Kırmızı, geçmişle geleceğin ortak kaderidir.
Kırmızı, yitirilen cennetin destansı kurtuluşudur.
Kırmızı, Çemberin en kanlı halkasıdır.
Siyah’ın akıllara durgunluk veren temposu, Ted Dekker’ın destansı Çember serisinin ikinci kitabı KIRMIZI’yla doruğa çıkıyor.
Thomas Hunter en fazla bir ay önce, garsonluk yapan başarısız bir yazarken, şimdi kendini iki dünyayı da çöküşten kurtaracak zorlu bir maceranın içinde bulmuştu. Bir dünyada, ilkel savaşçılardan oluşan bir orduya kumanda eden, savaşlarda yaralanmış bir general; diğerinde ise durdurulması mümkün olmayan bir virüsle küresel bir kaos yaratma niyetinde olan teröristleri alt etmeye çalışan bir adam.
Yıkımın eşiğinde iki dünya.
Akla hayale gelmeyen bir çözüm.
Rüya ile gerçeğin çarpıştığı adrenalin yüklü bir destana hazır olun. SİYAH, KIRMIZI’ya dönerken artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
***
1.
BÖLÜM
Thomas terli kara küheylanı kumlu vadi boyunca, az meyilli yokuştan yukarı dörtnala koşturdu. Kanlı kılıcını kınına soktu, iki eliyle birden dizginleri kavrayarak atın boynuna doğru eğildi. Biraz arkasında yirmi savaşçı sağlı sollu uzun bir hat hâlinde onu takip ediyordu. Onlar kuşkusuz tüm dünyadaki en büyük savaşçılardı ve hemen önlerindeki tepeye doğru gümbür gümbür giderlerken, bir soru her birinin zihninde dalgalanıyordu.
Kaç kişiler?
Güruh saldırısı kanyon diyarından, Natalga Geçidi’nden gelmişti. Bu pek alışılmadık bir şey değildi zaten. Son on beş yıldır Çöl Sakinleri’nin orduları birçok kez doğudan saldırmıştı. Alışılmadık olan şey ise, adamlarının güneye doğru bir milden daha az bir mesafe içinde, az evvel bozguna uğrattıkları gruptaki adam sayısıydı. Yüz kişiden fazla değildiler.
Çok azdı. Çok ama çok azdı.
Güruh hiçbir zaman az sayıda askerle saldırmazdı. Thomas’ın ordusunun olağanüstü hız ve becerisi öne çıkarken, Güruh da her zaman sayısına güvenmişti. Bir tür doğal denge geliştirmişlerdi. Thomas’ın tek bir adamı bile en kötü gününde Güruh’tan beş kişiyi haklayabilirdi. Bu avantajları Güruh ordusunun beş yüz bin askerle yaklaştığı olgusuyla ancak biraz azalıyordu. Thomas’ın ordusundaki askerlerin sayısı acemilerle birlikte otuz binden daha azdı. Düşmanları tüm bunların farkındaydı. Buna rağmen yalnızca bu küçük savaşçı grubunu Geçit’ten yukarı, ölüme yollamışlardı.
Neden?
Hiç konuşmadan at sürüyorlardı. Toynaklar savaş davulları gibi gümbürdüyordu, bu tuhaf biçimde rahatlatıcı bir sesti. Hepsinin atı aygırdı. Savaşçıların hepsi ön kol ve uyluk koruyucuları olan, sertleştirilmiş deriden yapılma zırh giymişlerdi. Bu zırhlar göğüs göğse dövüşte eklemlerine hareket serbestliği sağlıyordu. Bıçaklarını baldırlarına, kamçılarını kalçalarına bağlamışlar; kılıçlarını da atlarında taşıyorlardı. Bu üç silah, iyi bir at ve bir de suyla dolu deri bir matara, herhangi bir Orman Muhafızı’nın bir hafta hayatta kalıp, yüz kişiyi öldürmesine yeterdi. Tabii ki onların normal dövüş becerilerini de unutmamak lazım.
Thomas tepeden uçar gibi aştı, sırtını geriye atıp aygırını kuvvetle çekerek durdurdu. Diğerleri bayır boyunca dizilmişti. Hâlâ kimseden ses çıkmıyordu.
Şu anda gördükleri, kolayca sözlere dökülebilecek gibi değildi.
Gökyüzü çölde öğleden sonraları hep olduğu gibi, kırmızıya, kan kırmızısına dönüyordu. Sağ tarafla kanyon diyarı uzanıyordu; on altı kilometre karelik uçurum ve iri kayalar, kızıl çöller ile yedi ormanın ilki arasında doğal bir bariyer görevi görüyordu. Orası Thomas’ın ormanıydı. Kanyon kayalıklarının ardında, kızıla çalan kumlar sonsuz bir kum denizine akıyordu. Bu manzara Thomas’a kendi ormanı kadar tanıdık geliyordu.
Şimdi gördükleri ise öyle değildi.
İlk bakışta eğitimli bir göz bile, çöl zeminindeki belli belirsiz hareketi pırıldayan ısı dalgalarıyla karıştırabilirdi. Sanki kanyonların içine girmiş muazzam düz kum bölgeleri boyunca hafifçe dalgalanan bej bir şerit gibi görünüyordu. Ne var ki bu çöl sıcağı gibi zararsız bir şey değildi.
Bu, Güruh ordusuydu.
Pul pul dökülen kül rengi tenlerini örtmek için başlıklı bej tunik giymişler, kumda görünmemek için de açık taba rengi atlara binmişlerdi. Thomas bir keresinde elli tanesinin yanından geçip gitmiş, onlan kumtaşından ayırt edememişti.
“Mikil, kaç kişiler?”
İkinci kumandanı güneydeki ufku inceliyordu. Thomas onun bakışlarını takip etti. On kadar küçük birlik Geçit’ten yukarı çıkıyordu, her biri birkaç yüz kişiden ibaretti; otuz dakika önce dağıttıkları birlikten daha büyük değillerdi.
Kadın kumandanı, “Yüz bin,” dedi. Siyah saçları güneşte yanmış alnının arkasında deri bir şeritle toplanmıştı. Sağ yanağındaki küçük, beyaz bir yara izi pürüzsüz ve süt gibi olan tenini lekelemişti. Bu kesiği Güruh değil de, bir yıl önce güç gösterisi yapan erkek kardeşi yapmıştı. Kardeşini adamakıllı yenmiş, burnunu bile kanatmadan onu yere sermişti.
Ne var ki kardeşi bundan altı ay sonra bir çatışmada ölmüştü.
Mikil’in yeşil gözleri çölü taradı. “Zorlu bir çatışma olacak.”
Thomas aslında yetersiz kalan bu ifade karşısında ofladı. Hepsi de bir yığın muharebede iyice bilenmişti, ama hiçbir zaman bu kadar büyük bir orduyla karşı karşıya kalmamışlardı.
“Ana birlik güney kayalıklarının yanından güneye hareket ediyor.”
Mikil haklıydı. Bu Güruh’un yeni taktiğiydi.
Thomas, “Asıl kuvvet yandan kuşatırken, bize Natalga Geçidi’nde saldırmak istiyorlar,” dedi.
Teğmeni William, “Başaracaklarına da güveniyorlar,” dedi.
Kimse karşı çıkmadı. Kimseden ses çıkmadı. Kimse kımıldamadı.
Thomas tekrar ufka göz gezdirip yönlerini değerlendirdi. Çöl, küçük çocuk onları çölün ortasındaki o küçük cennete götürdüğünden bu yana, Thomas’ın on beş yıldır Güruh tehdidinden koruduğu ormanlı vadide, batıda son buluyordu.
Kuzeyde ve güneyde, yaklaşık yüz bin Orman İnsanı’nın yerleştiği, buna benzer altı tane daha orman vardı.
Thomas ve Rachelle gölü bulduktan yaklaşık bir yıl sonra ilk orman sakinine rastlamışlardı. Büyük Güney Ormanı’ndan geldiği için adamın adı Güney’in Ciphus’uydu. O yıl Marie adını verdikleri ilk çocukları dünyaya gelmişti. Thomas’m Marie’si. Aslen renkli ormandan gelenler yaşadıkları ormana göre isim alıyorlardı, bu yüzden örneğin Güney’in Ciphus’u deniyordu. Büyük Aldatmaca’dan sonra doğan çocuklar ise babalarının ismini alıyorlardı. Thomas’ın Marie’si gibi.
Üç yıl sonra Rachelle ile Thomas’ın Samuel adını verdikleri bir oğullan dünyaya gelmişti. Şimdi artık on iki yaşlarında güçlü bir delikanlı olmuştu. Daha şimdiden ustalıkla kılıç kullanıyordu. Thomas da onun muharebelere katılmasını önlemek için sesini yükseltmek zorunda kalıyordu.
Her ormanın bir gölü vardı ve Elyon’un inançlı insanlan acı veren o cilt hastalığına yakalanmamak için her gün yıkanıyorlardı. Onları Serseri’lerden ayıran, bu temizlik ritüeliydi.
Orman İnsanlan yıkandıktan sonra her gece, Büyük Ma- cera’yı kutlamak için dans edip şarkı söylüyorlardı. Ve her yıl şu anda yaklaşık yüz bin olan tüm yedi ormanın insanlan, Orta Orman -Thomas’ın ormanı- denen en büyük ormana hac yolculuğu yapıyorlardı. Yıllık Toplantı bugünden itibaren yedi gün boyunca sürecekti. Thomas şu anda kaç tane Orman İnsanı’nın korunmasız bir şekilde çölden geçtiğini ise düşünmek bile istemiyordu.
Serseriler kuşkusuz Orman İnsanları’na dönüşebilirlerdi -gölde yapacakları basit bir banyo, ciltlerini temizleyip, iğrenç kokularını giderirdi. Yıllar içinde az sayıda Serseri, Orman İnsanı’na dönüşmüştü, ama Orman Muhafızları’nın Güruh’u firar etmekten yıldırmaları pek de dile getirilmeyen bir uygulamalarıydı.
Açıkçası hepsini barındıracak kadar göl yoktu.
Konsey büyüğü olan Güney’in Ciphus’u göllerin gerçekte yalnızca üç yüz bin kişi için yeterli geleceğini hesaplamıştı. Açıkçası sayıları şu anda bir milyonu geçen Güruh için yeterli su yoktu. Göller şüphesiz Elyon’un sadece Orman İnsanları’na verdiği bir hediyeydi.
Güruh’u yıkanmaktan vazgeçirmek zor değildi. Serseri’lerin hastalıklı cildi üzerinde nemin yol açtığı yoğun acı, onların göllere karşı büyük bir tiksinti duymalarına yetiyordu ve liderleri Qurong da orman diyarının çok gıpta edilen kaynaklarını fethettiğinde, sularını yok etmeye yemin etmişti.
Çöl Sakinleri ilk olarak on üç yıl önce, güney batıya iki yüz mil uzaklıktaki küçük bir ormana saldırmışlardı. Beceriksiz saldırganlar taş ve sopalarla geri püskürtülmelerine rağmen, çoğunluğu kadın ve çocuk olan, Elyon’un takipçilerinden yüzden fazla insanı katletmişlerdi.
Thomas’ın tercihi barıştan yana olmasına rağmen, bu olaydan sonra Orman İnsanları için barışı korumanın tek yolunun bir ordu oluşturmak olduğuna karar vermişti. Rachelle’nin erkek kardeşi Johan’ın yardımıyla, tarihten hatırladıklarına dayanarak metal aramaya koyuldu. Bakır ve kalaya ihtiyacı vardı; bunlar karıştırıldığında bronz meydana gelirdi ki bu da kılıç yapımı için yeterli güçte bir metaldi. Bir fırın inşa ederek, maden cevherini sızdıran türü buluncaya kadar her çeşit kayayı ısıttılar. Kanyon diyarının maden cevherleriyle dolu olduğu ortaya çıktı. Thomas ilk kılıcını yaptığı malzemenin sahiden bronz olup olmadığından hâlâ emin değildi; ama malzeme keskinleştirilebilecek kadar yumuşak, bir adamın kafasını tek bir vuruşta koparabilecek kadar da sertti.
Güruh tekrar geldi, bu defa daha büyük bir kuvvetle. Kılıç ve bıçak kuşanmış Thomas ve yüz savaşçısı, yani onun ilk Orman Muhafızları saldıran Çöl Sakinleri’ni lime lime etti.
Avcı’nın Thomas’ı lakaplı büyük savaşçının namı bütün çölde ve diğer ormanlarda aldı yürüdü. Üç yıl boyunca Güruh ancak ara sıra çatışmaya girmeye cesaret edebildi, bunun sonucunda ise her zaman korkunç bir ölüm gördüler.
Gel gör ki sayıları gitgide artan Güruh’un verimli orman topraklarını fethetme ihtiyacı da gitgide artıyordu. İlk büyük seferlerini yeni bronz silahlarını kuşanarak, Natalga Geçidi’ne düzenlediler: Uzun kılıçlar, keskin oraklar ve zincirlerin ucunda sallanan büyük toplarla. Orada hezimete uğramalarına rağmen, o zamandan bu yana güçleri büyümeye devam etti.
Üç yıl önceki Kış Seferberliği sırasında Johan kayboldu. Orman İnsanlan o yılki Toplantı’da onun yasını tuttular. Bazıları Elyon’un onları kötülüğün kalbinden, Güruh’un lanetinden tek bir vuruşla kurtarma sözünü hatırlaması için yalvardılar. O gün hiç şüphesiz gelecekti; Thomas buna inanıyordu, çünkü çocuk gölün içinde kaybolmadan önce bundan söz etmişti.
O gün bugün olsa Thomas ve Muhafızları için çok hayırlı olacaktı.
Mikil, “Saatin üstündeki işaret üç olduğunda, güney kayalıklarındaki mancınıklarımızın yanına gelecekler,” dedi. Thomas’ın zamanı bilmeleri için onlara öğrettiği güneş saatini kastediyordu. Sonra ekledi, “Üç saatte.”
Thomas çöle döndü. Hastalıklı Güruh ordusu çırpılmış tatlı gibi kanyonlara dökülüyordu. Akşam karanlığında kumlar kandan kararacaktı. Ve bu defa Güruh’un kanı kadar onların kanı da dökülecekti.
Rachelle, küçük Marie ve oğlu Samuel, Thomas’ın gözünün önüne geldi. Boğazına bir yumruk gelip oturdu. Diğerlerinin de çocukları vardı, birçok çocuk; biraz da Güruh’la eşit sayıya gelebilmek için bu kadar çocuk yapıyorlardı. Şu anda ormanlarda kaç tane çocuk vardı? Nüfusun yaklaşık yarısı. Elli bin tane.
Hiç olmazsa çocuklar için, bu orduyu geri püskürtmenin bir yolunu bulmak zorundalardı.
Thomas aşağıdaki teğmenlerine, cenk ustalarının her birine göz gezdirdi. Hangisi olursa olsun bu savaşın üstesinden ustalıkla gelebileceklerine inanıyordu; ona, Muhafızlar’a ve ormanlara olan sadakatlerinden hiç şüphe etmiyordu. Hatta Thomas’ın hatalarını dile getirmeye ve kararlarını sorgulamaya hevesli William bile onlar için canını verirdi. Sonuna kadar sadakat konusunda standardı Thomas belirlemişti. Adamlarından birini bile kaybetmektense bacağını kaybetmeyi tercih ederdi ve hepsi de bunu biliyordu.
Aynca yine içlerinde, dövüşte bacağını ya da bir organını kaybetme ihtimali en düşük olan kişinin Thomas olduğunu da biliyorlardı. Thomas kırkında, adamlarının çoğunluğu yirmilerinde olduğu hâlde bu böyleydi. Adamları bildiklerinin çoğunu ondan öğrenmişlerdi.
Thomas on beş yıldır rüyasında bir kez bile tarihi görmemesine rağmen, bazı şeyleri hatırlıyordu -örneğin son kez Bangkok’ta olduğunu. Önemli devlet adamlarını Raison Türü’nün hemen yanı başlarında olduğu hususunda ikna etmekte başarısız olduktan sonra, bir otel odasında uyuyakaldığını hatırlıyordu.
Aynca tarihten ufak tefek şeyler de hatırlıyordu. Savaşlar ve teknoloji hakkındaki bilgileri gitgide silikleşse de arta kalan bilgilerinden yararlanıyordu. Bu yeteneği ona diğerleri üstünde hatırı sayılır bir üstünlük sağlamıştı. Kara kanatlı Shataikiler renkli ormanı ele geçirdiklerinde, Thomas’ın tarihe dair hatıraları büyük oranda silinmişti. Thomas şimdi sadece, Büyük Aldatmaca’dan sonra ortadan kaybolan Roush’ların tarihi doğru olarak hatırladığını düşünüyordu.
Thomas dizginleri sol eline geçirdi, parmaklarını uzattı. “William, en hızlı at sende. Ormana geri dön, destek kuvvetlerini ilerideki sınıra getir.”
Bu durumda orman savunmasız kalacaktı ama çok az seçenekleri vardı.
William, “Zaten ortada olanı dile getirdiğim için ….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKırmızı
- Sayfa Sayısı600
- YazarTed Dekker
- ÇevirmenMihriban Doğan
- ISBN6055420123
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dedektif Kurukafa ~ Derek Landy
Dedektif Kurukafa
Derek Landy
1 STEPHANIE Gordon Edgley’in ani ölümü sadece kendisi için değil herkes için bir şok olmuştu Bir saniye önce çalışma odasında yeni kitabı Ve Üzerlerine...
- Maya’nın Günlüğü ~ Isabel Allende
Maya’nın Günlüğü
Isabel Allende
Benim adım Maya Vidal, on dokuz yaşındayım, cinsiyetim kız, bekârım, sevgilim yok, ama fırsat çıkmadığından, yoksa kılı kırk yardığımdan değil, California’da Berkeley’de doğdum, Amerikan...
- Numaran Bende Var ~ Sophie Kinsella
Numaran Bende Var
Sophie Kinsella
“Aşık mıyım? Bilmiyorum. Beni sevip sevmediğini bilmiyorum. Onu sevip sevmediğimi bilmiyorum. Tek diyebileceğim, aklımdan hiç çıkmayan tek kişi o. Duymak istediğim onun sesi. Görmeyi...