Güçlü ama hüzünlüler, çünkü çitler ve kafeslerle sınırlandırılmışlar. Onları anlıyorum. Ayılardan korkuyorum -neden bilmiyorum, daha önce hiç ayı görmedim! Ve kokarcaları da sevmiyorum -onların suçu değil ama akıldan çıkmayacak korkunç bir şekilde tuhaf kokuyorlar. Deneyimle öğrendim bunu diyebilirim! Baloncukları seviyorum. Evet, kardeşimin kovalamayı sevdiği o ince, ışıltılı küreleri. Baloncuklar ağırlıksız ve özgür- tpıkı rüyalar gibi. Nasıl bir şey acaba öyle olmak? Yer çekimi ya da bir engel tarafından dünyaya bağlanmış olmamak? Çikolatayı sevmiyorum, bu serebal palsi’den bile daha az görülen bir durum! Ama kelimeleri seviyorum, hayatımda tutarlı bir şekilde tek kelime söylememiş olmama rağmen. Dediğim gibi, Elvira’ya sahip olduğum için çok şanslıyım. Annemin gelmesini ve fırtınınanın geçmesini beklerken penceremin kenarına kraliyet mavisi bir ışık yansıdığını fark ettim. Bu Bayan V.’nin mavi alakargalarından biriydi. Kuşlar onun değil tabii ama onlara Bayan V. bakıyor; onlar için tohum, yağ ve yuva yapma malzemeleri bırakıyor. Nedenini sorduğumda “Mavileri beni mutlu ediyor!” demişti. Şimdi işin mutlu kısmına geliyorum – daha önce mavi alakargalardan biri hiç pencereme konmamıştı o yüzden sanki mavi gökyüzünden bir dilim o griliğin içinden nihayet çıkmıvermiş gibi heyecanlandım. Mavi alakargayı izlemek bana babamla üst üste izlediğim o doğa belgeselini hatırlattı. Mavi alakargalar cesur ve otoriterdir ve birbirlerine hep bağırırlar. Birbirlerinin yuvalarından dal çalarlar ve o sabah ne yemek buldularsa silip süpürürler.
Ama pardon da, karınca yiyorlar, karınca! En aç halimde bile karınca sandviçi yiyebileceğimi sanmıyorum. Mavi alakarga düşüncelerimi sezmiş olsa gerek, hemen uçtu -muhtemelen Bayan V.’nin bahçesine asmış olduğu yemlikten yağ gagalamaya gitti. Bu, alakargalar için fast food restoranı gibi bir şeydi. Herhalde tatlı olarak da karınca yerler. Sonra da dışarı çıkıp kanatlarını kaldırıverirler ve gökyüzüne doğru yükselirler. Şanslı mavi alakargalar! Tabii tam da bu huzurlu maviyi ve uçmayı düşünürken kuş bana doğru ciyaklayarak uçtu ve… pencereme bir parça kaka bıraktı! Ben de kahkaya boğuldum. Bunu Bayan V.’ye sonra anlatmam gerekecekti! Bayan V.’nin asıl adı Violet Valencia ve yan evimizde yaşıyor. Aileden biri gibi. Benimle ve Penny’le ilgilenmelerinde anne babama yardım ediyor. Gençken dünyayı gezmiş, üç dil konuşabiliyor, yüzlercw kitap okumuş ve her sabah yoga egzersizleri yapıyor. Bir kere bana söylediğine göre beş yıldır yoga yapmadığı bir sabah bile olmamış. Bayan V. hayatımı konuşma ve sohbet edebilme ile tanıştıran kişi. Ben yapabileceğimi bilmezken beni esnemeye, sınırlara meydan okumaya ve başarılı olmaya iten kişi. Hatta benim için Elvira’yı bulan kişi! Bayan V. benim için hiçbir şeyin imkansız olduğunu düşünmüyor, her şeyi mümkün görüyor. Mavi alakargaları ona sorsaydım ne diyeceğini biliyorum: “Buna bakalım. Araştıralım. Fotoğraflarını bulalım.”
“Yapalım” derken “sen yap” demek istiyor olur yani. Ben de yaptım. Elvira tam işlevli bir süper bilgisayar, ben de annemi beklerken bari mavi alakargaları araştırmaya başlayayım dedim. Hmm -mavi alakargalar her tür böceği yiyormuş, ve de diğer yuvalardan çaldıkları yumurtaları! Güzel kuş korsanlar! Ve şimdi neden Bayan V.’nin bahçesinde zıplamak yerine ağır ağır yürüdüklerini anlamıştım. Diğer kuşlara göre çok daha ağır bacak ve ayakları varmış. Kafalarının üstündeki harika armaların (sanki taç takmış gibi duruyorlardı) yakın çekimlerine hayran hayran bakıyordum ki, en sonunda, annemin koridordan gelmekte olduğunu duydum. Penny uyanmış olmalı; en son tutkusu olan ojeler hakkında gevezelik ediyordu. Evin her yerinde kutu kutu ojesi vardı, her renk. Annem de dağınıklık ortadan kalsın diye parlak kırmızı bir oje kutusu aldı -şu saplı, içinde plastik kare kutular olanlardan. Penny de kutusunu gittiği her yere götürüyor şimdi. İçinde pembe simli dudak parlatıcıları, tokalar, çocuk parfümleri ve hatta vücut simi var. Ve tabii, bir sürü de oje! İşin etkileyici olan kısmı şu ki daha beş yaşında bile değil ama oje sürmeyi biliyor, bir gıdım bile dökmeden sürebiliyor. Elleri hiç titremeden sağ eliyle sol eline, sol eliyle de sağ eline oje sürüyor. El becerisi beni şaşırtıyor, hatta doğruyu söylemek gerekirse, biraz kıskandırıyor. Ben yemeği dökmeden yiyebilecek kadar bir süre için bile kaşık tutamıyorum. Camımdaki kuş kakasına baktım -onu da silemem zaten!
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gençlik Kitapları Hikaye-Roman-Masal
- Kitap Adıİçimdeki Hayal
- Sayfa Sayısı288
- YazarSharon M. Draper
- ISBN9786259727455
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm,
- YayıneviGenç Timaş / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kafası Karışıklar Kulübü ~ Juno Dawson
Kafası Karışıklar Kulübü
Juno Dawson
Selam! Bu kitaba göz attığına göre senin de kafan karışık. Endişe etme, bu kulüpte herkese yer var. İlişkiler, okul stresi, sınavlar, aile, gelecek planların,...
- Mermedusa ~ Thomas Taylor
Mermedusa
Thomas Taylor
TUHAF DENİZ KASABASI’NDA YAŞANAN HER ŞEYE İNANIN ÇÜNKÜ BUNLARIN TEK NEDENİ MERMEDUSA! Malamander macerasının üzerinden tam bir yıl geçer ve kış yeniden Tuhaf Deniz Kasabası’nın...
- Yeşil Kiraz 2 ~ Gülten Dayıoğlu
Yeşil Kiraz 2
Gülten Dayıoğlu
Kiraz, birinci kitabın sonunda geçmişten sıyrılıp yepyeni ufuklara açılmaya hazırdı. Başından geçen bütün tatsız olaylara rağmen, tepeden tırnağa umut yüklüydü, kendini içinde şafak söküyormuş...