
Kalbinizde karşılık bulan her satırda, belki de uzun zamandır unuttuğunuz bir parça kendine yer bulacak. Çünkü kalpte yaşamak, hatırlamakla başlar…
Bir kalp cerrahı ve bir yoga eğitmeni aynı cümlede buluşur mu? “Kalpte Yaşamak” tam da bu sorunun cevabı. Biri gerçek kalpleri onaran bir doktor, diğeri ruhun kalbine inen bir eğitmen… Farklı disiplinlerden gelen bu iki insanın içten, cesur ve dönüştürücü anlatıları, hem fiziksel hem duygusal yaralara şefkatle dokunuyor.
Kitap, her gün yaptığımız seçimlerin ardındaki inanç kalıplarını, bastırılmış duyguları ve unuttuğumuz yönlerimizi fark ettirmeye çalışıyor. Bu farkındalıkla birlikte gelen pratik öneriler, yalnızca teorik değil, uygulanabilir bir dönüşüm yolunu da beraberinde getiriyor.
Kalpte Yaşamak, kalbin sadece bir organ olmadığını; onun bir pusula, bir rehber olabileceğini hatırlatıyor.
Yaşamın merkezine kalbi koymak isteyenler için içten, bilgece ve sade bir yol haritası.
*
Semin Yalman Yılmaz, 1971 yılında Ankara’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Yunanistan ve Almanya’da tamamladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olduktan sonra Emerson College’ta kitle iletişimi üzerine yüksek lisans yaptı. Uzun yıllar yapımcılık ve danışmanlık yaptıktan sonra, 38 yaşında iç sesini dinleyerek kariyerine ara verip birçok bilinmeyenli yeni bir yola çıktı. Semin, insana bütünden; kalp-vücut-zihin-ruh yaşam alanından bakan bir uzmandır. “Kalpte Yaşamak®” (LITH – Living in the Heart) adlı özgün yaklaşımı aracılığıyla görülmek, duyulmak ve hissedilmek isteyen bireylerin kalpleriyle yeniden bağlantı kurmalarını sağlamakta; bu süreçte Kundalini Yoga & Meditasyon, Compassionate Inquiry® ve diğer dönüşümsel uygulamaları birleştirerek insanlara bu alanlarda hizmet vermektedir. Semin ayrıca Niyet Design takıları markasının yaratıcısı olup bir dönem Radyo Voyage & Bozcaada’da “Kalpte Yaşamak” programını yapmıştır. Kasım 2012’den beri eşi Oğuz ile “Kalpte Yaşamak” adlı konferansları vermekte ve “Kalpte Yaşamak” yolculuğunda birlikte yürümektedirler. Lâl ve Alp isminde iki çocukları vardır.
Prof. Dr. Oğuz Yılmaz, 1972 yılında Mersin’de doğdu. Tarsus Amerikan Koleji’nin ardından Hacettepe Üniversitesi İngilizce Tıp Fakültesi’ni 1995 yılında bitirdi. Florence Nightingale Hastanesi’nde kalp ve damar cerrahisi uzmanlığını 2002 yılında aldı. 21 yıl İstanbul Memorial Hastanesi’nde çalıştıktan sonra 2023 sonu itibarıyla yeniden İstanbul Florence Nightingale Hastanesi’ne dönerek çalışmalarına burada devam etmektedir. Bu süreçte İtalya, Avusturya ve İsveç’te kısa dönemler staj imkânı bulmuş, 2007 yılında da ABD’de Mayo Clinic’te araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. Yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda dergi ve kitapta makaleleri yayımlanmış, kongrelerde bildiriler sunmuştur. Kasım 2012’den beri eşi Semin ile “Kalpte Yaşamak” adlı konferansları vemekte ve “Kalpte Yaşamak” yolculuğunda ona eşlik etmektedir. Lâl ve Alp isminde iki çocukları vardır.
1. BÖLÜM
TETİK
“Tetik kendini yakından tanımak için bir fırsat.”
—Dr. Gabor Maté
SEMİN
Evet, herkesin kendi hikâyesi var ve bunlar kendince çok özel ve kıymetli ancak esas önemli olan da bu hikâyelerin paylaşılması. Bu hikâyeleri okumayı seven birisi olarak bendeki düşünce şöyle oluyor: “Oh, yalnız değilim. Benim yaşadıklarımı yaşayanlar var, bak ben de böyle düşünüp böyle hissediyorum.” Yani bir paylaşma söz konusu oluyor. Sanki o kişiyle bir kahve ya da çay içip sohbet ediyoruz. Tabii bu konuşmanın ardından merak edilen konu şu: Peki bu dönemde sana ne hizmet etti, ne yardım etti? Dolayısıyla nasılı merak ediyoruz. İşte hikâyelerimizle empati kurmanıza, bilgilerle zihninizi tatmin etmenize, bunların yanında uygulamalarla da eski alışkanlıklarınızı bırakıp yeni alışkanlıklar edinmenize yardımcı olacağız. Seni senden daha iyi tanıyan kimse yok. Sen kendinle kaldıkça, kendinle vakit geçirdikçe, kendinle yüzleştikçe, kendinle dost oldukça, kendini kabul ettikçe bir şeyler dönüşmeye başlayacak. Hayatına her gün koyacağın o pratikler senin en iyi yol arkadaşın, destekçin olacaklar. Unutma, bu bir yolculuk ve süreç. Sonuca odaklanmak yerine süreçten keyif almaya bak. Yalnız değilsin. Birlikteyiz. Merakla, samimiyetle, şefkatle yolunda yürümeye devam et. Bilmem kaç defa, “Evet, bu kitabı yazıyorum” diye bilgisayarımın başına geçmiş ya da defterlerime yazmıştım. Her seferinde, “Bak yazıyorum” deyip sonra bırakmıştım. Hep söylüyorum “Kalpte Yaşamak” bir süreç. İşte bu kitabın bu aşamaya gelene kadar da bir süreci vardı ve yaşanıyordu. Kasım 2012’de eşim Oğuz’la ilk “Kalpte Yaşamak” sohbetimizi yapmıştık. Aradan 7 sene geçmiş ve bir döngü bitmişti. İkinci sohbetimizi Ocak 2019’da yapınca biliyordum ki bu anlattıklarımızın bir kitabı olacaktı. Bu, içeriden gelen kuvvetli bir histi. Ve uzun bir aradan sonra, 1 Nisan 2024’te birlikte yaptığımız sohbetimizde bu kez, “Evet, yazıyoruz bu kitabı” diyerek el sıkıştık. Kalplerimiz bu kitabı yazmamızı istiyordu. Bu sefer “birlikte” bunu istiyorduk. Burada bir şey vardı. O gün akşam hissediyordum: Kalpten yapılan paylaşımların büyüsü çok büyülü oluyordu. Biz kendi kalbimizde titreştikçe diğer insanları da o alana davet ediyorduk. Hatta bunu birlikte yapıyorduk. Doğrudan başka insanların kalplerine dokunuyorduk. Onlar da bizimle yaşıyorlardı; yani birlikte yaşatıyorduk. “Kalbinde yaşayan insanlar arttıkça bu ülke, bu dünya, bu evren özüne dönecek” diyordu Oğuz. Kalpten olan paylaşımların daha nice kalplere dokunacağına da inanıyordum. Sen nasıl titreşiyorsan o oluyorsun, onu yaşatıyorsun ve yayıyorsun. Bu kitabı yazma sevdam sessiz sedasız başlamıştı. İçimde büyük bir istek ancak bir de büyük bir engel vardı. Merkür retrolarından bir tanesinde, Oğuz’la o derin sohbetlerimizin bilmem kaçıncısında kitabımı sakladığım yerden tekrar çıkarmak istediğimi dile getirmiştim. İçimdeki bir ses, “Sen bu konuda uzman mısın ki yazıyorsun? O çok geniş, büyük ve anlaşılması zor bir konu… Ayrıca o kadar orijinal da değil” diye sesleniyordu ve ben de kitabı yazmaktan vazgeçiyordum. “Bir kitabı yazmak için orijinal olmasını bekleme. Sen bu konuda ilk yazan ve son yazan olmayacaksın. Burada önemli olan özgün olman”1 diye Elizabeth Gilbert geri sesleniyordu bana. Ancak ben bir türlü o eleştirel seslerden kurtulamıyordum. En saçma şeyler olsa bile eşime anlatıp rahatlıyordum. Oğuz’a tetiklendiğim olayları anlatırken o da bana yapmadığım şeylerden bahsediyor; saklandığımı ve hayatın Instagram olmadığını dile getiriyordu. Birbirimize neler yapmadığımızı söylüyorduk ancak bu bizi hiçbir yere götürmüyordu. Onun bütün söylediklerini zaten ben kendime defalarca söylediğim bir yerdeydim. İçimdeki yargıç ile yetersiz olduğumu düşündüğüm inanç kalıplarım ortaya çıkıyor ve hepsi beni durduruyor, hareketsiz kılıyordu. Peki benim bu süreçte neye ihtiyacım vardı? Eşim bu kitabı birlikte yazabiliriz diye bir öneriyle geldiğinde üzerimden büyük bir yük kalkmış ve bir anda gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Bu süreçte tek başıma değildim. Yalnız değildim. Her şeyden önce kitaba ve vizyonuna inanıyordu. Diğeri ise yardım isteyebilirdim. Yıllardır “Bakın ‘tek başıma’ başardım”ın ispatını bir kenara koyabilirdim. Ben değil, “BİZ” birlikte bir şey yaratıyorduk. Birlikte yaratmanın gücü eminim bir başka olacaktır. Bu kitabı yazma süreci bana keyif verse de en büyük “tetikçim”le başlamak istedim. Bunu hayırlısıyla bir geçelim diye söyledim. Kendime konforlu bir alan yarattım. Şöyle bir keyif kahvesi koydum. Yolculuğumda bana yüksek benliğimin sesini duymama alan açan ustalarımı davet ettim. Ve bu süreçte yalnız olmadığımı, eşimin de bana eşlik ettiğini ve hayatıma yeni giren sevgili editörümüz Pınar’ın da bizimle olduğunu hatırlattım. Daha da ötesi “O” çağlar boyunca gerçek olan, hep benimle. Hiç beni yalnız bırakmıyor. Sadece O’nu fark etmemi sabırla bekliyor. Sırtımı O’na dayayabilirim. O benden emin. Benim de O’ndan emin olmamı bekliyor. “Ve biliyorum ki, bu yolculukta eski yaralarıma dokunan, beni durup bakmaya davet eden anlar olacak. Tetik kendini yakından tanımak için bir fırsat” der Dr. Gabor Maté. Hayatımızın bir yerinde bizi derinden etkileyen olaylar yaşıyoruz. Bir hastalık, sevdiğin birisini kaybetmek, boşanmak, aldatılmak, kaza, ülke değiştirmek gibi. Bunlar çarpıcı ve bizi derinden etkileyen büyük olaylar. Bir de hayatın içinde birisinin sana bir şey söylemesiyle tetiklendiğimiz anlar var. O anda genellikle tetiklendiğimizin farkında olmayız. Bu tetiklenmelerimiz, aile, sevgili, eş, iş hayatı, okul gibi en yakın çevremizde oluyor. Örneğin tetikleniyoruz ve bir arkadaşımıza olayı ya da kişiyi anlatmaya başlıyoruz. Günler geçiyor, aynı hikâyeyi tekrar tekrar anlatırken buluyoruz kendimizi. Peki burada ne oluyor? Burada ben kendimle ilgili neye inanıyorum? Ne hissediyorum?
Herkese benim bu kitabı çok yazmak istiyor olmamı anlatmam gibi. Çeşitli çalışmalara katılıyorum. Engel olarak bu kitabı yazamıyor oluşumu ortaya koyuyorum. Bu kitaba başlamadan önce sevgili Mehmet Altıoklar’ın Hikâye Anlatıcılığı Atölye Çalışması’na katılmıştım. Mehmet, Maya Angelou’nun bir sözünü paylaşmıştı: “Anlatılmamış bir hikâyeyi içinde tutmak kadar ıstırap veren bir şey yoktur.” Peki bu kitabı yazamıyor olmamın engeli neydi? Kendi düşüncelerim ve varsayımlarım olabilir mi? Hadi o zaman, hodri meydan: Kim okur bu kitabı? Zaten burada anlattıklarımı başka kitaplarda da okuyabilirler. Yazı dilim de zaten kuvvetli değil. Ya yeterince iyi değilsem? Ya hayal kırıklığı yaşarsam? Ya başarısız olursam… Oh, yazdım işte. Bunları yazmak, sesli dile getirmek bile iyi geliyor insana. Kendimle ilgili esasında yeterince iyi olmadığıma inanıyorum. Tüm yaratıcılığın önünde duran koca bir kaya. Bu inanç kalıbım küçüklüğümden beri benimle. Kiminle değil ki zaten. Ne mi hissediyorum? Korkuyorum. Utanıyorum. Siz şu anda bu yazdıklarımı bir çırpıda okuyorsunuz. Ama bilmelisiniz ki bunları fark edebilmek, yazabilmek, hissedebilmek ve sindirebilmek çok uzun yıllarımı aldı. Yaşadığımız olayın döngüsü tamamlanmadığı zaman aynı şeyi farklı zaman dilimlerinde, farklı hikâyelerin içinde yaşıyoruz. Yani geçmiş ve gelecek o anda yaşanıyor. Düşünsene, çok istediğin şeyin bitmiş halini hayal bile edemiyorsun. Neden mi? Çünkü zaten olmaz ki diyorsun. Halbuki gökyüzünün sınırı yok, hadi hayal et diyor. Bir ol diyor. O sonsuzluk ile sen bir olamıyorsun. Zihninde kocaman bir ikilem var. O ikilemi yaratan mimarlar da senin küçükken önem verdiğin yetişkinler. Tıpkı benim lisedeki edebiyat öğretmenim gibi. Yazdığım kompozisyona “Hayatımda okuduğum en kötü kompozisyon bu” demişti ve ip orada kopmuştu. Evet, ben iyi yazı yazamıyorum çünkü edebiyat öğretmenim diyorsa doğrudur.
Yazarken zaman zaman bedenimde o korkuyu hissediyorum. Bazen o sesi duyuyorum: Ya yazamazsam? Bak çok büyük hayal kırıklığı yaşarım. Boş ver, bu kitaba çok şey yükleme. Bir yandan da hayır, ben kendimi ifade etmek istiyorum deyip yazmaya devam ediyorum. Korkunun yerini heyecan alıyor bu sefer. Bazen de gözyaşı… Hayal kırıklığı demişken aklıma bir anım daha geliyor. Ortaokuldayım, o sıralar babamın görevinden ötürü Almanya’da okuyorum. Almancayı yeni öğreniyorum. Okulla bir kampa gidiyoruz. O kampta elimize tiyatrosunu yapacağımız küçük bir kitapçık veriliyor. İstediğimiz rolü çalışmamız söyleniyor. Ben de başrolü ezberliyorum. Rolünü ezberleyen çıkıp oynuyor ve öğretmen de ona göre seçiyor. Ana karakter rolüne seçmiyorlar beni. Oturup tek tek diğer rolleri ezberlediğimi hatırlıyorum. Yeter ki birini oynayayım. Fakat hiçbirine seçilmiyorum. Ve sonuçta tiyatro setinde ışıkçı oluyorum. Halbuki o sahneye, ışıkların altına çıkmayı ne çok istemiştim. Sahnede parlamak istiyordum. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Hayal kırıklığının ötesinde şimdi fark ediyorum ki büyük bir utanç duymuşum. Bazen sahneye çıkarsın, başarısız olursun ve utanç duyarsın. Benimkisi ise sahneye çıkmadan yaşanmıştı. O kadar başarısızdım demek ki. Ve bununla birlikte “yeterince iyi değilim” inanç kalıbım yerleşmişti. Yeterince iyi olsaydım seçilirdim. Ama olmadı. Tüm bu olaylardan sonra arka planda kalmayı tercih etmeye başladım. Sahnede başkaları vardı, arka plandaysa görünmez ben. İçten içe o sahnede olmayı çok istedim. Şimdi bu kitabı yazmak ve yazmamak arasında nasıl gidip geldiğimi anlayabiliyor musunuz? Bir öncekiler gibi kabul görmezsem yaşayabileceğim utancı, acıyı önlemek için çok yapmayı istediğim şeyi nasıl ötelediğimi görebiliyor musunuz? Görünür olmaktansa görünmez olmak. 2008 yılından bu yana her gün yazıyorum. Turuncular içerisindeki Didi Ananda Uttama’dır her gün yazı yazmama vesile olan. Didi Ananda Uttama hayatıma yeni evlendiğim dönemde girmişti. Sene 1998. Oğuz’la evlilik tarihimiz yaklaştıkça heyecanımız artıyordu. Zor bir sene geçirmiştik. Amcamı ve teyzemi kaybetmiştim. Babam ise kalp ameliyatı olmuştu. Tam evliliğimize bir hafta kala 20 yaş dişim ağrımaya başladı. Dişim çekildi ve çenem kilitlendi. Ağzımı bir kaşık girecek şekilde bile açamıyordum. Pipetle besleniyordum. Konuşmakta bile zorlanıyordum. Düğün akşamı “Tüm kalbimle” diyeceğime “Tüm kablimle” demiştim. O dönem tabii şu anki farkındalığım yoktu. Tüm üst üste yaşanan bu olaylar beni birçok açıdan tetiklemişti. O dönem sadece olan olaylar ve çözümler şeklinde ilerliyordum. Diş doktorum sevgili Burak Ekit benim o dönem hayatıma giren en önemli kişiydi. “Sen nasıl uyuyorsun?” diye sormuştu. Oğuz da “Buz kırıyor gibi çenesinden sesler geliyor” demişti. İnanamamıştım. “Kendini bir şekilde rahatlatman gerekiyor” demişti diş doktorum. Oğuz da yoga önerisinde bulunmuştu bana. Yıl 1998. Yoga şu anki gibi popüler değildi Türkiye’de. O dönem Nişantaşı’nda Yoga Şala vardı ve Bilgi Üniversitesi bir yoga ilanı çıkmıştı. Her iki derse gidip denemek istedim. Kalbim Didi Ananda Uttama’yla ilerlemeye karar vermişti. Didi’nin duruşu bile insana huzur veriyordu. İlk meditasyonu ondan öğrenmiştim. Her derste gözlerinizi kapatın dediğinde aklımdan çeşitli düşünceler geçiyordu: Şimdi bu kadın bize ne yapıyor? Aklımı mı okuyor? O zamanlar sosyal medya yoktu. Yoga hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. Sadece oradan, buradan duyduğum hikâyeler vardı ve hepsi de endişe vericiydi. Şimdi bunları yazarken gülümsüyorum. Lâl doğunca, “Meditasyon yapmakta zorlanıyorum” dediğimde sevgili Didi Ananda Uttama bana “morning pages”ten (sabah sayfaları) bahsetti. Sanatçının Yolu kitabının yazarı Julia’nın önerdiği bir yöntemdi bu. Bunu öğrendiğimde Türkiye’de bu kitap Türkçeye daha çevrilmemişti. Didi bana her sabah uyandığımda üç sayfa aklıma ne geliyorsa yazmamı söylemişti. Önceleri nasıl zorlandım anlatamam. Bilgisayar klavyelerine alışan elimin kalemle hiç durmadan yazması çok yorucu gelmişti. Aklıma ne geliyorsa saçma sapan yazıyordum. Güzel cümle kurup kurmadığım önemli değildi. Sadece yazıyordum. İşte bu beni çok rahatlatmıştı çünkü kendimi iyi ifade edemeyeceğim ve yazı dilim
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Kişisel Gelişim
- Kitap AdıKalpte Yaşamak
- Sayfa Sayısı344
- YazarSemin Yalman Yılmaz, Prof. Dr. Oğuz Yılmaz
- ISBN9786256057272
- Boyutlar, Kapak13.8x17.8 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Novus / 2025